Yeni Üyelik
18.
Bölüm

14. Bölüm

@yazarcerenoktay

30.10.2024, 00:23 🐺
Kurguma hepiniz hoşgeldiniz
ve keyifli okumalar!

Okumaya başladığınız tarihi ve saati buraya yazın lütfen.

Instagram : yazarcerenoktay Hepinizin profilimi takip etmesini, videolarım ve paylaşımlarıma beğeni, yorumlarını bırakmasını bekliyorum.

Geçmişten günümüze kadarki bütün kurt adam vakalarında ilk dönüşümler şunu gösteriyordu: Kimse dönüştükten sonra neler olduğunu, uyandığı yere neden ve nasıl geldiğini hatırlamıyordu. Bu dönüşüm gerçekleştirdikten sonra ortaya çıkan belirtilerin sadece birkaçıydı.

Jenny, ailesinin kendisine bahsetmediği bu gerçek ile henüz yüzleşmemişti. Yaşamış olduğu acı her defasında bayılmasına sebep oluyordu. İlk dönüşümünü dolunayda, olması gereken yaşta geçirdiği için kendini şanslı saymalıydı. Çünkü dönüşüm geciktikçe acı daha da artıyor ve bazen dönüşüm gerçekleşeceği sırada ölümlere sebep olabiliyordu.

Normalde bulunduğu ortam fazlasıyla karanlıkken çevresini bu kadar net bir şekilde görebiliyor olması şaşırmasına sebep olmuştu. Hiçbir zaman karanlıkta bu kadar net görememişti. Hatta görüşü o kadar keskindi ki yerdeki karıncaları ve mikroorganizmaları bile görebiliyordu.

Bunun olabilmesinin imkânsız olduğunu düşündüğü anda görmüş olduğu ceset ve cesetten burnuna ulaşan keskin kan kokusu çok rahatsız olmasına sebep olmuştu. Kan bu kadar rahatsız edici mi kokuyordu? Bunu daha önce hiç fark etmemişti. Kanın kokusunu nasıl bu kadar kuvvetli bir şekilde aldığına anlam veremiyordu.

Adımlarını endişeli bir şekilde bedenin sahibine doğru attığında görmüş olduğu kopuk baş bedeninin olduğu yere çivilenmesine sebep olmuştu. Bu adam oydu. Komşusu Bay Lukas’ın ta kendisi.

O… O öldürülmüş olamazdı. Onu tanıyalı daha çok olmamıştı ve böylesine korkunç bir ölüme kurban gitmesi çok büyük şanssızlıktı. Aralarında gerilim olabilirdi, hatta ailesine zarar vermek de istemiş olabilirdi ama onu bu halde görmek çok fazlaydı. O kadar ağır gelmişti ki onu bu halde görmek, beyni gördüklerine daha fazla dayanamamış ve midesinin ağzına gelmesine sebep olmuştu.

Neredeyse bayılacak ve daha da kötülenmesine sebep olacak şekilde kustuğu sırada tüm bedenini saran kanların varlığını hatırlaması kusma dürtüsünün önüne geçmişti. Ellerindeki ve vücudundaki kan lekesini bir an evvel ortadan kaldırıp neler olduğunu anlaması gerektiğini fark edince hemen doğruldu ve hızlıca kendine geldi. Şu anda ne kusmanın zamanıydı ne de burada durmanın. Kimse onu görmeden buradan gitmeliydi. Eğer ki onu burada görürlerse Bay Lukas’ın cinayeti üzerine kalacaktı. Buna izin veremezdi.

Koşmaya başladığı sırada o kadar hızlıydı ki bunu fark etmemişti bile. Bulunduğu yerden evine varması sadece birkaç saniyesini almıştı.

Evinin önüne vardığında kapının ardına kadar açık olması telaşını daha da katlamıştı. Hemen içeri girip annesinin kokusunu daha da güçlü aldığı alana doğru ilerledi. Annesi dehşete düşmüş bir halde olduğu yerde oturmuş, boş bakışlarla karşısındaki duvara bakıyordu.

Bayan Hale, kızının kokusunu aldığında beklediğinden daha çabuk kendisine gelmişti. Yüzü kireç gibi bembeyazdı. Gözleri ağlamaktan şişmiş adeta kan çanağına dönmüştü. Sendeleyerek de olsa ayağa kalktı ve kızına sarılmak üzere hamle yaptı.

Jenny, çevresine baktığında babasını görememişti. Annesinin: “Ba… Baban…” dediğini duymuş, sonrasında kendisine doğru gelmek yerine dizlerinin yerle bütünleştiğini görmüştü.

Bayan Hale, elleri de yerle temas ettiği sırada bakışlarını yeniden kızına döndürdü. Kızına yeniden baktığı sırada Jenny’nin gözleri endişeye bürünmüştü. Onu daha öncesinde kendileri için bu kadar endişelenirken görmemişti.

Jenny, babasına bir şey olduğunu düşünmesinin üzerinde yarattığı korkuyu iliklerine kadar hissettiğinde üzerindeki kanların ve görmüş olduğu cesedin bundan daha önemli olmadığını idrak etmişti. Buraya geldiğinden beri başına gelenler, yaşadıklarının üzerinde yarattığı hisler şu anda hissettiklerinin yanında devede kulak kalıyordu.

İyi ya da kötü bir aileye sahip olmanın ne kadar önemli olduğunu bu güne kadar anlamamıştı ve öneminin farkına vardığında:

“Umarım hiçbir şey için geç değildir,” derken buldu kendini.

Annesi şiddetli bir şekilde ağlamaya başladığında kanla kaplı ellerini hiç düşünmeden ona uzattı. Olabildiğince sakin kalmaya çalışarak:

“Ne oldu?” diye sordu. “Babam iyi değil mi? Ben yanınıza gelecektim ama gelemedim. Ben o anda çok korkmama rağmen yanınızda olamadım. Lanet olsun ki kapı üzerime kilitliydi!”

Bayan Hale, yüzündeki bütün kan daha da çekilirken: “On altı saattir ortada yoksun Jenny. Avcılar babanı silahla yaralayıp alıkoyduğunda onlara yetişmek için çabaladım lâkin bu konuda başarılı olamadım. Senin odanda güvende olduğunu düşündüğüm için tüm kasabada babanı aradım lâkin bulamadım. Eve gelip sana bakmak istediğimde kapının kilidini açtım ama sen yoktun. Odanın penceresi kırıktı, yerdeyse o gün giydiğin kıyafetlerin duruyordu. O an anladım ki, dönüşümün gerçekleşmişti. Bir süre ortalıkta olmayacak, kendine geldiğinde geri gelecektin. Öyle de oldu. Şimdi yanımdasın. Bunun için çok mutluyum,” dedi. Ayağa kalktıktan sonra kızına sıkıca sarıldı. “Sana gerçekleri anlatmadığım için özür dilerim. Bilmediğin takdirde güvende olacağını, bize zarar vermeye kalkışmayacaklarını düşünmüştüm lâkin öyle olmadı.”

Jenny, bütün kaslarında yeniden bir gerginlik hissederken:

“Ne? Ne dönüşmesi?” diye sordu. Afallamıştı ve büyükannesinin günlüğünde yazan söyledikleri beyninde soğuk bir duş etkisi yaratarak çalkalanıyordu. “Sen neden bahsediyorsun anne? Yoksa… Yoksa büyükannemin anlattıkları doğru mu?”

Bayan Hale, kızına sarılmayı bırakıp geri çekildiğinde elleri titriyordu. Annesinden bir yanıt gelmeyince “günlüğüm…” diye fısıldadı. “Konuşsana anne. Bana her şeyi anlatsana. Neler oluyor? Her şeyi bilmem gerekiyor. Ben kimim? Nasıl bu hale geldik? Saldırganlar, babamı kaçıranlar bizden ne istiyor? Günlüğümde yazanlar, büyükannemin…”

Bayan Hale, gözünden bir damla yaş süzülürken hafifçe öksürdü. Kızının sorularına yanıt vermeden önce eşinin ahşap kütükten yaptığı sehpanın üzerinde duran sürahiden bir bardak su doldurup içti.

“Sana anlatacağım her şeyi. Bundan sonra yalan ya da gizem olmayacak. Sen bizim tek çocuğumuzsun ve büyükannenin bize emanetisin.”

Ailenin tek çocuğu olmak fazlasıyla yorucu bir şeydi. Üstelik Jenny bütün yaşadıklarını düşününce bu daha yorucu bir hâl alıyordu.

Annesi elindeki bardağı yeniden sehpaya bırakıp üst dudağını hafifçe dişledikten sonra anlatmaya hazır olduğunu hissetti. Hafifçe dudaklarını araladı, konuşmaya başladı.

“Günlüğünde yazanları biliyorum. Büyükannenin sana anlattıkları doğru. Biz geçmişten bugüne dünya üzerinde kurt adamlar ve kurt kadınlar olarak varlığımızı sürdürdük. İlk atamızın ortaya çıktığından bugüne kadar binlerce yıl geçti. Hepimiz safkanız. Daha anlaşılır bir şekilde söylemek gerekirse dünyadaki ilk kurt adamın ve kurt kadının soyundan geliyoruz.”

Jenny, duyduklarını sindirmeye çalıştı. Annesinin anlattıkları tüm benliğine ağır gelirken tek çocuk olmanın ilk defa pişmanlığını hissetti. Belki bir kardeşi olsaydı onunla birlikte gerçekleri öğrenir ve birbirlerine destek olup daha güçlü bir şekilde üstesinden gelirlerdi yaşadıklarının. Oysa kardeşi yoktu. Duyduklarının ağırlığını tek başına taşıması gerekiyordu. Buna ne kadar dayanabilirdi bilmiyordu. Güçlü müydü onu da bilmiyordu. Ne yapacağını, nasıl hareket edeceğini de bilmiyordu.

Başını odasının bulunduğu yere çevirip yatağının üstünde yer alan günlüğünü gördüğünde annesinin söyledikleri ile günlükte yazanlar arasında çok büyük bir fark olduğunu fark etmişti. Büyükannesi artık kurt adam ve kurt kadın soyunun devam etmediğini söylerken annesiyse devam ettiğini söylüyordu. Burada bir yalancı vardı. Ya büyükannesi ya da annesi ona doğru söylemiyor, genç kızı istedikleri gibi yönlendirmek istiyordu.

Jenny, ilk defa kime inanacağını şaşırmıştı. Çocukluğundan beri çok sevdiği ve öldüğünü sandığı büyükannesi ona hiçbir zaman yalan söylememişti. Annesiyle babasının tek yaptığıysa onu sürekli taşınmaya zorlamak ve hayatını daha da çekilmez hale getirmek, gerçeği ondan saklamaktı. En azından büyükannesi geçmişte ona soyundan, atalarından bahsetmişti. Annesi ise bunu şimdi söylüyordu. İkisinin söylediklerini kafasında derinlemesine tartmasına rağmen doğru söyleyen kişinin kim olduğunu bulamadı. Bulmak onun için atomu parçalara ayırmak kadar imkânsızdı.

Jenny, hem büyükannesinin hem de annesinin anlattıklarını inkâr edercesine yere çöküp sırtını duvara yasladığında kimseyi duymak ve görmek istemiyordu. Elleri ile kulaklarını kapattıktan sonra başını iki yana sallamış, duyduklarını sindirmeyi reddetmişti. “Bu imkânsız…” dediğinde annesinin verdiği yanıt yüzüne sert bir tokat gibi çarpıverdi. “Hayır, değil. İmkânsız diye bir şey yok bu hayatta.”

Saniyeler daha öncesinde de olduğu gibi bir sel misali akmayı sürdürdü. Jenny’nin zihni işte tam o anda doğumundan bu ana kadarki bütün anılarını bir film şeridi gibi gözlerinin önüne sermeye başladı. Genç kız, hatırladığı anıların yok olması için kendince çaba sarf etse de bu mide bulantısı sağlamaktan başka bir işe yaramadı.

Gerçek anılarını, unuttuğu her şeyi bir bir hatırlamak Jenny için çok yorucuydu. Nitekim safkan olduğu için bu süreci atlatması diğerlerine göre daha kolay olmuştu. İlk dönüşümü sayesinde hatırladığı anıları ona fazlasıyla yol gösterecek gibiydi. Buna rağmen bir şeylerin eksik olduğunu, yanlış olduğunu hissediyor, ne olduğunu çözemiyordu.

Jenny, bütün anıları aklına geldikten sonra kendisini hiç bu kadar yorgun hissetmediğini fark etmişti. Unuttuğu, tozlu raflara atılan bir kitap gibi terk edilen anıları ona sürekli şehir değişikliği yapmalarının sebebinin kendilerini korumak olduğunu söylüyordu. Çevrelerinde çok düşmanları vardı ve bu düşmanlardan bazıları varlıklarını sezdiğinde hayatları tehlikeye girmekteydi. Bu yüzden de en iyi yapılacak şey bulunulan yerden olabildiğince uzaklaşmaktı. Tabii geride varlıklarına dair hiçbir iz bırakmadan…

Ailesi hayatının her anında sürekli çevresindeydi ve Jenny’yi bunaltan, aslında ona mantıksız gelen her şey şimdi çok mantıklı gelmeye başlamıştı. Ailesi onu korumak istiyordu, hatta onu çok seviyordu. Bunu hiç fark etmemişti.

Ellerini kulaklarından çekip başını kaldırdıktan sonra irileşmiş gözleriyle annesine baktı. “Siz… Siz beni seviyorsunuz ve bütün yaptıklarınız beni korumak içinmiş. Beni korumak adına sürekli taşınma kararı almışsınız, bense bundan bir haber geçirmişim senelerimi. Üstelik bebekken bana anlattığınız hikâyeler… Tanrı’m! Soracak o kadar çok sorum var ki. Nereden, nasıl başlayacağımı bilmiyorum anne. Kafam o kadar karışık ki…”

Bayan Hale, anlayışla başını salladı. Kızının elini tutup ayağa kaldırdıktan sonra yanına oturttu ve ellerini tutarak şefkatle gözlerine baktı. “Merak ettiğin her şeyi bana sorabilirsin.”

Jenny, başını salladığı sırada zihninde eksik olan parçalardan birinin ne olduğunu fark etmişti. Bayıldıktan sonra ne olduğunu, on altı saat boyunca ne yaptığını hatırlamıyordu. Gözlerinin önüne karşı komşusunun ölü bedeni geldiğinde gözlerinin yaşla dolmasına engel olamadı.

“Anne… Anne ben galiba birini öldürdüm. Ben karşı komşumuzu öldürdüm.”

 

***

 

Barclay, Jenny’nin dönüşümünden sonra neler yaşandığını çok iyi biliyordu ama ona yardım etmek için henüz doğru zamanın gelmediğinin farkındaydı. Genç kız benliğini, yaşamını, bir kurt kadın olmanın ne demek olduğunu anlamalıydı. İşte bundan sonra devreye girecek ve ona yardım edecekti.

Kasabada yaşanan her anı oturduğu yerden dikkatli gözlerle izlerken hava çoktan kararmaya yüz tutmuştu. Bulunduğu yerin çok uzağında Marie’nin sokakta Faith ile konuştuğunu görmüş ve ne konuşmaya başladıklarına kulak kesilmişti.

Faith, Marie’ye elindeki gazetede yazanlardan bahsediyor ve neler olduğuna dair bir açıklama istiyordu. Marie ise ona bilgi veremeyeceğini söylemişti. Faith ne kadar ısrar ederse etsin aldığı yanıt aynıydı.

Marie, aracına binip Faith’in bulunduğu caddeden uzaklaşırken aracının dikiz aynasından kıza son bir bakış atmıştı. İncelemeler devam ettiği için ve kasabanın en dedikoducu insanı o olduğundan ona hiçbir şey söyleyemezdi. Ağzından çıkacak olan en ufak bir kelime bile tüm kasabada bomba etkisi yaratacak, ağzından çıktığı halden başka bir hale bürünecekti. Hep böyle olmuştu. İşte bu yüzden Faith ile konuşmamak ve ona bilgi vermemek en doğrusuydu.

 

***

 

George ve Alex, büyücünün yaşadığı ormana vardığında fazlasıyla temkinli ve dikkatli bir şekilde hareket etmeye başlamıştı. Araçtan inip yürüyüşe geçtikleri sırada çevrelerinde bulunan ağaçlar onları uyaran sesler çıkararak ürpermelerine sebep olmuştu. Aradan zaman geçtikçe duydukları bu sesler anlam kazanıp hecelere, ardından da kelimelere dönüşüp onlara gitmelerini söylemişti.

Büyücünün bölgesinde bunların olması son derece normaldi. Çünkü büyücü ağaçları ve çevresindeki her şeyi kontrol altına alabilecek kadar güçlü biriydi. Onlar da bunun farkındaydı. Bu yüzden de endişe dört bir yanlarını sarmasına rağmen bunu belli etmemeye çalışıyorlardı.

Ormana girmek için daha ilk adımlarını attıklarında büyücünün: “Hemen buradan gidin!” diyerek onları tehdit eden sesini duymuş ve oldukları yere sinmişlerdi.

Büyücünün sesi bir an için tam diplerindeymiş gibi hissetmelerine sebep olurken bir anda da çok uzaklarındaymış gibi hissetmelerini sağlamıştı. Bu çok garipti. Kurt adam oldukları için en yakınlarındaki ve en uzaklarındaki sesi duyabiliyorlardı ama büyücünün sesi güçlerinin de üstünde bir güce sahipti. O kadar güçlüydü ki sesin yönünü algılamalarını zorlaştırıyordu.

Yeniden büyücünün tehditkâr sesini duyduklarında bu defaki uyarısı daha hissedilir bir hâl almıştı. Çünkü gerçek anlamda onun alanına girmişlerdi ve tehlikenin çanları çalmaya başlamıştı.

Alex, George’un bakışları eşliğinde konuşmaya başladığında az daha dizlerinin bağının çözüleceğini hissetmişti. “Senin huzurunu bozmak ya da sana zarar vermek için gelmedik. Bir sorunun yanıtını arıyoruz. Beni neden kontrol altına aldığına dair bir yanıt,” dediğinde az daha bayılacağını sandı ama bir şey olmadı.

İkisi de büyücüden yanıt gelmeyeceğini düşünüyordu ama beklediklerinin aksine büyücü Alex’in sorusuna yanıt vermişti. Sesi zehirli bir yılan gibiydi. Sadece Alex ve George’u ürkütmekle kalmıyor, ormanın içinde yaşayan tüm orman halkını da korkutuyordu. “Çünkü onu bana getirebileceğini düşünüyordum. Kurt adamlar arasında en zayıfı sensin ve senden başkasını kontrol altına almam zor olacaktı.”

Alex, büyücünün sözleri üzerine gururunun kırıldığını ve arkadaşının yanında aşağılandığını hissetmişti. George ise büyücünün söylediği sözlerden dolayı yüzünde beliren şaşkın ifadeyi gizleyemiyordu. Kendi kendine Alex mi güçsüz dediğinde büyücüden yanıt gelmesini beklemiyordu.

“Evet. Alex, çok ama çok güçsüz.”

Alex, büyücünün kendisini güçsüz bulduğuna dair olan sözlerin hissettirdiği hisleri bir kenara fırlatıp tüm benliğini bir rahatlama hissinin sarmasına izin verdiğinde üstünden tonlarca yük kalkmış gibi hissetmişti. Başka zaman olsa büyücünün yapmış olduğu bu şeye tepki gösterirdi ama şimdi sesini çıkaramıyordu. Ses telleri “Beni tehlikeye attın!” diye haykırmak istiyordu ama bunu yapamazdı. Şu an için büyücü ile iyi geçinmek tercihlerin en iyisiydi.

“Görüyor musun kardeşim? Sana en zayıfımız olduğunu söyledi. Oysa ben senin fazlasıyla akıllı, çevik ve güçlü olduğunu düşünüyorum,” diyerek duyduklarına karşı rahatsızlığını dile getirdi George. Büyücü onu o kadar çok sinirlendirmişti ki daha fazlasını söylemek istiyordu. Öfkesini gözle görülür hale getirmese bile bunun an meselesi olacağını hissetti.

George’a göre kendisini fazlasıyla önemli gören büyücü, Alex’i kullanmakla kalmamış, aynı zamanda onları büyük bir tehlikenin içerisine sürüklemişti. Eğer ki Alex’i kontrol altına almasaydı ne klanın ileri gelenleri buraya gelecekti ne de onlara hesap soracaklardı.

Başını belli belirsiz iki yana salladıktan sonra şimdi bunları düşünmenin sırası olmadığını bildiği için göz ucuyla Alex’e baktı. Alex, çevresine üstündeki yükün kalkmasından dolayı keskin ve dikkatli bir şekilde bakarken herhangi bir saldırı olup olmayacağından emin olmaya çalışıyordu. Büyücüye hiçbir zaman güven olmazdı. Özellikle de buraya geldikleri andan beri...

Alex, herhangi bir tehlike olmadığından emin olunca arkadaşına baktı. Derin bir soluk olup saçlarından bir tutamı kulağının arkasına sıkıştırdıktan sonra ellerini daracık kot pantolonuna soktu.

Arkadaşının her bir hareketini dikkatle izleyen George, Alex’in ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordu. Alex, onun bakışlarını umursamadan ellerini soktuğu pantolonunun cebinden cep telefonunu çıkardı. Ekranını açıp birkaç saniye ifadesiz bir yüz ifadesiyle telefona baktıktan sonra tekrardan telefonu cebine koydu. Arabaya binmeden önce açtığı ses kaydı devam ediyordu.

Büyücü insanların aksine teknolojiden uzak yaşardı ve teknolojiden nefret ettiği için her zaman ilkel yöntemleri kullanmayı tercih ederdi. Büyüler, yabani otlar, hayvanlar ve yaratıklar gibi pek çok şeyi kullanarak neyi isterse onu elde etmek egosunu daha da okşuyordu. Alex’in eline aldığı şeyin cep telefonu olduğunu biliyordu ama neden eline alıp ekrana baktığını anlamamıştı belli ki. Anlasaydı eğer ikisini de sağ bırakmazdı.

Ormanın içinde diğer canlılarla birlikte yaşayan Nywbunqst türündeki bir canlı her şeyi dikkatli gözlerle sessiz sedasız izlemişti. Türüne özel olan, saklanan her türlü sırrı bilme özelliği sayesinde Alex’in ne yaptığını anlamış, vakit kaybetmeden soluğu büyücünün yanında almıştı.

Bu canlının dış görünüşü dikkatli bakıldığında ilkin insanı andırsa da aslında insan vücudunu ağaç kabukları sarıp sarmalamış gibi görünüyordu. Ağzının ve burnunun bulunduğu yer biraz olsun şahini andırsa da yontulup yumuşatılarak içine çöktürülmüş gibi duruyordu. Burun kısmının gerisinde, sağ ve sol tarafında üstteki daha küçük, alttakiler daha iri olmak üzere toplamda dört tane gözü vardı.

Yüzünün dört bir yanında ince damarlar varmış gibi durmasına sebep olan dal parçaları uzanıyor ve tepesine doğru ilerliyordu. Bu dal parçaları tepesine doğru vardığında daha da kalınlaşıp birbirine yakın duruşa geçmiş ve sivrileşmişti. Sivri kısımların dört bir yanında yeşil, çok canlı yapraklar vardı.

Vücudu da aynı yüzü gibi incecik dal parçalarının damarlaşıp da bir araya toplanmış hali gibi durmaktaydı. Sağ ve sol omzunun tarafı sivri birkaç dağın parçalanmış hali gibi görünüyordu. Her iki omzu irice kollara bağlanmış olup tuttuğunu koparacakmış gibi duran ellere ev sahipliği yapıyordu. Gövdesinin alt tarafında, hem sağında hem de solunda iki tane daha kol bulunmaktaydı. Bu kollar iri kollardan daha kısa ve daha cılızdı.

Gövdesinin altına kendi halkının sürekli giydiği, üzerinde kendilerini korumak için kullandıkları kılıçları taşıdığı etek benzeri bir giysi bulunuyordu. Mavi – yeşil renkler bu giysinin farklı yerlerinde onları temsil eden şekilleri oluşturuyorlardı. Bacakları da kolları gibi oldukça iri ve kalındı. Ayakları üç parçaya ayrılmıştı. Arkasında kalınca olan ve dilediğince kıvrılan, çevresini ince damara benzeyen dalların sardığı bir kuyruk uzanıyordu. Bu kuyruğun çevresi tıpkı kafasının tepesi gibi yapraklarla bürünmüştü.

Büyücü, evine giren Nywbunqst’u gördüğünde:

“Bana bir havadis mi getirdin yoksa?” diye sormaktan kendini alamamıştı. Nywbunqst, ona olanı biteni anlattığında kandırıldığı için kendisini kazık yemiş gibi hissetmiş, daha önce hiç hissetmediği kadar büyük bir öfkeye kapılmıştı.

Alex ve George’un ormandan gitmesini engellemek için gerekli büyüyü yapmaya başladığında Nywbunqst çoktan oradan ayrılmıştı. Büyü yapmaya başladığında yalnız olmayı her zaman tercih ederdi.

Büyücü, bu büyü için kullanacağı malzemeleri hemen bir araya getirdi, malzemeleri birbiri ile karıştırdıktan sonra ormandan almış olduğu toprakla birleştirdi. Alex ve George’un görüntüsünün yansımasının olduğu, onları izlediği üyübbe aynasına doğru ilerledi. Aynanın bulunduğu yere vardıktan sonra tüm dikkatini vererek gerekli sözcükleri söylemeye başladı.

Santowanti nega, santowanti tuntajioonste, entuvagai cuanifhu, weriffa, entuvansi tua anigandashi.

Büyülü sözcükleri söylemeyi bitirdiğinde toprağı aynaya doğru üfledi. Bundan sonra isteseler de ormandan gidemezlerdi. Çok büyük yanlış yapmışlardı.

Alex ve George, ne zaman hareket etse çevrelerini saran çemberin ortaya çıkardığı görünmez duvara çarpıyordu. İkisi de bu olay karşısında afallarken ne olduğunu anlamaya çalışıyor, sürekli çabalamaya devam ediyorlardı.

“Seni lanet olasıca cadı!” diye bağırdı Alex en sonunda. “Sen ne yaptığını sanıyorsun? Hemen bizi serbest bırak!”

Cadı, oldukça çirkin bir kahkaha attığında sesi tüm ormanda yankılandı. “Kendini çok akıllı sanıyorsun, değil mi? Bu ormanda kontrol tamamen bende. Ya telefonundaki kaydı silersin ya da sizi Petrofowtlara yem ederim.”

Cadının bahsettiği Petrofowtlar, ormanın en korkulan yaratıklarından ilk sırada geliyordu. Üst bedeni insan görünüşüne sahipti, alt vücudu yılandan oluşmaktaydı. Sürekli tıslayıp saldıran bu yılan dilediği zaman çoğaltabildiği, kırkayağı andıran ayaklarını ortaya çıkartıyor ve bu sayede daha hızlı hareket edebiliyordu.

Bu yaratığın kaslı kolları bir saldırı ya da tehlike hissettiğinde belinde duran kındaki kılıcını hemen çıkartarak düşmanı yaralamaya çalışıyordu. Eğer kılıç etki etmez ve düşman yaralanmazsa daha da saldırganlaşıyordu. Kılıç saldırı sırasında düşmanını yaralayamasa bile dokunması yeterliydi. Kılıç düşmanına dokunduğu anda Petrofowt’un bedeninde bulunan zehir düşmanın tüm vücuduna yayılıyor, kalbini birkaç saniye içinde durdurduktan sonra beynine de etki ederek onu yaşayan bir ölüye dönüştürüyordu.

Düşmanın bedeni yaşayan bir ölü haline geldiğinde kemikleşiyor, kemiklerin üzerinde kalan belli belirsiz kaslarla oldukça çirkin ve korkutucu görünmesine sebep oluyordu. Bütün bunlar olduğunda da tamamen onun kontrolü altına giriyordu ve ormanda yaşayan varlıkların korkulu rüyası haline geliyordu.

Kasabadaki hiç kimsenin bu yaratıktan ve ormanda yaşayan yaratıklardan haberi yoktu. Alex ve George, bu yaratığın varlığını öğrenen ilk canlılardı. İkisi de gerginliğini belli etmemek için olağanüstü çaba göstermeye başlamıştı.

Alex, içgüdüsel bir hareketle elini tekrardan telefonunu koyduğu cebine götürdü ve parmakları telefonu sıkıca kavrayıp avucunun içine almasına sebep oldu. Çevresine dikkatli gözlerle baktıktan sonra: “Bizim ne olduğumuzu biliyorsun değil mi?” diye sordu.

Cadının elbette bunu bildiğini biliyordu ama onu bir şekilde oyalayarak buradan kaydı silmeden gitmenin yolunu arıyordu. Dosdoğru bir şekilde önüne baktıktan sonra: “Senden bir yanıt bekliyorum,” diyerek içindeki endişe hissinin çöreklenmesini önlemeye çalıştı.

Büyücü yanıt vermedi.

George, Alex’i sözlerinin üzerine dirseğiyle dürterken ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordu. Daha öncesinde hiç görmedikleri, belki de kendilerinden daha güçlü olan bu yaratıkla karşı karşıya gelme niyeti hiç yoktu doğrusu.

Alex:

“Buradan gidebilmek ve zarar görmemek için bir yol arıyorum,” dediğinde parmakları telefonu daha da sıkı kavramıştı. Boşta kalan elini çenesine götürüp çenesini ovaladıktan sonra alçak sözle birkaç cümle sarf etti. Bu cümlelerin ardından dönüşümünü gerçekleştirip hapsedildiği yerden dışarı çıkmaya çalıştı ama başarılı olamadı.

Loading...
0%