Yeni Üyelik
5.
Bölüm

1. Bölüm

@yazarcerenoktay

18.09.2024, 13:13 🐺
Kurguma hepiniz hoşgeldiniz
ve keyifli okumalar!

Okumaya başladığınız tarihi ve saati buraya yazın lütfen.

Instagram : yazarcerenoktay Hepinizin profilimi takip etmesini, videolarım ve paylaşımlarıma beğeni, yorumlarını bırakmasını bekliyorum.

Laurel, Amerika Birleşik Devletleri'nin Montana Eyaleti'ne bağlı, Great Falls Şehri'nde yer alan bir ilçedir. Yazları fazlasıyla sıcak ve kurak geçerken kışları da bir o kadar soğuk geçmekteydi.

Laurel ilçesi içinde yer alan 1274 nüfuslu Kantoga Kasabası'na geldiğinizde, insanların dışardan gelenlere karşı takındıkları soğuk tavrın yanı sıra mesafeli bakışlarıyla da karşılaşıyordunuz. Hiçbiri insancanlısı görünmüyordu. Yüzleri asık, bakışları sert olan bu insanlar hayattan bezmiş gibi bakıyorlardı yabancı insanlara.

Kasaba halkı günlerinin büyük çoğunluğunu işlerine gidip gelmek dışında bahçelerini ve kasabanın yollarını düzenleyerek geçiriyorlardı. Çoğu bahçecilik işinde uzman olmuştu ve bunu yaparken fazlasıyla zevk alıyorlardı.

Jenny’in ise bu kasabaya ilk gelişiydi. Genç kız yeni bir çevreye adım atmanın hevesiyle bakışlarını pencereden dışarıya doğru çevirdi. Merakla çevresine bakmaya başladığında suratını dünyanın en ekşi limonunu yemişçesine buruşturmadan yapamadı. Dışarıdaki insanların bakışları olabildiğince sert, suratları ifadesiz ve sanki her an kavga etmeye hazırmış gibi görünüyordu. Hafifçe esen rüzgâr penceresine vurup sonrasında yönünü değiştirirken bu insanlar ile yaşamanın çok zor olacağını düşündü.

Henüz on altısında olan genç kız, yaşıtlarına göre biraz daha iri kalıyordu. Boyu bir altmış sekiz, kilosu ise yetmiş altı civarıydı. Boyu ve kilosu pek orantılı olmasa da onu güzel kılan minyonluğu değil; eşeği andıran iri gözleri, kiraz dudakları ve biçimli burnuydu. Ne annesine ne de babasına benziyordu. Görünüşü itibariyle ebeveynleri tarafından evlatlık alınmış gibiydi.

İçinde bulunduğu durumdan dolayı kendisini bunalmış hissediyordu. Anne ve babasının onun düşüncelerini hiçe sayarak sürekli taşınması, özellikle de böyle bir kasabaya gelmesi son derece felaketti.

Bakışlarını dışarıdaki somurtkan ve hayattan bezmiş insan güruhundan çekerek arabanın içindeki dikiz aynasına yönlendirdi. "Daha gelmedik mi?" diyerek küçük bir çocuk gibi sızlanmaya başladı. Bu çirkin bakışlı insanların içinde belirmesine sebep olduğu kasvetli ruh hali sanki bir boşluğa düşmüş gibi hissetmesine sebep olmuştu. Hayatında kendini ilk defa bu kadar bunalmış hissediyordu.

Anne ve babasının kendisine alaycı gözlerle bakıp yanıt vermesine fırsat bırakmadan tekrar konuştu. Her bir sözcüğü vurgulamaya çalışır gibi bir hali vardı. "Bu kasabadaki insanların hiçbirini sevmedim. Çok soğuk görünüyorlar." dedi. Ses tonu sıkıntısını fazlasıyla belli ediyordu.

Jenny, babasının gözlerini görmeyi istiyordu. Gözlerindeki ifade söylediği şey hakkında ne düşündüğünü belli edecekti.

Nihayet babası söylediklerine yanıt verebilmek adına bakışlarını dikiz aynasına çevirip ona bakmıştı. Görünüşü kızına hiç benzemiyordu. Kızıl saçlara, koyu kahverengi gözlere sahipti. Elmacık kemikleri kilolu olmasından dolayı hiç belli olmuyordu. Çatallı bir burnu, ince dudakları vardı. Burnunun üzerindeki gözlüğü sürekli oradaydı. Ki gözlük olmadan uzağı zor görüyordu.

Bu kasabaya gelmelerinin sebebini kızına defalarca anlatan Bay Hale, küçüğünün söylediklerini duysa da birkaç saniye sessiz kalmayı tercih etti. Kendisini insanların daha rahat bir tedaviyle iyileşmesine adayan bir hekim olmaktan her zaman gurur duyuyordu. İhtiyaç sahibi insanlar her yerde bulunurdu ve onlara küçük de olsa böyle bir yöntemle ulaşıp destek olmak belki de şimdiye kadar yaptığı en iyi şeylerden sadece bir tanesiydi.

Bay Hale, diş hekimi eşi ise doktordu. Hayatlarının büyük çoğunluğunu bu tarz yerlerdeki insanlara yardımcı olarak geçirmişlerdi. İnsanlar onların varlığından çok memnun oldukları için gidecekleri zaman gitmemeleri adına sürekli dil döker ve ikna etmeye çalışırlardı. Nitekim bu dil dökmeler işe yaramaz, yine yollara düşer ve gittikleri yer her neresi olursa oradaki insanlarla ilgilenmeyi sürdürürlerdi.

Jenny, sessiz kalmaya devam eden babasının gözlerine bakmayı sürdürdü. Elleri direksiyonu daha sert bir şekilde kavramıştı ve sakin olmaya çalışır gibi bir hali vardı. En sonunda derin bir soluk alıp gözlerini kızına daha da dikmesinin ardından "Ah, tatlım!" dedi anlayışlı olmaya çalışan bir sesle. "Yine bir şehir değişikliği yapmanın senin için ne kadar zor olduğunu biliyorum. Bütün arkadaşlarını, hayatını, anılarını geride bırakmaktan nefret ettiğin gözlerinden okunuyor. Neden bir kez olsun bu duruma olumlu tarafıyla bakmaya çalışmıyorsun? Yeni insanlar tanıyacak, belki de bu insanları daha çok seveceksin."

Jenny, babasının yine her zamanki palavraları söylemesinden sıkılmıştı. Bu sözleri daha önce kim bilir kaçıncı kez duymuştu. Başını iki yana sallayıp iç dudağını dişledikten sonra kaşlarını çattı. Bu hayattan, alıştığı insanları ardında bırakmaktan hiç memnun değildi. Zaten memnun olmak zorunda da hissetmiyordu kendini. Değişiklik yaptığı ve en sonunda geldikleri bu kasabadaki insanları sevmesine de gerek yoktu. Anne ve babası neden bunu anlamıyorlar ve sürekli üzerinde baskı kurup daralmasına sebep oluyorlardı?

Hava aydınlığını ve sıcaklığını daha da arttırırken Bay Hale oturacakları evin bulunduğu sokağa varmalarına az kaldığını söylemişti. Aracı kullanırken gözlerini yoldan ayırmayı her ne kadar istemese de arada sırada dikiz aynasından kızına bakmak zorunda kalıyordu. Kaşlarını çattı, sağ elini direksiyondan çekip gözlerinin önünde, burnunun hemen üstünde durmakta olan gözlüğünü sabitlenmesi için hafifçe tekrardan yukarıya doğru ittirdi. Bakışlarını Jenny’ den çekip eşine yönelttiğinde hâlâ uyumakta olduğunu gördü.

Jenny, babasının her bir hareketini dikkatli izlemeyi sürdürdü. Sağ tarafından geçmekte olan mavi renkli bir kelebek dikkatini çekince bakışlarını pencereden yana çevirdi. Kelebek bile ondan özgür görünüyordu. Bu durum kalbinin ve ruhunun daha da sıkılmasına sebep oldu. Genç kıza göre buraya gelmek sürgün edilmekten farksızdı. Her ne kadar ailesi ile bu izbe diye tabir ettiği kasabaya gelmiş olsa da her insan ona yabancıydı. Üstelik koskoca kasabaya geldiğinden beri bir tane dahi olsun yaşıtını görmemişti. Karşısına çıkan insanlar genelde orta yaş ya da üstü oluyordu. Bazıları o kadar yaşlıydı ki suratlarındaki deri buruşturulmuş bir kâğıt gibi görünüyordu. Tiksintiyle burnunu kırıştırdı. Kusmamak için kendini zor tuttu.

Jenny, ailesi ile evine doğru giderken Fairfield Sokak tabelasının bulunduğu yerde genç bir adam durmuş, onları seyrediyordu. Araç gözden uzaklaşmak için ilerlemeye devam ederken bu genç adam birdenbire çok hızlı bir şekilde hareket etmiş ve beklenenden daha hızlı bir şekilde koşmaya başlamıştı. Attığı her adımda ayakları yere daha sağlam basıyordu. Hızını kaybetmemeliydi. Aracı, en önemlisi de onları kaybetmeyi göze alamazdı.

Araca gitgide daha da yaklaşmış ve içindeki genç kızı görebilmişti. Genç kız ona ne kadar da çok benziyordu. Onunla akrabalığı olan birisi olabilir miydi? Bu kadar çok benzerliğin başka bir açıklaması olamazdı ya...

Genç kız, çevresinde olan bu genç adamı fark etmemişti henüz. Bakışlarını elinde tutmaya devam ettiği cep telefonuna çevirmişti ve çalmaya devam eden müziği değiştirmek isteyip istemediğini düşündü. Geçen her saniye ruhunun parçalara ayrıldığını hissediyordu ve bu parçaları bir araya getirip nasıl birleştireceğinden emin değildi. Kırık ve yorgun kalbini göz ardı etmeye çalışarak gözlerini kapadı. Çevresini görmek, sesleri duymak istemiyordu. Tek istediği bir an evvel bu lanet hayatın sona ermesiydi.

Jenny, gözlerini kapadığı için kendisini izleyen genç adamı görmemişti. Bay Hale' in bakışları hâlâ yoldaydı, Bayan Hale ise uyumayı sürdürüyordu. Genç adam bu durumun farkında olduğu için oldukça rahat davranıyordu.

Jenny, ailesine karşı hissettiği kızgınlıktan dolayı alt dudağını dişleyip başını iki yana salladıktan sonra söylenmeye başladı. Gözleri hâlâ kapalıydı. Söylenmeye başladığı anda sesi o kadar kısık çıkmıştı ki, ne söylediğini kendisi bile duymakta zorlandı. Neşesi tamamen solmuştu. Ruhunu canlı tutan ve geriye çok az kalan kıpır kıpır kelebekler artık yoktu. Hayata, yaşananlara isteksiz bir şekilde boyun eğmiş ve kendilerini ölüme doğru hazırlamaya başlamışlardı. Bu kelebekler, genç kız için çok özel, çok değerliydi. Onlar olmadan bir hiçti. Ruhunu canlı tutan tek şey onlardı. Eğer ki onlar da ölürse geriye Jenny'den bir şey kalmayacaktı. Bir şeyler yapmalıydı. Çok sevdiği, ruh durumunu canlandıran bu kelebekleri eski haline döndürmenin bir yolu varsa bunu bu aptal kasabada nasıl bulacaktı? Düşünüyor, düşünüyor ama hep aynı sonuç suratına tokat gibi çarpıyordu. Artık eskiye dönüş imkânsızdı. Ruh durumu solmuştu ve kelebekler öldüğü için bir daha dirilemeyeceklerdi.

Genç adam, Jenny'nin o kişiye benzediğini gördüğünde onları bir süre daha takip etmiş ve daha sonra takip etmeyi bırakmıştı. Bir süre sonra genç kızın karşısına çıkıp onunla konuşacak ve aklındaki kişi ile bir bağı olup olmadığını öğrenecekti.

 

***

 

Jenny, babası aracı garajın önüne park edince kulaklığı kulaklarından çıkardı. Parmaklarının arasındaki kulaklığın telefon tarafındaki kısmını da çıkardıktan sonra burnundan bir soluk aldı. İçindeki can sıkıntısının kaybolmadığını, aksine daha da arttığını hissetti. Artık geri dönülemez bir noktaya gelmişti ve bu yaşayacağı hayatı zoraki de olsa kabul etmekten başka bir şansı yoktu.

Elindeki kulaklığı pantolonunun cebine koymasının ardından aracın kapısını açtı. Hava hâlâ aydınlıktı ve araçtan çıktığında ışıldayan Güneş’in ışınları gözlerini kısmasına sebep oldu. Küçüklüğünden beri parlak Güneş ışığını sevmezdi. Güneşli günlerde dışarıya gözlüksüz çıkmazdı.

Aracın siyah kapısını kapatıp önce annesine sonra da babasına baktı. Burada olmaktan çok mutlu görünüyorlardı. Onların mutluluğunu hiçbir zaman anlamamıştı, anlayamayacaktı da. Biraz yalnız kalmak ve kendisine gelmek, düşüncelerini dinlemek istiyordu. Daha ilk adımını attığında bunu fark eden babası: "Nereye kızım?" diye sordu. "Bize yardım etmeyecek misin?”

Jenny, gerginlikle vücudunu kıpırdattı ve çevresine bakındı. Hemen karşılarındaki evin bahçesindeki adamı gördü. Tahminince kırklı yaşlardaydı. Başında hasır bir şapka, üzerinde beyaz renkte bir tişört vardı. Altındaki kamuflaj pantolon ve siyah renkteki botlarıyla fazlasıyla ürkütücü, aynı zamanda sıra dışı bir tarza sahipti.

Adamın elinde çapa vardı ve o sırada toprakla uğraşmaktaydı. Genç kızın kendisini izlediğini fark etmiş gibi işini yapmayı bırakıp bakışlarını ondan yana çevirdiğinde gözleri irileşmişti. Sanki bir canavar görmüş gibi genç kıza bakmaya başlamıştı. Hemen sonra bu bakışı yok edip korkusunu gizlemeye çalıştı. Gözlerinde beliren ifade genç kızın burada olmaması gerektiğini söylemek istiyor gibiydi. Karanlıktı, tehditkârdı. Genç kızın bedeninin buz kesmesine sebep oluyordu.

Jenny, vücudunu saran ürkütücü elektriği hissetti ve bakışlarını bu yabancı adamdan kaçırmadan yapamadı. Ona bakmaya devam ederse zarar göreceğini düşünmüştü. Neden böyle düşündüğünden, ondan ürktüğünden ve en önemlisi de ondan böylesine kötü bir enerjiyi neden aldığından emin değildi.

Adam, Jenny bakışlarını ondan çekse bile genç kıza bakmaya devam etti. Evet. Tahmininde yanılmamıştı. Bu genç kız onun gençliğinin birebir kopyasıydı. Peki, onun gibi miydi? Genlerini ondan, Büyükanne Vivianne'den almış mıydı? Eğer ki almışsa ortalık çok geçmeden karışmaya başlayacaktı. Bunun olmaması için hemen dua etmeye başladı.

Eşi evin kapısını açıp:

"Lukas," diye seslendiğinde düşüncelerinden arındı. Bir süre önce içinde bulunduğu ruh hali sanki hiç ortaya çıkmamış gibi görünmeye çalıştı. Eşini üzmek ve tedirgin etmek istemiyordu.

Hızla hareket etti, elindeki çapayı yere bıraktıktan sonra: "Geliyorum hayatım!" diyerek bağırdı. Hareketleri son derece aceleciydi. Eşinin bu kızı görmesini, geçmişteki korkunç anıları yeniden hatırlamasını istemiyordu.

Eşinin genç kızı görmesini engelleyip onu neredeyse içeriye itercesine sokarken:

"Hayatım, ne yapıyorsun?" diyen sesini duydu. İçeri girmelerinin ardından kapıyı çarparcasına arkasından kapatıp:

"Hiçbir şey tatlım," dedi. Sesindeki endişeyse oldukça belli oluyordu ve eşinin gözünden kaçmamıştı.

Lukas'ın sırtını yasladığı kapı beyaz renkteydi. Kapının sol tarafında kıyafetlerini astıkları portmanto, sağ tarafındaysa büyükçe bir ayna bulunuyordu. Eşi dışarı çıkacağı zaman bu aynanın karşısına geçer, makyajının ve kıyafetlerinin son rötuşunu yapardı. Bu aynanın kendisini çok güzel gösterdiğine dair olan batıl inancı, onu bu ayna karşısında vakit geçirmeye daha fazla itiyordu.

Lukas, eşine böyle bir şey olmadığını, bunun kendi kafasında kurduğu bir şey olduğunu defalarca söylemişti. Bu ayna değil, Tanrı'nın onu güzel bir şekilde yaratması güzelliğini daha da ön plana çıkarıyordu. Tanrı, onu gerçekten de çok güzel yaratmıştı ama eşi bunu hâlâ anlamıyor, güzel görünmesini bu ayna ile bağdaştırıp duruyordu.

Rachel, eşinin sözüne fazla kulak asmadı ve mutfağa yöneldi. Akşama gelecek olan misafirleri için yemek yapıyordu. Onları en iyi şekilde ağırlamak, yapılacak şeylerin en güzeliydi.

 

Jenny, üzerindeki kıyafetinin kapüşonunu çekip kendini ailesinden ve çevresindeki insanlardan soyutlamak istedi. Karşısındaki garip adam da ortadan kaybolduğuna göre şu an için pek dert edecek bir şeyi kalmamıştı.

Jenny, anne ve babasına doğru döndükten sonra aksi sesiyle:

"Ne var?" diye sordu.

Bay Hale, kızının aksi sesini duymazlıktan geldi.

"Bize yardım etmeyecek misin?"

Jenny, babasının bu sorusunu duyduktan sonra ellerini pantolonunun cebine soktu. Kaşlarını çatıp burnunu kırıştırmasının ardından:

"Dolaşmak istiyorum. Beni biraz rahat bırakın!" diyerek homurdandı.

Bay Hale, bakışlarını Jenny'nin homurdanması üzerine eşine çevirdi. Gözlerinde kızı için duyduğu endişe vardı. Onu nasıl kendilerine bağlayacaklarını, aradaki soğukluğu nasıl yok edebileceklerini bilmiyordu. Ne zaman ki kızının kalbini kazanmaya çalışsalar Jenny onlardan daha da uzaklaşırdı.

Jenny, anne ve babasına homurdanmasının ardından yanıt vermelerini beklemedi. Tanımadığı bu kasabada yürüyüş yapmanın şu anda ailesinin yanında olmaktan daha iyi hissettireceğini düşünmüştü.

Attığı her adımda yüz hatları daha da sertleşiyordu. Kaşları hâlâ çatıktı ve dişlerini birkaç kez öfkeden gıcırdatmıştı.

Babasının yeniden kendisine bir şeyler söylediğini duyduğunda bu defa aldırış etmedi. Özgür bir kuş gibi davranmak ve hayatının dizginlerini artık eline almak istiyordu.

Evinden epey uzaklaşıp yol boyunca dümdüz bir şekilde yürümeye devam etti. Çevresinde pek çok ev, ağaç ve araba vardı. Arada gözüne çarpan sokak hayvanları dışında hiç insan görmemişti. Bu durum ürpermesine sebep oldu. Burası sanki hayalet kasabaydı. Bu kadar sessizlik olması hiç normal değildi.

Nereye gittiğini bilmeden yürüyüşünü sürdürdü. Arada çevresine bakıyor ve bu durumun garipliğinin yarattığı kötü etkiyi yok etmek için kasabanın insanlarını görmek istiyordu.

Yürüyüşü devam ederken karşısına aniden biri çıkmıştı. Giyinişi oldukça garip ve ürkütücü görünüyordu. Elinde uzun bir asa vardı ve bu asanın uç tarafı iki yana ayrılmıştı. Asanın bazı yerlerinde asaya bağlanmış hayvan dişleri ürkütücü bir şekilde durmaktaydı. Asanın iki yana ayrılan kısmının ortasında gergin bir ip vardı ve bu ipe iki tane küçük kafatası asılmıştı. Kadın bu asayı yere vurdu ve genç kıza adını fısıldadı. "Sen osun. Sen Jenny Hale'sin."

Jenny, kadının (ses tonundan kadın olduğunu düşünmüştü) kim olduğunu bildiğini duyduğu zaman yüzünün sarardığını hissetti, midesinde rahatsız edici bir kasılma meydâna geldi. Üstelik tek rahatsız edici şey, bu kadının adını söylemesi değildi.

Gözleri deriden yapılma olduğu belli olan bir kumaşla kapatılmıştı. Bu kumaş, aynı zamanda boynunu ve kafasını da tamamen sarmalıyordu. Kafasının her iki yanında, kumaşın alt tarafından çıkan boynuzlar vardı. Burnu oldukça küçüktü ve biçimliydi. Dudakları neredeyse siyaha yakın bir renge boyanmıştı.

Bakışlarını kadının yüzünden çekip bedenine çevirdiği zaman bu kumaştan yapılma bir elbisesinin vücudunda olduğunu görmek daha da korkmasını sağlamıştı. Elbisenin omuz tarafları kanat şekline benzetilmiş ve hafifçe uzanıyordu. Çevresinde oldukça küçük ama bir o kadar da sivri duran kemik parçaları bulunmaktaydı. Kadını daha da incelediğinde bu kemik parçalarının uzun ve kalın olan kısmının bacaklarının orada olduğunu fark etti.

Belini saran kuşakta tıpkı asada olduğu gibi küçük kafatasları vardı. Kafataslarının altında uzanan kumaşlar, bacaklarını tamamen kapatmamıştı ve kadının yara izleriyle dolu bacakları apaçık görünüyordu.

Jenny, kadının yeniden asasını yere vurması üzerine sıçramıştı. Yüreği ağzına gelmişti. Kadın konuşmasına: "Ona ne kadar da çok benziyorsun," diyerek devam ettiğinde oradan hemen uzaklaşmak istemiş ama bunu yapamamıştı. Sanki bacakları ona bağlı değildi ve başkası tarafından kontrol ediliyor, Jenny'ye itaat etmek istemiyordu.

Jenny, kadının söylediklerini duymuş ama kimden bahsettiğini anlamamıştı. "Resmen onun kopyasısın. Onunla olan bağını hemen bana söylemelisin ki sana gerçeklerden söz edebileyim."

Bu kadına kasaba halkı deli derdi ama hiçbiri onu bu şekilde görmemişti. Deli demelerinin sebebi söyledikleri şeylerin çoğunun gerçek olması ve insanları korkutmasından kaynaklanıyordu. Hangi insan gerçekleri bilebilirdi ki? Bunu ancak kâhinler başarırdı. Belki de bu kadın kâhindi ve bunu herkesten saklıyordu.

Jenny, ürkek ve endişeli bakışlarını kadından çekip uzaklaşmak için nihayet bir adım attığında kadın onu kolundan tuttu. "Gitme küçük kız," diyerek fısıldadı. "Seninle konuşacak çok şeyimiz var."

Jenny, daha öncesinde hiçbir insan kendisini böylesine sıkıştırmadığı için (kadının görünüşünün de bunda katkısı oldukça büyüktü) korkmuştu. Kadının tuttuğu kolunu ondan kurtarıp koşmaya başladığında attığı her adımın kendisini nereye götüreceğini bilmiyordu.

 

***

 

Havanın bu kadar sıcak olması yavaş yavaş terlemesine sebep olmuştu. Birkaç adım daha atıp durduktan sonra derin bir soluk aldı ve karşısında duran binaya baktı. Daha doğrusu binanın tabelasına… Tabelada Dark Night High School yazıyordu ve bu çok garibine gitmişti.

Jenny, elleri dizlerinde solumaya devam ederken arkasına döndü ve kadının kendisini takip edip etmediğini kontrol etti. Görünürde kimse yoktu.

Tekrardan okulun adının yazılı olduğu tabelaya baktığında zorlukla yutkundu. Önce evinin karşısındaki adam, sonra karşısına çıkan ürkütücü kadın ve şimdi de bu okul adının yazılı olduğu tabela... Karşısına çıkıp onu korkutan gariplikler ne kadar süre daha devam edecekti? Her ne kadar düşünmek istemese de beyni bu yaşadıklarından etkilendiği için onu sürekli uyarıyordu. Buradan gitmelisin Jenny... Buradan gitmelisin.

Kasabadaki her genç öğrenci bu liseye giderdi ve eğitimlerini burada tamamlarlardı. Bu lise dışında kasabada bir lise yoktu. Jenny de burada yaşayacakları için bu okulda eğitimini sürdürmek zorundaydı.

Jenny, okulun tabelasına bakmaya devam ederken kendisinden en az iki yüz metre uzakta duran kişiyi fark etmemişti. Bu kişi daha öncesinde de genç kızı takip etmişti ve kendini ondan olabildiğince uzak tutmak istiyordu. Zarar vermek, canını yakmak en son isteyeceği şeydi. Bakışları son derece dikkatli ve kontrollü görünüyordu.

Akrep ve yelkovan birbirini kovalamaya devam ederken Jenny bu yabancıyı fark etmiş gibi arkasını döndü. Yabancı adam ondan daha hızlı davrandığı için Jenny'nin onu görme fırsatı olmamıştı. Fazlasıyla çevik ve hızlıydı.

Jenny, çevresine dikkatli gözlerle bakınmaya başladığında oldukça karışık bir ruh durumu içindeydi. Kendisini saniyeler önce birisinin izlediğinden emin olsa da şimdi çevresinde kimse yoktu.

"Aklımı kaçırıyor olmalıyım," diye fısıldadıktan sonra son kez çevresine göz attı. Mavi gökyüzü, gökyüzünü kaplayan bulutlar, birkaç ev, yeşil ağaçlar dışında bir şey göremedi. Sokakta hiç insan yoktu. Kasaba birkaç dakika öncesinden daha farklı bir şekilde adeta ölüm sessizliğine bürünmüş gibiydi.

Loading...
0%