@yazarbiri
|
"Emin olma duygusunu çok özledim.Nereye elimi atsam şüphe..." José Mauro de Vasconcelos “Ömrümün geri kalanını nerde geçireceğimin ne önemi var?” genç adamın sitem dolu sesi odadaki sessizliği bıçak gibi kesmişti. Karşısında oturan arkadaşı yıllardır onu tanıyan bir an olsun yanından ayrılmayan Soner’di. Soner olay gerçekleşmeden önce Ayaz’ın son zamanlardaki halini pek beğenmiyordu. İçindeki şüpheden kurtulmak adına dostunun karşısına dikilmişti. Ona göre aklını kemiren sorulardan kurtulmanın tek çözümü buydu. Havadan sudan konuşup vakit harcamak niyetinde değildi. Bu nedenle nasılsın bile demeden kitabın ortasından konuşmayı tercih etmişti. Keza Ayaz da bu duruma ayak uydurarak içinde bulunduğu durumdan şikayet etmek yerine Soner’in açtığı yoldan ilerlemeye niyetliydi. “Bana bak bir kez soracağım.” Soner öne doğru eğilip fısıltı halinde konuştu. Siyah ceketinin omuzları havalanmıştı. O bunu umursamamıştı bile. “Kadını sen mi öldürdün?” Ayaz’ın çenesinin seğirdiğini görünce geri çekildi. O an kendinden emin bir şekilde kafasını sallayarak sözlerine devam etti. “Sana iyi bir avukat bulmamız lazım.” eliyle çenesini ovuştururken Ayaz’ın tiz sesine kulak kabarttı. “Benim için vaktini harcama. İşine bak.” Onca yıllık arkadaşının sorduğu soruya içerleyen Ayaz kafasını geriye atarak hiçbir şey demeden beklemeye başladı. Kırılmıştı çünkü aynı durumda Soner’e böyle bir soru sormayı aklına bile getirmeyeceğinden emindi. Soner dudaklarını sıkıp ellerini sertçe masaya vurdu. O esnada gardiyan uyarı dolu bir bakışla Soner’e karşılık verdi. Ellerini bir şey yok, manasında havaya kaldırdı ve tekrar Ayaz’ın gözlerinin içine baktı. “Bana bak, masumsan kaldı ki öylesin. Burada duracak bir dakika vaktin yok anladın mı beni?” Ayaz utangaç bir bakış attı. Bakışlarındaki hayal kırıklığı yerini yumuşak bir ifadeye bıraktı. Başını önüne eğerek bir süre sessizce bekledi. Sözcükler boğazında düğümleniyordu. Konuşmak istese her bir kelime dilinin ucuna geliyor ardından feryat ederek yokluğa karışıyorlardı. “Şimdi bildiklerini anlat. Ona göre avukatlarla görüşeyim.” Ayaz mahcup bir şekilde başını kaldırdı ve derin nefes aldı. Odadaki tüm oksijeni tüketmek istercesine bir nefesti bu. Soner’e kendinden çok güveniyordu. Kendisine gerçekten yardım etmek istediğinden zerre şüphesi yoktu. “Seansın sonlarına doğruydu.” diye lafa girdi. Şakaklarında ter damlaları birikmeye başlamıştı. O esnada gözlerinin önünde soyut bir perde açılmış gibiydi. O gün yaşadıkları perdeye yansıyordu ve tüm damarlarının çekildiğini hissediyordu. “Bir an kapının ardından bir ses yükseldi. Kadın önce aldırış etmedi. Muhtemelen önceden alışık oldukları bir durumdu.” sessizliğin ardına sığınırken gücünü toplamaya çalıştı. Derin ama tek bir soluk alıp devam etti. “Sonra kapı aniden açıldı. Adamın biri elinde bıçakla içeri girdi.” başını yukarı kaldırıp nemden bir kısmı küflenmiş tavana baktı. Tavanın boyası henüz yeniydi ancak rutubetin etkisiyle soyulmaya başlamıştı. Aylardır dört duvar arkasındaydı. Bunca zaman rutubet dolu hapishanenin kokusunu ciğerlerine çekiyordu. “Arbede oldu. Elinden bıçağı aldım. Kenara attım. Nerden bileyim tekrar deneceğini.” hıçkırık boğazında düğümlendi. Gözyaşlarını bileğinin tersiyle silerken başını iki yana salladı. Hıçkırarak ağlamaya başladı. Soner dudaklarını öfkeyle birbirine bastırarak Ayaz’ın sessizliğine ayak uydurdu. “Benim yüzümden öldü.” sesinde kabullenilmiş bir çaresizlik vardı. Olayın ardından gözlerini açtığında yüzüstü yatan kadının cansız bedeniyle karşılaşmıştı. Güç bela ayağa kalkarken kıyafetinin kana bulanmış olduğunu fark etmişti. Telaşla etrafına bakınırken odanın ortasında serili olan beyaz halının kenarının kıpkırmızı oluğunu görgünce aniden irkilmişti. Ensesine vurulmadan önce bileklerine sıkıca tutunan kadını hatırlamıştı. Kadının üzerindeki ekru gömleğin rengi kanın etkisiyle tamamen kırmızıya bulanmıştı. Öne doğru atılıp kadının yerde duran bedenine yaklaşmak istiyordu ancak bir görünmez bir kuvvet ona engel oluyordu. Cesaretini toplayarak yere, hareketsiz duran bedenin hemen yanına eğildi. “Nolur ölmemiş ol,” kadının bileğini avuçlarının arasına alarak nabzını kontrol etti. Ancak başparmağı hiçbir hareketlilik algılamıyordu. Kadının bileğini sakince yere bırakarak ayağa kalktı. Odanın zeminine baktığında durumun ciddiyetini o esnada fark etmişti. Biraz önce bir adam elinde keskin bir bıçakla odaya girmiş, tek kelime etmeden masum bir kadının canına kıymıştı. Kadının çaresiz çığlığı kulaklarında yankılanmaya başladı. Titreyen bedeni bir öne bir arkaya panikle atılırken ne yapacağını bilemez halde odada gezinmeye başladı. Şokun etkisi tüm bedenini sarmış, zihnini karanlık bir dehlize hapsetmişti. Odada her tarafa dağılmış siyah taşları görünce eliyle diğer elinin bileğini yokladı. Oltu taşından yapılmış bileklik tümüyle kopmuş, parçaları odanın her yerine savrulmuştu. Parkenin üzerinde kırık cam parçaları ışığın altında göz alıcı şekilde parlıyordu. Bir an önce buradan çıkmam gerek diye düşündü. “Seninle bir ilgisi yok. Adam seni bırakıp kadını öldürmüş. Demek ki kadınla bir derdi vardı. Kadının hayatı her türlü tehlikedeymiş zaten.” Ayaz başını olumsuz bir şekilde iki yana sallayarak itiraz etti. “Bıçağı hiç bırakmamam gerekirdi.” “Bana bak önemli olan bundan sonrası, anladın mı beni?” Soner gözlerini inatla Ayaz’ın gözlerine sabitledi. Aralarında geçen saliselik bakışma Ayaz’ın tüm sıkıntısını bir anlığına da olsa alıp götürmüştü. Bir süre uzaklara daldı. Bakışlarını yeniden canından çok sevdiği çocukluk arkadaşına çevirdiğinde cevabından korktuğu o soruyu sordu. “Oğlum Soner, benim başım beladan hiç kurtulmayacak mı?” ciddiyetle sorduğu soru bir süre havada asılı kaldı. Soner de bu sorunun yanıtını bilmiyordu. Hafifçe omuzlarını silkip yanıt verdi. “Kurtulsa iyi olur. O İzmir tatili senin hakkın olduğu kadar benim de hakkım.” dostane bir şekilde gülerek bedenini geriye çekti. Ayaz da gülümseyerek karşılık vermek üzereyken gardiyandan gelen uyarıyla beraber odanın havasına ciddiyet sirayet etti. Görüş saati sona ermişti. Soner toparlanarak ayağa kalktı ve çıkışa yöneldi. Ayaz ise buruk bir tebessüm ve dolu gözlerde dostunun ardından bakakaldı. Birbirlerine veda etmemişlerdi çünkü bunun son görüşme olmadığını biliyorlardı. Soner’in bir işi kafaya koyunca yaptığına defalarca kez şahit olmuştu. Soner kendisi gibi değildi. Dirayetliydi. Mücadeleciydi. Hayatını ona emanet etmekten bir an olsun şüphe duymazdı. Onunla annesinin cenazesinde tanışmışlardı. Henüz dokuz yaşındayken annesizliğin acısı küçücük yüreğine düşmüştü. Soner’in keskin hatlı yüzü yağmur damlalarıyla kaplı cama yansırken o hiç bozuntuya vermeden dışarıyı seyretmeye devam etmişti. Cenazenin telaşı Ayaz’ı bunaltmıştı. Küçük çocuğu bu telaşın girdabında bırakmışlardı. Kimse onun varlığını umursamıyordu. Sanki annesinin son nefesini verdiği an Soner ve babası haricindeki herkesin zihninden silinip ortadan kaybolmuştu. Kimse ona nasıl olduğunu sormuyordu. Sadece dirayetli olması için komutlar veriyorlardı. “Benim de annem öldü.” derken Soner’in sesi oldukça sakindi. Çocuk ruhuyla böylesine ciddi bir meseleyi bir yetişkin gibi sineye çekmesi oldukça ürkütücü gelmişti Ayaz’a. “Sen hiç ağlamadın mı?” Ayaz Soner’e dönerek içten bir merakla sorduğu sorunun yanıtını bekliyordu. Soner omuzlarını silkerek cevap verdi. “Ağlayınca annen geri gelmiyor dedi babam.” O yağmurlu sonbahar akşamında gün bitmek üzereyken taptaze bir dostluk doğmuştu. Baş sağlığına gelen insanlar yavaş yavaş çekilene kadar sessizce yağan yağmuru seyretmişlerdi. Annesini kaybetmiş ama o gece hayat ona teselli olarak bir kardeş bağışlamıştı. Her koşulda birbirlerine destek olmak için çırpınan iki kardeş. Ayaz koğuşa doğru ilerlerken annesinin cenazesini düşünüyordu. Annesini kaybettikten sonra kimse arayıp sormamıştı. Babası kendisini işine vermişti. Akşam yemeklerinde ölüm sessizliği masadaki üç bedene de işkence gibi geliyordu. Bu sessizlikten nasibini alan kız kardeşi, gözyaşlarını dizginleyemeyip yemeğin ortasında masadan kalkıp odasının yolunu tutardı. Onu geri getirmek, acıkan karnını doyurmak hep Ayaz’a kalırdı çünkü babası kızın ağlamasına dayanamayıp masayı terk ederdi. Ranzaya uzanıp gözlerini kapattı. Eski defterleri kurcalamanın sırası değil diye iç geçirdi. Soner’in aylar sonra yanına gelip yardım elini uzatmasını düşündü. En son olay gününden bir gün önce yüz yüze görüşmüşlerdi. Her zamanki gibi vedalaşmadan ayrılmışlardı. Aylardır, böyle olacağını bilseydim sımsıkı sarılırdım diye hayıflanıyordu. Nihayet kardeşim dediği adam bir yolunu bulmuş ve onu görmeye gelmişti. Gözlerini kapatıp kendisini uykunun kollarına bırakacağı esnada tüm vücudu kaskatı kesildi. Olduğu yerden doğrularak yatakta oturur vaziyette düşünmeye başladı. Zehirli düşünceler birer birer zihnine akın ediyordu. Neden şimdi? Neden? Neden bunca zaman değil de şimdi? Avukat tutmak Soner’in aklına neden şimdi gelmişti? |
0% |