Yeni Üyelik
11.
Bölüm

3. Bölüm

@yazarcerenoktay

25.09.2024, 15:20 🐺

Doğaüstü Yakışıklılar Akademisi 1 - Yaşama Çabası'nın üçüncü bölümüne hepiniz hoş geldiniz,
ve keyifli okumalar!

Okumaya başladığınız tarihi ve saati buraya yazın lütfen.

Not : Bu kitap bolca fantastik öğe, daha önce görülmemiş doğaüstü - fantastik yaratıkları, insan görünüşlü olan varlıkları ve daha fazlasını içermektedir. Bu tarzda bir kitap arayan herkes için uygundur.

 

Eğer ki ismini bilmediği hava kontrolcüsü ortaya çıkıp Mert’i kurtarmasaydı, belki de şu anda helvasını yiyor olacaklardı. Genç adam kurtarıldığı için çok şanslıydı. Hava kontrolcüsü tam zamanında gelmişti.

Vampirler, hava boşluğunda çırpınmaya devam ediyordu. Onların havada çırpınışı devam ederken hava kontrolcüsü “Ben onları etkisiz hale getirmişken bence buradan bir an önce kaybolsan iyi olacak. Eğer Akademi Müdürü’nün odasını arıyorsan, solda en son kapı,” dedi.

Demek ki, bu akademiye geldiğimizde ilk olarak Müdür’ün odasına gidiyoruz. Ben de gideyim bari. Kaybedecek hiçbir şeyim yok artık nasıl olsa. diye düşündü Mert. Hava kontrolcüsüne birkaç saniye baktıktan sonra, başını salladı ve “Teşekkür ederim,” dedi.

Seri adımlarla yürümeye başladığında, kendisini çok rahatsız hissetti. İlk günden böyle olduysa, kim bilir daha ne tür yaratıklarla karşılaşacak ve tehlikeye uğrayacaktı.

Kendisine söylenen kapının önüne geldiğinde, üzerinde bir isim yazmadığını fark etti. Bu garipti. Normalde yöneticilerin ismi yazmaz mıydı asılı olan isim tabelasında? Yazardı. Peki, şimdi neden yazmıyordu?

Kaşları durumun garipliğiyle, biraz çatıldı ve alnının kırıştığını hissetti. Sağ elini kaldırıp beyaza boyanan tahta kapıyı tıklattı. İçeriden bir ses yükseldi. “Gel,” diyordu. Sesi duyan genç adam, kapının kolunu tuttuktan sonra çevirdi ve kapıyı açıp içeri girdi.

Karşısında kahverengi saçları jöle yardımıyla dağınık bir şekilde duran, kendisinden daha iri vücutlu, esmer bir adam vardı. Gözlerinin kenarlarında dikkatle baktığında fark edilen kırışıklıklar bulunuyordu ama bu kırışıklıklar onun yaşını hiç belli etmemekteydi.

Adam, Mert’i görünce ayağa kalktı. “Sen yeni olmalısın,” dedi. “Ben Akademi Müdürü’yüm. İsmimizi söylemiyoruz. Bu yüzden bana ismimi sormasan iyi edersin.”

Mert, içinden yeni mi? diye sordu. Akademiye yeni gelen doğaüstü yaratıklara yeni mi diyorlardı? Müdürün söylediği o kadar şeyin içinden sadece buna takılmıştı genç adam. Bu lakap hiç hoşuna gitmemişti.

Müdürün uzattığı elini sıktıktan sonra, hemen karşısındaki tekli koltuklardan birine oturdu. Fazlasıyla heyecanlı ve gergindi. Müdür, bunu fark etmesine rağmen herhangi bir şey söyleyip rahatlamasını sağlamaya çalışmıyordu.

Mert’in hafif öksürüşü odayı doldurduğunda koltuğuna oturan Müdür, masasının çekmecesini açıp içinde bir şeyler aramaya başlamıştı. Her ne yapıyorsa Mert’in ilgisini çekmiş ve merak duygusuyla dolup taşmasına sebep olmuştu.

Mert, bu arayış belli ki uzun sürecek diye düşündükten sonra buraya gelişiyle ilgili konuşmak için ağzını araladı. O sırada konuşmaya başlayan Müdür, sözcüklerin ağzına tıkılmasına sebep oldu.

“Yeni sözcüğünün sana garip geldiğini biliyorum. Evet, biz akademiye yeni gelen herkese bu lakabı takarız. Bu onların toy olduğunu gösterir. Aynı şekilde senin de. Binlerce yaratık bu lakabı aldı, hiçbiri senin gibi garip bulmadı. Neyse. Bu konuyu uzatmaya gerek yok. Akademiye gelmene sebep olan olayı biliyorum. Her varlığın geliş sebebini bildiğim gibi. O insanla beslenmeseydin burada olmayacaktın. Sahi, ondan beslenmene ne sebep oldu? Kuralları neden çiğnedin?”

Mert, yanıt vermeden önce alt dudağını sarkıttı. Parmaklarını iç içe geçirdi. Başını iki yana salladı. “Buraya geliş sebebimi bildiğinize göre her şeyin anlık olarak geliştiğini de biliyor olmalısınız,” dedi. Oturduğu koltuğa yapışan bacaklarını görmezden gelmeye çalışırken, sesinin tepkili çıkmasına engel olamamıştı.

Müdür, çekmeceden nihayet bir kâğıt çıkardığında “Biliyorum. Bilmez olur muyum?” diye sordu. Elinde tutmaya devam ettiği kâğıdı Mert’in önüne doğru sürdükten sonra kalemlerin yer aldığı metal kutudan bir kalem aldı. Kalemi kağıdın yanına bıraktıktan sonra “Bu kağıdı doldurmanı istiyorum,” dedi. “Akademiye gelen her doğaüstü yaratık bu kağıdı doldurur. Doldurdukları kağıdı onlar için özel olarak açtığımız gelişim dosyasına ekleriz.”

Mert, bakışlarını ağır ağır önündeki kağıda çevirdi. Sağ elini kağıda doğru uzatıp kağıdı eline aldıktan sonra, dikkatlice üzerinde yazan yazılara baktı. Anne adı, baba adı, doğum tarihi, burcu gibi kendisini tanımalarına sebep olacak bilgileri doldurması isteniyordu.

Kağıtta yazan yazıları okumaya devam ederken, akademiye geliş sebebini ayrıntılı bir şekilde anlatmasını istedikleri bir bölümün olduğunu gördü. Kaşları hafifçe çatılırken “Bana buraya geliş sebebimi bildiğinizi söylemiştiniz,” diyerek homurdandı.

Müdür, dudaklarını birbirine bastırarak gülümsedi. Eliyle kağıdı işaret ederken “Biliyor olmam senin anlatmana engel olmuyor değil mi?” diye sordu. “Lütfen kağıt üzerinde istenen her bilgiyi eksiksiz doldur. Buraya gelen hiçbir yaratık senin kadar sorgulama yapmamıştı. Sorgulama yapıyor olman açıkçası hiç hoşuma gitmedi.” Cümlesini bitirdiğinde dudaklarındaki gülümseme silinmiş, sesindeki neşeyse tamamen yok olmuştu.

Mert, Müdür’ün sert sözleri üzerine bir şeyler söylemek istemesine karşın alt dudağını ısırmakla yetindi. Kağıdın üzerinde kendisinden istenen her bir bilgiyi eksiksiz doldurduktan sonra, kağıdı Müdür’ün önüne bıraktı.

Müdür, kağıdı eline aldıktan sonra doldurulmuş olan bilgilere bakmak yerine bir anda önünde beliren dosyaya yerleştirdi. Bunu yapmasının ardından dosya geldiği gibi bir anda yok oldu. Yaratıkların bilgilerini her nerede tutuyorlarsa oraya gitmiş olmalıydı.

Dosyanın kaybolmasının ardından Müdür konuşmasını “Benden hiçbir şeyi saklayamazsınız. Düşüncelerinizi okuyabiliyor ve her bir ruh durumunuzu hissediyorum,” diyerek sürdürdü. Başını hafifçe öne doğru eğerken ellerini yumruk yapıp çenesinin altına koydu.

Mert, bu açıklama ile müdürün nasıl şipşak cevap verdiğini daha iyi anladı. Demek ki daha bir şey söylemeden anında yanıt vermesi ya da ne düşündüğünü bilmesi bundan kaynaklanıyordu.

“Başka yapmam gereken bir şey var mı?” diye sorduğunda bitkince iç çekmeden yapamadı. Buradan çıkınca ne yapacağını, nasıl hareket edeceğini bilmiyordu. Sahi, buradaki yaratıklar ne yapardı? Nasıl hareket ederlerdi? Hiçbir şey bilmiyordu ve kendisini bu haliyle yeni doğmuş bir bebek gibi hissediyordu.

“Bugün dersinin olması gerek,” dedikten sonra müdür ayağa kalktı. Odanın içinde bulunan bir dolaba doğru ilerlemeye başladı. “Bakalım programın hazırlanmış mı?”

Mert’in bakışları, müdürün her bir hareketini dikkatle takip ediyordu.

Müdür, üst üste duran metalden yapılma bir dolabın önünde durduğunda çekmecelerden birine elini uzattı. Çekmeceyi açıp içinden bir kağıt aldıktan sonra çekmeceyi tekrardan kapattı. Kağıdın üzerinde yazan programa göz attıktan sonra “Evet,” dedi. “Düşüncemde yanılmamışım. Bugün dersin var. Konu Ölümsüzlüğün Efendileri. Kısacası Vampirler.”

Mert, müdürün söyledikleriyle kaşlarını çatıp ağzını aralamadan yapamadı. Şansa bak. Vampirler tarafından saldırıya uğradığım gün onlarla ilgili bir ders işleniyor. Tam gününde işlenecek ders eklemişler programıma, diye düşündü.

“Evet,” dedi Müdür ders programının yazdığı kağıdı uzatarak. “Vampirlerin sana saldırmaya çalışmasından sonra, onlarla ilgili bir dersin iyi olacağını düşünüyorum. Eğer sana yardımcı olacağım başka bir konu bulunmuyorsa, odadan çıkabilirsin. Akademide bulunacağın süre boyunca kalacağın oda ikinci katta. Merdivenlerden çıktığında, soldan sekizinci kapı.”

Mert, ayağa kalkarken soracağı başka bir soru olup olmadığını düşündü. Olmadığına kanaat getirince “Teşekkür ederim,” dedi. “Ben odama gideyim.”

Tam kapıya yönelmişti ki, aklına gelen düşünce yüzünden tekrar müdüre döndü. “Şey, kıyafet sorununu nasıl…”

Müdür, bakışlarını Mert’e döndürmeden “Sizin gibi aniden gelenler için, odada her zaman yedek kıyafet bulunur. Beden problemini dert etme. Kıyafeti giydiğinde, bedeninin şeklini almakta. Yani tam sana uygun hale gelecek,” dedi.

Mert’in dudaklarında rahatlamasının verdiği etkiyle bir gülümseme belirdi. Gülümsemesinin ardından ortaya çıkan gamzesi, yanağında bir çukur oluşturdu.

Vay canına. Dünyada o kadar uzun süredir yaşamama rağmen, böyle bir şeyi ilk defa duyuyorum. Kıyafetlerde böyle bir özellik varsa, kim bilir burada kullanacağımız şeylerde kim bilir ne özellikler vardır.

Müdür, Mert’in düşüncelerini duyduğunda gözlerinde parıltılar meydana geldi. Mert’in bu parıltıları görmesini engellemek için hemen yok ettikten sonra Mert gelmeden önce yaptığı işine geri döndü.

Mert, odadan dışarı çıkıp kapıyı arkasından kapattıktan sonra merdivenlere yöneldi. Müdür ne demişti? ‘Odan ikinci katta, soldan sekizinci kapı.’ Odası sol tarafta olduğu için, soldaki merdivenleri tercih edip yürümeye devam etti.

Kırmızı halıya basarak merdivenleri tırmanmaya başladı. Her adım attığında sol tarafındaki duvarda beliren resimler, göz kamaştırıcı şekilde hareket ediyordu. Daha önce hiç hareket eden ve konuşan insanların olduğu resimler görmemişti.

Mert, hareket eden insanların ve yaratıkların bulunduğu çerçeveleri gördüğünde, onların gerçekten yaşayan varlıklar olduğunu çoğu öğrenci gibi bilmiyordu. Bu insanlar ve yaratıklar akademideki birtakım kuralları çiğnedikleri için çerçevelerin içine hapsedilmişlerdi.

Birisi Mert’ten yardım istemek için ağzını açtığı sırada suratına görünmez bir tokat indi. Yardım isteyecek olmak yasak olduğu için buna teşebbüs eden her kim olursa şiddete maruz kalıyordu.

Mert, gördüğü hareketli resimlerin hala şokunu atlatamamışken merdivenin üzerindeki halının şekillerinin ve renklerinin değişmesi daha da şaşırmasına sebep oldu.

İkinci kata vardığında burnuna hoş bir koku çalındı. Bu koku leylağa benzer bir bitkiden yükseliyordu. Kokuyu içine içesine çekerken “Ne kadar güzel,” dedi. “Mis gibi kokuyor.”

Kokuyu çeke çeke yürümeye devam etti. Akademi Müdürü’nün belirttiği odayı bulabilmek için kapıları tek tek saymaya başladı. Sekizinci kapıyı bulduğunda, kendisini biraz yorgun hissetti. Gördüklerini ve bugün yaşananları sindirmesi zamanını alacaktı.

Kapıya dikkatli gözlerle baktığında kapının üzerinde isminin yazdığını gördü. “Kapıda isim yazdığını söyleseydi bu kadar çok uğraşmama ve stres olmama gerek kalmazdı,” dedi. Gözlerini devirdikten sonra başını salladı.

Konuşmasından sonra bir ses duydu. Sesin sahibine döndüğünde, karşısında neredeyse beyaza yakın sarı saçlara sahip olan bir erkek duruyordu. Gökyüzü kadar parıl parıl parlayan mavi gözleri, gür saçları ve vampirlerden daha koyu beyaz bir teni vardı. Yüzü o kadar dikkat çekiciydi ki, pek çok kızın ağzının suyunun akmasını sağlamıştı kesin.

“Bunu söylemezler. Aslında çoğu şeyi söylemezler. Burada hemen hemen her şeyi senin tek başına başarman bekleniyor.”

Mert, kollarını göğsünde kavuşturduktan sonra “Öyle mi?” diye sordu. “Neden? Bunu yapmaları çok saçma değil mi?”

“Başına gelebilecek tehlikelerde çoğunlukla yalnız kalacağın için güçlenmen adına.”

Ne hoş, ne hoş, diye geçirdi içinden Mert. Akademiden şimdiden nefret etmişti.

İsmini bilmediği genç adam yaslanmış olduğu tırabzandan kollarını çekip “Ben Aras Ayaz,” diyerek kendini tanıttı. Elini Mert’e doğru uzattıktan sonra “Dersin var mı?” diye sordu.

“Evet. Dersim var,” dedi Mert gözünün önüne düşen bir tutam saçını kulağının arkasına sıkıştırdıktan sonra. Elini uzattı, Aras’ın tokalaşma isteğine karşılık verdi.

Aras, tokalaşmayı bıraktıklarında kapının üstünde az önce olmamasına rağmen sonradan ortadan çıkan diğer ismi işaret parmağını uzatarak gösterdi. “Dikkatini çekti mi bilmem ama oda arkadaşıyız.”

Mert, Aras’ın işaret ettiği isme baktığında Aras’ın doğru söylediğini gördü. İsminin hemen üstünde Aras Ayaz yazıyordu. Ellerini pantolonunun cebine sokmasından sonra “Acaba bana odaya girişimi nasıl yapacağımı söyler misin? Çünkü bunu nasıl yapacağımı bilmiyorum. Odanın kapısını açabilmem için kart ya da anahtar vermediler,” diyerek yardım istedi.

Aras, ellerini beline koyup hafifçe esnedi. Mert’in isteğini başıyla onayladıktan sonra kapıya doğru bir adım attı. Kapının tam önünde belirdiğinde kapı geriye doğru çekilip girebilmesi adına Aras’a yol açtı.

Mert, Aras’ın bunu nasıl yaptığına anlam veremedi. Elinde herhangi bir kart ya da anahtar yoktu. Acaba büyü mü yapmıştı? Büyük ihtimalle öyleydi. Yoksa içeriye nasıl girecekti ki?

Aras, içeriye girmesinin ardından dışarıda hareketsiz bir şekilde kalan Mert’e doğru döndü. Eliyle Mert’i çağırdıktan sonra “Hadi gel,” diyerek odaya çağırdı.

Mert, Aras’ın çağrısına karşılık verip adım atmayı akıl edebildi. Odaya doğru yürüdü, içeri girdikten sonra derin bir nefes aldı. Aldığı nefesi geri verdiğinde kapının kapanan sesi kulaklarına çalındı.

Aras, yatağının üstüne oturduktan sonra “Senin buraya gelme sebebin nedir?” diye sordu. Gözlerinden merak fışkırıyordu. “Muhtemelen buradaki her doğaüstü yaratık gibi cezalandırılmışsındır. Tahmin edersin ki ben de cezalandırılan yaratıklardan birisiyim. Burada olmaktan hiç hoşnut olmadığımı itiraf etmezsem kendime çok kızarım. Buradaki hiçbir yaratığın aynı benim gibi akademide olmaktan hoşnut olduğunu sanmıyorum.”

Mert, odanın içini incelemeye devam ederken “Yakalandım,” dedi ve rahatsızca güldü. Aras’ın karşısına geçtikten sonra teninin üzerindeki ürpertiyi hissetti. Hafifçe titredikten sonra anlatmaya başladı.

“Türümün insanlar ile beslenmesi kesinlikle yasak. İnsanların mutasyona uğraması beslenmemizin yasaklanmasını sağlayan en temel etken. Tahmin edersin ki, bu yasağı çiğnedim. Ben beslenmeye devam ederken olayı kayda alan kimse aldığı bu kaydı Yüce Konsey’e sunmuş. Yasağı çiğnediğime dair ellerinde görüntü kaydı olunca beni buraya gönderdiler. Ne kadar süre burada kalacağımı bilmiyorum.”

“Anlıyorum. Senin için çok üzüldüm,” derken Aras’ın sesindeki üzüntü yüzüne de yansımıştı.

Mert, sağ elini havada salladıktan sonra omuz silkti. “Sorun değil,” dedikten sonra burnundan derin bir soluk aldı. Ara verdiği incelemeye kaldığı yerden devam etti.

Aras’a ait kısımda insanların dünyasında çekilmiş sinema filmlerinin posterleri bulunuyordu. Harry Potter, Star Wars, Yüzüklerin Efendisi, Avatar, Titanik ve daha fazlası… Duvarlardaki bu posterlerin hepsi göz alıcıydı. Mert, bu filmlerin hepsini izlediği için, ayrıca filmlerin hepsinin hayranı olduğundan sevincinin suratına yansımasına engel olamadı. Oda arkadaşıyla ortak bir yanının olması çok iyiydi.

“Vay canına. Bu filmler bir harika. Seninle ortak bir yanımız olduğuna çok sevindim. Aslını istersen oda arkadaşım ile anlaşamam diye düşündüğüm için biraz korkuyordum ama ortak bir yanımızın olması, daha fazlasının olabileceği anlamına geliyor olmalı.”

Aras, Mert’in sözleri üzerine heyecanını gizleme gereği duymadan “Gerçekten mi? O halde kendimizi söylediğin gibi şanslı saymamız gerek. Çünkü akademide ortak oda paylaşan çoğu yaratık anlaşmakta zorluk geçiyor.” dedi.

Mert, sağ elini yumruk yaptıktan sonra Aras’a uzattı. “Hadi yumruklarımızı tokuşturalım,” dedi. “Bu bizim arkadaşlığımızın başlangıcı olsun. Ne olursa olsun birbirimize ihanet etmeyelim ve birbirimizi korumak için elimizden geleni yapalım.”

Mert’in söylediklerini dikkatle dinleyen ve bakışları hala uzattığı yumrukta dikili olan Aras, boğazını gürültüyle temizledi. Mert’in isteğine karşılık vermek için elini yumruk yaptı ve uzattı. “Pekala. Madem öyle istiyorsun, bu isteğini kabul edeceğim. Zaten burada muhakkak arkadaşa ihtiyaç duyuyorsun. Arkadaşın olmazsa kendini çok yalnız hissediyorsun. Karşılaşacağın tehlikelerde yanında arkadaşının olması korunman için daha iyi oluyor.”

Yumruklarını tokuşturmalarının ardından Mert yeniden odanın içine göz atmaya başladı. Akademide olduğu süre boyunca kullanacağı bu oda çok büyüktü. İçinde iki tane yatak, ders malzemelerini koyabileceği kendisine ait bir kitaplık, fazla büyük olmayan, yine kendisine ait olacak olan bir giysi dolabı ve iki tane de çalışma masası vardı. Tuvalet ve banyo, sadece onlara aitti. Ortak kullanım yapacaklardı. Gerginlikle boynunu kaşıdıktan sonra yatağın üzerindeki yastık, çarşaf ve yorganı hayatta kullanamayacağını düşündü. Acilen değiştirmesi gerekiyordu.

Kıyafetleriyle yatak malzemelerinin bulunduğu dolaba gözü kaydığında Aras’ın dolaba doğru ilerlediğini gördü. Dolabın önünde durup kapağını açtıktan sonra “Sana ait olan bütün kıyafetler burada,” dedi. “Tek çeşit kıyafet giydiğimiz için aynı kıyafetten birkaç tane görmen mümkün. Ayrıca giyeceğin iç çamaşırları da tek renkte. Dolabın içinde beyaz renkte atlet ve baksır var gördüğün gibi. Ayrıca yine gördüğün gibi yatağın için gereken tüm eşyalar var. Eğer ki değiştirmek istersen yastık yüzü, yorgan yüzü ve çarşafı buradan alabilirsin.” Elini alt taraftaki çekmeceye uzattıktan sonra açtı. “Burada havlun ve lifin bulunmakta. Her eşyanın yeri (tabii dolabın için geçerli bu) sabit olmalı. Düzene çok önem veriyorlar. Banyo içinde kullanacağın şampuan, saç kremi, duş jeli gibi malzemeler ise banyoda yer almakta.”

Doğruldu. Mert’e yeterince yardımcı olduğunu düşündü. Dolabın kapağını kapatmadan geri çekildikten sonra kolundaki saate baktı. “Sen duş al. Benim derse gitmem gerekiyor. Sonra görüşürüz,” dedi. Odadan çıkmak üzere yürümeye başladı.

Mert, odadan çıkmak üzere hareket eden Aras’a “Teşekkür ederim,” dedikten sonra tekrardan dolaba döndü. Dolaptan giyeceği kıyafetleri aldıktan sonra yatağının üstüne bıraktı. Üzerindeki kıyafetleri çıkarıp çekmeceden havlu ve lif aldıktan sonra banyoya doğru ilerledi. Kirli kıyafetlerini duvara sabitli durmakta olan, kendisine ait olduğunu düşündüğü kirli sepetine attı. Havluyu askılığa astıktan sonra şampuanı ve duş jelini alıp duşa kabine doğru ilerledi. Elindekileri duş rafına koymasının ardından suyu açtı. Sıcaklığın istediği gibi olduğundan emin olduktan sonra yıkanmaya başladı. Dersine çok vakit kalmadığını bildiği için acele ediyordu.

Saçını birkaç kez yıkadı, vücudunu içesine temizledi, saçlarını son kez temiz suyun altına soktuktan sonra suyu kapattı. Rafa koymuş olduğu duş jeli ile şampuanı eline aldı. Duşa kabinden çıktıktan sonra geri yerine bıraktı. Vücudunu asmış olduğu havluyla sarıp duştan çıktıktan sonra rahatladığını hissetti. Duş almak gerçekten iyi gelmişti.

İçesine kurulandıktan sonra havluyu banyodaki askılığa astı. Üzerine dolaptan çıkardığı kıyafetleri giydi. İç çamaşırları buraya gelmeden önce giydiği iç çamaşırları gibi rahattı. Müdür’ün söylediği kıyafetse giydiği anda vücudunun şeklini almıştı.

“Vay canına!” dedi büyük bir şaşkınlık içinde.

Masanın üzerine bıraktığı ders programına yeniden baktığında Müdür’ün söylediği gibi Vampirler ile ilgili olduğunu gördü. Kağıdı tuttuğu elini yanındaki boşluğa doğru indireceği sırada adının yazılı olduğu ders kitaplarını gördü. Kitapların çoğu fazlasıyla kalındı.

Kitaplara göz attıktan sonra vampirler ile ilgili olanı eline aldı. Not almak için kullanacağı bir defter ve yazdığına emin olduğu bir kalem bulduktan sonra sıkıca tuttu hepsini. Duvarda asılı olan güneş şeklindeki saate baktığında, derse çok ama çok az zaman kaldığını gördü. Stres tüm vücudunu sardı. Eğer ki derse geç kalırsa yeni öğrenci olduğu için bunu sorun etmeyeceklerini umdu. Odadan çıktıktan sonra çevreyi araştırarak sınıflara giden yolu bulmaya çalıştı.

***

Sınıflara giden yolu bulamadığı için fazlasıyla vakit kaybetmişti. Karşısına çıkan her doğaüstü yaratığa sınıfları nasıl bulacağını sorduğunda yardımcı olmamaları oldukça can sıkıcıydı. Aras, söylediklerinde haklıydı. Dediği gibi kimse yardım etmediği için kendisini yalnız hissediyordu ve sınıfları bulması çok zor görünüyordu.

Tüm akademiyi talan ettiğinde, en sonunda üzerinde sınıflara gider yazan bir kapıyı gördü. Sol elini kalbinin üstüne koyduktan sonra soluklanmaya çalıştı. Yorulmuştu. Devasa olan akademiyi komple araştırmak canından can çıkıyor gibi hissettirmişti.

Elini göğsünden çektikten sonra, sınıflara gider yazan tabelanın altında bulunan su sebilini gördü. Sebile doğru ilerledi, plastik bardaklardan birini eline aldıktan sonra buz gibi sutu bardağa doldurdu. Suyu tepesine dikip içtikten sonra biraz olsun rahatlamıştı. Bir bardak daha su içtikten sonra bardağı sebilin yanında duran çöp kovasına attı. Çöp kovası çiğnemeye benzer sesler çıkarıp ortaya çıkardığı sivri dişlerle saniyeler içinde bardağın yok olmasına sebep oldu. Mert, bu gördüğüyle gözlerinin irice açılmasına engel olamadı. “Aman Allah’ım!” dedi.

Akademi Müdürü’nün verdiği kartı kıyafetinin cebinden çıkararak karşısına çıkan kapıya tuttu. Kapı yavaşça yana kayarak açıldı. Açılan aralıktan geçmesiyle açılan kapı gürültü çıkararak kapandı. Loş ışıklı bir koridora çıkmıştı. Bir süre yürümesi gerektiğini fark etti. Yürümeye başladı.

Dolambaçlı yolda bir süre yürüdü. Karşısına yeniden bir kapı çıktı. Bu kapıyı da diğer kapı gibi açtı, yürümeyi sürdürdü. Kapının gürültülü bir şekilde kapanıyor olması tüyler ürpertse de sesi duymamaya çalıştı. Nihayet karşısına son kapı çıktığında “Lanet olsun! Bu kadar zorluğu neden çıkarıyorlar anlamıyorum!” demeden yapamadı. “Altı üstü derslerin işlendiği sınıflara gidiyoruz. Ne olabilir ki?”

Zaman geçtikçe gerginliği daha da artıyordu. Son kapıdan geçip yürümeye başladığında karşısına sonsuzmuş gibi görünen bir koridor çıktı. Gerginlikle dişlerini gıcırdattı. Başı hafiften ağrımaya başlamıştı. Acaba ağrısını kesecek bir doğaüstü varlık var mıydı derste? Hoş, olsa bile yardım etmeyeceğine emindi. Sınıflara giden yolu bulmasına kimse yardım etmezken bunun için neden yardım edeceklerdi ki?

Kapıların üzerinde ders adının yazabileceği umuduyla, yürümeye başladı. Koridor diğer koridorlarda olduğu gibi hala loştu. Belirli aralıklarla dizilmiş, hafif ışık yayan meşaleler yüzünden ortaya çıkan gölgesi arada ürkmesine sebep oluyordu. Bir ara garip sesler duyduğunu düşünüp korkuyla sıçramış ve çığlık atmıştı.

Saatine tekrar göz attığında, derse yirmi sekiz dakika geç kaldığını gördü. Küfretti. Bu akademiden kesinlikle nefret ediyordu.

Sınıfı en sonunda bulduğunda, biraz soluklandı, ardından kapıyı tıklattı. İçeriden yükselen “Gel,” sesini duydyktan sonra elini kapıya uzattı. Kapı kolunu çevirip sınıfa girdikten sonra kapıyı arkasından kapattı. Ders hocasının gözlerine bakıp tek düze bir sesle konuşmaya gayret etti. “Geç kaldığım için özür dilerim,” dedi.

Gözleri boş olan bir sıra ararken onu gördü. Bugün kendisini vampirlerden kurtaran hava kontrolcüsü ile aynı sınıfta olmak rahatlamasını sağladı. Hava kontrolcüsü onun aksine şok olmuş gözlerle kendisine bakmaktaydı.

***

Aras, odasının önünde dikilmeye devam eden yeni öğrenciyi gördüğünde içindeki stresi iliklerine kadar hissetmişti. Eğer daha fazla stres altında kalsaydı, duygularına müdahale etmek zorunda kalacaktı. Bu kadar stres altında olup yıpranmasına izin veremezdi.

Aras, daha onu ilk gördüğünde genç adama karşı bir yakınlık hissetmişti. O da kendisi ve diğer doğaüstü yaratıklar gibi cezalandırılarak akademiye gönderilmişti hiç kuşkusuz.

Bir süre Mert ile vakit geçirip onu odada yalnız bıraktıktan sonra derse gitmek için dışarı çıkmıştı. Mert, birinci sınıf öğrencisiydi. Kendisinden bir sınıf altta kalıyordu.

Aras, ilk senenin ne kadar zor olduğunu bildiğinden genç adam için üzüldüğünü hissetti. Kendisi zor da olsa birinci senedeki eğitimini başarıyla geçip ikinci senesinde okumaya başlamıştı. İkinci sınıfta okumak ilk seneye göre daha zorlayıcıydı.

Şu anda görecekleri dersin sınıfına ilerlemek için yürüyüşünü sürdürüyordu. Bu dersin adı göçebelikti. Hem insanların hem de doğaüstü yaratıkların göçebelik hayatlarıyla ilgili bilgi ediniyorlardı.

Sınıfa hoca ile aynı anda vardığında, hocasının kendisine attığı ters bakışlarla karşılaşmıştı. Savunmasını yapmak için ağzını açtığı sırada hocanın “Sınıfa gir,” diyen sert sesini duymuş, ağzını kapatıp hiçbir şey demeden sınıfa girmişti. Hoca derse girmesine izin verdiği için şanslıydı. Sırasına oturduğunda, rahatlıkla tuttuğu nefesini geri verdi.

Loading...
0%