@yazar_papatya
|
Abimin sert tutumuna karşı koymaya çalıştım defalarca, ama nafileydi. Abim inanmıyordu, ne Fırat'ın sevgisine ne de bana olan aşkına... Ailem sanki çok kötü bir suç işlemişim gibi bakıyordu yüzüme. Azılı bir suçluydum sanki o evde. İçim dünyada ki bütün evlerden ağır geliyordu bana. Nasıl bir hal içindeydim ben öyle. Öyle uzun uzun anlatamadıklarım. Nasılda uzun kalmıştı içimde bir bilseniz. Kalp unutur muydu hiç ağrıtanları, diri diri yakanları. Babamın yaraladığı ruhum yetmiyordu. Birde abim yarama tuz basıyordu sanki. Eliyle bastırıp, kanatıyor gibiydi. Fırat'tan geriye kalan videolar ve resimleri olmuştu fakat ona da el konulmuştu. Abim tarafından un ufak edilmişti... Sevdiğim, hayallerim. Hepsi parça parçaydı. Ben içimde tuttuklarımın kıyısında yanıyordum. Ve o yangını söndürecek kişi beni bir hatırlıyor, bir unutuyordu. Defteri elime almayalı uzun zaman olmuştu. O zamandan şimdiye ne çok şey birikmişti içimde, olanlar içimde oluşan kıyameti ayağa kaldırmıştı. Günlüğümü elime alıp yazmaya başlamışken buldum kendimi. Birgün Fırat okur mu bilmeden hemde... Diclenin saklı sayfaları; "Uzun zaman oldu sana yazmayalı. İçimi dökmeye ihtiyacım var günlük. Öyle bir dolmuşluk var ki bende; Nereye, kime boşaltsam bilemedim, yine sana geldim. Geçen süre de çok güzel şeyler oldu.Bir o kadar da üzücü şeyler yaşadım, yaşıyorum. Lakin en son olan şeyler... Yüreğime yangınlar başlattı. Önceden ormanken, alabildiğine yeşilken; kurak kalmış çöller gibi hissediyorum şimdi kendimi. İçimde ki çiçekleri, ağaçları yaktılar. Parlak bulutlarla kaplı masmavi göğe bakarken ben, şimdi koca bir fırtınanın altında kaldım... Bazen seni, beni dinleyen, anlayan, bir arkadaş yerine koyuyorum. Cevap alamayacağımı bile bile Soruyorum; Asla olmayacak, ne yaparsan yap gerçekleştirmeyeceğin bir dileği sırtlanmışsan, ne yaparsan yap olmayacak bir dilekse bu... En çok da senin istediğin, olsun diye dualar ettiğin bir şeyse... Vaz mı geçerdin üzülmesin diye,Üzülme diye, yoksa devam mı ederdin? Benim bunu anlamam üç ay oldu ama ben bugün kafamın içinde dönüp duran bu soruya engel olamıyorum. Bunun yanında cevap da bulamıyorum. Ben Fırat'tan vazgeçemem. Onsuz ölürüm biliyorum. Ama bile bile vazgeçemem ondan. Onu sevmeye hakkım yoktur belki, ama içimde ki ona da engel olamıyorum. Kısacası herşey benim aleyhime işledi bu hayatta. Bir insanın birini sevip sonra da yüreğinde ki toprağa emanet edeceğini bilmeden savaşmak zorunda kalması, mutluluk garantisi olamaması. O kadar güçlü müdür bilememesi... Ben ölüm nedir bilmiyorum ki, sevdiğim birisini sevmemek zorunda kalmadım ki. Şimdi sevmemek ölüm gibi olur. Dayanabilir miyim buna? En önemlisi onu benim canımdan kopacak bir parça sayarken, onu onsuz severken şimdi sevmeden durabilir, dayanabilir miyim? Onun sevgisinin içinde yaşamadan kendimi ölmüş gibi hissetmek, bunu düşünüp durmak... Onun yüreğine kendimi güvercin olarak konduramamak, hayalini kurduğum onun yüreğinin güvercini olmakken, bu güvercin olma hayali yüreğim de başlayan bu yangınlarla yanıp kül oluyor şimdi... Fırat olmadan geçirdiğim üç ay olmuştu. Üç yıl, üç koca asır gibiydi.. Ne yemek yiyebiliyordum ne de onsuz durabiliyordum. Canıma kast ediyordu o bütün anılar. Umudumu kaybediyordum günden güne. Beni bir hatırlayıp bir unutan adam vardı benden geriye kalan, ama ne beynimden, nede yüreğimden geride bırakamadığım. Abime gelip beni isteyecek dediğim kişi neredeydi, ne yapıyordu en ufak bir fikrim dahi yoktu. Tüm umutsuzlukların arasından onu kendime umut etmeden de duramıyordum. Çünkü anılar çürümüş bedenimi terk etmiyordu.
"Ah Fırat senin beni tanımadığın, sevmediğin dünya, cehennemden bir kuyudur bana." Benim hikayeme onunla tanıştığım, ilk o andan sonraki an'a kadar özlemek yazılmıştı sanki. Ne tuhaftı gözleriyle şiir okuyan adam, diliyle lanet okuyordu beni tanımamakla. Fakat ben yine de dönüp dolaşıp kendimi onda buluyordum. Vazgeçemiyordum ondan vazgeçilmiyordu. Onun için atan kalbim umut etmekten, onun için savaşmaktan kendini alıkoyamıyordu... -"Abla, facebook'a gir belki mesaj vardır Fırat abiden." Demişti. -"Beni bir hatırlayıp, bir unutuyor. Belki belki de çoktan unutmuştur beni. En son yazdığı mesajda hatırlıyordu fakat şimdi biliyor mudur Diclesini, tanıyor mudur Mahbubesini, seviyor mudur beni?" Dedim çaresizlik içinde ki sesimle. -" Evet Dicle. Pınar haklı bir baksan belki birşey vardır." Dedi Rojda. -" Korkuyorum... Korkuyorum Facebook'a girmekten, ya yazmamışsa, ya içinde birşey yoksa umudumu, ona olan sevgimi bir bekletim olmadan koruyabiliyorum." Dedim. Konuşmama devam ederek; "Fakat birşey yazmamışsa, ondan birşey yoksa orada içimde ki o son umut kırıntısı da bitecek ve ben nasıl dayanırım böyle. Korkuyorum çok korkuyorum." -"Hadi, gir seni seviyor o adam, unutsa da geri gelen bir hafızası var sonuç olarak. Belki yazmıştır, hatta belki... Belkide merak etmiştir seni." Dedi Rojda ellerimden tutarak. Pınarda, Rojdaya hak verip, söylediklerini desteklemişti Telefondan Facebook hesabıma giriş yaptım. Mesajlar vardı. Fakat ondan gelmiş miydi bilmiyordum. "Gelmiş olsun, ne olur Allah'ım ondan bir mesaj gelmiş olsun" diye dua edip mesaj kutusuna tıkladım aylardır açmadığım hesabıma aylar sonra girmiştim. Fırat'tan mesaj yoktu fakat bir video gelmişti.. Onun o videosu söndürdüğüm bütün ışıkları, açıvermişti kalbime. Aydınlanı vermişti karanlıkta kalan yüreğim. Videoyu vakit kaybetmeden açtım hemen. Videoda Fırat vardı, yine eskiden olduğu gibi karşımda oturmuştu; "Öyle ki duyduğuma inanamadığım bir sesin, gördüğüme inanamadığım o ellerin, Mübrem gibi bakan cennet gözlerin, Mehlikayı betimleyen, yüzünde ki gülüş... İki şey olsa tamam tevafuktur, ama bu her güzelliğin sana denk gelmesi kusursuzluk. Hiç mütavazi olma Maşuk olan Mahbube'm, bu kelimeler sana meftun olanın kalbinde ki tek mülkü. Sen var olması imkansız ama kabul olmasını umduğum tevekkülsün, sen bana beş vakitte Ya Fettah, Ya Habir, Ya Vedud'sun..." Fırat'ın yüreğinden geçen, dilinden düşenlerdi o sözler. Ben onun sözlerini duyuyordum, onu görüyordum şuan. Fakat benden ona bir haber gönderemiyordum. Çünkü abim tarafından kısıtlanmıştım. Zaten Facebook'a Rojda'nın telefonundan girmiştim. Ona sadece şunu yazabildim; "Mahbubeni hatırlıyorsan şayet Fırat sana bir şekilde ulaşacağım birgün. Ve o vakit hatırlarsan beni, anlatacaklarım var sana. Dilerim ulaştığımda da ben, videoda olduğu gibi o zamanda kalbinde olduğum gibi beyninde de bir yerim olur..." Rojda eve gitmek zorundaydı. Günler sonra kız kardeşim ablamın telefonunu bana getirmişti. Ablamın telefonunu alıp Fırat'ı aradım. Numarasını ezbere biliyordum. Biraz sonrasında telefon çaldı, çaldı.. Çaldı ve sonunda Fırat açtı. -"Alo?" dedi Fırat, sesi yorgun geliyordu. -"Fırat, benim Dicle." -"Dicle?" Fırat'ın sesi bir anda canlandı. "Sen misin? Nereden arıyorsun?" Derin bir nefes aldım ve olanları anlatmaya başladım. Ailemin telefonumu kırdığını, annemin hastaneye kaldırıldığını, babamın ve abimin öfkesini... Her şeyi anlattım gözyaşlarımın arasından. Fırat, her bir kelimemi dikkatle dinlemişti. -"Mahbubem, çok üzgünüm," dedi sonunda. "Bunların hepsi benim yüzümden oldu." -"Hayır, Fırat," dedim. "Senin suçun değil. Ben seni sevdim, ve bu benim seçimimdi." -"Ama..." -"Fırat, lütfen," dedim. Sesim yalvarırcasınaydı. "Beni istemeye gel. Aileme seni sevdiğimi, seninle evlenmek istediğimi söyle. Onlara benim için ne kadar önemli olduğunu anlat." Fırat sessiz kaldı bir müddet. Sonra, -"Tamam," dedi. "Geleceğim Mahbubem. Seni bırakmayacağım." Dedi. Yüzünde küçük bir gülümseme belirdi. Umut, yeniden kalbime dolmaya başlamıştı. Fırat gelecekti. Aşkımız, tüm zorluklara rağmen kazanacaktı. Ama Fırat'ın beyninde ki hasarı tamamen unutmuştum o an. Bu konuştuklarımızı unutabilirdi. Bilmiyordum ki Fırat'ın gelip gelmeyeceğini ve Fırat'ın gelmesiyle birlikte, herşey daha da karmaşık bir hal alacağını. Ailemin tepkisini ,Fırat'ın kendi belirsizliğiyle yüzleşmesini... Hepsi bizi bekleyen zorlu sınavlar olacağını. Fırat'la konuşurken herşeyi unutmuştum o an. Sadece onun olmak, onun yanında olmak istiyordum artık. Abim, ben odamda pencereden dışarıyı izlerken yanıma geldi. Yüzündeki ifade, yaklaşan fırtınanın habercisi gibiydi. Abimi görünce yüreğim sıkıştı. Abim bana yaklaşıp -"Dicle, yeter artık!" dedi. " Onu unutacaksın. O seni istemiyor,seni sevdiğini sanıyorsun ama o sadece seninle gönül eğlendirmiş. Kendine gel artık kızım!" Abimin sözleri sözleri bıçak gibi saplanıyordu yüreğime. -"Hayır, abi, hayır!" diye o anlık refleks ile "O beni seviyor, geleceğini söyledi. Bana inanmıyorsun ama o gelecek, göreceksin!" Dedim bağırarak. Abim inatçılığıma daha fazla dayanamayıp; -"O seninle konuştu mu hiç?" diye sordu sert bir sesle. Abimin sorusuna cevap veremedim. Çünkü Fırat yaptığımız konuşmayı tamamen unutmuştu sanırım. Beynindeki hasar, anılarımızı bir sis perdesinin arkasına hapsetmişti. Benim ona olan aşkım, benim için sadece bir hayalden ibaret gibi görünüyordu artık. Abimin sözleri karşısında yıkılmıştım. Fırat'ın beni unuttuğunu düşünmek bile istemiyordum. Ama gerçekler acımasızdı. Fırat, sanki bana bir daha asla ulaşmayacak gibi hissettirmişti sessizliğiyle. Bu durum karşında çaresizlik içinde boğuluyordum. Kalbim paramparçaydı. Aşkımın imkansız olduğunu kabullenmek zorluyordu beni . Ama yine de Fırat'ı unutmak istemiyordum. Onun hayali, her an zihnimdeydi. Bu acı dolu gerçeklerle nasıl başa çıkacağımı bilmiyordum. Ben... Ben sadece sevmiştim. Ama aşk, beni bir çıkmazın içine hapsetmişti |
0% |