@yazar_papatya
|
Günler haftalara, haftalar aylara dönüşürken, aşkımız sessiz bir melodi gibi çalıyordu yüreğimizde. Her gece yarısı, telefonlar kulaklarda, iki kalp bir oluyordu sanki. Fırat'ın her sözü, yüreğimde bir şiir gibi yankılanıyor, benim her seslenişim Fırat'ın içini bir bahar sabahı gibi aydınlatıyordu. Bir gece, yine telefonda konuşurken Fırat'ın sesi titrekti. -"Mahbubem," dedi üzgün bir ses tonuyla. "Sana bir şey söylemem gerek." Nedenini bilmiyordum ama kalbim sıkışıp kaldı sanki göğüs kafesimin içinde. -"Ne oldu Fırat?" Dedim tedirgin bir edayla. -"Yarın... yarın şehir dışına çıkmam gerekiyor. İş için. Birkaç günlüğüne ve seni arayamam belki bir kaç günlüğüne. Ama aramak için de her fırsatı kollayacağım." -"Ama... ama daha yeni başlamıştık konuşmaya sesini duymadan nasıl uyuyabilirim ki? -"Biliyorum, Mahbubem. İnan bana, ben de gitmek istemiyorum. Ama mecburum, önemli olmasaydı eğer gitmezdim inan bana." O gece sanki olacaklardan haberli gibi ikimizin kalbi de buruktu. Sabahın ilk ışıklarıyla Fırat yola çıktı. Günler geçmek bilmiyordu. Her bir saniye bir asrı yaşatmıştı sadece. Fırat' ın yokluğu, yüreğimde kocaman bir boşluk yaratmıştı sanki. Bir kaç gün sonra gece , telefon çaldı. Arayan, Fırat değildi. Civan'dı numaramı nasıl bulmuştu, nereden ya da kimden almıştı en ufak bir fikrim yoktu. Sesi endişeliydi, çok fazla endişe barındırıyordu hemde. -"Dicle, Fırat'ı aradın mı bugün? Ya da konuştunuz mu hiç?" Civanın, Fırat'ın en yakın dostu olduğunu biliyordum Fırat sürekli bahsederdi ondan.Kalbim Civanın o sorusuyla hızla çarpmaya başladı. -"Hayır, aramadım. Bir şey mi oldu?" -"Fırat... Fırat'a ulaşamıyoruz. Telefonları kapalı. İşleri bitmişti, dönmesi gerekiyordu ama..." Nefesim kesildi. Korku, tüm bedenimi sardı. -"Ne demek ulaşamıyorsunuz? Nerede olabilir ki?" -"Bilmiyoruz Dicle. Azat abi de meraktan deliriyor. Polise haber verdik ama..." O gece, uyuyamadım. Gün ağarmıyor, güneş doğmak nedir bilmiyordu. Sabah olmayacak gibiydi sanki. Gözlerim pencerede, kalbim Fırat'taydı. Çok çaresiz, yalnız hissediyordum kendimi bütün gece bir umut ulaşırım diye o telefonu elimden düşürmedim. Ama Fırat'ın telefonu açılmadı. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte, Azat abi aradı beni. Sesi buruktu. -"Dicle, Fırat'ı bulduk." Kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Hemen azat abiye korku dolu bir sesle; -"Nerede? İyi mi?" Diye üst üste sorular yağdırdım. -"Hastanede... Bir kaza geçirmiş ve durumu kritik." Dedi çok hüzünlü bir ses tonuyla. Dünyam başıma yıkıldı, o gün gözyaşlarım sel olup aktı. Gözyaşlarım yanaklarımı doldurdu. Bir şekilde Fırat'a gitmeliydim. Fakat aileme ne diyipte gideceğimi bilmiyordum. En çaresiz hissettiğim andı o an. Çaresizlik içinde boğuluyordum. Çünkü kimseye Fırat'tan bahsetmiş degildim. Bir Rojda biliyordu. Rojda beni Fırat'a götüren kişiydi.Elim ayağım birbirine dolanmıştı içimde bir kıyamet, bir çığlık feryat figan ediyordu. Rojdayı aradım ona olanları anlatmaya çalışsam da bir türlü düzgün bir şekilde anlatamıyordum. Dilim bağlanmış gibiydi. Rojda bana sakin kalmamı ve herşeyi anlatmamı istemişti benden. Olanları anlattıktan sonra ondan bir çözüm sunmasını bekliyordum çaresizlik içinde. Rojda; "Bize geleceğini ve annene bizde kalmanı isteyeceğim" dedi. "Annemler beni Rojda da sanarken ben Fırat'a gidecektim bu sayede. -"Bak anne Rojda geldi." Dedim ama yüzümde ki endişe, sesimde ki korku annemin bütün dikkatini üzerime çekmişti. Annem; -"Senin neyin var neden endişeli ve tedirginsin kızım?" Diye direk beni bana soru olarak yöneltti. Anneme henüz birşey anlatmamıştım. Ablalarıma, kız kardeşime kimseye bahsetmemiştim. Ailem Fırat'ı bilmiyordu. -"Hayır! Yok birşeyim annecim. Rojda senden birşey rica edecek." Diyip annemi Rojdaya yönelttim bir anda. Rojda anneme yaklaşıp; -"Zeynep teyze, Dicle iki günlüğüne bizde kalabilir mi? " Annem şaşkın ve nedenini merak eder bir şekilde bulaşıklarını yarıda bırakıp; "Neden? Zaten birbirinizi sık görüyorsunuz." Deyince, yüzüm tamamen düştü. Rojda hemen; "Teyze... Teyze sadece beraber vakit geçirecez, babam şehir dışında ben ve annem evdeyiz. Rojda bana eşlik etse annemi tek bırakıp gelemiyorum. Biliyorsun teyze annem hasta yalnız kalamıyor." "Babası ne der ki Diclenin kızım ona da sormak lazım." İçimden anneme; " Sanki babam beni görüyor ya anne, varlığım, yokluğumu aratmıyor. Babamın umrundaydık ya şimdi olacam umrunda değil mi anne?" Dedim fakat annemin yüzüne bunları söyleyemedim. -"Anne sen halledersin, lütfen anne gidip iki gün kalsam , ne olur anne... Ne olur?" -"Tamam Dicle sadece iki gün ve aradığımda açman şartıyla." -" Tamam anne arayacağım seni. Merak etme hem çok uzak değil yani alt tarafı beş durak ötede olacam."Dedim. Fakat öyle olmayacaktı iki şehir ötede olacaktım. Annem yanaklarımı sıkıp, sevdi beni. Aceleci davrandım ve odama gidip üzerimi değiştirip çıktık Rojdayla. Otogar'a yakın bir yerde oturuyorduk. Onbeş dakikalık mesafedeydi aramız. Azat abiyi arayıp hasteneyi öğrendim hemen. Otobüse binip yola çıktım. Yol bitmek nedir bilmiyordu üç saatlik yol bana onüç saat gibi geldi. Sonunda vardım Adana'ya Azat abi beni arabasıyla aldı otogardan. Azat abinin Fırat'ı andıran bir siması vardı. Azat abiye sürekli Fırat iyi mi? Diye sorup durdum. Dediklerini idrak edecek halde bile değildim. Hastaneye vardığımızda o hastane kapısından nasıl koştuğumu, o yoğun bakım servisine nasıl vardığım kısmı bile hatırlamıyordum. Fırat, yoğun bakımdaydı. Cansız bedeni, makinelere bağlıydı. Cam pemcere vardı sadece aramızda. Doktorlar kimseyi içeri almıyordu. Bakmakla yetinmek ne kadar can yakıcı bir durum bir bilseniz. Doktordan ricalar, yalvarmalar, yakarmalar sonunda içeriye on dakika da olsa girme izni aldım. -"Fırat," diye fısıldadım. - "Benim, Dicle. Duyuyor musun beni?" Fırat'ın gözleri kapalıydı. Hiçbir tepki vermiyordu. Başımı onun göğsüne yasladım. Gözyaşlarım Fırat'ın yüreğine aktı, aktı, aktı... Ben ağladıkça yaşlar yanaklarımdan süzülüp Fırat'ın yüreğine bıraktılar kendilerini sanki... İki gün kalabilmiştim sadece Fırat'ın yanında. Annem beni zor durumda bırakıyordu Rojdanın annesini soruyordu, konuşmak istiyordu bahane bulamıyordum. O iki gün ne çabuk geçmişti öyle? Hiç kimse sevdiği kişiyle böyle görüşmek istemezdi emin olun. Eve döndüm sonrasında. Ama günler geçmiyor, bir gelişme olmuyordu. Yemeden içmeden kesilmiştim. Annem bir yandan neyim olduğu konusunda bilgi almak istiyordu. Öğrenmek için çabalıyordu. Ben hep bişey yok diye geçiştirmek zorunda kalıyordum. Günler, haftalara dönüştü. Hergün her saat Azat abiyi arıyordum, Civanla iletişim içindeydim. Fırat hala komadaydı. Ben o süreçte acımla, acımı dahi belli etmemek zorunda kalıyordum. Günlüğüme Fırattan ayrı geçirdiğim günleri yazıyor, o günlere ağlıyordum. Yine öyle bir gece yarısı dışarıda ki soğuğa aldırış etmeden bahçede oturup defteri aldım ellerime, titreyen parmaklarımla Fırat' ı yazdım... Diclenin saklı defteri "Gözlerimden düşen yaşlar sen diye yüreğime düşüyor intihar eder gibi hemde Fırat. Ve artık kendimi daha fazla tutamıyorum. Karanlık bahçenin ortasında, bir ağacın dibinde hıçkıra hıçkıra ağladım. Yalnızlığıma, çaresizliğime, senden olan kimsesizliğime... Ayrılıkta sevdaya dahilse şayet. Sen buradasın ve beni görüyorsun demek bu. Belki göz yaşlarımı siliyorsun, belki sarılıyorsundur bana ve ben görmüyorum. Tamda şimdi, şuan seni görebilmek için nelerimi vermezdim ki ben... Ne büyük bir sınavın içindeyim ben böyle. Beni yaratan duymuyor olabilir mi beni? "İsyan etme" diyor içimde ki o ses. "Rabbin konuşamadıklarını bile duyar..." Belki küsmüştür bana, beni duyuyor da verecek merhameti yok belki de. Rabbime değil de bu sefer sana sesleniyorum ben. Seni bana kavuşturmadığına göre, seni benden daha çok seviyor demek ki. Fırat görüyorsan şayet beni yüreğinin bir köşesinden yalvar Rabbim' e benim için. Merhameti için... Ben dua nedir unuttum, çare nedir, umut nedir unuttum artık. Yüküm omzumda, yüküm yüreğimde, yüküm ruhumda... Ben dünyaya yüküm, dünya bana yük. Ya ölmek isteyen yanım ölsün, ya ben öleyim. Ya sen gel, ya da ben geleyim artık sana..." Bir kaç gün sonrasında doktor beni aradı. Ses tonu soğuk ve ciddiydi. -"Alo Dicle Hanım," -"Buyrun doktor bey." -"Fırat'ın durumu hakkında sizinle konuşmamız gerekiyor." Kalbim o gün Fırat'a olanlar gibi sıkışıp kaldı, nefes almak için zorlanıyordum. -"Ne oldu doktor bey? Kötü bir şey mi var?" Doktor, derin bir nefes aldı. Aldığı o derin nefes telefondan bile duyuluyordu. -"Maalesef, Fırat'ın beyin fonksiyonlarında ciddi bir hasar var. Uyanma ihtimali çok düşük." Dünya bir kez daha başıma yıkıldı. Gözlerimde ki yaşlar ardı ardına yanaklarımdan süzülüp uçurumdan atlar gibi bıraktı kendini. Fırat'sız bir dünya,benim için bir hiçti artık. -"Gel kızım," dedi. "Yanıma otur." -"Anlat bakalım," dedi. "Neyin var?" İçimde dolup taşanlar beni konuşturmuştu yaşlı adama Fırat'ı anlattım, Aşkı, mutluluğu, acısı... Yaşlı adam, beni dikkatle dinledi. Sonra, elini omzuma koydu. -"Aşk," dedi, "bazen bir mucizedir. Bazen de bir imtihandır. Fırat'ın sana olan aşkı, bir mucizeydi. Ama şimdi, bir imtihanla karşı karşıyasın. Onun için güçlü olmalısın. Onun için savaşmalısın." Yaşlı adamın sözleri beynimin içinde dönüp dolaştı. Haklıydı. Fırat için güçlü olmalıydım. Onun için savaşmalıydım. Pes etmemeliydim. Ertesi gün, doktoru aradım. Ondan sadece telefonu Fırat'ın kulağına yakın indirmesini rica ettim. Doktor Mustafa bey ricamı geri çevirmemişti sağolsun. Telefonu Fırat'ın kulağına yakın indirmişti. "Fırat," diye fısıldadım. "Bir çift gözün sözlerinde yanarken buldum kendimi, Kelimelerinde pervane oldu ruhuna ruhum... Ama acı verir diye de kaçtım aslında, Kaçarken de yine kendimi buldum. Senden kaçarken yine sana geldim. "mutluyum" diyerek gülücükler saçıyordum etrafıma önceden lakin iyi değildim. İyi insanların neden kavuşamadığına seninle şahit olurken şimdi, Sana inanmak istiyorum şuan bir o kadar. Aynı acı, aynı keder ve aynı arzularlara sahip olan insanlar asla kavuşmazdı hiçbir zaman, öyle sanıyordum "Aşk" dedim sana , "tamam" dedim, "Sonum" dedim. Ve; "Ömrümün geri kalan günleri" "Huzur bulacak ruhum" dedim. huzursuz olan bu dünyada. Bunları diyerek geldim sana. Ama yetmiyormuş sanırım.Yetişmedi ellerim her bir çizgisini ezbere bildiğim yüzünü okşamaya. Sesim ulaşmıyor kalbimin derininde ki sana fısıldamaya. Bende senden sonra hayaline ve Fotoğrafına yazdım. Yazarken de; Olmasını istediklerimi karalıyorum. Göz önünde olanı değil. Hep mutlu günler hayali kuruyorum ben seninle, solanı değil. Ve ben ilk defa sözlerimin dışına çıktım yazarken, Bari; "Lisanım eş olsun lisanına...." Dedim. "Fırat." "Sana olan aşkım, zamanın akışına karşı koyamayan, ancak her anında daha da derinleşen bir bağ. Uzaklıklar, engeller, hatta senin şuan ki sessizliğin bile bu aşkı söndüremeyecek. Dilimden düşenler duygularıma tercüman. Lisanım eş olsun lisanına ... Ben, senin sessizliğinde bile bir melodi bulurum. Kalbim, senin kalbinin ritmine uyar, sen konuşmasan da seni anlarım. Gözlerin kapalı olsa da, ben senin hayallerini görürüm. Ellerin bana uzanmasa da, ben senin sıcaklığını hissederim."
"Eğer beni duyup uyanırsan Fırat, tüm bu anıları seninle paylaşacağım. Sana olan aşkımın gücünü, umudumun hiç sönmediğini anlatacağım. Ve o zaman, lisanlarımız bir olacak, "Sen benim mucizemsin, Fırat. Ve ben, senin için savaşmaktan asla vazgeçmeyeceğim ne olur sende benden vazgeçme..." -"Mahbubem..." diye bir fısıltı geldi telefondan. Yanlış duydum sandım. Ama yanlış duymamıştım. Gözyaşları içinde; -"Fırat..." dedim Mucize gerçekleşmişti. Fırat uyanmıştı fakat... |
0% |