@yazarcerenoktay
|
28.08.2024, 13:55 🐺 Doğaüstü Yakışıklılar Akademisi 1 - Yaşama Çabası'nın birinci bölümüne hepiniz hoş geldiniz, Okumaya başladığınız tarihi ve saati buraya yazın lütfen. Not : Bu kitap bolca fantastik öğe, daha önce görülmemiş doğaüstü - fantastik yaratıkları, insan görünüşlü olan varlıkları ve daha fazlasını içermektedir. Bu tarzda bir kitap arayan herkes için uygundur. Yirmi bir temmuz sabahı... Saat 12:32. Bugün havanın diğer günlere nazaran daha sıcak olması, yüce konseyde bulunan herkesin gerginliğinin daha da artmasına sebep oldu. Pek çoğu elinde tutmaya devam ettiği yelpazeyi sallamaya devam etti, arada önlerinde bulunan buzlu içecekleri yudumladı ve bunaltılarını yok etmeye çalıştı. Nitekim hiçbiri işe yaramadı. Hepsi kendisi için ayrılmış olan sandalyede oturmaya devam ederken, arada gözlerini yargılanacak kişiye çevirip yelpazeleri yavaş yavaş masanın üzerine bırakmaya başladılar. Bütün bunlar olmaya devam ederken, genç adamın birisi sessiz bir şekilde onları seyretmeye devam ediyordu. En ufak bir ses çıkarmayı bırakın, doğru dürüst hareket bile edemiyordu. Uzun, siyah saçlara, kahverengi gözlere, hafif kalın ve biçimli kaşlara sahipti bu genç adam. Gözaltı torbaları uykusuz olduğu için morarmaya yüz tutmuştu. Burun ucu ve burun kıkırdakları birbirini dengeleyecek şekilde dar görünüyordu. Öyle ki genç adama bakıldığında, mükemmel bir burun yapısı ile karşılaşıyordunuz. Üst dudağının uçları sivri, alt dudağıysa üst dudağına göre biraz kalındı. Geniş alnı, çıkık elmacık kemikleri vardı. Çene yapısı, yüzü ile bir bütün olarak alındığında dikdörtgeni aldırıyordu. Fazlasıyla yakışıklı bir genç olmasına rağmen olanlar göz önüne alındığında bu halinin bir önemi yoktu. Bütün bakışlar kendisine yeniden yöneldiğinde, genç adam yutkunmadan yapamadı. Kendini bildi bileli Karanlık Nesli'nden olmasına rağmen onlardan dolayı burada olmak ürkmesine sebep oldu. Nasıl ürkmesindi ki? Bu varlıklar sadece kendilerini düşünüyordu ve saçma sapan kanunlar koyarak hayatlarını kısıtlıyorlardı. Tıpkı insanların dünyasında olan kanunlar gibi. Onlarda nasıl ki adam öldürmek suçsa ve cezası varsa, Karanlık Nesli'nde de insanlardan beslenmek büyük bir suçtu. Genç adam kendisine dönen bakışlara her ne kadar aldırmak istemese de suratı gitgide daha fazla ekşimeye başladı. Nasıl ekşimesindi ki? Bulunduğu mahkeme onunla ilgiliydi. Bu durum, genç adamın gerginliğinin daha da artmasına sebep oluyordu. Nihayet büyük salona karar alımında en büyük yetkiye sahip kişi geldiğinde, genç adam alt dudağını ısırmadan yapamadı. Dakikalar sonra belki de en ağır cezayı alacak ve bir daha bu rahat hayatı bulamayacaktı. Başını iki yana salladı ve sakinleşmeye çalıştı. Tabii bu ne kadar mümkünse... Büyük salona en son giren kişi Bay Harrignton’dan başkası değildi. Gür beyaz saçlara, esmer tene, saçları gibi beyaz sakallara sahip bir adamdı. Mavi gözlerinden çok öfkeli olduğu okunuyordu. Üzerinde beyaz renkte bir cübbe vardı. Cübbenin üzerinde altından sırma bulunuyordu. Bay Harrignton, Karanlık Nesli'nin en yaşlılarından sadece birisiydi. Daha öncesinde onunla birlikte bu yasaları oluşturan çoğu kişi hayatını kaybetmiş olduğundan sağ kalanlar arasında olduğu için kendisini şanslı sayıyordu. Bu ölen yaşlıların hiçbiri doğal bir ölüm yaşamamıştı. Hepsi savaş sırasında hayatını kaybetmişti. Karanlık Nesli’nde olanlar yüzyıllar boyunca hayatını sürdürebiliyor ve kolay kolay ölmüyordu. Vücutları kendisini saliseden daha kısa sürede yenileyebiliyor ve bu da ömürlerinin daha uzun olmasını sağlıyordu. Bu durum, yaş ilerledikçe daha ağır gerçekleştiğinden alınan yaralar daha geç iyileşiyor, hatta bir süre sonra iyileşmez hale geliyordu. Karanlık Nesli'nin en yaşlıları bu yüzden savaş sırasında hayatını kaybetmişti. Bay Harrignton, adımlarını daha da hızlandırıp deri koltuğunda yerini aldığında, genç adam bakışlarını ondan kaçırdı. Ona bakmak istemiyordu. Genç adamın bakışlarını kaçırdığını gören bir güvenlik görevlisi gelip, hemen başını tuttu ve bakışlarını yeniden Bay Harrignton’a çevirmek zorunda kalmasına sebep oldu. Bay Harrignton, ellerini önündeki altından yapılma masanın üzerine koyduktan sonra birleştirdi. Derin bir nefes aldıktan sonra dudaklarını aralayıp bakışlarını çevresinde gezdirdi. Gözleri Yüce Konsey'in diğer on iki üyesini tek tek taradı. Onların üzerindeki cübbe, kendisinin üzerindekinin tam zıt rengindeydi. Siyah. Üzerinde gümüş sırma mevcuttu. Kadınlar ve erkekler, karışık bir şekilde oturuyorlardı. Onların oturduğu yerin hemen önünde bulunan masalar birleşikti. Aralarında hiç boşluk olmadan uzanıyor, bir yerden sonra oval olup tekrardan düz bir şekilde uzanmaya devam ediyor ve en sonunda düzleşerek son buluyordu. Bay Harrignton, onların tam karşısında oturmaktaydı. Gücü, liderliği ve kendinden emin duruşu ile herkesin gözünü korkutmayı başarıyordu. Bay Harrignton, bakışlarını yeniden karşısındaki genç adama çevirdikten sonra genzini temizledi. Ellerini önündeki dosyada gezdirip bir süre yazanları inceledikten sonra tekrardan genç adama baktı. Dudaklarını araladıktan sonra ağzından sözcükler çıktı. Konuşurken ses tonu fazlasıyla sert ve acımasızdı. "Mert Çember. Mahkememize yazılı kanunlardan birini çiğnediğin için gelmiş bulunmaktasın. Sunulan kanıtlar daha öncesinde Yüce Konsey tarafından incelenmiş ve suçlu olduğuna karar verilmiştir. Suçuna karşılık verilmesi uygun olan ceza için Yüce Konsey tarafından epey kafa yorulmuş, en sonunda da bu konuda son karar tarafıma bırakılmıştır. Cezan tarafımca belirlenmiştir. Söylemek istediğin bir şey var mı?" Genç adam isminin söylenmesinin ardından önce titredi, sonrasında bileğine takılan kelepçeler yüzünden neye uğradığını şaşırdı. Daha cezası bile açıklanmamışken bunun yapılması, kişilik haklarına darbeden başka bir şey değil onun için. Bakışları önceki halinden daha da sertleşti ve yeniden Bay Harrignton'a döndü. Ağzını araladığında neredeyse söylenecek, bir takım ağır sözler sarf edecek gibi göründü. Buna rağmen sadece ağzını aralamasıyla kaldı. Hiçbir şey söylemedi. Gözlerini kapatıp burnundan derin bir nefes aldıktan sonra iç sesine kulak verdi. Sakin ol Mert. Sinirlenerek bir yere varamazsın. Hata yaptığının, kanunları çiğnediğinin sen de farkındasın. Karanlık Nesli'nde kim mahkemeye çıkarsa çıksın yargılanmasında aklanmıyordu. Zaten kanunlar kolay kolay çiğnenmediğinden Yüce Konsey çok nadir bir araya geliyordu. Bu aklanmayan kişiler arasında bugün Mert Çember de vardı. Ne derse desin hiçbiri ona inanmayacak, alınan karar her ne ise suratına sert bir şekilde çarpacaktı. Mert, gözlerini yeniden açtıktan sonra "Hayır," dedi. Yarım ağız konuşuyordu ve ağzından çıkan sözcükler tam olarak anlaşılmıyordu. "Söyleyeceğim bir şey bulunmuyor." Bay Harrignton "Karar!" dediğinde herkes ayağa kalktı ve heyecanla alınan kararın açıklanmasını beklemeye başladı. Geçen her saniye ortamdaki heyecan daha da artıyor, bazılarının neredeyse tırnaklarını kemirmesine sebep olacak kadar gerilmesini sağlıyordu. "Mert Çember, insanlarla beslenmenin yasak olduğunu bilmesine rağmen beslenmiş ve bunun sonucunda DYA’da yaşamaya mahkum edilmiştir. Akademi'den çıkış imkansızdır ve kendisini çok zorlu bir hayat beklemektedir. Eğer ki hayatta kalmayı başarırsa ve akademiden mezun olabilirse tekrardan aramıza alınacaktır." Bay Harrignton'un açıkladığı karar ardından salonda büyük bir sessizlik yaşandı. Mert’in cezası ağır olacaktı hiç kuşkusuz ama bu kadar ağır olması kimse tarafından beklenmiyordu. DYA’da yaşam, gerçekten de alınabilecek en ağır cezaydı. Mert, bir hata işlemiş, hatta ve hatta bir insandan da beslenmiş olabilirdi ama DYA’da bir yaşam sürecek olmak, en ağır işkencelerden birine maruz kalmaya eş değer olduğundan çok kötüydü. Genç adam istem dışı titredi. Tüylerinin diken diken olduğunu hissetmeye başladı. Gidemezdi oraya. Oraya giderse eğer hayatta kalamayacağını düşünüyordu. Üstelik orada Bay Harrignton'un en büyük düşmanı varken bu olamazdı. Olmamalıydı. *** Genç adam salonun dışına çıktığında türünden pek çok kişinin beklediğini gördü. Hepsi ona nefret dolu gözlerle bakıyordu. Hiçbiri kanunları özellikle en önemli kanunu çiğnemezken Mert’in bunu yapmış olması onu öldürmek istemelerine sebep oluyordu. Karanlık nesli olarak beslenmelerinin yasaklanma sebebi, insanların kısa sürede mutasyona uğramasından kaynaklanmaktaydı. İnsanların trombosit hücresi besin kaynaklarıydı ve insanların vücudundaki en önemli hücrelerden bir tanesiydi. Bu hücre tamamen yok olup sıfırlandığında, o insanın kanında trombosit yerine daha önce eşi benzeri görülmemiş bir organizma beliriyor, ortaya çıkan bu organizma kişinin kısa sürede mutasyona uğramasına sebep oluyordu. Mert’in o insandan neden beslendiğine dair en ufak bir fikri yoktu. Her şey saniyesinde gelişmiş ve kendisini o insandan beslenir halde bulmuştu. İnsan da Mert’in beslenme isteğine boyun eğmişti. Sanki mutasyona uğrayacağını bilip bunu istiyor gibi. Alacağı darbeler şiddetli olacağı için, güvenlik güçlerinden biri koluna Mekanikmus adını verdikleri kelepçeden takmıştı mahkemeden çıkmadan önce. Bu kelepçe, tarafına yapılacak saldırıları anında önlüyordu. Önüne ördüğü görünmez kalkan sayesinde genç adam kendisini çok daha rahat ve mutlu hissediyordu. Dış kaplaması yapışkan bir jel gibi görünen araca zorla bindirildiğinde rahatladığını hissetti. Daha sonra yanına güvenlik güçlerinden iki kişi oturdu. Biri sağında biri de solunda yerini alıp onu ortalarına aldılar. Mert, sağında oturan adama dönüp “Bu karar gerçekten doğru mu?” diye sordu. “Ben ciddi ciddi DYA’ya mı gönderiliyorum?” Mert’in soru sorduğu adam Saçma sapan konuşup durma, diyen bakışını attıktan sonra “Bu konuda şaka yapıldığı nerde görülmüş?” diye sordu. Mert, adamın sorusu üzerine gözlerini devirdi. Sorduğu soruda oysa çok haklı olduğunu düşünüyordu. Çünkü bu karara hala inanamıyordu. Şaka yapıldığını düşünüyordu. Mahkemede verilen karara dair herhangi bir şaka yapıldığı bu zamana kadar görülmemişti. Alınan karar, bir daha asla değiştirilmez ve açıklanan kararın şakası olmazdı. Söz ağızdan bir kere çıkardı. Bu yüzden konuşan adam sözlerinde haklıydı. Mert, sessiz kalmaya devam ederken yolculuğun ne kadar süreceğini düşündü. Daha yola çıkalı çok olmamasına rağmen sıkıldığını hissetti. Akademi içerisinde kendisinden daha güçlü yaratıkların olduğu aklına geldiğinde morali daha da bozuldu. Lanet olsun! Nasıl böyle bir hata yaparsın sen? diye kendisine sövmeye başladığında elleriyle yüzünü kapatıp başını iki yana salladı. Aradan saniyeler, kesinlikle saniyeler geçtiğine yemin edebileceğini düşündü Mert. Az önce kendisine kızarken şimdiyse akademinin kapısının önünde duruyordu araç. Nasıl bu kadar kısa sürede akademiye vardıklarına anlam vermeye çalıştı Hemen solunda oturan güvenlik görevlisi sanki düşüncelerini okumuş gibi “Aslında burası çok daha yakınında. Sadece sizler göremiyorsunuz. Burayı ceza aldığınızda ve bizim gibi görevli insanlar görebilir,” diyerek açıklama yaptı. Mert’i araçtan indirdikten sonra, kapıya kadar eşlik ettiler. İçeri girmeden önce kolunda takılı duran kelepçeyi çıkardılar ve Akademi’nin görevli güvenlik güçlerinden bir varlık onu içeri tıktı. Bu güvenlik görevlisi Mert’in tahminince şu anda insan formunda olan ama gerçek formuna geçtiğinde görünmez olan bir yaratıktı. Dokunduğu varlığın cisimlerin içinden geçebilmesini sağlıyordu. Bu canlı türüne Aniptast deniliyordu. Güvenlik görevlisi Mert’i bıraktığında, görünür hale geldi ve ensesinden tutup onu sürüklemeye başladı. Genç adam, bunun üzerine tutmayı bırakması için debelendi ama işe yaramadı. “Bırak beni. Kendim de gidebilirim. Buraya bir kez girdikten sonra, kaçmanın imkânsız olduğunu biliyorum ne de olsa.” Bunu yapıp yapmama konusunda tereddüt ettiğini gördü güvenlik görevlisinin. Sadece iki saniyelik bir sürenin ardından elini Mert’in ensesinden çekti. Birlikte akademinin girişine kadar yürüdüler. Yürüyüşlerinin sonunda Mert’in karşısına çıkan kapı, onun tam üç katı uzunluğundaydı. Genç adamda çelikten yapıldığı izlenimi uyandırmıştı. İlgiyle kapıya ve binaya bakmaya başladığında güvenlik görevlisi onu itekleyerek içeri soktu. Kapı arkasından kapandığında, bakışları salonun her iki yanından görkemiyle inmekte olan ve üzerinde kırmızı halının bulunduğu merdivenlere kaydı. Sağda bulunan merdivenden iki erkek iniyordu. Dişlerinin yapısına ve ağızlarına bulaşmış olan kana bakılırsa, bu adamlar vampirdi. Mert’i görür görmez, yüzlerindeki ifade korkunç bir hal almıştı. Vampirler ile geçmişten bu zamana kadar uzanan ve hala devam eden bir düşmanlıkları vardı. Onlar kadar güçlü olmadıkları için Mert’in türünü kıskanıyorlardı ve sürekli olarak onları öldürmek üzere saldırıda bulunuyorlardı. İkisi aynı anda Mert’in üzerine doğru atıldığında, onları durduran bir hava akımı oluştu. Boşlukta çırpındılar ama Mert’e bir türlü ulaşamadılar. Mert, bakışlarını çevresinde gezdirdiğinde merdivenlerden inmekte olan bir genci gördü. Bu genç belli ki, havaya hükmedenlerden birisiydi. Havayı kontrol ederek vampirleri engelliyordu. Mert, daha akademiye girer girmez iki tane düşman edinmiş olduğu halde bu sayının daha da artacağından emin olduğunu hissetti. Acaba buradan ölmeden kurtulabilecek miyim? diye düşünmeden yapamadı. Eğer ki akademiden ölmeden çıkabilirse kendisini çok şanslı sayacaktı. |
0% |