Yeni Üyelik
19.
Bölüm

Gel istiyorum, sana gelmek istiyorum

@yazar_papatya

-"Lütfen, lütfen beni dinleyin. Lütfen anlayın!"Ama onlar duymak istemiyot gibi dövmeye devam etmişlerdi. Kurtulmak için can havliyle dışarı fırladım yan binada ki komşumuzun kapısını hızlı hızlı çalmaya başladım. Semiha teyze kapıyı açmıştı ve hemen ona;

-"Teyze ne olur beni içeri al, öldürecekler beni!"

Semiha teyze ne olduğunu anlamamıştı ama;

-"Gir içeri kızım." Dedi. Beni içeri alıp kapıyı kapattı.

Titriyordum ve korkuyordum. Ama öyle yada böyle o eve gidecektim bunu biliyordum. Semiha teyze dudağımda ki kanı fark etmişti sıcak su ve temiz bir bez getirerek silmişti o kanı. Beni sakinleştirmek için elinden gelen herşeyi yapmıştı. Ben dinlendikten sonra yanıma gelip;

-" İyi misin kızım?" Diye saçlarımı okşuyarak sordu.

-"İy... İyim teyze. Dedim sesim titrekti ve ben iyi değildim. Hiç iyi değildim.

-"Ne oldu Dicle seni niye bu hale getirdiler. Nasıl yaptılar bunu sana?" Diye sordu sonra.

-"Teyze ben sözlümden ayrıldım diye." Dedim. Sesim çok kısık zar zor çıkıyordu.

-"Cani bunlar! Nasıl kıyar insan evladına, aklım almıyor." Dedi öfkelenerek.

-"Teyze... Annemle konuşur musun? Ben eve gitmesem bu gece burda kalsam, sana birşeyler verse giyinmem için." Dedim.

Semiha teyze tamam dercesine başını sallamıştı. Semiha teyzenin evinde o geceyi geçirdikten sonra, eve dönmek zorundaydım. Babamın öfkesi dinmiş miydi bilmiyordum ama evden kaçmak çözüm değildi. Eve girdiğimde ev sessizdi. Odama çekildim ve yatağıma uzandım. Gözlerimi kapattığımda Fırat'ın yüzü gözümün önüne geldi. Onu çok özlemiştim. Ama aynı zamanda yaptığım şeyin de doğru olduğunu düşünüyordum.

Ertesi gün, kahvaltıda ailemle karşı karşıya geldim. Babam bana hiç bakmıyordu. Annem ise suçlayıcı bakışlarla beni süzüyordu. Abim ise odasına kapanmıştı. Yemek yerken bir lokma bile geçemedi boğazımdan. Yemeği bırakıp odama çıktım.
Odamda otururken, abim içeri girdi. Kapıyı kapatıp yanıma geldi.

-"Neden yaptın bunu Dicle?" diye sordu öfkeyle.

-"Bu adam için bizimle kafa tutan sendin. Fırat'ın yanına kaçıp başına onca şey alanda sendin. Ne oldu da bıraktın, nasıl bırakırsın onu?"

-"Onu sevmediğimi fark ettim." dedim titrek bir sesle. "Hem oda beni sevmiyor sanırım, sadece başıma gelenler için mecburdu beni istemeye, kendini sorumlu tutuyordu olanlardan."

-"Bunları o mu söyledi?" diye sordu kaşlarını çatıp. "Sen ne saçmalıyorsun böyle?"

-"Bana acıyan biriyle olmam, olamam." dedim gözyaşlarımı tutamayarak.

-"Yalan söylüyorsun sen!" diye bağırdı abim. "Fıratı seviyordun öyle biri değilsin sen "

-"Bana inanmıyorsan sorun." dedim mahcup hissedecekleri için sormayacaklarını biliyordum. "Ama ben doğru söylüyorum." Dedim yalan söyleyerek.

Abim bir süre bana baktıktan sonra, bana tokat attı.

-"Yeter artık bu yalanlar!" diye bağırdı. "Babam seni öldürür kızım." Dedi sesini yükselterek.

O günden sonra hayatım bir kâbusa döndü. Babam ve abim bana sürekli kötü davranıyorlardı. Ev zindan gibiydi. Sığamıyordum, ne içime, nede içinde olduğum o eve.

Üniversite yerleşme sınavlarından yüksek notlar almıştım. Bunu fırsat bilip, üniversite okumayı bahane edip halamın yanına gitmek istediğimi söyledim anneme. Ankara'ya gidecektim. Gitmek kurtuluş olacaktı ailemden fakat kendimden kurtulamayacağımı iyi biliyordum Babam ve annem ilk başta karşı çıkmışlardı ama ısrarım üzerine beni göndermek zorunda kalmışlardı.
Ankara biletimi gitmeden bir kaç gün önce kesmiştim. Bavulumu ve bir kaç özel eşyamı da hazırlamıştım. Babamın beni Ankara'ya göndermesi tamamen başıma gelenlerdi. Rezil olmamak adınaydı yani. Gitmeden birgün önce Fırat kimse evde yokken evime gelmişti. Onu hiç beklemiyordum. Geleceğini hiç düşünmemiştim.

-"Dicle!" Dedi sakin bir ses tonuyla.
Onu karşımda gördüğümde kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Sanki yıllardır görmemiş gibi bir hasret taşıyordu yüreğimden.
Yanıma yaklaşıp ve konuşmaya devam etti.

-"Neden ayrıldın? Beni neden bıraktın Dicle?" dedi.

-"Git burdan!" diye bağırdım. "Seni istemiyorum. Sevmiyorum seni." Dedim.

Fırat beni bırakmak istemiyordu. Onsuz geçen her birgün daha zor geçmeye başlamıştı benim için... Ben ondan uzakta, onsuz nefes almak zorunda kalıyordum. Onunla geçiremediğim her an için daha çok üzülüyor, daha çok kırılıyordum. Aslında Fıratla geçirdiğim her anı dondurmak, zamanı durdurmak isterdim... Onunla olan bütün anılarım herşeye rağmen cok güzeldi ve ben yaşadığımı biliyordum. "Fırat, sensiz geçirdiğim her bir gün için bana kızıyorsun, seni bensiz bıraktığım için öfkeleniyorsun.


'Ben bu kadarcık ayrılığa dayanamıyorken, benimle geçireceğin anları da benden çaldın.' Diye de kırılacaksın bana, öfkeleneceksin. Belki nefret bile edeceksin bu yüzden. Fakat başka çarem yok Fırat, senden uzak kalmam gerekiyor bu benim canımdan alsa bile uzak kalmak zorundayım. Sana gelsem seni bir ömür kaybedeceğim. Bu ayrılık bile canımı yakmaya yeterken, sana birşey olursa ihtimali beni öldürüp, öldürüp diriltiyor. 'Beni sensiz bırakmaya nasıl dayanabiliyorsun?' Diye sordun ya bana."Dayanılmıyor." Desem çıkıp gelecekmiş gibiydin, gelip herşeye, herkese rağmen benimle kalacak gibi...

Gel istiyorum, sana gelmek istiyorum Fırat. Ama elimi kolumu bağlayan şeyler var artık. 'Ben sensizliğe dayanamıyorum, dayanılmıyor.' Dedin. Birşey demedim diye sevmiyor muyum sandın, ben dayanabiliyor muyum sandın? Kendimi yenilmiş hissediyorum Fırat, Ben sana birşey olmasın diye canımdan can gitmesin diye bize yenildim. Ben sana yenildim, ama sana olan senden olan aşkımıza tutunuyorum şimdi. Böyle dayanılıyor işte Fırat. Bana kızma, eminim ki sende benim yerimde olsaydın aynını yapardın. Seni çok seviyorum çok... Ama sana zarar gelsin istemem, istiyemem, sana birşey olursa eğer en çok buna dayanamam. Sen kalbimken. Senin aşkın da sevgin de canımın tamamı. Olmadan olmuyor işte...

"Bazı vedalar sevgizilikten değil, çaresizliktendi."

-"Dicle, artık yeter! Söyle bana ne oldu da ayrıldın,sevmiyorum deme bana." diye bağırdı.

-"Hiçbirşey yok!" dedim. "Git burdan!" Dedim. Bunları derken, ciğerlerim hava almayı bırakıyor gibiydi.

-"Neden yapıyorsun bunu bana?" diye sordu.

-"Çünkü seni sevmiyorum!" Dedim sadece.

Fırat gözlerimin içine baktıktan sonra, başını öne eğmişti.

-"Tamam." dedi. Başka hiçbirşey demeden.

Fırat'ın gitmesiyle içimde büyüyen boşluklukla yere çökmüştüm. Fırat'ı seviyordum. Onu özlemekten geberiyordum, hatta onu sevmekten ölüyordum ben.

Ben gidecektim. Ondan uzağa gidecektim, gitmek zorundaydım. Giderken onuda kendimle gotureceğimi bilmiyordum. Sabah olduğunda, otogara gittik gözlerim oraya gelmeyeceğini bildiğim halde Fırat'ı aradı. Onu görmek istiyordum sadece son kez, son bir kez daha yüzüne bakmak istiyordum.

Ankara otobüsüne bindim. Dokuz saatlik yol boyunca Fırat aklımdan çıkmıyordu. Yaşadıklarım aşılır şeyler değildi. Ankara'ya vardığımda halam beni otogarda karşılamıştı. Orada kendimi güvende hissetsem de ailem tarafından, Fırattan daha uzak kalmanın verdiği kötü, kötüden de beter bir his taşıyordum yüreğimde.Üniversite filan hepsini ayarlamıştık halamla, aynı zamanda da bir kafe de garson olarak çalışmaya başlamıştım.

Ankara'da halamın evine sığınmıştım. Halam iki kızıyla birlikte yaşıyordu. Eniştem yani halamın kocasını genç yaşta kaybetmiş çocuklarını kendi büyütmüştü. Nergis abla ve Gül abla çok güzellerdi çift yumurta ikizleriydi fakat hiç benzemeiyorlardı birbirlerine.
Halama gelecek olursam. Oda yaşı geçmiş olmasına rağmen çok güzel, güzelliğinin yanında babamın aksi bir kadındı. Yeğenlerini en az kızları kadar severdi. Halamın eniştemle olan aşkları da onlar gibi güzeldi. Fakat hikayelerini anlatmayacağım şuan. Halama olanları anlatınca, beni kucaklayıp teselli etmişti. Tabi Fırattan neden ayrıldığımı henüz söylememiştim kimseye. Üniversiteye başlayacağımı söyleyip ailemden uzaklaşmıştım. Ama içimde hep Fırat vardı. Acaba o da beni düşünüyor muydu benim onu düşündüğüm kadar?

"Ben en çok seni özleyince yoruluyorum Fırat. Ya içi sızlıyor kemiklerimin, ya da gözleri doluyor cümlelerimin..."

Fırat'tan;

Dicle benden ayrıldıktan sonra kendimi bir türlü toparlayamamıştüm. Görevi bahane ederek sürekli operasyonlara, göreve çıkıyordum. Ama kalbim ve aklım Dicle'nin yanında kalmıştı. Albay'ın yanına yeni görev için gitmistim görevden döndüğüm ertesi günü. Kapıyı çalıp odasına girip;

-"Albay'ım beni emretmişsiniz."

-"Hahh, gel Fırat yeni görevin için seni çağırttım."

-"Sınır ötesinde değil mi albayım?"

-"Hayır üsteğmenim yeni görev yerin Ankara."

-"Ankara mı? Orada ne yapacağım ben?"

-"Dicle Ankara da ve onu koruma görevini sana veriyorum. Ona gözükmeden ve görünmeden uzak takip ederek, herhangi bir tehlikeli durumda onu koruma görevindesin. Yalnız gitmeyeceksin Civan da seninle birlikte Ankara'da olacak."

-"Dicle Ankara da mı?" Dedim şaşkın bir bakışla. "Dicleyi neden koruyacağım. Ne için korunacak albayım?" Dedim endişeli bir tavırla ses tonum düşmüştü.

-" Sen dediğimi yap üsteğmen! Dicle tehlike de olabilir her hangi bir tehlikeli anda onu korumak zorundasın. Bu bir emirdir!" Dedi nedenini söylemeden.

-"Emredersiniz albayım." Diyip selam verip çıktım odadan.

Beni terk eden kadını korumak zorundaydım. Emirdi bu ve karşı gelinmezdi. Dicleyi ne kadar çok sevsemde bir o kadarda öfkeliydim ona karşı. Diclenin neden Ankara'da olduğunu bilmiyordum albay gideceğimiz gün detayları verecekti.

Dicle'ye yakın olmak, onu korumak... Hiç gülmeyen ben, bir onlara bakıp mutlu oluyor ve korkuyordum. İçimde bir kimsesiz var demiştim ona. O çocuk kalbimin duvarlarını tırmalıyordu oradan çıkmak istermiş gibi. O giderse yaşayamamaktan korkuyordum. Bana kimse olmayacağını biliyordum ya... O da giderse hepten karanlıkta kalmaktan korkuyordum.

Diclenin kimsesiz yerime dokunduğunu düşünmüştüm. O çocuk gitmek için hazırlanırken Dicle beni ondan önce bırakmıştı. Bir sebep göstermeden, bir açıklama yapmadan. Her sevmiyorum deyişinde öldürüyordu beni. İçimde ki o çocuğa eziyet eder gibiydi sözleri. Şimdi ne içimde ki çocuğa ne Dicleye gülebiliyorum. Soğuk, çok soğuk buz gibi içim sanki.

"Sevme beni, ne olur sevme beni" diyişi aklımdan çıkmadı. Çıkmayı bilmedi hiç. Bedenime saplanan mermiler bu kadar yakmaz canımı, onun sözleri kalbimi yakıp kavuruyordu...

"Ben bir adını tutturmuş gidiyorum. Senli hayaller kuruyorum, senli düşler kuruyorum. Bir anda yolda afallıyorum, seni suçluyorum. Zaman geçmiyor, çay soğuyor seni suçluyorum. Özlem düşüyor yüreğime, seni düşünüyorum. Ah sen ne çokmuşsun Dicle, gözümün görmediği her yerde bile.."

Hazırlık yapıp bir kaç gün sonrasında, Albay'ın emriyle Ankara'ya doğru yola çıkmıştık Civanla birlikte. İçimde karmaşık duygular vardı. Bir yandan Dicle'ye yakın olmak beni heyecanlandırırken, diğer yandan beni terk etmiş olmasının acısı yüreğimi dağlıyordu. Uçaktan iner inmez, Albay'ın verdiği adrese doğru hareket ettik.

Albaydan, Dicle hakkında daha fazla bilgi almışt "Dicle, üniversitede sınıf öğretmenliği bölümünü okuyordu.Son zamanlarda biraz içine kapanık olduğu söylenmisti. Geçmişte yaşadıkları sorunlar yüzünden hâlâ psikolojik destek almaya devam ediyordu. Albay bana; 'Bizim için önemli olan, Diclenin hiçbir şekilde zarar görmesi.' demişti. Bu öğrendiklerim bana öyle bir iç geçirtmişti ki Dicle'nin yaşadıkları yeniden gözlerimin önüne serilmişti. Ayrılırken bu yüzden beni suçlamıştı. Bu zorluklar beni daha da üzmüştü. Keşke yanında olmama izin verseydi, ona destek olabilseydim yine. Ama ikimizde birbirimizden uzaktaydık sadece. Uzaktan gözlemlemek zorundaydım artık Dicleyi.

Ankara’da kiraladığımız küçük bir daireue yerleştikten sonra, Dicle'yi takip etmeye başlamıştım

Üniversitesini, oturduğu apartmanı, çalıştığı kafeyi... Gözlerim her zaman Dicle'nin üzerindeydi. Onu uzaktan izlerken, kalbim sıkışıyor, gözlerim doluyordu.

Bir gün, Dicle'yi üniversitenin bahçesinde tek başına otururken görmüştüm. Hava kararmaya başlamıştı ve Dicle, dizlerini çekip sarılmış, gözyaşı döküyordu. Onun o hali içime bir acı sızdırıyordu. Onun yanına gitmek istese de acıyan tarafım ama bunu yapamıyordum. Sadece uzaktan bakıp, onun acısını paylaşmak zorunda kalmıştım. Ona karşı hem sevgimi hem öfkemi bir arada barındırıyordum içimde.

Günler, haftalar geçmişti ve ben Dicle'yi her gördüğümde kalbim parçalanıyordu. Onun mutsuzluğunu görmek bana çok zor geliyordu. Bir yandan da onu koruma görevini ciddiye alıyordum. Herhangi bir tehlike anında müdahale etmek zorundaydım. Bunun yanı sıra neyden, kimden korucağımı bilmiyordum. Albay bunun hakkında bir bilgi vermemişti henüz.

Bir akşam, Dicle'yi iri yapılı, esmer, dicleyle yakın yaşlarda bir adamla birlikte bir restoranda yemek yerken gördüm. İkisi, çok samimi görünüyordu. İçime öyle bir kıskançlık ateşi düşmüştü ki a.... k... Çocuğa hiç acımadan sıkmak istemiştim. Dicleyi biriyle yakın görmeyi bırakın yanından geçeni bile gebertebilirdim acımadan. O adamın Dicle'ye olan ilgisi beni delirtmişti. Civan beni durdurmayı başarmıştı. Bütün öfkemi evdeki kum torbasından çıkartmıştım o gün.

Albay'ı arayarak;

-"Alo, albay'ım."

-"Evet Fırat seni dinliyorum."

-"Albayım, Dicle'nin durumundan endişeleniyorum. Ara ara bir adamla görüşüyor. Henüz gbtsine baktırmadık, tehlikeli bir durum olmasa da adam güvenilir mi belli değil. Onu koruma görevi devam ediyor fakat biz onu neden ve kimden koruyacağız?" diye sordum.

Albay' ın derin bir nefesi telefondan olsa bile kulaklarımda net bir şekilde duyulurken;

-"Fırat üsteğmen bazı şeyler göründüğü gibi değildir. Dicle'nin hayatında beklenmedik şeyler olabilir. Bizim görevimiz onu korumak." dedi yine.

Albay'ın sözlerinden bir şey anlamamıştım. Dicle'nin hayatında ne gibi tehlikeler olabilirdi? Bu sorunun cevabını bulmak için daha çok araştırma yapmam gerekmişti.

Dicle'yi takip etmeye devam ederken, bir yandan da geçmişimiz gözlerimin önünden geçip duruyordu. İlk tanıştığımız gün, ilk öptüğüm, sarıldığım an... O güzel anılar, şimdi yerini acıya ve özlemeye bırakmıştı.

"Keşke her şey eskisi gibi olsaydı Dicle." Diye kaç defa içimden geçirdiğimi sayamıyordum bile.
Dicle’yi uzaktan izlemek, içimdeki acıyı katbekat artırıyordu. Her geçen gün, onun hayatında bir şeylerin ters gittiğini hissetmeye başlamıstım. Mert adındaki o adamın Dicle ile olan samimiyeti, içimdeki kıskançlık ateşini bir yandan da körüklüyordu. Onunla birlikte gülümsemesi, benim için bir bıçak gibi saplanıyordu kalbime.

Mert’i daha önce hiç görmemiştim Diclenin de bildiğim kadarıyla hiç arkadaşı yoktu Rojda dışında. Dicle’nin yanında gördüğüm andan itibaren onu sorgulamaya başlamıştı. Dicle’nin yanında duruşu, ona olan ilgisi beni rahatsız ediyor, ve sinirlerimi zıplatmaya yetiyordu. İlk başta bir arkadaş gibi görünse de, onun gözlerinde karanlık bir şeyler vardı. Bir gün, Dicle’nin kütüphaneden çıkarken Mert ile birlikte olduğunu görmüştüm yine.

Onların aralarındaki samimiyeti izlerken, içimdeki öfke kabarmıştı. Bir akşam, Mert’in peşine düşmeye karar vermiştim. Civan da Dicleye görünmeden onu takip altına almıştı. Onun hakkında daha fazla bilgi edinmeliydim. Dicle’nin hayatında ne gibi tehlikeler olabileceğini anlamak için her şeyi göze almıştım.

Mert’in evinin önünde beklemeye başlamıştım. Gece yarısı, onun evden çıktığını gördüğümde peşine düştüm. Mert, karanlık bir sokakta birkaç kişiyle buluşmuştu. Konuştuklarını duyamıyordum ama ses tonları sertti. İçimdeki korku daha da büyümüştü; bu adamın Dicle için tehlikeli olabileceğini kestiriyordum artık. Geri dönüp Albay’a haber verdim.
Ertesi gün Dicle’yi üniversitede takip ederken, onun Mert ile birlikte olduğunu gördüm. İkisi bir kafede oturmuş, gülüşüyorlardı. İçimdeki kıskançlık ve öfke birleşerek beni çileden çıkarıyordu. O an Mert’in yanında Dicle’nin güvende olup olmadığını düşündüm. Birden kafede bir gürültü koptu. Bir grup genç içeri girdi ve ortalığı karıştırmaya başladı. Dicle’nin yüzündeki korkuyu gördüm; hemen yanına koşmak istesemde kendimi durdurmalıyım, görevimi unutmamalıydım.

Mert, Dicle’yi korumak için araya girmişti ama ben onun niyetinden şüpheleniyordum. O an içimdeki ses “Dicle’yi korumalısın!” diye haykırıyordu. Hemen Albay’ı aradım durumu bildirmek üzere.

-“Albayım, Dicle tehlikede! Mert’in niyetinden endişeliyim,” dedim telaşla.
Albay’ın sesi soğuk ve netti:

-“Fırat, dikkatli olmalısın. Her hangi bir silahlı çatışma veya hayatı tehlike taşımayan durum karşısında Dicleye görünmemelisin.”

Bu sözler beni daha da endişelendirdi. Acaba Mert gerçekten kötü niyetli miydi? Yoksa Dicle’ye yardım mı ediyordu? Bu sorular kafamda dönüp duruyordu.

Dicle’nin geçmişte yaşadığı travmaların hala etkisini sürdürdüğünü biliyordum ama Mert’in bu durumu nasıl kullanabileceğini düşünmek beni korkutuyordu. Bir akşam, Dicle’nin yanına gidip onunla konuşmaya karar verdim. Onunla yüz yüze gelmek, içimdeki tüm duyguları açığa çıkarmak zorundaydım.Dicle’yi üniversitenin bahçesinde yalnız otururken buldum. Yanına yaklaştığımda gözyaşlarını silerken gördüm yine kalbim parçalanmıştı. Fakat Civan beni durdurmuştu.

-"Ne yapıyorsum oğlum sen? Albay'ın kesin emri var unuttun mu lan?" Dedi sessizce beni geri çekerek.

-"Dayanamıyorum lan! Dayanılmıyor onu bu halde görmek, biriyle görmek beni delirtiyor s..... çocugu Diclenin dibinden ayrılmıyor." Dedim öfkeli bir sesle.

-" Dayanmak zorundasın! Aksi taktirde albay seni görevden alır oğlum." Demesiyle susup yumruğumu ağaca geçirdim. Bütün öfkemi ağacın gövdesinden almıştım. Civan beni tenha bir yere çekerek sakinleştirmeye çalışsa da o çocuğu Diclenin yanında, etrafında görmek öfkemi daha artırıyordu. O öfke bütün damarlarımda kanımla dolaşıyor gibiydi.

"Darü's selam'da bir saadet-i senniye, gözlerine yansıyan hüma kuşunun kanatları, tahayyüle imkan vermeyecek kadar gerçek, ama gönlü hala kırgın. İyi niyetinden vurulmuş,inandırılmış ve terk edilmiş. Velhasıl normal, çünkü bu dünya; bir masal diyarı. Bencillerin ve nankörlerin göremediği, herşeyin daha fazlasını istediği, zemin-i cihannümada mahsur kalan melez melek kendisi. Fazilet-dum, değil. i zümre şahit yüzündeki mütavazi güzelliğe. Hasna gönlünün emaresi şifa olmuş gözlerine. Ama ben meftun'dum sana. Ne ara aptal şaki oldum sende? Nakisa doluyum, biraz deliyim biraz zeki. Anlamlar yükledim ve bu sadece algımı ve görme yeteneğimi geliştirmekle ilgiliydi... Hep inkar ettin sende gördüklerimi. Uzağım diye sanıyordum, değil. Yakınında, çevrende değilim diye, hayır. Körlük kalıcı sende, çünkü herkesi aynı görene gözlük lazım değil..."

Loading...
0%