@yazar_papatya
|
Fırat tuzlu kahve beklerken ağzının tatlanmasıyla gözlerini kısıp bana gülümsemişti.
Mesut amca;
-"Kahveler geldiğine göre konuyu açabiliriz artık efendim." Dedi babama hafif bir gülümseme ile.
-"Mehmet Bey..." Dedi kanıyan yaram babama mesut amca. "Sebebi ziyaretimiz malum, Fırat' ı oğlum gibi sever sayarım. Kötü hiçbir huyu yoktur. Fırat'ın annesi babası bir kaza sonucu vefat ettiler Azat ve Fırat o kazadan sağ çıkan iki karderştir. Babası Levent'i iyi tanırdım. Çok iyi bir adamdı rahmetli ve arkadaşımdı. Fırat'ı yıllar sonra buldum. Şuan üsteğmendir kendisi abisi ise otomobiv şirketi vardır." Diyerek; "Zaten araştırmışsınızdır oğlumuzu."
Babam başını sallayarak;
-" Biliyorum araştırdı oğlum epey." Dedi.
-" Çocuklar birbirini görmüş beğenmiş, onlar ikisi uzaktan bir bağ kurmuş, birbirine kördüğüm olmuşlar. Bize de usulünce Allah'ın emri, peygamberin kavliyle istemek düşer."
-"Diyecek birşeyim yok mesut bey. Hayırlısı olsun diyelim." Dedi babam.
Görüyordum beni vurmaya gelenleri, kafamı çevirdiğimde baba suretinde birileri. Bakışları anlamsız olsa da ağzında bir orduya yetecek kadar mermi. Üstelik ben bir ordu değilim, ben tek başımayım. Hâlâ oyuncak saklar, kağıttan gemiler yaparım. Baba burada sadece ben varım, bana kötülük yapanlar ise uzaklarda. Onları aradığını sanıyordum. Yoksa aradığın ben miydim? Ama ben yavrun değil miydim?...
Babam fırat'la evlenmeme sadece yaşadıklarımdan ötürü müsade vermişti. O yüzden sesi çıkmamıştı. Benimle kanayan annemdi sanırım sadece. Abimde severdi beni ablalarımda severlerdi fakat babam, babamın beni sevdiğini hiç görmedim... Yani ben babamın bahçesinde sulamadığı çiçektim... Ve o gün o gece ben o adamların ellerinde cebelleşirken içimden şunu geçirdim;
"Babama haber salın, sulamadığı çiçeği kökünden söktüler..."
Neyse nerede kalmıştık, evet sonra Mesut amca ve Sibel teyzenin ellerini öptüm, Fırat'ta annemle, babamın ellerini öpmüştü. Sonra tatlı ve içecekler eşliğinde söz yüzüğü takılmıştı Fırat tarafından parmağıma.
Geldiğinde ise tedirginliğimi ve endişemi anlamıştı yüz ifademden. Suskunluğumdan en çok. Ellerimle oynamamdan. Ellerimi tutarak;
-"Döneceğim Mahbube'm görev biter bitmez yanında olacağım söz veriyorum sana."
-" Korkuyorum..." Dedim dudaklarım titreyerek. " Korkuyorum Fırat." Dedim devamında.
Fırat gözlerime bakıp ellerimi sıkı sıkı tutarken;
-" Ben seni seviyorum Mahbubem." Kesin bir dille, emin bir ifadeyle devam etti. " Bu ifade çok dersen, 'etkileniyor' de. Az dersen, 'ölüyor' de. Sen neyi koyarsan senden sonrasına benim kabulüm. Ben seni, ben sana Mahbube... Devamını bir sürü şeyle doldurabilirmişim gibi ama senin neyi kabul edeceğini bilmeden ben sana bir değil, birçok şeymiş gibi hissediyorum."
-"Bende seni, bende sana... Senden sonrasına neyi koyarsan kabulüm." Dedim saf ve masumca gözlerine bakarak.
Saatler o kadar çabuk gecmişti ki farkına bile varmamıştık. Gideceği vakit gelmişti. Fırat'a;
-"Sana birşeyler hazırladım. Yolda yersin aç bırakma kendini." Diyerek hazırladıklarımı ellerine tutuşturdum.
-" Ne gerek vardı yavrum, kendini niye yordun." Derken.
-" Korkma zehirlenmezsin." Dedim gülümseyerek.
"Hmmmm korktuğumu kim söyledi?"
Boynuma doğru dudakları yaklaşırken. Yaşadıklarım nedeniyle geri çektim kendimi. Gülümseyen dudaklarımın kenarına hüzün oturdu bir anda ve o bunu fark etmişti.
-"Dicle, seninle birlikte yanmayacaksam, ben seni hiç sevmedim sayarım." Yüzüne hüznü çöktürdüğüm adam; " Mutluluğumuzu gömme Mahbube. Çünkü insan bir kere mutluluğunu gömmüş ise toprağın en derinine, gülüşleri solmuştur. Şöyle bir ağız dolusu gülemez olur. Şuan kendini suçlu gördüğünü, bunun için hem kendinden hem benden utandığını biliyorum. Gülüşlerin hep yarım soluk Diclem. Gülüşlerini yarıda bırakma." Dedi.
Sadece gözlerimden akanlarla cevap vermiştim. Ben susmuştum o anlamış gibi konuşmuştu Fırat. Başımı hafif salladım ona tamam dercesine. Ama içimdekiler ruhumu çürütüyordu. Geçmişten kalan yaralarla zihnimin derinliklerinde bir varoluş çabasıydı benimki. Bazen öyle şeyler gelirdi ki insanın başına, yeniden başlamak zorunda kalır; ömrünün ortasında hayata... Peki, acıyla yanmış, yana yana kül olmuş ruhlar yeniden başlayabilir mi yaşamaya gerçekten?Paramparça bir kalp, mutlu bir sonsuzluk için atabilir mi yeniden?..
Fırat, Alanca Tim'in komutanıydı ve önemli bir operasyona katılacaktı bu durum, etimden kemiğimden çalıyordu. Beni oldukça endişelendiriyordu.
Fırat'tan;
Alanca timi sınır bölgesinde terörist unsurlara karşı düzenlenecek büyük bir operasyonun lideri olarak göreve katılmıştım.
Ekibimle birlikte, bölgedeki hedefleri etkisiz hale getirmek için detaylı bir plan yapmıştık.
Benim yokluğun Dicle için zorlayıcıydı. Günler geçtikçe yalnızlık hissi artmıştı. Terapi seansları artık etkisini yitirmişti; her gün benden haber almak için telefonunu kontrol ediyor ama beklediği ne arama ne mesaj gelmiyordu.
Dicle’nin ruh hali kötüleşirken, Rojda ve Azat abim arasında gelişen ilişki ona biraz moral vermişti. Instagram üzerinden sık sık mesajlaşıyorlardı.
Rojda:
- "Azat, seninle konuşmak çok iyi geliyor. Azat;
-"Ben de aynı şekilde hissediyorum Rojda. Seninle sohbet etmek bana da iyi geliyor."
Onunla artık sözlü olmam Dicle'nin içindeki boşluğu biraz olsun dolduruyordu ama yokluğum her an hissediliyordu onun tarafından.
Civan;
-"Dicle, Fırat senin için her şeyi göze alıyor. Onun döneceğine inanmalısın."
-"Bunları biliyorum fakat tedirgin ve huzursuz hissediyorum. Civan tam iki ay geçti o iki ay iki asır gibi geldi bana sesini hiç duymadım, konuşamadım. Onu özlüyorum. Hiç konuşmuyor musunuz?"
-" Tedirgin olacak hiçbirsey yok Dicle, yada yenge diyeyim sana artık. Sürekli irtibat halinde albay iyiler merak etme."
0perasyon başarıyla tamamlandıktan sonra geri dönmem bekleniyordu ama Dicle’nin içindeki endişe dinmiyordu. Bir kaç gün sonrasında Civan’dan aldığı haberle umutlanmıştı;
Civan;
- "Fırat yarın eve dönüyor!"
-"Gerçekten mi?" Dedi Dicle.
-"Evet yenge, albayın kendisi söyledi bunu." Diyerek yanıtladı Civan.
|
0% |