Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Çağırın Gelsin

@yazarapunzel

Bölüm-1 “Çağırın Gelsin”

 

Bir zamanlar küçük çocuklara anlatılan hikayelerdeki prensesler yok olmuş, onların ardından koşan prensler ise hiçlikte dolanmaktan perperişan halde sürgünden ve gurbetten yudum yudum faydalanmışlarken, o prenseslerin doğduğu ve belki onları birer prenses yapan topraklar aynı altın renkle kavruluyor ve meyveleri ışıl ışıl kızartan güneşe bağrını açıyordu. O topraklarda doğan çocuklar her ne kadar birer prenses olmasalar da acı dolu hikayelerden paylarına düşeni aldılar.

Yaşar Kemal’in demir olsam çürürdüm, toprak oldum da dayandım sözüne benzer nitelikteydi güneşin etkisi. Toprağı bir altın gibi ışıl ışıl parıldatan güneş, aynı toprakta yoğurulan evlatları kavurdu, yaktı, esmerleştirdi. Kim bilir belki tek suçu o çocukları şekerden sanmasıydı. Şeker ki ateşte yandıkça kıvamlanır, dalgalanırdı. Halbuki o çocuklar biberdendi. Onlar ateşte ancak yanar giderdi.

Yine onlardan biri olan Bukle, ellerinde koca bir kutu deterjanla üst kata meyletmişti.

“Daye! Perdeleri makinaya atıyorum sonra yıkarız avluyu!” Annesinin verdiği cevabı işitmeden tahta merdivenleri tırmanmaya başladı. Merdivenleri parlatan ve yer yer aşınan ciladan ayağı kaydığında ise kendi kendine kıkırdadı. Annesi görse ‘merdiven bile çıkamıyor bu kız!’ Diye hayıflanırdı çoktan. Neyse ki bu dilden kurtulabilmiş, kimse görmeden makinaya perdeleri tıkıştırabilmişti. Okuldan geldiğinden beri ilk defa iş yapıyor olsa da akşam ne kadar yorulduğuna dair hayıflanmayı da aklına koydu. Yoksa o annesini gayet iyi bilir, elini verirse kolunu kaptıracağını öngörebilirdi.

Yine de içinde bir yerlerde doğan huzurun keyfine vardı, ellerini birbirine çarparak gerisin geri aşağıya inmeyi hedeflediği an telefonu çaldı. Şalvarının cebinden telefonunu çıkardığında gördüğü isimle gülümseyerek hızlıca aramayı yanıtladı ve hatta karşı taraf daha bir şey diyemeden o konuştu.

“Canımcım canımcım canımcımmmmm!” Arkadaşını neşeli şekilde yanıtladığından olsa gerek karşı taraftan ilk duyduğu şey bir kıkırtı oldu.

“Dine(deli)!” Kıkır kıkır aşağıya inmeye başlamışken arkadaşını da dinliyordu bir yandan.

“Ne yapıyorsun bakalım bu kadar neşeli?” Pek de eğlenceli bir iş üzerinde değildi aslında.

“Ne yapayım gülüm ya? Birkaç gün yattım ya anam iş kilitliyordu. Şaşırdığını biliyorum ama hamaratlığım tuttu!”

“Sen? Senin mi hamaratlığın tuttu?”

“Aynen öyle, ben de şaşırmadım desem yalan olur!” Arkada daha tok sesli bir gülüş sesi duyulduğunda hemen soruverdi.

“Kim var yanında?”

“Abim…” Dedi Evin mırıl mırıl o daha cümleyi bitirmeden Bukle senin üç tane abin var diyecek oldu ama Evin ondan hızlı davranıp asıl arama sebebine getirdi mevzuyu.

“Terbiyesiz kadın! Okuldan eve geliyorsun ama ne haber var ne selam sabah! İnsan bir aramaz mı geldim diye?” Bukle dudaklarını büzerek mahcup bir tona geçirdi sesini. Keza geldiğinden beri onun da niyeti dostunu aramaktı ama önce onların evindeki durumdan emin olmak durumundaydı.

“Ya Evin! Aklımdaydın kuranıma!” Biraz alaycı şekilde konuşup arkadaşını güldürmeyi hedeflemişti. Kızın suratında bir tebessüm oluşturduğundan da emin sayılırdı.

“Ama anca attım üstümden yorgunluğu dün, bugün de anam iş kilitledi işte. Ondan arayamadım.” Evin bahaneleri yememiş ama arkadaşının neşesini de hiç kırmaya meyletmemişti.

“Ben senin niye aramadığını biliyorum da… Neyse hadi yedik yine.” Cümle her ne kadar alay dolu olsa da Bukle’nin midesinde ince bir krampa sebep olmuştu. Arkadaşı haklıydı, tam da onun düşündüğü sebepten aramamıştı. Yoksa çoktan Şewin hanımı görmeye giderdi.

“Neyse iyi yanıma denk geldin de anneme geldiğini daha söylemedim. Yanlış anlamayın ama Bukle hanım, bu akşam bizim terasta kahve içiyor olmazsak 3 gündür evde olduğunu ama bize gelmediğini hem anneme hem de Arslan ağabeyime söyleyiveririm…” Bukle derince bir iç çekip homurdandı.

“Ya bizde içelim kızım şu kahveleri bir kere de!”

“Ay ay başıma komşular yetişin! Ne ar kalmış bu kızda ne edep! Annemi de ayağına getireyim mi hanımağam!” Konuyu hemencecik istediği yere çeken kıza ofladı dolu dolu.

“Ya öyle mi dedim ben şimdi? Kapıda öpeyim Şewin teyzenin elini sonra bize gidelim işte! Hem bizim ev boş bebişim, atayım seni eve annemi de yollarız teyzemlere!” Cilveli cilveli söylenen sözleri telefonun diğer ucunda üzerine alınan tek insan Evin değildi.

“Teyze nasıl laftır kere(eşek)!” İşte o kudret dolu ses hoparlördeki telefondan Buklenin tüm laflarını duymuştu. Evin denen akıllıya bin kere şu telefonunun sesini kapat dese de yine dinlendiğini haşlanarak öğrenmişti. Bunun hesabını soracağına dair notunu aldı bir kenara.

“Şewi-“ Lafı hışımla kesildiği sırada mutfağa girdi, tezgahın başında duran annesi çatık kaşlarla telefonu işaret ediyordu. Ağzını oynatarak cevapladı “Evin.” Annesinin de yüzünde gülümseme oluşmuştu.

“Bak hele bak! Hem gelmiş memlekete yanımıza gelmemiş! Hem de ettiği laflara bak!” Sandalyeye çökerek sırtını yasladı. Genişleyen burun deliklerinden derince bir nefes bırakırken ağzını açmasına fırsat kalmadan telefonun diğer ucundan yüksek voltajlı ses devam etti.

“Hemen buraya gelme de ben sana yapacağımı bilirim Bukle Xanım!” Hanım kelimesini öyle baskın söylemişti ki genç kadın yutkundu ve içine kaçmış sesiyle mırıldandı.

“Hazırlanıp çıkıyorum hemen.” Bağıran sesin telefondan uzaklaştığını ve başkasına seslendiğini duyabilmişti.

“Haydar! Hemen Bukleyi al gel!” Birkaç hışırtı sonrasında ise Evin’in sesini duydu.

“Ay Bukle sorry ya! Annem yan odadaymış çıkarken duymuş vallaha!” Bukle tısladı. Bu kızı boğazlayacaktı.

“Oraya geleyim bir hele! Koparacağım kulaklarını Evin! Şu telefonu kulağına koymak çok mu zor be!” Evin yine kıkırdadı, komalık ederdi insanı!

“Tamam canımcım benim, sen hele gel kopart istediğin yerimi!” Telefonu apar topar kapatan kızın ardından sinirle gülmek arasında bir ifadede takılı kaldı. Kafasını iki yana sallayıp annesine yakındı.

“Bu kız öldürecek beni he!” Annesi de elindeki bezle kızının dizlerine vurdu.

“Ne diyor Şewin Hanım?” Terliklerinin ucunu birbirine değdirip konuştu.

“Ne diyecek anne? Gel hemen diyor. Haydar abiyi yolluyormuş kapıya.” Annesi hemencecik gözlerini açtı.

“Ay kız kızım! Bu şimdi mi söylenir? Oturdun kaldın! Kalk kalk! Ben de onlara ayırdığım şeyleri hazır edeyim!” İstem dışı göz devirdi ve annesine yakalandı.

“Ya anne! Senin yollayacaklarının aynısını onlar da hazırlıyor! Sanki İzmir’e gidiyorum ya!” Zehra Hanım dünyanın en büyük acısını omuzlarına yüklenmiş gibi ellerini dizlerine vurmaya başladı. Bu kadınla Evin’in kesinlikle bir kan bağı olmalıydı.

“Kurban olduğum herkese kız evlat nasip etti de ben ne günah işledim?! Kız Bukle hemen git hazırlan! Elin boş mu gideceksin konağa!” Sözcüklerinin yarısının mutfak kapısına asılı kalmasına müsaade etmişti. Yani kaçtı, hem de topukları poposuna değerek.

Bu esnada Ahuzar konağında genel bir telaş havası hakimdi. Evlerine bu hafta gelen ilk misafir Bukle değildi. Birkaç gün önce yurtdışında okuyan oğulları da evine vardığından Evin ve Narin günlerdir abilerinin taleplerini yerine getirmeye çalışıyorlardı. Tabi bu telaş nüfusu kalabalık Ahuzar ailesinin günlük rutinleriyle buluşunca kafalarını kaşıyacak halleri kalmamıştı. Bugün sonunda biricik ağabeyleri evden ayrılıp işlerine gitme kararı aldıklarından Evin Buklelere yakın oturan arkadaşından can dostunun eve vardığı haberini almıştı. İlk işi de telefonuna sarılmak olmuştu.

“Narin! Bukle için içli köfteleri kızartmayı da unutmayın!” Annesinin sesine kulak kabartan genç kız mızmızlanmayı ihmal etmedi.

“Ay Bukle yabancı mı ya? Ona niye hazırlık yapıyoruz?” Şişirdiği yanaklarından hava üflemeden konuştuğundan olsa gerek balon balığını andırıyordu.

“Sus sus! Annemin heyecanının sebebi başka..” Ablasının fısıltısına karşılık omuz silkti evin küçüğü.

“Boşuna heves ediyor bana sorarsan. Bukle ne yapacak Allah aşkına şimdi? Hemen dizinin dibine mi oturacak? Ben olsam aslaaaaa af-“ Ablasından yediği dirsekle sözünü yarıda bıraktı. Şewin hanım duyarsa karşılaşacağı durumu bilmiyor gibi konuşması ablasını kızdırmıştı.

“Dayak mı istiyorsun Narin? Daye duymasın, ortalık yeterince karışık zaten.” Sesi bir tık yorgun çıksa da bakışlarını önünden çekmedi. Narin bir nebze haklı olsa da yine de bir yanı da abisini düşünmeden edemiyordu. Onun da tek derdi biraz ortalığı toparlamak değil miydi sonuçta?

Her ne kadar birilerine hak verme aralığında savrulup dursa da bir kadın olarak hemcinsine, bir dost olarak da en sevdiği arkadaşına meyilli sayılırdı. Bu durumun ne kadar hızlı tersine döneceği ise bir meçhul sayılırdı. Gelir gelmez ailesinin yanına giden genç kız hakkında neler dendiğini düşündü. Günlerdir evden çıkmamıştı muhtemelen. Annesinin bugünkü azarını işitirken telefonun ardından gelen sessizliği de düşüncelerine dahil etti. Ne diyebilirdi ki?

“Oy oy oy! Sen beni mi özledin nazlı ceylanım!” Tiz sesi duymak genç kızın elindeki bıçağın tezgahın öbür ucuna savrulmasına sebebiyet vermişti. Koşarak mutfaktan çıkıp avluya vardı.

“Yalakalık yapma! İnsan gelmez mi bunca zaman!” Annesi yanağını elinin tersiyle silip konuşmuştu ama bu Bukleyi durdurmadı. Bir nebze alışmış sayılırdı. Diğer yanaktan da koca sulu bir öpücük aldı.

“Bende seni çok özledim Ağrı’nın gülü!” Annesinin hassas noktasıyla minik minik oynayan kadına sırıttı. Nasıl da bilirdi Şewin Hanım’ın bam telini. Memleketinin adını duyan kadın hafifçe tebessüm etti ama tam gülmeden Bukle’in baldırına bir tane yapıştırıverdi.

“He Ağrı gülü he! Gir içeri Yade’nin elini öp daha kesmedim hesabını!” Hanımağa emrini verince Bukle şımarık şımarık eğiverdi başını. Eli hala şaplak yediği yeri ovalıyordu ve küçük bir kız çocuğu gibi görünüyordu.

“Tamam hanımağam, siz nasıl isterseniz.” Yaşlı kadının kızmasına izin vermeden annesinin ardından dostunu gördü.

“Evinamın!” Aynı neşeyle birbirlerine koşan dostları izlemek Şewin hanımı yumuşatmıştı. Zaten birliklerinin en büyük sebebi bu kızların dostluğu değil miydi? Yoksa Bukle çoktan elini eteğini çekmişti bu evden.

“Öyle özlemişim ki!” Kızının içli sesini duyunca derince soludu. Bukle’i bu şekilde özleyen tek kişi değildi. Bukle bir şekilde evin gözbebeği oluvermişti.

“Bende bende!” Genç kadın Narin’e de sıkıca sarılırken bir anda kurt köpeği gibi havayı kokladı. O an yaşlı kadına dönüp kusursuz bir sırrı çözmüş gibiydi.

“Yoksa bu…” Şewin hanım yaramaz kıza kafasını iki yana sallayarak güldü ama azarlamayı elbette eksik etmedi. Normalde asla boyun eğmeyeceği şeylere sırf Bukle hanım için katlanıyordu.

“İçli köfte!” Mutfağa koştuğunu görünce arkasından seslenmeyi ihmal etmedi.

“Mutfağa girmişken salataları sen hazırla Bukle.” Kafasını mutfaktan çıkarıp itiraz edecek olan kıza gözleriyle işaret ettiği terliğiyle engel oldu. Bu bir tür yiyorsa yapma cümlesiydi.

Bukle, yine de sivri zekasıyla mutfaktan çıkacak bir bahane buluverdi.

“Yade Peyman’ın elini öpeyim hemencecik inerim.” Merdivenleri hızlı hızlı çıkarken arkadaşını duydu.

“Yavaş çıksana kızım vallaha düşeceksin!” Yine de hızlıca yaşlı kadının olduğunu tahmin ettiği odanın kapısını tıklattı. Bu odaya girdiğinde karşılaşacağı havanın aşağıdaki gibi neşe olmayacağını bildiğinden daha temkinli davranmaya hazırlandığı nefesi ciğerlerine çekti.

“Yade…” Diye mırıldandı kapı kenarından onu gören yaşlılıktan ıslanmış yeşil gözlerin üzerine kaşlarının haşince şekil alışını izledi. Samimi bir karşılama beklememişti sonuçta. Adımını odaya atarak kadının eline doğru ilerledi. Ardından duyduğu adım seslerinin Şewin hanım’a ait olduğuna emindi.

“nası-“ Alnına götürdü kırışık elin sahibinden yükselen hırslı ses kadının yaşı için fazlaydı sanki.

“Yeni buldun evin kapısını?” Bukle bu sorunun muhattabının kendisi olduğunu düşünmediğinden yalnızca alt dudağını dişlerinin altında ezerek yerdeki koyu kırmızı halının desenine bakındı. Şewin hanım genç kızın halini fark ederek gönülsüzce duruma el attı. Doğrusu kayınvalidesinin sorusuna katılıyordu.

“Anasının yardıma gitmiş. Ondan geç geldi.” Yade bahane hoşuna gitmemiş gibi burun kıvırdı. Belli ki konuyu uzatmak istiyordu.

“Ne işi vardı da?” Öne doğru eğilen kadın genç kızı sorguya çekerek sıkıştırmak niyetindeydi. Bukle oyuna gelmedi.

“Tarhana serdik Yade. Annem size de yolladı.” Buruşmuş ellerin üste üste geldiğinden başka bir şey görmedi.

“Sağ olsun. Fakat bu bahaneler hiç hoşuma gitmez bil-“ Lafını kesen küçük kızın sesi oldu.

“Babam gelmeden yememmm!” Kapının önünden geçen kişiyi tahmin eden Bukle hevesle ve kurtulacak bahaneyi bulduğundan ayaklandı.

“Ben Sevcan ablayı göreyim bir de.” Kapıya koşarken ardından söylenen huysuz sese dönmedi bile. Yaptığının ayıp olduğunu biliyor yine de inadından vazgeçmiyordu. Bu evdeki yeri zamanla saçmasapan bir hal almıştı Bukle için.

“Sevcan abla!” Elinde çorba kasesini taşıyan kadın duyduğu sesle ardını dönüp dikkatini kızından alıp Buklee verdi.

“Bukle!” İki kadın sıkı sıkı sarılıp hasret giderdi ama bu durumdan rahatsız olan biri vardı. Annesinin ilgisinin başkasına kaydığını gören ufak kız yarım saattir annesinden kaçmıyor gibi eteğine yapıştı ve gözlerini Bukleye dikti.

“Neredesin kızım sen? Bir gittin pir gittin.” Taş zeminde dikilen kadıncağız homurdanarak elindeki kaseyi yanındaki sehpaya bıraktı.

“Geldim işte Sevoş! Hem beni soracağına sen nerdesin? Arslan abi geldi kaç kere sen niye gelmedin?” Bukleden maksimum 4 yaş büyük olsa da omuzları çökmüş yorgun kadın homurdandı.

“Bu eşek sıpası bana bir nefes mi aldırdı onu sor Bukle hanım. Anlarsınız beni de…” Ellerini kadının suratına doğru salladı Bukle.

“Ay Sevda ay sus! Hemen o anne olunca anlarsınız annesine mi dönüştün yoksa?” Kızın tavrına karşılık kaş çatan genç anne eline vurdu.

“Paralarım he seni!” İçten bir kahkaha fırlatan kızın üzerine gelen Sevda anlık bir duraksamayla genç kızı uzun uzun süzdü ve dikkatini dağıtan ayrıntıyla ilgili fısıltıyla konuştu. Aralık kapıdan sorusu işitilsin istemiyordu.

“Örtmüşsün tülbendi-“ Yoksa düşündüğü şey mi oluyordu? Eli başına giden genç kız Şewin hanımın hızlı yumuşama sebebini de böylece anlamış oldu. Kafasındakini annesi öyle apar topar örtmüştüki unutmuştu bile. Huysuzca mırıldanırken asla az önceki kahkahanın sahibine benzemiyordu.

“Annem taktırdı. Yade bir kere daha bayılırsa Abdi Ağa kan davası başlatacak artık.” Sevda gülmekle ağlamak arasında bir yerde kalıp ince lacivert gömleğinin altından Buklenin omuzuna dokundu. Ufak tefek kadın çok fazla şeyi sırtlamıştı bu omuzlarda.

“İyi yapmışsın güzelim. Uğraşma hiç…” Cümlenin yarısında aklına düşen gerçekle yutkunup bunu görümcesine sormayı kafasına not etti.

“Hadi mutfağa gidelim biz ya! Yemiyor çorbasını bizim küçük hanım da!” Pembe şortuyla Bukleyi izleyen ufaklığa baktı.

“Ay bakayım!” Çorba kasesine eğildi ve burnuna yaklaştırıp mırıldandı.

“Şehriye çorbası mı? En sevdiğim! Sen yemiyorsan bu benim olsun mu Zeynep hanım?” Küçük kız iki saattir peşinde dolandırılan çorba kasesine baktı ve gözlerini doldurup annesine yapıştı.

“Anneee… Menim çorba!” Bukle üzgün üzgün kaseyi ufak kıza uzatıp mırıldandı.

“Bir kaşıkçık alsam?” Çoktan küçük kız çorbayı kendine çekip yere oturmuş ve hızlı hızlı içmeye başlamıştı. Sonuçta artık çorba paylaşılması gereken bir şeye dönüşmüştü.

Bilmiş bir tavırla genç anneye gözlerini diken Bukle, kadının şokla açılmış gözleriyle karşılaştı.

“Ay Bukle çok fenasın!” Hızlıca kol kola girip Sevda’yı sürüklemeye başlamıştı bile.

“Eh! Kimse kolay ulaşılan bir şeyi talep etmez öyle değil mi?”

Genç kadınların neşesi eşliğinde sonunda mutfağa girildi. Bukle süreç boyu herkesin gönlünü yapmaya çalıştığından olsa gerek neşesini dimdik ayakta tutmaya çalıştıysa da zihnindeki kurtlanmış meyvenin kurtları zihnine da saldırmaya başlamışlardı. Bu evdeki anıları kötü değildi, aksine öyle iyiydi ki bunu ardında bırakmak zorunda kalmış olmak genç kadını ister istemez elden ayaktan kesiyor, derdine dert ekletiyordu. Harlı gecelerini de, bağrında yer eden sancılarını da bu evde değil Ankara’da o kaçmayı çok sevdiği yerde misafir etmişti. En azından orada duran Bukle beklentisiz biri olmanın gönül ferahlığını ve sıkıcılığını yaşıyordu. Her güzel şeyin bir kötü tarafı olduğu avuntusuyla eve girdiğinden beri yaptığı şeyi yapmaya devam etti. Enerjik ve neşeli davrandı.

“Ablama da yazıklar olsun ya insan misafiriniz çok, bir yardıma geleyim derdi. Bırak yardımı o da misafirliğe geliyor!” Evin’in homurtusuna sırıttı Bukle.

“İşin ne kızım! Çalış hadi bakayım çalış!” Evin sinsice gözlerini kısıp elinde tuttuğu tahta kaşığı arkadaşına salladı.

“Vallaha benimle hiç uğraşma Bukle, bir haftadır canım çıktı ya of!” Kaşığı tekrar olması gereken yere çorbaya daldırırken Bukle’in beklediği soruyu sormamasını diledi.

“Ne oldu ki bir haftadır?” Dileği gerçekleşmedi. Domateslerin kalanını buzdolabına koyan Bukleye bakmadan bu durumdan sıyrılacak bir bahane aradı. Bulduğu anda ise atladı.

“Ay!” Çığlığını kopardığı an mutfaktaki herkes Evin’e dikkat kesildi.

“Ay Bukle ne unuttum!” Eli kalbinin üzerinde kalakalan kadın ödünü kopartan kıza çemkirdi.

“Ya manyak mısın Evin ya! Ödüm koptu ne bağırıyorsun?” Hiç oralı olmadı Evin. Yoksa bu sorudan kurtulamayacağını biliyordu.

“Ya masa örtüsünü ütülemeyi unuttum! Annem beni paralar Bukle! Bir koşu ütülesen de ben de şu çorbayı halletsem olur mu ya?” Kollarını birbirine bağlayıp arkadaşıyla inatlaşmak istedi ama bir süre yalnızlık bugün için hiç sahip olmadığı bir şeydi.

“Ben ütülerdim kızım.” Şükran teyzenin sözüyle Evin hızla Bukle’nin ardından kaşlarını yukarı kaldırdı ama neyse ki Bukle de durumdan şikayetçi değildi.

“Yok Şükran abla gideyim de ütüleyeyim. Şundan kurtulayım bir beş dakika!” Evin’e dil çıkartıp merdivene yöneldiği an Narin kafasını merdivenden çıkartıp kızın ne kadar uzaklaştığını kontrol etti. Herkes aynı endişeyle duraksamıştı.

“Ay abla! Bir an ağızından kaçıracaksın diye ödüm koptu!” Sevda da eğilip fısıltı ortamına ortak oldu.

“Gerçekten ne diyeceksin diye nefesimi tuttum Evin! Kendi kendime acaba biliyor mu bile dedim!”

“Yok be yenge! Bilse adımını atmazdı konaktan içeri. Öğrenince canıma okur zaten.” Dalgın dalgın çorbayı karıştırmaya döndü. Bu mevzuda arada kalmaktan nefret ediyordu.

“Haklı kız..” Lafını duyduğu gibi yengesine kızdı Evin.

“Ya yenge sende başlama Allah için! Biz de böyle dersek ne olacak bu hal?”

“Yalan mı abla? Kimse kusuruma bakmasın ama ben Bukle’nin tar-“ Lafını tamamlayamadan kapı ağızından yükselen sese döndüler. Yalnız onlar değil, mutfaktaki herkes de o tarafa dönmek durumunda kalmıştı.

“Öyle mi Narin hanım?” Soru Narin’in dilini damağını kuruttu. Evin’de cevap ver hadi der gibi sorunun sahibini işaret edince kafasını önüne eğmek durumunda kaldı. Yine de aynı düşündüğünü herkes biliyordu.

“Nerde?” Selam sabah faslı direkt atlanmış, ehemmiyet teşkil eden soruya geçilmişti. Kaçınılmaz son Ahuzar konağının kapısına dayanmıştı bile.

“Ütü odasında-“ Cümlenin devamı dinlenmedi ve merdivenleri tırmanmaya başladı.

Hızlı hızlı ona yaklaşan felaketten bir haber Bukle, ütü masasına serdiği beyaz saten örtüyü ütülemeden önce temizlik playlistinden açtığı şarkıyı söylemeye başlamıştı bile. Ebru Gündeş- Çağırın Gelsin

“Ne zaman bitti sevdiğimiz şarkı?

Çal bir daha, çal bir daha geldiğim bilsin.

Onsuzluk yok artık. Söz verdim kendime.

Niye hala yok hala yok! Çağırın gelsinnn!”

Yalnızlığı fırsat bilmiş şarkıya eşlik ederken bir yandan da ütünün izin verdiği ölçüde bedenini arabesk şarkıya göre haraket ettiriyordu. Temizlik için en uygun müziklerin bunlar olduğuna dair inancı ev arkadaşının onu zorbalamalarına rağmen aynı kalmıştı. Fakat şu an arabesk müzik zevkinden daha büyük bir sorunu vardı. Gaipten geldiğine inanmak istediği bir cevap;

“Geldim karıcığım.”

 

Loading...
0%