@yazarcerenoktay
|
AYIN KARANLIĞI 18.08.2024, 13.30 🌙 Yeni hikayemize hepiniz hoş geldiniz, ve keyifli okumalar!
Oy vermeyi ve yorum yapmayı lütfen unutmayın.
Okumaya başladığınız tarihi ve saati buraya yazın lütfen.
***
Çalışan makineler ve konuşan insanlar dışında Ay’da ses duymak pek mümkün değildi. Bu makineler, inşa edilen yaşam alanları ve hayatlarını sürdürmeye devam eden insanlar, henüz birkaç senedir buradaydılar.
Ayın yüzeyinde inşa edilen cam kubbelerde korunan koloniler, Ay’ın sert ve soğuk doğasını dışarıda bırakıyor, sadece bu cam kubbeler içinde yaşamını sürdürüyorlardı. Bir zamanlar insanlığın hayalini süsleyen ve ulaşılmaz gibi görünen Ay, şimdi hepsinin yaşamasına imkan veren bir koruyucu gibiydi. Buna minnettarlardı.
Cam kubbelerin içinden dışarıya baktıklarında, uzay boşluğunda asılı durmakta olan o muhteşem gezegeni görebiliyorlardı. Nitekim artık bu gezegen eskisi gibi değildi. Bir zamanlar ışıl ışıl parlayan Dünya, artık bozulan atmosferin ince bir perdesi ardında silikleşmişti. Henüz tamamen yok olmamıştı.
Dünya’da hala insanlar yaşamaya devam ediyordu ama Dünya artık eski ihtişamından çok uzaktı. Eskiden hayat dolu olan gezegen, şimdi zorluklarla ve felaketlerle boğuşan bir yuva haline gelmişti. Pek çok insan bu zorluklardan dolayı hayatını kaybetse de yaşamaya devam edenler ve Ay’da yaşama imkanı bulamayanlar, hayatlarını devam ettirebilmek için ellerinden geleni yapıyorlardı.
Komutan Zara, Ay’ın sessiz yüzeyinde yürürken, her adımında ince bir toz tabakası havaya kalkıyordu. Üzerinde giydiği özel basınç kıyafeti, bu düşmanca ortamda hayatta kalmasını sağlıyordu. Kaskının vizörü, Dünya’nın solgun yüzüne doğru çevriliydi. Atmosferdeki çatlaklar, sürekli oluşan fırtınalar ve doğal felaketler, orada yaşamaya devam eden insanlar için hayatı her geçen gün biraz daha zorlaştırıyordu.
Ay’da nefes almak mümkün değildi. Zara’nın maskesi, sürekli olarak ona oksijen sağlıyordu. Adımları, kıyafetin yerçekimi dengeleyici sistemi sayesinde Dünya’daki gibi daha akıcıydı; Ay’ın düşük yerçekiminde savrulup gitmemesini sağlıyordu. Tüm bu teknolojiye rağmen, Ay’ın sertliği ve soğukluğu hala hissediliyordu. Yine de Zara ve onun gibiler, Dünya’dan vazgeçmemişlerdi. Bu zorunlu ayrılık, insanlığı hayatta tutmuş olsa da Dünya hâlâ onların gerçek yuvasıydı.
Ay'daki yaşam, alışılmadık olsa da kendi içinde iyi düşünülmüş bir düzene sahipti. Zarif cam kubbelerle kaplanmış büyük yapılar, bu zorlu ortamda yaşamı sürdürmenin anahtarıydı. Kubbeler, Güneş ışınlarını filtreleyerek içerideki bitki örtüsüne can veriyor ve bu yapıların içinde suni atmosfer koşulları sağlanıyordu.
Tarım alanları, insanlığın Ay'da kendine yeterli olabilmesi için hayati öneme sahipti. Bu küçük seralarda, Dünya’dan getirilen tohumlar ve genetiği değiştirilmiş bitkiler yetiştiriliyordu. Bilim insanları, bu bitkileri yetiştirebilmek için özel biyoteknolojik çözümler geliştirmişlerdi: Küçük, verimli hidroponik sistemler kullanılarak bitkiler, toprak yerine besleyici çözeltiler içinde büyütülüyordu. Bu sayede, sınırlı su ve minerallerden en iyi şekilde yararlanabiliyorlardı.
Her bir tarım alanı, yapay olarak ayarlanmış sıcaklık ve ışık seviyelerine sahipti. Bitkilerin büyüme döngüleri dikkatle izleniyor, biyolojik süreçleri hızlandıracak yapay ışık sistemleri devreye sokuluyordu. İçeride yaratılan bu mikro ekosistemler, dışarıdaki ölümcül boşluğa rağmen, insanlar için hem gıda hem de oksijen sağlayarak yaşama katkıda bulunuyordu.
Eğitim merkezleri ve askeri üsler de bu yaşam düzeninin ayrılmaz parçalarıydı. Eğitim merkezlerinde, yeni nesil mühendisler ve bilim insanları yetiştiriliyor; tarım, enerji ve teknolojik gelişim konularında eğitim veriliyordu. Askeri üsler ise, sadece savunma değil, aynı zamanda yeni kolonileşme görevlerini yönetmek için stratejik bir rol oynuyordu. Ay’daki her bir yerleşim, bilimsel ve teknolojik inovasyonun bir ürünüydü; her biri, Ay’ın soğuk ve sert yüzeyinde yaşamı sürdürme hedefiyle titizlikle tasarlanmıştı.
Bu küçük bahçeler ve seralar, Dünya'daki doğanın minyatür bir yansımasıydı. Zara, bu alanlardan birinde yürürken yaprakların arasında süzülen ince güneş ışıklarını izledi. Bu narin yeşillikler, zorluklarla çevrili olsalar da, insanın yaşama direncinin ve doğaya olan ihtiyacının bir göstergesiydi.
Zara, bitki alanlarından uzaklaşarak yürüyüşüne devam etti. Çevresindeki yapılar, Ay'ın yüzeyine inşa edilmiş, insanlığın hayatta kalabilmesi için tasarlanmış ileri teknoloji ürünü komplekslerdi. Cam kubbeler, yaşam alanlarını koruyan en önemli yapılar arasındaydı. Bu kubbelerin altında barınma birimleri, eğitim merkezleri, araştırma laboratuvarları ve askerî karargâhlar bulunuyordu. Her biri, Ay’ın dışındaki ölümcül boşluğu içeri sızdırmadan yaşamı sürdürebilmek için dikkatlice planlanmıştı.
Zara, geniş koridorlardan geçerken bir yandan tarım alanlarının serin havasını geride bırakıyor, bir yandan da Ay yüzeyindeki bu büyük yapılar arasında ilerliyordu. Barınma alanları, şeffaf cam panellerle, dışarıya açılan manzaralarıyla, insanlara Dünya’yı hatırlatacak küçük bir konfor sunuyordu. Eğitim merkezleri, genç bilim insanlarını ve mühendisleri eğitmek için günün her saati faaliyetteydi. Askerî karargâhlar ise sürekli tetikteydi. Hem Ay kolonisini koruma hem de galaktik keşifleri organize etme görevini üstlenmişti.
Zara, bir an durup devasa bir cam panelin önünde nefes aldı. Koruyucu kaskını çıkardıktan sonra yüzüne çarpan hafif rüzgarı hissetti. Elbette bu, Ay’ın doğal atmosferinden kaynaklanan bir rüzgar değildi.
Yürüdüğü koridorların ve yapıların içindeki hava akışı, ileri teknoloji sistemler sayesinde ortaya çıkmıştı; insanlara burada daha rahat nefes almaları için küçük bir lüks sunuyordu. Ancak, Zara'nın içinde yankılanan başka bir rüzgar vardı. Hafif bir kaygı dalgası, onu derinlerden etkiliyordu. Dünya'nın durumu... Ay'daki yaşam ne kadar gelişmiş olursa olsun, Dünya’yı bu haliyle bırakmanın ve insanları o zorluklar içinde yaşamaya mahkum etmenin doğru olmadığına inanıyordu. Dünya, hatıralarının en derin köşesinde yer almaktaydı ve onun gerçek yuvasıydı. Ay gibi sahte değildi…
Zara’nın bulunduğu yerin ilerisinde, üssün en büyük kubbesi olan "Merkez," yer almaktaydı. Yüksek ve güçlü bir şekilde duruyor, yönetimin orada olduğunu adeta haykırıyordu. Ay’daki yaşamın kalbi olan bu devasa yapı, Ay Kolonisi'nin liderlerinin toplandığı, stratejik kararların alındığı tek yerdi. Burada, koloniyi yöneten üst düzey komutanlar, politikacılar ve bilimsel otoriteler bulunuyordu. Her biri, farklı ülkeleri ve güç odaklarını temsil eden kişilerden oluşuyordu.
Merkez'in en üst katında, "Konsey Odası" adı verilen geniş bir toplantı salonu yer alıyordu. Burada, insanlığın kaderini belirleyecek kararlar alınıyor, Dünya’daki hükümetlerle ve diğer gezegenlerdeki kolonilerle iletişim sağlanıyordu.
Zara gibi askeri liderler, koloniyi savunmak ve keşif operasyonlarını yürütmek için konseyle yakın bir iş birliği içinde çalışmak zorundaydılar. Konseyin üyeleri, her biri farklı ülkelerden ve geçmişlerden gelen etkili kişilerdi; bu insanlar Ay’daki yaşamın sürdürülebilirliği ve genişlemesi için en önemli kararları alıyordu. Ayrıca gelecek için de önemli kararlar alarak insanlığı olumlu ya da olumsuz yönde etkiliyorlardı.
Zara, Merkez’in bu daha üst kademelerine nadiren çıkar, genellikle üssün güvenliği ve operasyonlarıyla ilgilenirdi. Ancak, Merkez’deki bu yüksek rütbelilerle gerçekleştirdiği görüşmelerde kendini her zaman gergin hissederdi. Onlar için Zara bir askerdi; savaşları yöneten, tehlikelere karşı savunan bir güç. Fakat Zara, daha fazlasını yapmak istediğini biliyordu. Ay’daki bu yeni yaşamı sadece korumak değil, aynı zamanda insanlığın bu yeni dönemde hayatta kalmasını sağlamak onun için kişisel bir görev haline gelmişti.
Konseyin kararları çoğu zaman tartışmalıydı. Dünya’daki kaynak sorunları, diğer gezegenlere yapılacak keşifler ve kolonilerin genişletilmesi, hatta farklı galaksilere ulaşıp oradaki yaşam alanlarına yerleşme gibi konular, bu odada dile gelirdi. Onlar bilmese de alınan her karar, Zara ve onun gibilerin omuzlarına yük bindiriyordu.
Zara’nın bulunduğu alandaki en büyük kapının ardında, Zara'nın en son görmek isteyeceği ama görmek zorunda olduğu şey duruyordu: Geçmişi... Geçmişindeki en önemli ve en değerli insan olan Alex, orada onu bekliyordu.
Yıllar önce Dünya’da, çocukluklarının geçtiği askeri lojmanlarda yaşadıkları onca şeyden sonra, bir daha onu göreceğini düşünmemişti. Ama şimdi, Alex geri dönmüştü. Kanlı ve canlıydı. Onun varlığını öğrendiği ilk zamanı dün gibi hatırlıyordu. Komutanı Alex’i göreve gönderdiğini ve birkaç sene süren görev ardından geri geleceğini anlatmıştı. Şimdiyse Alex, buradaydı. Belli ki geri gelmişti.
Artık bir başmühendis olan Alex, Ay’daki bu üssün teknik operasyonlarını yönetiyordu. Zara, onu tekrar gördüğünde, içindeki yaraların henüz tamamen iyileşmediğini fark etmişti. Ayrılık, hem onu hem de Alex’i derin yaralarla baş başa bırakmıştı.
Zara, büyük bir cam pencerenin önünde durdu ve Dünya’yı seyretmeye başladı. Elini uzattı, parmakları önündeki cam yüzeyi takip etti. Hatırlıyordu… O eski günleri, birlikte geçirdikleri zamanları, hayallerini… Ama şimdi her şey çok uzak görünüyordu. Ne Alex ne de Zara, eski tanıdıkları insan değildi. İkisini de zaman ve yaşananlar çok değiştirmişti.
Alex, Zara’nın bulunduğu alana girdikten sonra ağır ve dikkatli adımlar attı, daha sonra Zara'nın yanında durdu. Yumuşak bir nefes aldı, nefesi verdi. Zara’yla birlikte sessiz bir şekilde Dünya’yı izlemeye başladı.
"Burada olmak garip, değil mi?" dedi Alex en sonunda sessizliği bozarak. Sesindeki hüzün ve rahatlama açıkça belli oluyordu. "Ay'ın yüzeyi her zaman soğuk ve Dünya’ya uzak hissettiriyor, ama bir yandan da…” Duraksadı. Doğru sözcüğü bulmaya çalışıyor gibiydi. “Güvende."
Zara, hafifçe başını salladı, ama bakışlarını Dünya’dan ayırmadı. Birkaç saniye sessiz kaldıktan sonra eliyle Dünya’yı işaret etti. "Dünya'dan ne kadar uzaklaşırsak uzaklaşalım, orası bizim evimiz. İnsanlar orada yaşama tutunmaya ve zorluklara karşı dik durmaya çalışıyorlar. Lakin orada yaşamak… Burası kadar güvenli ve kolay değil."
Alex, Zara’yı onaylarcasına başını salladı. "Buradaki yaşam da kolay değil. Bu duruma gelebilmek için ne kadar zaman ve para harcandı, emek verildi biliyorsun."
Zara, elbette biliyordu. Sürece başından beri tanıklık etmişti. Ay’da yaşam kurulmaya başlayalı 10 yıl kadar olmuştu. Dünyadan buraya geliş, yapılan araştırmalar, planlar ve daha fazlası epey zaman alsa da insanlığın bilim ve teknoloji konusundaki hızla gerçekleştirdiği atılım, burada olmalarını sağlamıştı. Kendisini şanslı mı yoksa şanssız mı görse hala emin olamıyordu. Üzüntülü bir nefes alıp aldığı nefesi geri bıraktı.
Alex ve Zara, bir süre sessiz kaldılar. Yalnızca nefes alış verişleri ve camın ötesindeki derin uzay boşluğu arasında sıkışıp kalan düşünceler varlığını hissettiriyordu ikisine. "Her şey değişti," dedi Zara sonunda sessizliği bozup. Sesi bir fısıltı kadar yumuşaktı. "Ama bir şekilde aynı kaldı."
Alex, ona döndü. "Bazı şeyler asla değişmez," dedi, Zara'nın gözlerinin içine bakarak. "Bazı şeyler, her ne olursa olsun, bizimle kalır."
Zara’nın dudaklarının kenarında hafif bir gülümseme belirdi, ama bu gülümseme hemen kayboldu. Zihninde yankılanan sorularla birlikte, yarım kalmış cümleler içinde kaybolmuş gibi hissediyordu. Fakat bir şeyden emindi: Dünya'dan kaçmak, ondan tamamen vazgeçmek anlamına gelmiyordu. Bu yer, Ay’ın soğuk toprakları, belki de onlara bir umut ışığı sunabilir ve Dünya’yı kurtarmak için onlara bir çıkış kapısı sunabilirdi. Nitekim Zara, Alex’in aslında bundan bahsetmediğini çok iyi biliyordu. Sadece bildiğini kabul etmek istememekteydi. |
0% |