@yazarcerenoktay
|
05.10.2024, 04:11 🐺 Doğaüstü Yakışıklılar Akademisi 1 - Yaşama Çabası'nın altıncı bölümüne hepiniz hoş geldiniz, Okumaya başladığınız tarihi ve saati buraya yazın lütfen. Not : Bu kitap bolca fantastik öğe, daha önce görülmemiş doğaüstü - fantastik yaratıkları, insan görünüşlü olan varlıkları ve daha fazlasını içermektedir. Bu tarzda bir kitap arayan herkes için uygundur.
Mert, kendisine bir şeyler söylendiğini duyuyor ama tam olarak ne dendiğini anlayamıyordu. Birkaç saniye sonrasında sözcükleri net bir şekilde duyabilmeye başladı ama kafası karıştı. "Sonunda kendine gelebildin." Kendine gelmek mi? Benimle konuşan kim? Neden böyle diyor? Ağırlaşmış göz kapaklarını hissediyordu. Gözlerini zar zor açabildi. Yerde sırtüstü uzandığını fark etmesi biraz zamanını aldı. Elini ensesine götürüp çevresine baktığında, konuşan kişinin Egehan olduğunu gördü. "Bana ne oldu?" diye sordu kaşlarını çattıktan sonra. "Neden yerde yatıyorum?" Sinan, Ölüm Kokulu ve Egehan göz göze geldiğinde, bir terslik olduğunu fark etti. "Ne oldu?" diye sordu yeniden sesini baskın tutmaya gayret ederek. "Birileri bana neler olduğunu anlatacak mı? Egehan?" Egehan, endişeli bir ifadeyle Mert’in suratına bakmayı sürdürdü. Bakışları Sinan ve Ölüm Kokulu'ya döndüğünde "Şeytani Varlıklar bayılmana sebep oldu," dedi. "Bunca zamana kadar hiç ortaya çıkmamışlardı ama ilk defa böyle bir şey oldu. Onlar neden bunu yaptılar? Hala anlayabilmiş değilim." "Senin yerinde kim olsa korkardı. Üstelik sen daha Akademi'ye alışamadan başına bin bir türlü olay geldi. Bayılman gayet doğal." Mert, onların desteğiyle ayağa kalktı. Başı hala dönüyordu. Burası ne garip bir yer böyle. Eğer ki ceza almamış olsaydım, başıma bu kadar tehlike gelmezdi. diye düşündü. "Şeytani Varlıklar'dan kastın nedir? Onlar ne ki?" diye sorduğunda üzerindeki kalıntıları silkelemeye çalışıyordu. Sinan, sandalyelerden birine oturduktan sonra "Sana her şeyi anlatmayı inan isterdim," dedi. "Lakin biliyorsun ki, Akademi'de bazı şeyleri anlatmamız yasak. Bunu yaparsak eğer, sonuçları çok ağır olabiliyor.” "İyi ama böyle olursa, bilgisiz kalırsam, bana yardım edilmezse kendimi nasıl koruyacağım?" Mert, haklı olarak kendisini oldukça çaresiz ve güçsüz hissediyordu. Nerede, nasıl davranması gerektiği konusunu es geçti. Bilmesem de olur diye düşündü. En azından kendini korumak için neler yapması gerektiğini bilse, bu uzunca süre yeterli olurdu. "Öğreneceksin. Biz nasıl öğrendiysek, sen de öğreneceksin." *** Yeni olanların böylesine zorlanmasından nefret ediyorum. Hayır, ne gerek var? Söyleyelim işte her şeyi. Öğrensinler. Ama yok. Neymiş efendim, kendi kendilerine bir şeyleri öğrenmeleri onların gelişmesinde ve sınıf atlamasında en önemli etken oluyormuş. Sinan ile birlikte Mert’i odasına götürüp yatırdıktan sonra Emir’den gelen bir mesaj olduğunu gördü Egehan. Mesajda "Alışmaya başladı mı?" yazıyordu. "Hayır. Hala alışamadı. Çok korkak. Akademide daha bilmediği çok fazla şey var ve öğreneceği bazı şeylerin yüreğine indireceğinden korkuyorum." Mesajı gönderdikten sonra Mert'e baktı yeniden. Derin bir uykuya daldığını gördü. Nefes alışverişinden hala korkmaya devam ettiğini anlıyordu. En iyisi onu rahat bırakmak ve gidip uyumak, diye düşündü. Odadan çıkıp kendi odasına doğru ilerlemeye başladı. Odasına girdikten sonra üzerindeki kıyafetleri çıkarmadan yatağa girip kendisini uykunun kollarına bıraktı. *** Bazen şekil değiştirici olduğum için hiç memnun değilim. Sanki en zorlu görev bana verilmiş gibi hissediyorum. Gerçi öyle. En zorlu görev bana verildi. Akademi'nin çevresini sürekli kontrol ediyorum ve eğer ki tehditkar bir şey hissedersem ya da görürsem, hemen bildiriyorum. Emir, Egehan ile konuşması bittikten sonra, esnedi. Şu anda yatağına yatıp horul horul uyuduğundan çok emindi. Uyuması gereken zamana daha vakit olduğu için dikkatini akademinin çevresine yöneltti ve tehditkar herhangi bir şey olup olmadıpını incelemeyi sürdürdü. Kontrolüne devam ederken pek çok kez Egehan’ın yerinde olmak istediğini fark etti. Ne kadar istese de bunu olmayacağının farkında olduğu için içli içli bir nefes alıp aldığı nefesi geri bıraktı. Artık düşünmemeli ve dikkatini görevine vermeliydi. *** Elindeki sigaradan son bir fırt daha çektikten sonra, izmaritini yere fırlattı. Akademideki bütün Kurt Adamlar'ın lideri yani Alfa'sı olmak, onu bazen çok yoruyordu. Olsun, sorun değil. dedi pek çok kez söylediği gibi. Öyle ya da böyle buna zamanla alışacağını düşünüyordu. Bugün, birinci sınıfların Kurt Adamlar ile ilgili dersi vardı ve bu derse girecekti. Derse girmesindeki amaç, onların gözünde gerçeklerin daha net canlanmasını sağlamaktı. Kurt Adamlar nasıl varlıklar? Neye göre dönüşüyor, neye göre hareket ediyor? gibi pek çok sorunun yanıtını onlara anlatacaktı. Kolundaki saate baktığında, derse girme vaktinin geldiğini gördü. Ayağa kalkıp dersin başlayacağı sınıfa doğru ilerledi. *** Derin bir nefes aldıktan sonra, her zamanki bakışını takındı. Soğuk, mesafeli, asabi ve katı. Onu tanıyan herkes, çoğunlukla böyle olduğunu biliyordu ve kolay kolay değişmek istemiyordu. Ona ayrılan masaya oturduktan sonra, eline aldığı tebeşiri parmaklarının arasında döndürmeye başladı. Bakışları, sınıfı taramaya devam etti. En önde oturan öğrencilerden birkaçı nefesini tutmuş, put gibi ona bakarken "Evet," dedi. "Nasılsınız bakalım? Bugünkü dersi hep birlikte işleyeceğiz. Sizlere güzel bir zaman dilimi yaşatacağımı umuyorum." Konuşmasını bitirmesine rağmen ses çıkmadı sınıftan. En ufak bir sesin onu rahatsız edeceğinden mi korkuyorlardı yoksa onunla uğraşmak mı istemiyorlardı? Belki de tek istedikleri dersin bir an önce bitmesi ve onun sınıftan çıkıp gitmesiydi. Her neyse. Bunun çok umurunda olduğu söylenemezdi. "Öncelikle dersimize Kurt Adamlarla ilgili bir sohbet ile başlamak istiyorum. Söyleyin bakalım, Kurt Adamlar'ın ortaya çıkışı ile ilgili bildiğiniz efsaneler nelerdir?" Hiçbir öğrenciden ses çıkmadı. Ayağa kalktığında elinde tuttuğu tebeşiri fırlattı ve öğrencilerden bir tanesi yere düşmeden yakaladı. Ona meydan okuyan gözlerle bakmaya başladı. Alfa’nın burada olmasından hoşlanmayan öğrencilerden birisiydi ve geçmişleriyle ilgili efsanelerden birini biliyordu. Üstelik Alfa onu çok yakından tanıyordu. "Nu'e," dedi Alfa kan beynine hücum ederken. Nabzı hızlanmaya başladı ve ister istemez öfkelendi. Onun sınıfta olduğunu fark etmemesi şaşırmasına sebep olmuştu. Bir Kurt Adam olarak onun varlığını kesinlikle fark etmesi gerekiyordu oysa. "Yaa," dedi Nu’e. "Ben. Nasılsın Alfa? Beni gördüğüne memnun olmalısın." "Çok," dedi Alfa onun meydan okuyuşuna karşılık vererek. "Seni gördüğüme nasıl memnun olmam?" Pis bir şırıtışın ardından "Hazır tebeşiri yakalamışken," dedi Nu’e ve Alfa’nın birkaç dakika öncesinde yaptığı hareketi yaptı. Tebeşiri parmakları arasında döndürdü. "Soruna cevap verebilirim sanırım. Bir sorun olmazsa senin için tabii. Seni senden daha iyi tanıyor olmam her zaman canını yakmıştır." Tüm sınıfın bakışları ikisinin üzerindeydi. Çıkacak olan tartışma hepsinin dikkatini çekmiş, şehir hayatında yaşanan kavgalarda nasıl mahalleli toplanıp kavga edenlere ilgiyle bakıyorsa, onlar da öyle bakmaya başlamışlardı. "Yanılıyorsun," dedi Alfa hafif yükselen sesiyle. Sesinin yükselmesi hoşuna gitmedi. Bunun Nu’e’yi keyiflendirdiğini gözlerinden okumuştu. "Yanılıyor muyum?" dediğinde Nu’e şen şakrak bir şekilde güldü. "Bunu hep birlikte göreceğiz. Hadi sor bana. Ne sorarsan hepsine doğru bir şekilde yanıt vereceğim." Sandalyeden kalkıp masanın üstüne oturdu ve bacak bacak üstüne attı. Alfa, Nu’e’nin bu lanet olasıca tavrı karşısında hiçbir şey söyleyemiyor ve yapamıyordu. Nu'e, kendinden emin bakışları ile Alfa’ya bakmaya devam ederken sınıfın kapısının açıldığını gördü. Üzerinde takım elbise bulunan beş kişi içeri girdi. Alfa’yı gördüklerinde bir an için duraksadılar, daha sonrasında hiçbir şey yokmuş gibi yürümeye devam ettiler. Nu'e, akademide bir gruba sahip olan nadir varlıklardandı. Grubu kendisi de dahil olmak üzere altı kişiden meydana geliyordu ve hepsinin farklı özelliği vardı. Bu özellikleri ile birbirlerini çok başarılı bir şekilde tamamlıyorlardı. Alfa, bakışlarıyla sınıfı tekrardan taradığında, tam olarak beş tane sıranın boş olduğunu fark etti. Boş olan sıralara Nu'e'nin arkadaşları oturduğunda sınıfta boş sıra kalmadı. Hepsinin sırası birbirine yakındı. İstedikleri gibi rahatça sohbet edebilmek için bunu yapmışlardı. "Derse geç kaldınız," dediğinde Alfa, hiçbiri bu söylediğini umursamadı. Tam da tahmin ettiği gibi olmuştu. Sıralarına gayet rahat bir şekilde oturmalarının ardından, alaycı bakışlarıyla Alfa’yı süzmeye başladılar. Koskoca akademide Alfa’nın en büyük düşmanlarının Nu’e ve arkadaşları olması, sizce tesadüf olabilir miydi? Tabii ki hayır. Böyle varlıklarla olan düşmanlıkta tesadüf diye bir şeyden söz edilemezdi. "Bozacının şahidi şıracılar," dediğinde dikkatlerini çekebildi Alfa. Nu’e'nin olmadığı zamanlarda onun yerine harekete geçen Kastiel, "Evet, öyleyiz," diyerek lafı yapıştırdı. "Bir sorun mu var?" Sarhoş bir insan nasıl ağır ağır hareket ediyorsa Alfa da o şekilde hareket ederek yürümeye başladı. Aralarındaki tek fark sarhoşlar sallana sallana yürüyordu ve çevresinde ne var ne yok farkında değildi. Alfa ise her şeyi net bir şekilde görüyordu. Kastiel'in sırasının hemen sağında durarak "Evet. Bir sorun var," dedi ve dişlerini sıktı. "Derse geç kaldınız. Umarım geçerli bir açıklamanız vardır." Sınıfı kıkırdamalar bir duman misali sardığında, Alfa elini sıranın üzerine vurdu. "Bundan sonra dersime geç kalan ya da dersi herhangi bir şekilde bozan olursa soluğu mahzende alacak. Bunun ne demek olduğunu hepiniz biliyorsunuz, değil mi?" Sınıftaki ses, anında kesildi. Sınıfta ölüm sessizliği hüküm sürüyordu şimdi. Durumun hoşnutluğuyla Alfa’nın dudakları kıvrılırken Nu'e'ye döndü. Kollarını göğsünde kavuşturduktan sonra "Madem beni bu kadar iyi tanıyorsun. Anlat bakalım," dedi. Tam ağzını açtığı sırada Nu’e’nin susmasına sebep olan "Ama öncesinde sorduğum soruya yanıt ver. Kurt Adamlar'ın ortaya çıkışıyla ilgili bana bildiğin bir efsaneyi anlat," cümlesini kurdu. Dudakları keskin bir bıçak gibi dümdüz kesildi Nu’e’nin. Ağzından iğneleyici cümleleri çıkarmak için can atıyordu ama hiçbir şey söyleyemiyordu. Alfa, artık tüm kontrolü ele almıştı. "Pekala," dedi Nu’e ve ayağa kalktı. Ellerini pantolonunun cebine sokup havalı bir şekilde yürürken üzerindeki deri ceketinin arması parladı. Çevresinde yer alan parlak taşlar, ceketi daha görkemli kılıyordu. Tahtanın önüne geldiğinde, sol bacağını duvara yasladı. Elleri hala cebindeydi ve bakışlarında açıkça okunan bir tehdit vardı. "Eski Yunan ve Roma geleneğinde bir insanın kurda dönüşmesi, ceza olarak simgeleniyordu. Böyle bir olayı M.S. 64-113 yıllarında yaşamış olan Plinius şöyle anlatmıştı: 'Tanrılara insan kurban etme törenlerinden birinde kurban gölün kıyısından alınır ve kurban edilirdi. Lakin içlerinden biri, kurban edilmeden kaçmayı başararak karşı kıyıya kadar yüzmüştü. Karaya çıktığında kurda dönüşmüştü. Bundan sonraki 9 yıl boyunca yanında bir grup insanla kırlarda dolaştı. Eğer bu süre içinde insan etine yaklaşmazsa yeniden insan olacaktı. Nitekim kurtuldu ama hayatının 9 yılını kurt olarak yaşadı." Nu'e'nin anlattığı efsanelerden sadece biriydi ve gerçeğe en uzak olanlardandı. Kurt adama dönüşüldüğünde, kolay kolay eski hayata dönülemezdi. Özellikle insan eti yeme kısmında doğruluk söz konusu değildi. İnsan eti ister yensin ister yenmesin bir kere kurt adama dönüşüldüğünde, kurtulmak imkansızdı. "Anlattığın efsane yarı gerçek yarı değil. Et yeme kısmında ise doğruluk bulunmuyor. Bir kere kurt adama dönüşüldüğünde, ister insan eti yensin ister yenmesin eski hayata dönmek imkansızdır. Sonsuza kadar insan olarak yaşayamaz, bu benliğinizden sıyrılamazsınız." Dersi istediği kadar uzatabilirdi ama bugün nedense içinden hiç mi hiç uzatmak gelmiyordu. Ani bir kararla "Ders sona ermiştir. Bir dahaki dersimizde herkes iyi çalışsın," dedi ve kendini sınıftan dışarı attı. İçindeki garip ve karanlık his, onu oldukça rahatsız ediyordu. *** Sakin olması gerekiyordu. Kendisini ne kadar savunmasız hissetse de, Aras'ın dediği gibi bir süre sonra akademi hakkında her şeyi öğrenecekti. Akademiye gelmek, ilk başta çok tedirgin olmasına sebep olmuştu. Tedirginliğinde haklı olduğunu kendi gözleriyle görmek içindeki tedirginlik duygusunu daha da arttırıyordu. Her güne bir olay çıkıyordu. Her an bir şeyler ile karşılaşıyor, garip yaratıklar görüyordu. Dünyada milyonlarca, hatta milyarlarca farklı türde yaratıklar var demelerine rağmen Akademi’ye gelene kadar bunun doğruluğuna inanmamıştı. Buraya gelmemde de kesin vardır bir hayır. Oda arkadaşıyla birlikte yürümeye başladı ama yürürken yaşadığı şoktan dolayı arada sendeledi. Aras, bunun üzerine Mert’in koluna girip dengede durmasına yardımcı olmaya çalıştı. Merdivenlerden çıkıp nihayet odalarını gördüğünde, derin bir nefes aldı. Uzunca bir süre, çok uzunca bir süre uyumak ve akademide olduğunu unutmak istiyordu. Odaya girdiğinde, hemen üzerini değiştirip kendisini yatağın üzerine attı. Yatağın yumuşaklığı, başını yastığa koyması çok ama çok iyi hissettirmişti. Gözleri yavaşça kapanmaya başladığında, uyumak istediğinden dolayı kendisini rahat bıraktı ve kısa sürede uykuya teslim oldu. Mert'in uykuya dalmasının ardından Aras da üzerini değiştirdi. Çalışma masasına oturduktan sonra eline yarınki gireceği dersin kitabını aldı. İksirlerle Büyü Yapımı. Dikkatli bir şekilde kitabı okumaya ve ezber yapmaya başladı. Bu ders, diğer derslere göre çok zordu ve başarılı olabilmek için resmen didinip duruyordu. Nitekim çabaları sonuç vermiyordu. İksirleri kullanarak bir türlü büyü yapamıyordu ve bu durum canını çok sıkıyordu. Pek çok defa pes etme kararı alsa da hayatta kalmak ve başarılı bir şekilde mezun olup akademiden kurtulmak için bu kararından vazgeçmişti. Kitabın elli altıncı sayfasını açtığında, karşısına çıkan Aşk İksiri olmuştu. Bu akademide hiç kız yokken bu iksirin kitapta yer almasını çok saçma buldu. “Aşık edebileceğim bir kız yoksa bu iksir işe yaramaz,” dedi ve kaşlarını çattı. Sağ elini kaldırıp alnını sıkıntılı bir şekilde ovalarken “Neden kullanmayacağımız iksirleri kitaplara koyuyor ve bizim öğrenmemizi istiyorsunuz?” diye sordu. Başını iki yana salladıktan sonra sayfalar arasında gezinmeye devam etti. Bu defa açtığı sayfa yirmi üçüncü sayfa oldu. Karşısına çıkan iksir, tamı tamına dört sayfayı kaplıyordu. Amma da uzundu. Şemhya derisinden yapılan bu kitaptaki iksirlerin büyük çoğunluğu tehlikeli ve çok kuvvetliydi. Şemhya derisi, sadece risk teşkil eden kitapları belirtmek için kullanılıyordu. Bu deriyi elde edebilmek adına tıpkı insanlar gibi avlanıyorlar ve Şemhya adı verilen, ceylana benzeyen bir varlığı öldürüyorlardı. Bu yapılan Aras’a göre bir katliamdı. Böylesine güzel bir varlığın öldürülmesini çok yanlış buluyordu. Bu dört sayfalık iksirin adı Yaşamak İçin Ölümü Hiçe Saymalısın’dı. Adı genç adama saçma geldi. Sonuçta bu akademide ölümle burun buruna yaşarken, nasıl ölümü hiçe sayabilirler ki? Hem de yaşamak için. Elleriyle kitabı sıkıca kavradıktan sonra, iksir ile ilgili yazanları okumaya başladı. İlk kısımda iksirin ne işe yaradığı yazmaktaydı. Yapmaya başladığınız bu iksir, karşı taraftaki kişinin ölümü hiçe saymasını ve sizin kontrolünüz altında kendi kararlarını almadan hareket etmesini sağlıyor. Bir nevi sizin kuklanız oluyor da diyebiliriz. İksirin yapımının çok tehlikeli olduğunu bilmelisiniz. İçinde kullanacağınız malzemelerin çoğu patlama riski yaratır ve iksir tamamen olmadan bir patlama olursa eğer, bu sizi kısa süreliğine hareketsiz hale getirir ve felç olmuş gibi hissedersiniz. İksirin yapımına başlamadan önce lütfen hangi türden olursanız olun, güvenlik önlemleri alın. Akademide yer alan koruyucu giysileri giyin. Bu koruyucu giysiler sayesinde, eğer ki iksir ile temas ederseniz etkilenmeyeceksiniz. Okuduğu satırların sıkıcı olduğunu düşünmeden yapamadı Aras. Kendi kendine “Ne yapayım ben bir varlığı kukla gibi oynatmayı? Üstelik bu akademide ölümle burun buruna yaşayan bizleri sanki ölümü hiçe saymamız gerekiyormuş gibi bir algıya yönlendiriyor. İsmi Kukla Yapma İksiri olsaydı ya.” dedi. İki gözünün arasında kalan burun kemiğini parmakları arasına alıp sıkıca sıkarken gözlerini kapattı. Birkaç saniye öyle kaldı. Gözlerini açıp eline yeniden kitabı aldıktan sonra, kitabı aldığı yere bıraktı. “Düşün düşün, boktur işin derken ne de güzel demiş insanlar. Daha fazla düşünüp kendimi bu ders ile ilgili yormaya devam edersem dinlenemeyeceğim. En iyisi yatıp uyumak ve dinlenmek. Belki sakin kafayla okursam içindeki iksirleri ezberleyebilirim.” Öyle de yaptı. Dinlenebilmek için yattı ve uyudu. *** O kadar olaydan sonra, bir de ortaya Mert'in korkusu çıktı ve bu durum Sinan’ın üzülmesine sebep oldu. Bu zavallının ne zaman korkusuz olacağını çok merak ediyordu. Çektiği iyi bir uykunun ardından üzerini değiştirip Ölüm Kokulu'nun yanına gitmek üzere odasından dışarı çıktı. Şeytani Varlıklar olarak adlandırdıkları canavarlar, ilk defa ortaya çıkmıştı ve hepsinin ürkmesine sebep olmuştu. Onların ortaya çıkması, ortalığın karışacağı, akademide kötü günlerin olacağı anlamına geliyordu. Bunu bildiği için kendisini diken üstünde hissetmeden yapamıyordu. Ölüm Kokulu’yu bahçede, yerin altında bulduğunda "Ne oldu?" diye sordu. Şeytani Varlıklar ortaya çıktı çıkalı doğru dürüst konuşamayan Ölüm Kokulu, şimdi onlar gibi rahatlıkla konuşabiliyordu. Onun bu hali ne kadar sürecek bilmiyordu ama uzunca, çok uzunca bir süre devam etmesini istiyordu doğrusu. "Şeytani Varlıklar gerçekten ortaya çıktı mı?" diye sormadan yapamadı Sinan. Ölüm Kokulu, bu soru üzerine ağır ağır hareket eden elini saçına götürdü ve "Evet," dedi. "Geldiler. Onlar... çok... çok korkunçlardı." "Peki nasıldılar?" Korkudan tir tir titreyen Ölüm Kokulu'ya baskı kurmak istemiyordu ama merakı üstün gelmişti. Bir şeyi merak ediyorsa illa öğrenmesi gerekiyordu yoksa gözüne uyku girmez, merakı beynindeki sesleri bir türlü susturamazdı. "İşte bunu anlatamam. Biliyorsun ki akademide yasak olanlardan biri de bu. Eğer ki şansın varsa -ki ben buna hayatta şans demem- görürsün." Ölüm Kokulu, yere zar zor oturduktan sonra "Pekala," dedi Sinan. Bunu hiç demek istemese de. Burnundan sıkıntılı bir nefes alıp aldığı nefesi geri bıraktı. "Kural kuraldır." Ölüm Kokulu’nun karşısına oturduktan sonra “Ben bu hale nasıl geldim biliyor musun?" diye sordu Ölüm Kokulu. Uzun zamandır yer altında yaşayan, yer yüzüne sadece avlanmak için çıkan bu zombinin elbette bu konuda herkes gibi bir hikayesi vardı. Kimsenin bilmediği bu hikayesini ilk kez anlatacağı için içi içine sığmıyordu. "Bilmiyorum," diyor Sinan merak içerisinde. Ellerini dizinin üstüne koydu. Gözlerini birkaç saniye toprak zemine diktikten sonra "Nasıl?" diye sordu. Sesinin fazlasıyla ilgili çıkmasına özen göstermişti. "İnsanların dünyasında on sene önce ortaya çıkan DI758 isimli bir virüs vardı. İsmini duyup duymadığını bilmiyorum ama bu virüs yüzünden milyonlarca insan hayatını kaybetti. Ölenler, gömüldükten kısa bir süre sonra yer altından çıkmaya başladı ve sağ kalan insanlara saldırmaya başladılar. Bu saldırılar sırasında tıbbi personel olarak çalışıyordum. Tedaviyi bulmak için uğraşıyor, yakalamış olduğumuz zombilere geliştirmeye çalıştığımız serumu enjekte ediyordum. Serumların hiçbiri hastalığı tedavi etmemizde işe yaramamıştı. Zombilerin DNA'sı üzerinde yapmış olduğumuz incelemeler ile geliştirmeye çalıştığımız ilaçlar etkili olmuyorsa ne yapabiliriz diye kara kara düşünmeye başlamıştım. Bir gün, geliştirmeye çalıştığımız serumlardan biri üzerinde yaptığım çalışmada hastalıklı hücreyi yok edip sağlıklı ortaya çıkarabilmiştim. Beyinde oluşan, insanları saldırmaya ve ete karşı açlığa iten hücrenin yerini sağlıklı hücre almıştı. Bu daha önce hiç olmamıştı. İçimden bir ses bağladığımız zombilerden birisinin üzerinde işe yarayacağını, onu zamanla insana döndüreceğini söylüyordu.” Konuşmaktan yorulduğunu hissedince duraksadı ve nefesini düzene sokmaya çalıştı. Uzunca süredir konuşamadığı için böylesine uzun bir konuşma yapmak çenesini çok yorup tüm vücuduna bir ağırlık yüklenmesine sebep olmuştu. Sinan’ın meraklı gözlerini gördükten birkaç saniye sonra yeniden anlatmaya başladı. “Gece vardiyasında çalıştığım bir gün, kimseye bildirmediğim bu serumu enjekte edebilmek adına zombinin yanına tek başıma gitme kararı almıştım. Yanına gittiğim zombi, serumu enjekte etmek istediğim zaman aniden hareketlenmiş ve bağlı olduğu sedyeden kurtulmuştu. Bana doğru saldırışa geçtikten sonra elimdeki serumun düşmesine sebep olmuş ve kolumu ısırıp kopardığı et parçasını çiğnemeye başlamıştı. Canım çok acıyordu. Bunun olmasına nasıl izin verebilmiş, nasıl düşüncesizce korunmadan içeri girebilmiştim bilmiyorum. Tek bildiğim öleceğimdi. Virüs, vücuduma işleyip de kanıma karıştığı için kendimi çok halsiz hissediyordum." Sinan, Ölüm Kokulu’nun anlattıkları ile dehşete kapıldığını hissetti. "İnanamıyorum! Hiçbir koruma sağlamadan o zombinin yanına nasıl gittin? Hangi kafayla? Ayrıca bu işi yaparken hiç korkmuyor muydun? Tamam. Sende bir zombisin şu anda ama ben senin yerinde olsam korkudan tir tir titrerdim." Ölüm Kokulu'nun böylesine bir aptallığı nasıl yaptığını Sinan’ın aklı almıyordu. Hiçbir koruma sağlama, sanki sıradan bir varlıkmış gibi yanına gitmesi tam bir aptallıktı. Bu şey bir zombiydi. İnsanlara zarar veren ve onlarla beslenen tehlikeli bir varlık. Elini alnına götürdükten sonra Ölüm Kokulu "İnsan severek yaptığı bir işten korkar mı hiç? İnsanların yaşamı bizim elimize bakıyordu ve onları yaşatmak için canla başla çalışmamız gerekiyordu," diyerek açıklama açıklama yaptı. Sinan, duyduklarının ardından ister istemez Ölüm Kokulu’ya hak verdi. İnsan söz konusu sevdiği işse kolay kolay korkmazdı, adeta işini yaparken ona bir deli cesareti gelirdi. Muhabbetlerine devam ettiklerinde bir süre sonra Sinan’ın aklına Ölüm Kokulu’nun söz ettiklerine dair bir şey takıldı. Eğer ki Ölüm Kokulu zombi olduysa, orada çalışan diğer insanlar ne yapmıştı? Onu bulmuş olmaları gerekiyordu sonuçta. "Ekibin yani çalıştığın insanlar peki seni bulduklarında ne yaptılar?" Bu sorunun üzerine Ölüm Kokulu yarım yamalak güldü. Gülüşünden ne kadar üzüldüğü belliydi. "Bulamadılar ki. Hemen binadan ayrıldım. Kendimi ormanın içine atıp bir daha da ortaya çıkmadım. Ta ki akademinin yetkilileri beni bulup da buraya getirene dek." Demek ki Ölüm Kokulu da bizim kaderimizi yaşamış. Buraya gelen her yaratık ya da insana benzeyen canlılar yani bizler, almış olduğumuz cezalarla getirilmişken Ölüm Kokulu ise kimseye zarar vermemesi için getirilmiş. Hepimiz burada tutsağız. Kendimizi kurtarmamız imkansız. Emir harici hiçbirimiz akademi dışına ayak basamıyoruz. Sinan, bu düşüncelerinin ardından Akademi Müdürü'nün kendisini çağırdığını duydu. "Seninle konuşmak güzeldi," dedikten sonra ayağa kalktı. "Artık sohbetimize başka bir zaman devam ederiz." Üzerindeki tozları silkeledikten sonra koşarak Akademi’nin içine girdi. Akademi Müdürü'nün odasının önüne vardıktan sonra derin bir nefes alıp kapıyı tıklattı. "Gel.” Kapıyı açıp içeri adımını attığında Akademi Müdürü bakışlarını Sinan’a çevirdi. "Şöyle otur," dedikten sonra önündeki koltuğu işaret etti. "Seninle konuşmak istediğim bir şey var. Bundan kimseye bahsetmeyeceksin." Kimseye bahsetmemek mi? Sinan şimdi daha çok meraklanmıştı. Söyleyeceği şey neden böylesine gizli olabilirdi ki? Soluğu Akademi Müdürü’nün işaret ettiği tekli koltukta aldıktan sonra "Konu nedir Müdür Bey?" diye sordu. İçindeki merak her geçen saniye daha da artıyordu. "Yarın itibariyle seni insanların arasına gönderiyorum. Element kontrolünü kullanman gereken bir durum söz konusu. İnsanları bu tehlikeden ancak sen uzak tutabilirsin." Sinan'ın gözleri akademi dışında bir hayat geçireceğini duymasının şokuyla kocaman açıldı. Müdür'e artık nasıl bir ifadeyle bakıyorsa Müdür "Bunda bu kadar şaşıracak bir şey yok. Çok önemli şeyler olmadıkça sizi akademi dışına göndermiyoruz biliyorsun ki," dedi. O sırada kapı açıldı. İçeri giren akademinin çok nadir görünen varlıklarından birisisiydi. Görünüşü bir leopara benziyordu. Aslında bu tam olarak doğru anlatım değildi. Bu varlığın derisi onun leopara benzemesine sebep oluyordu. Peki, o neden buraya gelmişti? Neden onlar gibi kapıyı tıklatarak içeri girmemişti? Ayrıca Müdür bunu kimsenin öğrenmemesini istediğini söylememiş miydi? Söylemişti. Eee o zaman neden bu yaratık buradaydı? "İstediğim şeyi getirdin mi?" Neden bahsediyorlardı? Eğer ki açık açık konuşurlarsa Sinan kendisini daha rahat hissedecekti ve üzerindeki gerginlik ortadan kalkacaktı. "Getirdim patron," dedi yaratık. Elinde silaha benzeyen bir şey vardı ve bu Sinan’ın ürkmesine sebep oldu. Bununla ne yapacaklardı? Yoksa Sinan’ı öldürecekler miydi? Yok artık. Daha neler... Sinan’ı öldürmek isteselerdi böyle bir şey ile yapmazlardı değil mi? Üstelik akademideki öğrencilere bu kadar yasak koymuşken ölüm ile ilgili kuralları çiğneyeceklerini hiç sanmıyordu. "Bu... Bu nedir?" diye sordu Sinan titreyen sesini bastıramayarak. "Bununla bana ne yapacaksınız?" Akademi Müdürü, yanağındaki gamzesini belli edecek şekilde güldü. "Korkma. Sana zarar vermeyeceğiz. Sadece vücuduna bir izleme çipi yerleştireceğim. Bu çip sayesinde eğer ki bir sorun olursa, sana rahatça ulaşabileceğiz." "Haa," dedi Sinan vücudunu bir rahatlık hissi kaplarken. "En başında desenize bunu. Ben de sandım ki..." "Ne sandın?" diye sordu Müdür imalı imalı. "Seni öldüreceğimizi mi yoksa?" Tek kaşı kalktı ve düz bir çizgi alan dudaklarının hali Sinan’ın hiç hoşuna gitmedi. Bu haliyle filmlerdeki katilleri anımsatıyordu Sinan’a. Sinan, hemen başını salladı. "Hayır. Hayır. Bu şeyi bana vereceğinizi düşündüm. Bilirsiniz, bilmediğim bir şeyi kullanarak asla risk almak istemem." Akademi Müdürü Ah Sinan ah, dercesine başını salladı. Odaya gelen leopar görünümlü adamın elindeki silaha benzeyen şeyi aldıktan sonra Sinan’ın yanına vardı. "Canın biraz yanabilir." Silaha benzeyen şeyin ucunu Sinan’ın boynuna bastırdıktan sonra genç adamın vücudunun tamamını bir elektrik sardı. Canı çok yanıyordu ve bu acıyla boğuşabilmek adına koltuğun kenarını sıkmak zorunda kaldu. Parmak boğumları bembeyaz kesilmeye başladı ve midesinin bulandığını hissetti. Akademi Müdürü, Sinan’ın boynuna bastırmış olduğu silah benzeri şeyi boynundan çektikten sonra, genç adamın az önce hissettiği elektrik çarpması hissi ve mide bulantısı anında yok oldu. "Bir yan etki," diyerek açıklama yaptı müdür. "Bunu yaptığımız herkeste oluyor." Aman ne güzel. Bende olmasa şaşardım zaten. "Yeni görevine hazır mısın? Hazırsın elbette. İnsanların arasına karıştığında dikkat et. O yaratık kendini çok kolay belli edecek ama alt etmen kolay olmayacak." Uyarı için sağ ol ya. Zaten götüm tırsmış vaziyette. Ne yapacağımı, ne edeceğimi bilmiyorum, gelmiş bana onu alt etmen kolay olmayacak diyorsun. Korkumun üstüne korku eklemek, seni mutlu ediyor sanırım. |
0% |