Yeni Üyelik
12.
Bölüm

Aşka uzandım, kanadım yandı

@yazar_papatya

Günler geçtikçe, Ailem bana karşı daha da katı davranmaya başladı. Evden çıkmama izin vermiyorlardı, telefon elimden alınıyordu.Adeta bir tutsak gibi hissediyordum kendimi. Üstelik Fırat'tan da haber alamıyordum. Onun durumu hakkında hiçbir bilgim yoktu. Geleceğim diyen adamdan ses seda yoktu.

Çaresizlik içinde kıvranırken, bir gece rüyasında Fırat'ı gördüm. Fırat, ellerini bana doğru uzatmış; "Dicle, beni bırakma," diye yalvarıyordu. Uyandığımda, yüzüm gözyaşlarımla ıslanmıştı. Artık dayanamıyordum. Fırat'ın yanına gitmeliydim.

O rüyanın etkisinden çıkamıyordum. Fırat'ın o hali gözlerimin önünden gitmiyordu,gitmek nedir bilmiyordu. O rüyadan bir kaç gün sonra gece ailem uyuduktan sonra, sessizce evden çıktım. Yanıma sadece birkaç parça eşya almıştım. Otogara gidip, ilk Mardin otobüsüne bindim. Gidecek başka yerim yoktu. Tek umudum Fırat'tı.

Mardin'e vardığımda, sabah'a karşıydı saatler...Mardin'in yabancı sokaklarında yapayalnız ve çaresizdim. Sokakları bilmiyor, yüzleri tanımıyordum.Fırat'a ulaşmak için bir telefona ihtiyacım vardı. Gözlerim, yardım isteyen bir dilenci gibi etrafı tarıyordu. Nihayet, bir dükkânın önünde oturan yaşlı bir adamın elindeki telefonu fark ettim. Çekinerek yanına yaklaştım.

-"Amca, çok özür dilerim. Ama bir telefon görüşmesi yapmam gerekiyor. Telefonunuzu kullanabilir miyim? Çok acil!"

Yaşlı adam başını kaldırıp bana baktı. Yüzündeki çizgiler, yılların ağırlığını taşıyordu. Gözlerinde bir anlık tereddüt belirmişti, sonra telefonunu bana uzatıp;

-"Al kızım," dedi. "Ama çabuk ol."

Titreyen ellerimle telefonu aldım ve Fırat'ın numarasını tuşladım. Telefon çaldı, çaldı... Fakat o telefon açılmadı. Birkaç kez daha aradım. En sonunda açmıştı telefonu.

-"Alo?" dedi.
Sesi tanıdık, fakat aynı zamanda da yabancıydı.

-"Fırat, benim Dicle," dedim. Sesim titriyordu.

-"Dicle?" diye tekrarladı Fırat. "Tanımıyorum sizi."

-"Sana geldim, hatırlamıyorsun ama ben senin... Senin Mahbuben, uğruna videolar çektiğin mesajlar yazdığın Dicleyim..."

-"Bayan tanımıyorum sizi, rahatsız etmeyin beni." Kaba bir üslupla söylüyordu bunları. "Beni ara..."

-"Niye anlamıyorsun. Senin için geldim Fırat! Sana geldim..." Kötü ve çaresiz bir sesle konuşmasını yarıda bölmüştüm. "Kaçıpta geldim sana."

Bir cevap alamadan o telefon yüzüme kapatılmıştı. Beni hatırlayamadığı için söylediği şeyler canımı yakıyordu. Kurduğu her bir cümle de öldürüyordu. Beni susmalarıma karşı yine de seven, ne olursa olsun vazgeçmeyen o adam bu sefer sözleriyle eritip, bitiriyordu beni.

"Dağıldım, parçalandım un ufak oldum ben... Kendimi ilk defa bu kadar güçsüz hissettim. İlk defa çaresizlikten korkuyorum Fırat. Ama dönüp dolaşıp yine sana sığınırken buluyorum kendimi. Yapamıyorum... Kaçmam gereken senken, sıkı sıkı yine sana tutunurken buluyorum kendimi. Ah... Ah Fırat! Sanki şuan karşımdaymışsın gibi. Keşke gerçekten şuan yanımda karşımda olsaydın. Bir kere de olsa, sonda olsa yanımda olsaydın işte. Gelseydin yanıma. Ama sen gelmeyeceksin biliyorum, kabullendim. Bir kere gelseydin ve sarıp sarmalasaydın beni, kalbinin hızlı atışlarını hissetseydim ve bu his beni benden etseydi. Sonra elimi kalbinin olduğu yere götürseydim "Çok hızlı" diye fısıldasaydım kulağına. Yüreğinden öpseydim, öpseydim, öpseydim işte. Sonra deseydin ki bana; "Seninkiler bana misafir" bende anlamamazlıktan gelip, "Benimkiler mi?" Diye sorsaydım. Sende hemen sözümü kesip; "Yüreğimin güvercinleri, kuşları var deniyor muydun? Onlar bana emanet artık Diclem. Sana aşık olduğumdan belli bu böyle, Bazen korkutuyorlar beni. Duracak gibi çarpıtıyorlar orayı... Ben senin gibi böyle sevenine rastlamadım Mahbube. Ne şanslıyım ki sevdiğin benim..." Deseydin yine. "Sevdiğim sensin" sözlerimi tekrar edip; "Sen benim bu hayatta en çok sevdiğimsin..."Deseydim ve içimdeki çaresizliği, güçsüzlüğü alıp çekseydin benden. Seninleyken ne dert ne tasa herşeyi unutuyordum. Yine unutsaydım ben, kendimi sende unutsaydım ve hiç senden geçmeseydim..." Dedim içimden...

Kalbimdeki son umut kırıntısı da yok olmuştu. Fırat beni yine hatırlamamıştı. Gözyaşlarımda boğuluyordum. Telefonu kapattım ve yaşlı adama geri verdim.

-" Te- te... Teşekkür ederim," diye fısıldadım.

Başımı önüme eğdim ve yürümeye başladım. Nereye gittiğimi bilmiyordum. Sadece yürümek istiyordum. Uzaklaşmak istiyordum. Bu acıdan, kendimden kaçmak istiyordum. Fakat acılarda benimle geliyordu. Ne kadar kaçmak istersem istiyeyim, peşimi bırakmıyorlardı.
Birkaç saat sonra, kendimi şehrin kenar mahallelerinden birinde buldum. Sokaklar dar ve karanlıktı. Etrafımda sadece yıkık dökük binalar ve şüpheli tipler vardı. Korkmaya başlamıştım. Hızımı artırdım, ama birden arkamdan bir el uzandı ve ağzımı kapattı. Çığlık atmaya çalıştım, ama sesim çıkmadı. Beni zorla bir ara sokağa çektiler.

Gözlerim dehşetle açıldı. Karşımda üç adam duruyordu. Pis ve kaba görünüyorlardı. Beni süzüyorlardı. Korkudan titriyordum.

-"Benden ne... Ne istiyorsunuz?" diye sordum titrek bir sesle.

Adamlar gülmeye başladılar.

-"Bize biraz eğlence lazım, güzellik," dedi içlerinden biri.

Çığlık atmaya çalıştım, ama ağzımı kapattılar yine. Adamlar bana yaklaştılar. Gözlerimi kapattım... Adamlar hem sözlü hem de fiziksel tacizde bulunmaya başladılar bana karşı.Çaresizce çırpınıyor, yardım çığlıkları atıyordum ama sesim karanlık sokaklarda kayboluyordu. Adamlardan biri Saçlarımla oynuyordu, Diğeri direndiğim için yüzüme tokat atıyordu.

-"Bırakın beni! Yardım edin!" diye çığlık atıyordum gözyaşları içinde. Çığlıklarım bir fısıltıdan ibaret gibiydi sanki. Adamlar kahkahalar atarak daha da sıkıştırıyorlardı beni.

-"Kimse seni duymayacak, güzellik," dedi içlerinden biri alaycı bir şekilde. "Burada bizim sözümüz geçer. Bizden ve senden başka kimse yok. Dirinme sürtük artık!"

-"Yalvarırım bırakın beni! Bırakın!" Derken bile üzerime üzerime geliyorlardı.

Birinin nefesini dudaklarımın üzerinde hissetmiştim. Nefesi nefesime o kadar yakındı ki,parmaklarını yüzümde gezdiriyordu. Bana çok yakındı, hemde öyle çok yakındı ki bedeninin bedenime değdiğini hissediyordum. Yalvarmalarım, çırpınışlarım onları durdurmaya yetmiyordu.

-"Bu güzellik ilk benim, ben tadını alacağım." Dedi kahkaha atarak. Bana yakındı çok yakındı.

Diğer ikisi içmeye devam ediyor. İçtiklerini ağızlarından bana doğru püskürtüp;

-"Hey yavrum! Sonra da bizimsin. Çok eğleneceğiz korkmana gerek yok." Diyip devam ediyorlardı.

O kadar çırpınıştan, yalvarmalardan sonra artık umudum tükenmişti. Tam o sırada, sokak başında bir gölge belirdi. O... O Civandı. Fırat'ın en yakın dostu Civan. tesadüfen o karanlık sokaktan geçiyormuş. Çığlıklarımı duymuş ve koşarak gelmişti. Fakat benim olduğumu bilmiyordu. Yaklaşınca fark etmişti.

-"Hey, siz! Bırakın onu!" diye bağırdı Civan, adamların üzerine atılarak.
Adamlar şaşkınlıkla Civan'a döndüler. Civan, tek başına üç kişiye karşı mücadele etmeye başlamıştı. Adamlar güçlüydü ama Civan da pes etmiyordu. Yumruklar havada uçuşuyor, küfürler savruluyordu.

Civan'ın yardımıyla kurtulmaya çalışıyordum. Adamlardan biri beni tekrar yakalayıp yere fırlattı. Acı içinde inlemiştim. Civan, bana zarar vermelerine izin vermemek için daha da hırsla saldırıyordu.

Ancak adamlar kalabalıktı. Civan'ı etkisiz hale getirdiler ve onu da yere serdiler. Çaresizce Civan'ın yanına doğru yürümeye çalıştım.

-"Civan, iyi misin?" diye sordum endişeyle.

Civan başını salladı, yüzü kan içindeydi. Adamlardan biri sinirle ayağa kalkıp ve cebinden bir bıçak çıkarıp üzerime doğru yürüdü.

-"Sen de kimsin, kahraman mı?" diye sordu alaycı bir şekilde.

O an korkuyla geri çekildim. Adam bıçağı savurdu ve karnıma saplamıştı o bıçağı. Acı içinde çığlık attığımı ve çığlığımın yarıda kaldığı bir andı, yere yığılmıştım. Civan, dehşetle bana bakmıştı. Adamlar ise korkup, yakalanmamak için kaçmaya başlamışlardı. Civan, yanıma koştu.

-"Dicle! Dicle, dayan!" diye bağırdı.
Gözlerim kapanıyordu. Civan, beni kucağına alıp koşmaya başlamıştı. En yakın hastaneye götürmek üzere.

 

Hastaneye vardığımızda, hemen ameliyata alınmıştım. Civan, endişeyle bekleme odasında volta atıyordu. Telefonunu cebinden çıkarıp Fırat'ı aramıştı hemen.

Telefon çalmış, Fırat açmıştı.

-"Alo?" dedi Fırat, sesi uykulu geliyordu.

-"Kardeşim." dedi Civan, nefesi kesik kesik.

-"Dicle... Dicle yaralandı. Hastanedeyiz."

Fırat bir anda uyanıp;

-"Ne? Nasıl oldu? Nerede?" diye sordu telaşla.

Civan, olanları hızlıca anlatmıştı. Fırat, şok olmuştu. İsmim, beyninin bir yerlerinde yankılanmış gibiydi. Sanki beni tanıyormuş gibi hissetmişti. Olanlar mıydı bunu hissetmesi yoksa bir hatırlayan, bir unutan beyninde ki hasardan mıydı bilmiyordum. Ama nasıl olduysa Civan'la konuşurken benim için endişelenmişti.

-"Hangi hastane?" diye sormuştu Fırat, aceleyle giyinirken.

Civan, hastanenin adını söylemisti. Fırat telefonu kapatıp,hızla evden çıkmış arabasına atlayıp ve hastaneye doğru sürmüştü.

Hastaneye vardığında, Civan'ı bekleme odasında bulmuş;

"Nasıldı? Civan Dicle nasıl?" diye sordu Fırat, endişeyle.

-"Ameliyatta," dedi Civan.
Fırat, bir sandalyeye çöktü. Ellerini yüzüne kapadı. "Dicle... Beni aramıştı." Derken bulmuştu kendini. Onu aramıştım oysa. O sırada, bir hemşire bekleme odasına girip;

-"Dicle Hanım'ın yakını mısınız?" diye sordu.

Fırat ve Civan ayağa kalkıp;

-"Evet," dedi Fırat. "Ben... Ben arkadaşıyım."

Hemşire başını salladı.

-"Ameliyat başarılı geçti," dedi. "Ama Dicle Hanım hala komada. Durumu yakından takip ediyoruz."

(Fırattan;)

Derin bir nefes almıştım. Dicle hayattaydı. Ama neden bu kadar rahatlamıştım? Neden bu kadar üzülmüştüm? Anlam veremiyordum. Civan, bana bakmıştı. Gözlerimdeki ifadeyi anlamıştı.

-"Fırat," dedi Civan yavaşça. "Sen... Sen Dicle'yi hatırlıyor musun?"


Başımı sallayıp;

-"Evet, ama bir gölge gibi," dedim. "Sanki onu çok önceden tanıyormuşum gibi hissederken, bazen hiç hayatımda yokmuş gibi. Anlam veremiyorum kardeşim. Beni dün bir numaradan aramıştı. Benim için buraya Mardin'e geldiğini, bana geldiğini söyledi." Konuşmaya devam ederek; " onu tanımadığımı söyleyince. 'Anla artık, hatırla artık ne olur beni.' dedi dostum. Ben telefonu yüzüne kapattım boş konuştuğunu düşündüğüm için." Dedim.
Civan, omzuma dokundu. Hafif sıvazlayıp;

"Tanıyorsun onu," dedi. "belki de sadece hatırlamak istemiyorsundur." Dedi.

Civan'a anlamaz gözlerle baktım o an. Derin bir nefes aldı ve anlatmaya başladı. Dicle'nin bana olan aşkını, onun için çektiği çileyi, benim ona olan aşkımı ona verdiğim sözleri, kazayı ve Diclenin hastaneye kadar geldiğini... Her şeyi anlattı.

Civan'ı dinlerken, beynimde her şey yerli yerine otururken. Tam olarak belirgin değildi fakat o yüz Dicleye ait gibiydi. Sanki Dicle'nin gülümsemesi, gözlerindeki ışıltı, ona yazdığım mesajlar, videolar, konuşmalarımız... Anılar, sis perdesinin arkasından yavaşça çıkıyordu.

-"Ben... Ben ona aşık mıydım gerçekten?" diye sordum.

Civan başını salladı.

-"Evet, Fırat," dedi. "Sen ona deli gibi aşıktın dostum."

Başımı ellerimin arasına aldım. Dicle'ye verdiğim sözü hatırlamıştım. Onu bırakmayacağıma dair yeminde etmiştim. Ama nasıl olmuştu da Dicle benim için bir yabancı olmuştu.

-"Ben ne yaptım?" diye fısıldadım, elimi yumruk yapıp duvara vurarak defalarca. Nasıl unutabilmiştim ki sevdiğim kadını?

Civan, bana sarılıp;

-"Suçun yok kardeşim," dedi. "Kazadan sonra beyninde oluşan hasardan bu durum. Ama şimdi, Dicle senin için tekrar savaşıyor. Ve sen de onun için savaşmalısın."

Civan, Dicle'nin başına gelenleri anlatırken, öfkem gittikçe büyüyordu. İçimde bir volkan patlamak üzeri gibiydi. Dicle'nin o çaresiz çığlıkları kulaklarımda yankılanıyordu. Kendimi suçluyordum. Eğer o telefonu yüzüne kapatmasaydım, eğer Dicle'yi geri çevirmeseydim, eğer onu koruyabilseydim.. Belki de hiçbir şey olmayacaktı.

-"Ben bir caniyim," diye mırıldandım yumruğumu sıkarak. "Onu unuttum. Onu orada yapayalnız bıraktım. Ve şimdi..." Sesim titreyerek. "Şimdi onun başına bunlar geldi. Hepsi benim yüzümden."

-"Senin hatan değil. Ama şimdi Dicle için güçlü olmalısın dostum. O senin için savaştıysa. Sen de onun için savaşmalısın."

Başımı kaldırıp Civan'a baktım.

Gözlerimde ki kararlı ifadeyle;

-"Haklısın," dedim. "Onun için savaşacağım. Bir daha onu asla bırakmayacağım.

Dicle'nin odasına gittim. Dicle, hastane yatağında yatıyordu. Yüzü solgun, gözleri kapalıydı. Dicle'nin elini tuttum belki beni duyar umuduyla.

-"Dicle," dedim yavaşça. "Ben geldim. Seni bilerek geldim. Tanıyarak geldim. Seni hissederek geldim sana."

Dicle'nin ailesi, kızlarının ortadan kaybolmasıyla yıkılmıştı. Polis, Dicle'nin Mardin'e geldiğini tespit etmiş ve hemen hastaneye gelmişlerdi. Dicle'yi hastane yatağında görünce, annesi gözyaşlarına boğulmuştu. Abisi ise öfkeden deliye dönmüştü. Beni suçluyordu haklı olarak.

-"Senin yüzünden!" diye bağırdı bana. "Senin yüzünden kardeşim bu halde!"

Başımı öne eğmiştim. Abisinin öfkesini anlıyordum. Kendimi de suçluyordum.

-"Haklısınız ne deseniz haklısınız," dedim. "Ben bir caniyim. Onu unuttum. Onu orada yapayalnız bıraktım. Benim yüzümden onun başına bunlar geldi. Hepsi benim yüzümden."

-Dicle'nin abisi,saldırmak istedi ama annesi onu tutup;

-"Şimdi kavga zamanı değil, oğlum," dedi. "Önemli olan Dicle'nin sağlığı."

Dicle'nin odasına girdi doktor, Dicle'nin durumunun kritik olduğunu, ancak ameliyatın başarılı geçtiğini söyledi. Herkes umutla Dicle'nin uyanmasını bekliyordu. Uyanması için dua ediyordum. Oda giderse kimsesizliğimde boğulacağımı biliyordum. Diclenin gözlerinde kendimi bulduğum için onu sevmiştim.

Yoğun bakım kapısının önünden ayrılmıyordum Uyanmasını beklemek öyle zordu ki. Dicle de beni öyle beklemişti. Ailesini göz ardı ederek yapmıştı bunları.

Loading...
0%