Yeni Üyelik
9.
Bölüm

Nasibi olmayana nasip olan her gülüş bir yüktür

@yazar_papatya

Fırat'ın beyninde ciddi bir hasar bırakmıştı o kaza. Bazen herşeyi hatırlayacak, bazende unutacaktı. Beyin fonksiyonlarında ciddi bir zedelenme mevcuttu. Bir alzaymır hastası gibi olacaktı ama alzaymır değildi. Üstelik bu durum ne kadar sürecekti, ne kadar devam edecekti belirli bir zamanı yoktu.


Ben telefonu kapattıktan sonra Fırat'ın sesini duymanın şokuyla ne yapacağımı bilemedim. Bir yandan sevinçten ağlıyor, bir yandan da Fırat'ın durumuyla ilgili endişeleniyordum. Hemen hastaneye gitmeye karar verdim, ancak aileme ne diyeceğimi bilmiyordum. Fırat'tan hiç bahsetmemiştim üstelik aileme. Onlara ne söyleyebilirdim ki? Yine bir bahane bulup Rojda'nın yanına gitmeliydim. Fırat'ın yanında olmak istiyordum.


Anneme tekrar Rojda'nın yanına gideceğimi söylediğimde, annem şüpheyle baktı bana.
-"Dicle, bir şeylerin ters gittiğini hissediyorum. Bana doğruyu söyle, ne oluyor?"


Annesimin gözlerinin içine baktım. Artık yalan söyleyemek istemiyordum.


-"Anne, sana bir şey anlatmam gerek. Dedim. Karalı bir şekilde. Fakat hiçbirşey anlatamadım. Konuşmamın devamını getirmedim, getiremedim. Ne Fırat'ı nede ona olan aşkımı.

-"Rojda hastaymış onun yanında olmak istiyorum anne, o yüzden tedirgin ve üzgünüm." Dedim.

-"Kızım,neden daha önce bana söylemedin ki?" Diye bir soru yöneltti annem üzgün bir sesle. "Rojdanın yanında olmalısın. Hemen birlikte gidelim." Devamında...

-"Hayır, hayır annecim senin gelmene gerek yok, bir kaç günlüğüne kalacağım ben biliyorsun anne Rojda benim en yakın dostum. Hem ablamlar filan tek kalmasın evde. Yengemin doğumu da yakın birşey olursa evde bulunmalısın. Dedim. Üstelik annemin konuşmasınafırsatta vermedim.

Yengemin hamileliğini bahane edip onu benimle gelmemesine bir şekilde ikna edebilmiştim. Annem bana sarılıp;

-"İyi bari, dikkat et kendine Arkadaşına iyi bak ve beni aramayı durumu hakkında bilgilendirmeyi ihmal etme." Dedi beni tatlı tatlı seven ses tonuyla.

Bir kaç kıyafet ve gerekli olan eşyalarımı yanıma alıp çıktım. Fırat Adana'dan Mardin'e götürülmüş tedavisine orada ki hastane de devam edilecekti. Otagara gitmeden önce Rojdaya uğrayıp ona anneme söylediklerimi ve Fırat'ın yanına Mardin'e gideceğimi de söyledikten sonra otogara gittim. Azat abiyi arayıp ona Mardin'e geleceğimi, Fırat'ın hangi hastahane de olduğunu sordum. Ve ondan beni alması için ricada bulundum. Sağolsun beni kırmamıştı.

Yol boyunca Fırat'a kavuşmanın hayalini kurdum. İçimden hep onunla konuşmuştum. Sonunda Mardin'e ulaşmıştım. Azat abi beni otogardan alıp Fırat'a götürdü. Bana Fırat ile ilgili durumunu açıklamaya çalıştı. Hastaneye varmıştık sonunda, hiç beklemeden Fırat'ın odasına girdim, onu görmeye o kadar çok ihtiyacım vardı ki, sanki hasta olan Fırat değilde benmişim gibiydi durum.
Odasına girmemle, kovulmam bir oldu. Beni hatırlamıyordu Fırat. Kaba, kibirli hatta çok sinirli bir adam vardı karşımda. Yabancı gözlerle bakmıştı hergün saatlerce konuştuğum adam. Yüzünün her bir zerresini ezberleğim adam yüzümü unutmuştu. Ne diyeceğimi bilememiştim bile. Hiçbirşey diyemeden, gözlerim dolu dolu odadan dışarı attım kendimi. Hastanenin bahçesinde bir bankta otururken buldum kendimi. Nefes almakta zorlanıyordum. Çok zordu, çok kötüydü. İnsanın sevdiği kişi tarafından tanınmaması...

Azat abi hemen peşimden gelmişti. Bahçede oturduğumu görüp yanıma oturmak için müsade istedi. Azat abi yanıma oturduğunda, gözlerimden akan yaşları elimin tersiyle silmeye çalıştım.

-"Zor," dedim titreyen bir sesle. "Çok zor."

Azat abi başını salladı, anlayışla dolu bir ifadeyle.

- "Biliyorum Dicle, biliyorum. Fırat'ın durumu hepimizi çok üzüyor. Ama en çok seni etkiliyor, bunu görebiliyorum."

-"Beni hatırlamadı," diye sessizce fısıldadım. "Beni tanımadı bile." Dedim.

Azat abi elini omzuma koyup;

- "Ciddi bir beyin hasarı ve bazen böyle acımasız olabiliyor Dicle. Fırat'ın hafızası şu an çok karmaşık bir durumda. Bazı şeyleri hatırlarken, bazılarını tamamen unutabiliyor. Bunu sende biliyorsun. Bu durumun ne kadar süreceğini de bilmiyoruz."

-"Ama beni unutması...," dedim, sesim çatallandı birden. "Beni hiç tanımamış gibi davranması..." Dedim derin bir iç çekerek.
Azat abi yüzümü önümden kaldırıp;

-"Dicle, Fırat şu an kendi içinde bir savaş veriyor. Beyni ona oyunlar oynuyor. Onu suçlayamazsın."

-"Ama ben ne yapacağım?" diye sordum çaresizce. "Onu böyle bırakıp gidememde..." dedim

Azat abi bana doğru döndü gözlerinde kararlı bir ifadeyle sözlerimi bölüp;- "Gitmeyeceksin Dicle. Fırat'ın yanında olacaksın. Ona yardım edeceksin. Belki hafızası yerine gelir. Belki de gelmez. Ama sen onun yanında olmalısın şuan. Ona olan sevgin, belki de ona ulaşmanın bir yolunu bulur."

Azat abinin sözleri içimde bir umut kıvılcımı yaktı. Fırat'ı böyle bırakıp gidemezdim. Onun için savaşmalıydım.

-"Haklısın sanırım Azat abi," dedim kararlı bir sesle. "Onun için savaşacağım. Onu tekrar kazanacağım."

Azat abi gülümsedi, yüzündeki çizgiler derinleşmişti.

- "İşte benim kardeşimin Diclesi bu," dedi. -"Pes etmeyen, güçlü Diclesi." Sonra devam etti, "Fırat'ın doktoruyla konuştum. Durumunu anlattım. Sana onun yanında kalman için izin aldım bir kaçgünlüğüne. Ama dikkatli olmalısın. Onu zorlama, yavaş yavaş yaklaş. Anıları canlandırmaya çalış. Belki fotoğraflar, belki birlikte dinlediğiniz şarkılar... Ama her şeyden önce sabırlı olmalısın.

"Başımı sallayarak;

-"Sabırlı olacağım. Onun için her şeyi yaparım."

O gün hastaneden hiç ayrılmadım. Fırat'ın odasının önünde, onu izleyerek saatler geçirdim. Bazen boşluğa bakıyor, bazen de sinirle duvarlara vuruyordu. Kalbim her seferinde paramparça oluyordu. Ama Azat abinin sözleri aklımdaydı. Pes etmeyecektim.

Ertesi gün, Fırat'ın odasına girdiğimde, ellerim titriyordu. Yavaşça yanına yaklaşıp;-"Merhaba Fırat," dedim yumuşak bir sesle.

Bana baktı, gözlerinde yine o yabancı ifade vardı.

- "Sen kimsin?" diye sordu sertçe.

Yutkundum, boğazım düğümlenmişti.

"Ben... Ben Dicle, senin deyiminle Mahbube." dedim. "Hatırlıyor musun?"

Kaşlarını çattı, sanki hafızasının derinliklerinde bir şeyler arıyordu. Sonra başını iki yana salladı.

-"Hayır, hatırlamıyorum. Odadan şimdi çıkabilirsin. Dedi.
Gözlerim doldu, ama ağlamamaya çalıştım. Sanki o sözleri duymamış gibi;

-"Önemli değil," dedim, sesim titriyordu ama konuşmaya devam ettim. "Zamanla hatırlarsın."
Yanındaki sandalyeye oturdum. Elimde ki telefondan bana gönderdiği videolar vardı. Rast gele birini oynatıp Ona uzattım.

- "Bak, izle " dedim. "Bu senin bana attığın videolardan sadece bir tanesi. Hatırlıyor musun?" Dedim telefonu eline verdim.

"Ah Mahbube iznini alamadım malesef. Bahir kalbinde ilkbaharı beklerken, sağanak bir çamura bulandı yareler. Sen ve gönlün, kalbinde ki kırık camı taşlayana muhtaçsın. Muhhayel bir afakta unutamadığın nevciva'nın rüyasını umarsın. Zaman ne gösterir bilemeyiz; kavuşursun belki, döner sana saadet-i ikbal'in. Ben ise cepte durabilen, cebi delik sebavet-i ektârım. Geçmişin bulut gibi kaplıyor Alem-i efruz'u. Bu yüzden seviyorsun bulutları, bitmiyor içinde ki izleme arzusu. Afitap'a sabâ esintileri gibisin, tahirsin. Ben parıldayan Mahperi gözlerinin inkisârı hayaliyim efsunum. Bir kaç şiirde katre katre biriken umutlarımı, bunda hafzı kevser'e döktüm. Çünkü nasibi olmayana nasip olan her gülüş bir yüktür..."

Videoyu izlerken, uzun uzun düşüncelere daldı. Sonra bana baktı, gözlerinde bir şaşkınlık parıltısı vardı.

- "Bu... bu benim," dedi. "Ama ne zamana ait bu video..." Dedi.

-"Bana... Bana göndermiştin, Facebook'tan. Hergün gönderirdin video ve hergün mesajlar atardın bana." dolu bir sesle. "Ben senin Mahbubenim." Dedim.

Yüzünde bir düşünceli ifade belirdi.

-"Mahbube " diye tekrarladı ismimi. "Sanki... sanki bir yerden hatırlıyorum gibiyim..."

İçimde bir sevinç dalgası yükseldi. Belki de, belki de hatırlar umuduyla...

Loading...
0%