Yeni Üyelik
4.
Bölüm

1. Bölüm (Düzenlenmiştir)

@yazarcerenoktay

KURTARICI SERİSİ 1 - KANLI GECELER
22.07.2024, 12:00 🐺
Yeni hikayemize hepiniz hoş geldiniz,
ve keyifli okumalar!

Okumaya başladığınız tarihi ve saati buraya yazın lütfen.

JENNY HALE

Laurel, Amerika Birleşik Devletleri’nin Montana eyaletinde bulunan ve sıcaklıklarıyla ünlü bir ilçeydi. Bu ilçede yazlar kavurucu, kışlar dondurucu geçerdi. Ancak yerliler bu doğal ritmi benimsedikleri için uyum sağlamakta zorluk çekmemişlerdi.

İlçe sınırları içindeki Kantoga kasabası, geçmişin yükünü sürekli taşıyan bir halka ev sahipliği yapıyordu. Bu nedenle diğer kasabalardan oldukça farklı bir atmosfere sahipti. *1

Kantoga Kasabası’nda yaşayan insanlar, geçmişin acı hatıralarını unutmak için çaba sarf ederken, atalarından gelen uyarıları daima dikkate alır ve temkinli davranırlardı. Önlem almadıkları takdirde başlarına ne geldiğini çok iyi biliyorlardı ve hiçbiri o olayların tekrarlanmasını istemiyordu.

Kantoga Kasabası sakinleri, geçmişte aldıkları yaralar nedeniyle dışarıdan gelen insanlara karşı mesafeli davranır ve onları asla aralarına almak istemezlerdi. Her yabancıya karşı soğuk davranıp kasabanın gerçek halkına karşı gösterdikleri sıcaklığı asla onlara göstermezlerdi. Bundan dolayı yüzlerindeki asık ifade ve bakışlarındaki sertlik, en çok yabancı insanları gördüklerinde ortaya çıkardı.

Kantoga kasabasının halkı, günlük yaşamlarını işlerine gidip gelmekle, bahçelerini düzenlemekle geçirirlerdi. Bu rutin, onlar için bir tür terapiydi. Yaşadıkları çevrede ve kasabada bulunan insanlar, hayatlarının merkezini oluştururdu. Sık sık birlikte etkinlikler yaparak vakit geçirmeye devam ederlerdi.

Kantoga Kasabası halkının sıradan günlerini yaşamaya devam ettiği bir vakit, Jenny Hale adındaki genç kız ailesinin zoruyla yola çıkmış ve yolculuk boyunca söylenmeye devam etmişti. Bu söylenişi anne ve babasının canını sıksa da kızlarına karşı olabildiğince sabırlı davranmaya çalışmış ve onu anladıklarını belli etmek için çok çaba sarf etmişlerdi. Nitekim bu o kadar kolay olmamıştı. Jenny, gerçekten hırçındı ve kolay kolay sakinleşecek gibi görünmüyordu.

Jenny, bu yolculuğa çıkmaktan hiç memnun olmadığı için hırçın davranışları çok normaldi. Ailesinin Kantoga Kasabası’nda geçmişi olsa da onun burası ile bir bağı yoktu. Büyükannesi sık sık bu kasabadan bahsedip özlemini yad ediyor olsa da genç kız için bunun da önemi yoktu. Her türlü bu kasaba ve içindeki insanlar onun için yabancıydı.

En çok sevdiği müzik çalmaya başladığında Jenny, içindeki sıkıntıyı daha yoğun bir şekilde hissetti. Bu müzik bile onun neşeli olmasını sağlayamıyordu. Hüzünlü bir nefes alıp vermesinin ardından elindeki telefonu daha sıkı tutmaya başladı. Bakışlarını telefondan çekip arabanın camına çevirdiğinde kasabaya girişi belli eden tabela gözüne çarptı.

Tabelayı geçmelerinin ardından canı sıkkın olsa da çevresini merak içerisinde incelemeye devam etti. Büyükannesinin anlattıklarının gerçek olup olmadığını görecek olmak biraz olsun heyecanlanmasına sebep oluyordu. Lakin yaşadığı heyecan kısa sürede ortadan kalktı. Yüzü sanki dünyanın en ekşi limonunu yemişçesine buruştu.

Gördüğü insanların bakışları onları fark etmelerinden kaynaklı fazlasıyla donuktu. Kısa sürede bu ifadenin değişip tehditkar bir hal alması, genç kızın yüreğinin sıkışmasına sebep oldu. Lanet olsun! Neden böyle oluyordu ki? Keşke böyle olmasalardı… Büyükannesi Jenny’ye anlattıklarında kesinlikle haklıydı. Hafifçe esen rüzgâr penceresine vurup yön değiştirirken, burada yaşamanın ne kadar zor olacağını düşünmekten kendini alamadı.

Jenny, derin bir nefes aldığında geçmişte yaşadıkları aklından bir film şeridi gibi geçmeye başladı. Yaşıtlarına göre iri bir vücuda sahip olması, okuldaki öğrencilerin kendisine sık sık acımasız şakalar yapmasına neden olmuştu. Bu durum doğal olarak Jenny’nin özgüvenini derinden sarsmıştı. Ancak, genç kızın dikkat çekici görünmesine sebep olan bir dış görünüşü vardı. İri gözleri, kiraz dudakları, biçimli burnu ve uzun boynu, onu görenleri bir kez daha bakmaya davet ediyordu. Fakat bu çekiciliğine rağmen, ne annesine ne de babasına benzemiyordu. Bunun farkında olan öğrenciler sık sık onun evlatlık olduğunu söyler ve daha acımasız saldırılarını sürdürürlerdi. Haklılardı da. Jenny, evebeynleri tarafından evlatlık alınmış gibi görünmekteydi. Bu gerçek, onun iç dünyasında derin yaralar açıyordu ve yaşadığı zorbalıkla birlikte özgüvenini daha da zayıflatıyordu.

Jenny, hayatının büyük bir kısmını yollarda geçirmişti ve bu durumdan nefret ediyordu. Her yeni şehir, her yeni ev, onun için yeni bir başlangıç değil, bitmek bilmeyen bir belirsizliğin parçasıydı. Arkadaş edinememek, kök salamamak... Bu yalnızlık, Jenny'nin ruhunu kemiriyordu. Kantoga Kasabası’ndan da pek hoşlandığı söylenemezdi. Büyükannesi onu kasaba hakkında yeterince bilgilendirmiş olsa da bütün bu gerçeklerle yüzleşmek, genç kız için fazlasıyla ağırdı. Ne olurdu sanki büyükannesinin anlattıklarının tersinde olsaydı gördüğü insanların yüz ifadesi? Yabancılara düşmanca bakmak yerine neden güleç yüzlü olup onlara yardımcı olmuyorlardı ki? Sıkıntı içinde yanaklarını şişirdi, nefesini yeniden bıraktıktan sonra çevresini incelemeyi sürdürdü.

Bir süre sonra, dışarıdaki somurtkan ve hayattan bezmiş insanların bakışlarından kaçmak için Jenny dikiz aynasına baktı. "Hâlâ gelmedik mi?" diyerek küçük bir çocuk gibi sızlandı. Bu çirkin bakışlı insanları görmek, midesinin bulanmasına neden oluyordu. Hayatında belki de ilk kez bu kadar sıkılmış ve bunalmış hissediyordu kendisini.

Yanıt gelmeyince gözlerini devirdi ve tekrardan dikiz aynasına baktı. Anne ve babasının alaycı sesini duymamayı umuyordu. Tekrar konuştu. Söylediği her kelimeyi vurgulamaya çalışıyordu. "Bu kasabadaki insanların hiçbirini sevmedim. Hepsi büyükannemin anlattığı gibi çok soğuk görünüyorlar," dedi. Ses tonunda yaşadığı hoşnutsuzluk açıkça belli oluyordu.

Jenny, istemese de dikiz aynasına bakmaya devam etti. Babasının ne düşündüğünü bakışlarından anlamak istiyordu. Oysa babası sıradan ifadesiyle yola bakmaya devam edip bakışlarını bir kez bile dikiz aynasına çevirmemişti. Dolayısıyla düşündüklerini anlayabilmenin bir yolu yoktu. Bu durum Jenny’nin canını daha da sıktı. Tam o sırada kendi kendine söylenmeye başlamış oluşunu duymuş gibi Bay Hale, bakışlarını dikiz aynasına çevirdi. Jenny, babasıyla göz göze geldi.

Bay Hale, Jenny’den tamamen farklı görünüyordu; dalgalı, kızıl saçları vardı. Saçları ile uyumlu duran ve ona çok yakışan kahverengi gözlere sahipti. Çilli bir yüzü ve ince dudakları vardı. Sakallı olmayı tercih ederdi. Çünkü Jenny ona sakalı çok yakıştırıyordu.

Bu kasabaya gelmelerinin sebebini kızına defalarca anlatan Bay Hale, kızının söylediklerini duysa da bir süre sessiz kalmayı tercih etmişti. Nitekim Jenny, bunu bilmiyordu. Bay Hale, ne derse desin Jenny’yi memnun edemeyeceğinin farkında olduğu için sessizlik ona daha doğru gelmekteydi.

Jenny’nin babası diş hekimi, annesiyse doktordu. Bundan dolayı sıkça seyahat ederlerdi. Hayatlarının büyük çoğunluğunu insanlara yardım ederek geçirmişlerdi. İnsanlar, onların yardımlarından çok memnun olur, bundan dolayı başka bir yere gitmelerini asla istemezlerdi. Bu durumun gerçekleşeceğini anladıklarında gitmelerine engel olmak için çok dil döker ve onları ikna etmeye çalışırlardı. Nitekim bu dil dökmeler ve gösterilen çabalar işe yaramazdı. Çünkü bir bölgede uzun süre kalmak onlara göre değildi. Bu yüzden yine yollara düşer ve gittikleri yer neresi olursa olsun, oradaki insanlara yardım eder ve hayatlarını kolaylaştırmak için ellerinden gelenleri yaparlardı.

Jenny, bütün bunların farkında olmasına rağmen bu durumdan hiç memnun değildi. Kendisinden daha değerli hiçbir insan olmadığını düşünüyordu. Böyle düşünmesine sebep olansa asla bencil olması değildi. Anne ve babasının kendisinden çok diğer insanlara değer verip onları ön plana çıkarması ve onlarla zaman geçirmesiydi. Bu durum canını çok sıkıyordu.

Jenny, sessiz kalan babasına bakmaya devam ederken direksiyonu sıkıca tutmaya başladığını gördü. Sakin olmaya çalışır gibi bir hali vardı.

Babası, en sonunda bakışlarını dikiz aynasına çevirdiğinde, Jenny’nin kalbi hafifçe hızlandı. Dikiz aynasının küçük, yuvarlak yüzeyinde babasının gözlerini görebiliyordu. Gözlerinde endişeli bir ifade vardı, sanki Jenny’nin duygularını okumaya çalışıyordu. “Ah, tatlım! Sürekli taşınıyor oluşumuzun senin için ne kadar zor olduğunun farkındayım. Bütün arkadaşlarını, hayatını, anılarını geride bırakmaktan nefret ettiğin gözlerinden okunuyor."

Konuşmasına birkaç saniyelik ara verdi ve kaşlarını hafifçe çattı. Bakışlarını yeniden yola çevirdi. “Neden bir kez olsun bu duruma olumlu tarafıyla bakmaya çalışmıyorsun? Yeni insanlar tanıyacak, belki de bu insanları daha çok seveceksin," dediğinde hem Jenny hem de kendisi, bunun olmayacağını çok iyi biliyorlardı. Jenny’nin büyükannesi sağ olsun, kasabanın geçmişi hakkında bilgi sahibiydiler ve insanlarını çok iyi tanıyorlardı.

Jenny, babasının yine her zamanki palavraları söylemesinden sıkıldığını fark etti. Bu sözleri daha önce kim bilir kaçıncı kez duymuştu. Başını iki yana sallayıp iç dudağını dişledikten sonra kaşlarını çattı. Sürekli taşınmaktan, biraz olsun yakınlaştığı insanları ardında bırakmaktan hiç memnun değildi. Neden hep böyle oluyordu? Omuzları yaşadığı mutsuzluktan dolayı çökerken “Kesinlikle hayatımdan memnun olmak zorunda değilim! Bu durumun değişeceği güne ulaşmak için can atıyorum,” dedikten sonra tekrardan pencereden dışarı baktı.

Babasına dediği gibi, bu kasabadaki hiçbir insanı sevmek zorunda değildi. Anne ve babası neden bunu anlamıyor ve sürekli üzerinde baskı kurarak onu daraltıyorlardı? Söyledikleri sözler çok anlamsızdı ve genç kıza göre düşüncesiz ebeveyn olduklarını açıkça ortaya koymaktaydı. Onların bu tavır ve sözlerini hiçbir zaman anlamamıştı ve anlayabileceğini düşünmüyordu. Ona göre anne ve babası bencildi ve bencil olmaya devam edeceklerdi.

Babası, biraz daha ilerlemelerinin ardından oturacakları evin bulunduğu sokağa yaklaştıklarını söyledi. Jenny, bu habere oflayarak tepki verdi. Babasına bakmayı bıraktıktan sonra bakışlarını yeniden aracın camına çevirdi. Bunu yapmasıyla özgürce uçan, mavi kanatlara sahip kelebeğe gördü. Gözleri şaşkınlıkla açılırken büyükannesinin anlattığı masal aklına geldi.

Masala göre dünyadan çok uzakta, Ontekopstu adı verilen bir galakside insanlar tarafından çok sevilen bir kız yaşarmış. Bu kız, ailesinin bütün kötülüğüne rağmen çok masummuş ve hiç kimseye zarar gelmesini istemezmiş. Ailesinin aksine galakside yaşayan insanlara yardımcı olur, ihtiyaçlarını giderip yaralarını sararmış. Bunu yaparken o kadar masum görünürmüş ki, insanlar onun için üzülmeden yapamazmış.

Bir gün, eziyet gören halklardan birisine yardım ederken ailesi tarafından yakalanmış ve bunun olduğuna inanmak istememiş. Bunun ne anlama geldiğini bilen halktan insanlar, onun için endişelenmişler. Bu zamana kadar yaptığı iyiliklerin karşılığını ödeyebilmek için kendi canlarını hiçe saymış ve kızı korumak için harekete geçmişler. Tabii kötü olan insanlar, bu durumun farkında olduğu için onlara hiç acımamış ve onları oracıkta öldürmüşler. Kız, gördüklerine inanamamış. Onların, ailesinin kötü olduğunu biliyormuş ama bu kadar kötü olduklarına o ana kadar inanmak istememiş.

Kız, zorla insanların bulunduğu alandan uzaklaştırıldığında kraliçenin yanına getirilmiş. O sırada elleri bağlıymış ve kraliçe ile göz kontağı kurması yasak olduğu için onun gözlerine bakmaya cesaret edememiş.

Kraliçe bütün bu iyilikleri yapmasının suç olduğunu dile getirdiğinde genç kız, üzüntü içinde gülmeden yapamamış. “Neden gülüyorum ve ne için üzülüyorum biliyor musunuz?” diye sormuş. Kraliçe, bu sorusu üzerine “Bu beni zerre ilgilendirmiyor,” demiş. “Sen kanunları çiğnedin. Benim kızım olmana rağmen yapmaman gereken bir şeyi yaptın, onlara yardım ettin. Bunu yaptığında başına gelecekleri biliyordun.”

Kız, duydukları üzerine daha da gülmüş ve gözlerinden yaşlar süzülmeye başlamış. “Yasalarınızın da sizin de canınız cehenneme! Sizin rahat bir hayat sürebilmeniz için başkaları eziyet çekiyorsa bu düzeni de bu hayatı da kabul etmiyorum. Bana ne yapacaksanız yapın ama onlara sakın dokunmayın!”

Kraliçe, duydukları üzerine daha da öfkelenmiş. Kız, kraliçenin elinde tutmaya devam ettiği asanın parladığını fark ettiğinde, gülmeyi bırakmış ve cesaret ederek bakışlarını ona çevirmiş. Kraliçenin öfkeli yüzünü ve parlamaya devam eden asayı gördüğünde çırpınmış. O anda, parlak bir ışık çevrelerini sarıp herkesin gözünü almış ve görüşünü engellemiş.

Bu ışığın çıkmasının ardından kendisini zorla tutan kişilerden kurtulan kız, ilk adımını atmış ve bedeni bir anda mavi bir kelebeğe dönüşmüş. Bulunduğu yerden uzaklaşmak için kanat çırpmaya başladığında, kraliçe büyüsünü kullanarak ortaya çıkan parlak ışığı yok etmiş. Kız olması gereken yerde yokmuş ama görmüş olduğu mavi kelebek kraliçenin dikkatini çekmiş. Efsaneye göre mavi kelebeğin ortaya çıkması, hükümdarlığının sona ereceğini belli etmekteymiş.

Kraliçe, bunun üzerine öfkesinin tüm benliğini sardığını hissetmiş ve asasını kullanarak mavi kelebeğe saldırmış. O sırada kızı korumak için ortaya çıkan diğer insanlar, onu korumak adına canla başla çabalamaya başlamışlar. Onlar da biliyorlarmış ki, bu mavi kelebek özgürlüklerine giden yolun başlangıcıymış ve mavi kelebek sağ oldukça umut var olmaya devam edecekmiş.

Jenny, bu masalı büyükannesinden çok küçük olduğu bir yaşta dinlemişti. Mavi kelebeği görmesiyle aklına gelen bu masal, büyükannesinin söylediğine göre büyük önem arz ediyordu. Anlattığına göre ne zaman mavi kelebek görse hem kendi özgürlüğü hem de başka insanların özgürlüğü için büyük gelişmeler olacaktı. Bu kelebeğin görüldüğü yerde olan sorunlar yavaş yavaş ortadan kalkacak ve huzur kendini gösterecekti.

Jenny, kaşlarını çatarken bunun gerçekten olup olmayacağını düşünmeye başladı. Acaba buradaki halk sıkıntılı günlerden mi geçiyor? diyerek düşünmeye devam ettiğinde kelebeğe bakmaya devam etti. Bu sorunun yanıtını tam olarak bilemiyor olsa da zamanın ilerleyişinin ona bir takım şeyleri göstereceğini ve hayatının tamamen değişeceğini düşündü. Bu kasaba ile ilgili bildiği tüm şeyler de bunu işaret ediyor gibiydi.

Derin bir nefes aldıktan sonra kelebeğin gözden kaybolduğunu gördü ve düşünmemeye çalıştı. İçini kaplayan karanlığı görmezden gelmeye çalışsa da bunu yapmak zordu. Jenny’ye göre buraya gelmek sürgün edilmekten farksızdı. Her ne kadar bu garip insanların olduğu Kantoga Kasaba’sına zorla gelmiş olsa da her insan ona yabancıydı. Üstelik koskoca kasabaya geldiğinden beri hiç yaşıtını görmemişti. Gördüğü insanlar genelde orta yaş ya da üstüydü. Yoksa bu kasabada gençler yaşamıyor muydu? Bunun olmamasını diledi. Araç ilerlemeye devam ederken çevresini izlemeyi sürdürdü.

* 1 : Burada kastedilen kasabanın lanetidir.

 

 

 

 

 

 

Devamını okumak için 3. bölüme geçiniz.

Loading...
0%