@yazar_papatya
|
Dicleden; Üniversiteye başlamıştım. Kafamı meşgul etmek için vaktinin çoğunu orada geçiriyordum. Mert adında benimle yaşıt bir arkadaşımda olmuştu ben istemeden. Okulda yeniydim ve kaybolmuştum. Bana yardım etmişti. Aynı bölüm ve aynı sınıftaydık üstelik. Yabancılık çekmiyeyim diye vaktinin çoğunu benimle geçiriyordu. Çoğu zaman ders çalıştırmak için kütüphanede vakit geçiriyorduk. Bana ilgisi büyüktü ama bununla ilgilenmiyordum çünkü aklımda kalbimde bir Fırat vardı. Daima o olacaktı. "Bir sürü taş oturdu şurama, bir sürü hayali telef ettirdiler içimde..." Ama Fırat hep orada kalacak, sol yanıma ait olacaktı işte. Mert iyi biriydi, öyle sanıyordum, öyle sanmıştım. Fakat hiçbirşey ve hiç kimse göründüğü gibi olmuyor bazen. Beni güldürmek için çok çabalıyordu. Fırat' ı anlatmıştım. Fırat' unutmam için dil döküyordu sürekli olarak. "Hatta belki o kadınla bir geçmişi bir ilişkisi vardır, kadın o yüzden seni tehdit etti." Diye de bu cümleleri tekrar ediyordu. Fırat ' ı suçlu buluyordu. Fakat o sözleri içimden söküp atmaya yetmiyordu. "Kendimi büyük bir çıkmazın ortasında kalmış gibi hissediyorum Fırat. Gözlerim doluyor ve ağlayacak gibi oluyorum ama ağlamamak için zorluyorum kendimi. İçimi çekiyor derin derin soluk almaya, bastırmaya çalışıyorum içimdeki acıyı... Ama yapamıyor ve engel olamıyorum içimde kopan kıyamete. Seni severken ben "Seni sevmiyorum" deyişimi aklımdan çıkaramıyorum Fırat . Elimi kalbime götürüp duruyorum ya sanki sensiz nefes aldığım her an sancılanıyor gibi. Boğazım sızlıyor, ciğerlerim kavruluyor... Ve ben sana birşeyleri anlatamamanın altında eziliyor can çekişiyorum. Kendimle verdiğim savaşı yenemiyorum aslında. Seninle sadece kalbimde buluşuyorum. Kalbimin pencere önünde seninle konuşuyorken buluyorum kendimi. Gözümde biriken yaşları silip, gülümsemeye çalışarak, iyimiş gibi görünmek istiyorum sana. Olmuyor, ilk defa yalandan da olsa gülümsemeyi beceremiyorum. Ağlarken gülmeyi beceremiyorum aslında. Elin çehremi yüzüne, karanlıktan ışığa kaldırıyor, avucumun içiyle, içim gide gide seviyorum yanağını. Zaten bir burada, kalbimin evinde bu kadar yakın olabiliyorum sana ben. Titrek soluklarım kesilirken, yanağıma düşen tek damla yaş, öncekilerini hatırlatırcasına çeneme doğru yol izliyor. Konuşamıyorum, tek söz edememiyorum Fırat. Ama sen gözlerine mıh gibi kilitlenen gözlerimden anlıyorsun sanki birşeylerin ters gittiğini. Diyemiyorum ki; "Bir olmaz, bir olmaz daha, ve bu defa nasıl aşılır bilmiyorum, aşılabilir mi onu da..." Üniversitede de ders bitiminden sonra kütüphane de mertle ders çalışmıştık. Hava kararmaya yakındı. Mert okuldan ayrılmıştı ben orada o bahçe de Fırat'ı, geçmişi düşünürken bulmuştum kendimi eve geç gitmiştim. Eve gittiğimde halam masayı topluyordu. -"Dicle geldin mi kızım? Yemeğini ayırdım mutfakta tezgahin üzerinde. Bugün geç geldin eve kızım." Dedi yumuşak ve sevecen bir ses tonuyla. -Teşekkür ederim halacım. Evet kütüphanede ders çalışıyordum saatin farkına bile varamamışım o yüzden geç geldim. Dedim ona sarılarak. Yemek yedikten sonra ders çalışmak için odama gittim. Ders çalışırken birden telefonumun çaldığını duymuştum. Numara tanıdık değildi. Telaşla açtım telefonu çünkü telefonun çalmasıyla irkilmiştim. -"Alo?" -"Ben Figen. Seni görmek istiyorum." Tanımıştım o sesi, nasıl unutabilirdim ki beni sevdiğimden ayıran kadından başkasının sesi olamazdı o ses. Sesinde bir sakinlik olsa da ama bir o kadar da tehditkar çıkıyordu. Korkum sesime yansımıştı sesim titrek bir şekilde ; -"Ben... Beni nasıl buldun, ne istiyorsun?Dediklerini yaptım daha ne istiyorsun?" Diye sordum. -"Dediğim yere gel! Eğer gelmezsen, sadece senin değil içerde olanların başına da kötü şeyler gelebilir." Telefonu kapattıktan sonra etrafıma bakındım istemeden bir titreme başladı ellerimde ayaklarımda. Kalbim hızla çarpıyordu. Beni izliyor muydu? Nerede biliyordu içerde halam ve kızlarının olduğunu? Anlamıyordum, olan hiçbirseye anlam veremiyordum. Fakat bildiğim tek şey büyük bir tehlike altında olduğumuzdu. 05347887.. "Eymir gölünün oraya geleceksin yarın saat 11 de. Eğer gelmezsen seninle birlikte diğerlerini de acımam gebertirim. Sakın polise veya herhangi birine birşey anlatayım deme. Sakın!" Cevap vermedim. İçimde kötü bir his taşıyordum. Fırat yanımda olsaydı diye düşündüm bir an. "Ah be adam çaresiz bırakılmasaydım en büyük çarem olacaktın. Oysa şimdi dönüp bakıyorumda çarem olmaya bile çaren kalmadı..." Korkuyordum. Çok korkuyordum hislerim beni yanıltmazdı çünkü biliyordum. Odamın kapısının tıklanmasıyla kuzenlerimin içeri girmesi bir oldu. Bembeyaz olmuştu yüzüm, titreyen ellerimi durduramıyordum. İlkay abla beni öyle görünce şaşkın bakışlarını gizliyemedi. Nilay abla hemen yanıma yaklaşıp; -"Dicle... Ne oldu sana böyle bembeyaz olmuş yüzün ve titriyorsun." -" Ne, titriyor mu?" İlkay ablamda hemen yanıma gelip ellerimden tutup konuşmaya devam etti; " Titriyorsun gerçekten, ne oldu hasta mısın?" Elini alnıma hafif bir şekilde değdirmişti. " Çok sıcak yanıyor başı Nilay." Dedi. Evet yüzüm çok sıcaktı, yanıyordu ama hasta olduğum için değildi bu tamamen korktuğum içindi ellerim ve ayaklarım buz kesmişti. Zar zor taşıyordu ayaklarım bedenimi adeta. -"Nilay abla, İlkay abla sadece hafif üşütmüşüm. Ondan öyle oldum. İlaç aldım biraz uyusam geçer sabaha." Demekle yetinebildim. -" Hastaneye gidelim mi diclecim?" Diye sordu İlkay ablam. -"Hayır, hayır abla iyim ben biraz yorgunum ilaç aldım geçer abla." Dedim red ederek. -"Tamam diclecim sen dinlen o zaman birşeye ihtiyacın olursa seslenirsin." Dedi Nilay abla ellerimi sıkarak. -"Tamam, sağolun. İyi ki varsınız. " Dedim sesim çok kötü çıkıyordu fakat belli etmemek için herşeyi yapıyordum. Onlar odadan çıktıktan sonra yatağa uzanmıştım kalbimden çıkmayan adam. Fırat aklıma gelmişti. "Olsaydın eğer beni korurdun herşeyden" dedim fotoğrafına bakarak. Kendi sesine küser mi insan? "Git dediğim an, tamam gidiyorum dediğinden beri tek cümle konuşmadım kendimle Fırat." Neler oluyordu bilmiyordum. Ama içimde dünya sanki bana birşeyleri çok görmüş gibi bir his taşıyordum içimde. O geceyi, uykusuz geçirmiştim. Sabahında üniversiteye gitmek yerine, o gölü konumdan bulup oraya gitmek zorundaydım. Pencereden dışarı bakarken, sokakta dolanan insanları izlemiştim. Birden, birinin beni izlediğini fark ettim. "Fırat!" Diye söylendim kendi kendime. Kalbim hızla atmaya başlamıştı. Fırat'tı o sonra tekrar o yöne doğru bakındım ama kimseyi göremedim. "Belki yüz tane derdim, yüz tane sorunum var ama omzumda yokluğunun ağırlığını taşıyorum sadece fırat." Saat dokuza geliyordu Eymir Gölü’ne gitmek için hazırlanmıştım. Kalbimdeki korku ve belirsizlikle başa çıkmaya çalışarak, evden çıkarken derin bir nefes almıştım. Yolda yürürken, aklımda sürekli Figen’in tehditleri dönüp durmuştu. İçimde öyle bir korku vardı ki anlatılmıyordu. "Fırat burada olsaydı, her şey daha farklı olurdu,” diye düşünmüştüm Korkmazdım hiçbirşeyden, hiç kimseden. Fırat’ın koruyucu bakışları ve cesareti, beni cesaretlendirdi Yol boyunca düşünceleren kendimi alı koyamamıştım. Göl kenarına vardığımda, güneşin suya yansıyan ışıkları gözümü kamaştırmıştı Ancak, bu huzur kısa sürmüştü. Birkaç adım attıktan sonra Mert’i ve yanında tanımadığım iki kişi daha gördüm. Tesadüfen burada diye düşünmüştüm. -" Meraba Mert, burada ne yapıyorsun?" Diye sordum. -"Selim!" diye seslendi. -"Mert... Ne işin var burada?" diye sorarken bir daha içimdeki korku sesime yansımıştı. İkisi de bana doğru yaklaşıyordu. -"Dicle," dedi Mert, “Bizi beklemiyordun değil mi?” diye sordu öfkeli bakışları altında ki sesiyle. -" Eee... Evet ben birini bekliyorum.”derken bir cesaretle. Mert gülümsemeye çalışıyordu ama bu gülümseme samimi görünmüyordu. -"Yoksa beklediğin Figen mi?" Diye sorarken, konuşmama fırsat vermeden; "Bekleme gelmiyecek bizi gönderdi kendisinin yerine." dedi. -" Sizi mi? Mert arkadaşımdın sen." Dedim sesim titriyerek. -" Kes sesini de orada ki tekneye bin ses çıkarmadan." Dedi öfkeyle. Kuzenlerim ve yanlarında bir kız daha vardı, tesadüfen gölün oraya gelmişlerdi. Haberim yoktu fakat Mert ve Selim onları fark etmişti. Mert' in öfkesi iki katına çıkmıştı. -"Bunların burada ne işi var. Figen ablam sana demedi mi kimseye birşey söyleme diye. Yalnız gel diye uyarmadı mı seni?" Diye sorarken silahı enseme dayamıştı. -" Ben söylemedim, yemin ederim haberim yok. Neden buradalar hiçbir fikrim yok." Dedim gözyaşlarım arasından. Mert beni tekneye götürken; -"Selim onları da alıyoruz." Diye talimat verip onları da yanıma getirmişlerdi. Aklım çon karışmıştı. Beni tehdit eden kadına abla demişti Mert. Ne gibi bağları vardı, neden işbirliği yapıyorlardı amaçları neydi? Hiçbirşey hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Anlamıyordum, anlam veremiyordum olanlara. Bunun yanında İlkay abla ve Nilay ablanın burada ne işleri vardı. Başları şimdi benimle birlikte beladaydı.Mert’in gözlerindeki karanlığı ve öfkesini görebiliyordum. İçimde bir şeylerin yanlış gittiğini hissedebiliyordum. -Siz kimsiniz? Ne istiyorsunuz benden?" Diye sorarken Mert’in ifadesi sinirli ve katı bir öfkeye, öfkeden öte nefrete dönüşüyordu. Fırattan; Diclenin halasının olduğu evin karşısında tuttuğum dairede odam tam Diclenin odasının olduğu odaya bakıyordu. O beni görmüyordu fakat ben görüyordum. İzliyordum. Telefonu çaldığında yüzünde ki korkuyu dahi görebilmiştim. Birşeyler ters gidiyordu fakat ben bilmiyordum. Ne olduğunu kestiremiyordum bir türlü. Diclenin ben ani ayrılışı, sürekli gözyaşları içinde olması, ani Ankara'ya gidişi beni epey düşündürüyordu. Bunun altında yatan nedenleri bilmiyordum fakat bu olanlar, kalbimi rahatsız ediyordu. " Ah Dicle, bana kendimle bile konuşamadığım bir haksızlık bıraktın benden giderken... Tıpkı herkesin kafasının içinde kendine göre yaptığı bir işkence odası olduğu gibi, bende kalbim de bir işkence odası yaptım. Zararım sadece kendime şimdi... " Dicle Eymir gölüne gitmişti. Onun peşindeyken arka koltukta gizli bir şekilde görünmeden izlemiştim onu, hafif parmaklarıyla oynayışı bunu bilirdim ben bir sorun olduğunda öyle yapardı. Bir sorun vardı ama kesin emir ile ona görünmem yasaktı. Eymer gölüne geldiğinde, gölün kenarında uzun uzun göle bakmıştı. Güneşin göle yansımasını izliyordu öylece. Mert ve iki adam da oradaydı Dicleyle aralarında konuşuyorlardı mert öfkeliydi sesleri çok az duyuluyordu. Dikkat çekmemem gerekiyordu. Mert'in Diclenin ensesine silah dayadığını gördüğüm o an birşeylerin yolunda olmadığına kanaat getirmiştim artık. Civan' a mesaj çekip hemen bir ekip hazirlamasını ve Eymer gölüne doğru yola çıkmasını istemiştim. Civan hemen geleceklerini bildirmişti mesajla. Telefonu sessizde kullanmak zorundaydım. Beni fark etmemeleri gerekiyordu. Dicle ve arkasından Diclenin kuzenlerini tekneye almışlardı. Orada bir arbede oluyordu. Ben onları kurtarmak için hemen bir plan hazırlığına girmiştim. Dicleden; Tekneye bindikten sonra bir kulubeye götürülmüştük kuzenlerimle birlikte. İlkay ve Nilay abla ne olduğunu anlamamışlardı korkmuşlardı fazlasıyla. -"Figen ablamın Fıratla arasında ki bağı biliyor musun?" diye sordu hemen. -"Hayır... O kadını tanımıyorum ismini araken söylemişti. Onu sesinden tanıdım beni tehdit etmişti sevdiğim adam fırat'la hemde." Dedim sessiz ve korku içinde. -" Fırat ablamı hep reddetti, bir kere bile şanş vermedi ablam onun yüzünden bu halde. Ben onun erkek kardeşiyim." Dedi öfkeyle. "Ablam eskiden çok iyi kalpli karıncaya bile zarar vermeyen biriydi. O üsteğmenden sonra herşeyi değişti, çok çabaladı ablam ona görünmek isterken, onun onu sevmesini isterken ama... Ama o üsteğmen onu kullandı sadece!" Diye bağırdı deli gibi. -"Bunun benimle ne ilgisi var?" Diye sordum bağırarak. " Ben ne yaptım?" Diye devam ettim. -"Fırat'ı ondan aldın sen, uzakta da olsa onu seviyordu Fırat'ın yanında kimse olmasa zararsızdı ablam seni onunla görmeye dayanamıyor anladın mı sürtük?" Diye karşılık vermişti. -" Ben kimseyi kimseden almadım." Derken daha. -" Ne sanıyorsun Dicle? Üsteğmenin seni sevdiğini mi? Seni de kullanacaktı o it herif tıpkı ablamı kullandığı gibi, duygularıyla oynadığı gibi. Ablamı da seviyordu, seviyorum diyordu." Dedi birden. Neye uğradığımı şaşırmıştım. Fırat gerçekten o kadını yüz üstü mü bırakmıştı? Bilmiyordum anlatmadığı geçmiyle ilgili birşey bilmiyordum. -"Hayır!" Dedim. "Hayır Fırat öyle birşey yapmaz, Fırat kimsenin duygularıyla oynamaz. " Dedim. -"Sen öyle san kızım! Ablamı bu hale o getirdi. Ablam senin yaşadığın herşeyi araştırdı, sadece seni değil ailenide..." Dedi öfkeyle gözlerime bakarken, devam etti; " Seni sevmiyor, sevmiyecekti ablamı sevmediği gibi, seviyormuş gibi göründüğü gibi." Gururum yerle bir olmuştu, kulaklarım o sözleri duymak istemiyordu. Başımı hayır anlamında sallıyordum karşısında. Gözlerimden düşen yaşlar kalbimden geçip yakıyordu, yakıp kavuruyordu Fırat' ı sakladığım o yeri. İnanmak istemiyordum ama ya doğruysa ihtimali beni tüketiyordu... Adamlardan biri içeri girerken silahını düşürürken ben konuşmadan silahı yerden alıp Selim' e doğru yöneltmiştim. Ellerim titriyordu o silahı tutarken. Selim, Mertten yaşça büyüktü ve kimdi bilmiyorum ama aynı bağlantıları vardı, Figen onların ortak bağlantısıydı. Adamlar silahı hemen kafama doğru dayatmıştı. -"Vurun!" Dedim. "Bende bunu vururum." Dedim. Selim bana; -"Silah elindeyken sık bana." Diye çemkirirken; Diğer adamlar silahlarını Nilay ve İlkay ablaya silahlarını yöneltmişti. -"Geri çekilin! Adamlarına söyle Mert geri çekilsinlet, yoksa sıkarım bu adama." Dedim bağırarak. Mert pis pis sırıtarak; -"Ellerin titriyor silah tutmasını bile bilmiyorsun daha" dedi ve devam etti. " Sıkabiliyorsan sık Dicle." dedi. Nilay ablam; -" Sık Dicle korkma, sık kafasına! " Dedi bana cesaret verir gibiydi. -"Sıkacaksan sık fırsatın varken, o silahı elinden alırsam şayet sana öyle acılar yaşatırım ki beni öldür diye yalvarırsın." Dedi kötü ve çirkin bir ses tonuyla. Fırat'ın içeri girmesiyle dikkatim dağılmıştı titreyen ellerim silahı bırakacak gibi olmuştu. Fırat; -"Dicle!" Demesiyle. -"Git buradan! diye bağırdım Fırat'a aniden. " Sen sen o kadını seviyormuşsun, birlikteymişsin önce Fırat." Dedim gözyaşlarımın içinden. "Masum değilmişsin sende, kabul et. Ben seni yanılttım, hislerim değişti ama sende bana yalan söylemişsin. Ben kimseyi sevmedim demiştin" -" Beni onunla birlikteymişim sanıyorken bile seviyorsun beni. Söylediği yalanlara rağmen, gerçek değil ama olsa bile vaz mı geçtin benden, Dicle?" -"Sus! " Dedim sorusuna karşılık. -"Dicle sık adama hemen!" -"Sen karışma üsteğmen! Ben başımın çaresine bakabilirim! " Dedim bağırarak. -"Dicle buraları yakacak gibi duruyorsun. Fakat ne gereği var ben dururken, gurur yapma be kızım burası yeri değil." Dedi kaşlarını çatarak. Dikkatinin dağılmasıyla adam elimde ki silahı çekip almıştı ellerimden. Silah sesi kulaklarımda çınlarken geri kalan hiçbirşeyi görmedim. Gözümü açtığımda evdeydim. Halam baş ucumda duruyordu. İrkilerek olduğum yerde kalkmaya çalışmıştım. -"Hala kızlar..." Dedim devamını getiremedim. -"Kızlar iyi, ifade vermek için karakola gittiler." Dedi halam başımı okşayarak... Günler öyle geçmişti Fırat aklımdan çıkmıyordu hiç. Gerçek neydi bilmiyordum. Kaybolmuştu birden sanki ortadan. Fırattan; Dicleyi korumak adına silahın önüne atlamıştım. Civan geldiğinde yaralı bulmuştu beni yaralı bulmuş hastaneye götürmüştü. Eve yani Diclenin karşısında ki dairemize geri dönmüştük sonunda. Ama onu henüz görememiştim. " Yaramın acısı çeneme sirayet etmişti artık. Dişlerimi sıkıp dayanmaya çalıştım. 'Şurada ölsemde onu bir kere görebilsem.' dedim kendi kendime. Oturduğum yerden kalkmaya niyetliydim... Gözlerim çenemde ki titremeye eşlik eden yarama yenilir gibi olup kapandı. Sadece bir anlığına kendimi zorladım ve açtım hemen. Pencerenin önünde duruyordu. Yine yalnız kalmayı tercih edercesineydi... Yaramın soğuk tarafına dokundu parmaklarım. Yaramın üzerinde dolaştırıp; 'Buradayım.' diye fısıldadım sessizce. 'Senin nefesin, soluğun havaya karışmaya devam etsin diye ben buradayım.' Gözlerim kapanıp açılırken; ' Çok,' dedim yorgun sesime rağmen dolu dolu. 'Çok özledim dicle.' Hafif esen rüzgar saçlarını geriye savuruyordu. Ay' ın ışığına minnettardım, yüzünü bana gösterebilecek kadar aydınlıktı. Ben yine şemin ışığına kapılmışım gibi hissediyordum. Bu defa ateş onun yüzüydü... Dalgın ifadesiydi, yoldan ayrılmayan gözleriydi. Baktığı yerde beni hayal ettiğini düşündüm bir an. Ona geldiğimi o karanlık yoldan ona el salladığımı. 'Geldim ben.' dedim. Yüzünde düşünceme dair bir tebbesüm aradım... Olmadı, oluşmadı. Dudaklarının kenarında hafifte olsa bir kıvrılma... Sabrettim, bekledim ama o gülümseme gelip yerleşmedi oraya. Hayal kırıklığı oluşurken içimde, gözlerim kapanmak için direniyordu. Çenem bir öncekine göre daha fazla titriyordu... Dizlerimde eşlik ediyordu bu defa nasıl birşeydi bu bilmiyorum. Gözlerimi onun yüzüne çevirdim yine. Onu daha fazla görmek istedim. Yüzünü bana dönsün istedim. Baktığı yerde beni görmesin ama ben onu göreyim istedim. 'Çok,' dedim bu defa bir öncekinden daha acı bir sesle. 'Çok özledim. Bu his canımı almak ister gibi yokluyor beni Dicle'... |
0% |