@yazarasi
|
Sıcak bir haziran sabahıydı. Küçük mavi baştankara kuşu ‘Hüma’ yeni uyanmıştı. Gün ışığı ağaç yapraklarının arasından süzülüp bir ipek gibi yumuşak ve narince yüzüne dokunurken kalkıp kanatlarını gererek esnedi. Birkaç dakika etrafına bakındı ve sonra yiyecek bir şeyler bulabilmek için kanat çırparak yuvasından ayrıldı. O sabah tatlı tatlı esen ve Haziran sıcağını insanın üstünden çekip alan bir meltem vardı. Böyle havalarda ağaçların arasından uçup boşlukta süzülürken yüzüne ve kanatlarına nazikçe dokunan rüzgarı, adeta onu kucaklayıp ruhunu okşayan havayı hissetmenin, uçabilmenin ne kadar muhteşem olduğunun bir kez daha farkına varır ve kendini şanslı hissederdi. Sıcak bir yuva, yeşilliklerle, ağaçlarla ve de lezzetli çeşit çeşit böceklerle dolu zengin bir tabiat, özgürlük ve huzurlu bir ortam bir kuş daha ne isteyebilirdi ki?
Etrafta biraz gezindi birkaç bahçeye konarak toprağı eşeledi ve karnını doyurdu. Sonra her gün karnını doyurduktan sonra yaptığı gibi sakin ve sessiz yuvasına gitmek için kanatlandı. Çok uzağa gitmemişti birkaç dakikalık kısa bir uçuştan sonra yuvasının olduğu ağacı ve yuvasının hemen karşısındaki eski beş katlı apartmanı gördü. Fakat tam o esnada bir şeyler dikkatini çekti. İnsanlar kocaman dört tekerlekli teneke yığınından apartmana elden ele bir şeyler taşıyorlardı. Anlaşılan tam da yuvasının karşısında ki uzun zamandır boş olan daireye nihayet birileri taşınıyordu. Buna bir anda çok sevindi. Çünkü bu onun için artık uzaktan da olsa izleyebileceği ve yalnızlığını bir nebze de olsa dindirebileceği sıcak bir aile ortamı görebilmek demekti, yani en azından Hüma öyle umuyordu.
Heyecanla biraz daha alçaktan uçup yeni taşınan aileye yakından bakmak istedi. Lakin aniden kafasını ve gagasını sert bir şekilde görünmez bir şeye çarptı ve acı ile yere düştü. Bu insan yapımı görünmez sert cisimler kuşlar için gerçekten de tam bir baş belasıydı. Yerde uzanmış gözlerini kamaştıran güneşe doğru bakarken birkaç saniye sonra üzerinde bir insanın gölgesini hissetti. Canı o kadar çok yanıyordu ki kaçmaya bile yeltenemedi. İnsan onu ellerinin arasına alıp nazikçe tuttu. O kaçmak için çırpınırken insan ise sakinleşmesi için nazikçe kafasını ve kanatlarını okşamaya başladı. Lakin Hüma sakinleşmek yerine tam aksine yüreğinde büyüyen korku ile daha da çok çırpınmaya başladı. O insanoğlunu sadece uzaktan izlemeyi severdi yakından değil. Çünkü onlar tehlikeliydi. Kendisini parçalamak ve afiyetle mideye indirmek isteyen kedi Yumak kadar hatta belki ondan daha da fazla. Belki birisi yardım eder umuduyla çaresizce bağırmaya başladı. “Yardım edin, yardım edin bu vahşi insan beni öldürecek!” Fakat kimse ona yardım etmedi. Çünkü diğer kuşlarda en az onun kadar korkaktı ve sadece izlemekle yetiniyorlardı.
Hüma biraz çırpındıktan sonra tüm çabalarının faydasız olduğunu anladı. Kalbi deli gibi atıyordu ama kaderine boyun eğmekten başka yapacak bir şeyi yoktu artık. “Pes ediyorum,” dedi, “hadi öldür beni canavar! Durma öldür beni bunu hissedebiliyorum,” dedi. Sonra öfkeyle kafasını kaldırıp onu avuçlarının arasında tutan insanoğluna baktı. Ama şaşılacak bir şekilde bir an da onun yüzünü görür görmez bakışları yumuşadı ve kendini ona hayran hayran bakarken buluverdi, “Aman Allah’ım ne kadar da güzel,” dedi kendine hakim olamayarak. Dilindeki kelimeler ve beynindeki düşünceler sanki onu gördükten sonra kendinden bağımsız hareket etmeye başlamıştı. Yavaşça nefreti ve korkusu azalmaya başlamış artık sadece onu tutan ve nazikçe kanatlarını okşayan insanın güzel yüzüne odaklanmıştı. O bu zamana kadar gördüğü hiçbir insana benzemiyordu hatta o kadar güzeldi ki bir insana bile benzemiyordu o olsa olsa bir melek olabilirdi. Bu kusursuz yüz, bu tebessüm, bu simsiyah gözler, bu beyaz ten ve dalgalı saçlar. “Aman Allah’ım,” dedi, “O çok güzel.”
Bu insanoğlu farkında olmasa da, tek bir gülümseme ile daha önce kimsenin yapamadığını yapmış Hüma’nın o vahşi ve sert engellerini geçip içindeki buzları eritmeyi başarmıştı. Onun sakinleştiğini görünce onu kendine daha da yaklaştırıp, “Korkma,” dedi, “benden sana zarar gelmez.” ***** Bu genç artık işi gücü bırakmış sadece onunla ilgileniyordu. İlk önce ona biraz su içirdi. Sonra biraz ekmek yedirdi. Tekrar uçup gidebilmesi için ona güç kazandırmaya çalışıyordu. Görünürde bir yara olmasa da onun için endişelenmişe benziyordu. Hüma ise hala hayran hayran ona bakıyordu. Daha önce kimse onunla böyle ilgilenmemişti. Daha önce kimse onun için endişelenmemişti. Ama şimdi birden bu soğuk ve yalnız hayatına bu insanoğlu girmiş ve her şeyi bir güneş gibi ısıtmıştı. Hüma ondan o kadar etkilenmişti ki içinden “keşke beni hiç bırakmasa” dedi. Fakat insanoğlu ellerini gevşetir gevşetmez bir anda uçup giden yine kendisi olmuştu. “Ah,” dedi, “kahretsin, kuş iç güdüleri işte, niye uçup gittim ki sanki, keşke biraz daha yanında kalsaydım.” Ama elinde değildi, ne de olsa o küçük bir kuştu. Daha birkaç yıldır hayattaydı ve insanoğlu ile ilgili bildikleri hep onların kuşları sırf keyif olsun diye sapanla vurmaları, minicik kuşları kocaman mermilerle avlamaları ya da güzel olanları alıp kafeslere hapsetmeleriyle ilgili şeylerdi. O hep kötü şeyler görmüş ve yaşamıştı o yüzden bu kadar korkak olması ve her şeyden kaçması normaldi. Fakat bugün ilk defa bir insandan ilgi ve şefkat görmüştü. Bu da onun, “acaba” demesine sebep olmuştu. “Acaba,” dedi, “acaba iyi insanlar olabilir miydi?” Biraz daha düşündü ve sonra da dedi ki, “Neden olmasın?” evet, olmalıydı elbette iyi insanlar da olmalıydı ve “Eminim ki,” dedi, “o güzel yüzlü çocuk da iyi bir insan olmalı zaten hem melek gibi bir yüzü vardı hem de bana yardım etti.”
O gün Hüma gün boyunca gerçekten hiç ama hiç olmadığı kadar mutlu oldu. Bazen küçücük bir iyilik bile bir canlının mutlu olmasına nasıl da yetiyordu işte. Gidip yuvasına kondu Hüma ve o an birkaç gün önce yuvasının karşısındaki boş dairede birilerini gezerken gördüğünü anımsadı. Yeni komşuları ile bu kadar çabuk kaynaşabileceğini hiç tahmin etmezdi bu yüzden kendini daha da mutlu hissetti. Hissedebiliyordu bu aile diğerlerinden farklı olacaktı.
O gün tüm gün boyunca yeni taşınan komşularını izledi. Ve kendi kendini ayıplayarak, “Bir daha hiçbir insana önyargılı davranmayacağım, bu çok yanlış. Kötüler daha çok olsa da iyileri ayırt edebilmemiz için herkese bir şans vermek gerek artık insanlardan daha az nefret ediyorum,” dedi.
Ertesi gün sabah ise her şeyi unutmuş hayatın her günkü sıkıcı ve sıradan akışına geri dönmüştü. Yine uyandı, biraz uçtu, karnını doyurdu. İkindi vakti ise yuvasının karşısındaki apartmanın arka tarafında bulunan bahçeye geçti. Bu bahçe renk renk çiçekleri, çeşit çeşit ağaçları ve bahçenin ortasındaki küçük kuş havuzu ile adete cennetten bir köşe gibiydi. Apartmanın zemin katında oturan emekli yaşlı çift bahçelerine gerçekten gözü gibi bakıyor, çok özenli davranıyorlardı, Kuşlara karşı ise, onların birkaç küçük bağdan oluşan ekinlerine dadanmadıkça veya üstlerine pisletmedikleri sürece gayet naziklerdi. Hüma hep insanlardan haz etmeyen bir kuş olsa da her zaman en az zararlı olanların yaşlılar olduğunu bilirdi. Çünkü yaşlılar yavaştı ve her zaman yavaş olan daha az tehlikeli demekti. |
0% |