Yeni Üyelik
23.
Bölüm

19. Bölüm

@yazarcerenoktay

30.10.2024, 00:28 🐺
Kurguma hepiniz hoşgeldiniz
ve keyifli okumalar!

Okumaya başladığınız tarihi ve saati buraya yazın lütfen.

Instagram : yazarcerenoktay Hepinizin profilimi takip etmesini, videolarım ve paylaşımlarıma beğeni, yorumlarını bırakmasını bekliyorum.

Dean’in marketinde gördüğü yaratık haricinde daha önce hiçbir yaratık karşısına çıkmamıştı. Yaratık oldukça sıra dışı ve korkutucu görünüyordu. Dean’in korkmakta kesinlikle hakkı vardı.

İkinci ürkütücü olaysa birkaç dakika önce gerçekleşmişti. Bayan Hale ve Jenny’yi takip etmeye başlayan Faith, Bayan Hale’in Lee’ye saldırdığını görmüştü. Olay o kadar hızlı gerçekleşmişti ki ne olduğunu anlamamıştı bile. Bayan Hale ve Jenny, bulunduğu yerden adeta Lee’ye doğru ışınlanmıştı.

Şimdi nereye gittiklerini, Lee’ye bir şey olup olmadığını bilmiyordu. Eğer ki Lee ölürse bu bütün suçun, kasabada işlenen cinayetlerin onlar tarafından gerçekleştirildiğinin kanıtı olacaktı.

Bunu kasabadaki insanlara, özellikle de Marie’ye söylemesi gerektiğini düşündü. Marie’ye söylerse eğer onları gözaltına alır ve başka insanlara zarar vermelerini engellemiş olurdu.

“Bence bunun için hiç acele etme,” diyen iç sesi konuşmaya başladığında Faith, karşısında kendi kopyasını görünce gözlerini devirmiş ve bu olay sanki defalarca olmuş gibi bir tavır takınmıştı.

Faith, ne zaman iç sesi konuşsa ve kendisine bir akıl vermeye başlasa vücudunun korkutucu bir kopyasını karşısında görürdü. Pek çok defa ona saldırmış, bu durumu ortadan kaldırmak için çabalamıştı ama pek başarılı olduğu söylemezdi.

Kopyasının üzerinde gothic tarzda bir elbise vardı. Elbisenin belinin altında kalan kısmında kedi gözüne benzeyen bir çift göz vardı. Bu gözlerin her iki yanı da kırmızıydı. Gözlerin alt tarafında binlerce sivri diş bulunuyor ve birbirine çarpıyordu.

Kötü kopyası ne zaman açlık duysa Fatih’e hissettirmeden ya da onun görmesine aldırış etmeden zehirli tükürük saçar ve insan haricindeki yaşayan canlıları öldürürdü.

Ölen hayvanlardan geriye hiçbir şey kalmadığı için Fatih’in dert edecek bir şeyi olmuyordu. Eğer ki kopyasının beslenmesine izin vermezse insanlara saldıracağını düşündüğü için bu zamana kadar hiç ses çıkartmamıştı.

Neden böyle bir varlık olduğunu hiçbir zaman anlayamamıştı. Daha birkaç aylıkken karşılaşmıştı bu kötü kopyasıyla. O kadar korkmuştu ki ondan ailesi sakinleştirmek istese bile başarılı olamamıştı. Kötü kopyası ortadan kaybolduğunda sakinleşmiş ve zamanla onunla yaşamaya alışmıştı.

İç sesi konuşmaya başladığında ortaya çıkan kopyası çoğunlukla felaket senaryoları üretip onu kötü şeyler yapmaya itmek için çabalarken bu defa her zamankinden daha farklı davranmıştı. Ona beklemesini, acele etmemesini söylüyordu.

Faith, ellerini bel çukuruna koyduktan sonra: “Ne oldu da bu şekilde bir akıl verdin acaba? Şaşırdım doğrusu,” demiş, ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışan gözlerle ona bakmıştı.

Faith’in kopyası ona kin dolu bir bakışla sırıtırken:

“Onları sevmediğini, kurt adam ve kurt kadınları öldürmek istediğini sanıyordum. Al işte, sana fırsat. Onların bir ucube olduğunu biliyorsun ama onlar bunu bildiğini bilmiyorlar,” demiş ve kendinden emin bir tavır takınmıştı.

Faith, gerginlikle sağ elini belinden çekip boynuna götürdükten sonra boynunu sıvazladı. Kendisini fazlasıyla gerilmiş hissediyordu ve bu hareket bayağı iyi gelmişti.

Daha önceleri kopyasını dinlemese de ilk defa söylediği bir şeyin işe yarar olduğunu düşündüğünden onu dinleme kararı almış ve Jenny ile yakınlaşıp onun güvenini kazanmak istemişti. Eğer ki her şey kafasında planladığı gibi giderse ilk defa bir doğaüstü varlığı öldürmüş olacak, kasabadaki herkesi bu felaketlerden kurtaracaktı.

 

***

        

Marie, Faith ile konuştuktan sonra yeniden karakola gitmiş, cinayetlerle ilgili yeni bir gelişme olup olmadığına bakmıştı. Henüz ellerindeki bilgiler haricinde hiçbir gelişme yoktu. Hava aydınlanana kadar kasabanın geçmişinde olan cinayet vakalarına da göz atmış, aralarındaki benzerlikleri not almış, o cesetlerdeki DNA sonuçlarını incelemişti. Nitekim bu cinayet vakalarındaki cesetlerin DNA’larında insan DNA’sı dışında başka bir DNA’ya rastlanmamıştı.

Marie, kasabada işlenen cinayetlerden dolayı ilk defa bu kadar uzun süren bir görevdeydi. Bu cinayetleri işleyen varlığın ya da insanın kim olduğunu bir an evvel bulması gerektiğini düşündüğünden bu durum eve gitmesine engel oluyordu.

Marie’yi eve gitmeye zorlayan kişi sabah on iki civarı gelen şerifiydi. Epeydir bu dava ile ilgilendiği için dinlenmesi gerektiğini düşünmüş ve iki günlük bir izin vermişti. Şeriften aldığı izinden dolayı rahatsız hissetse de itiraz etmenin işe yaramayacağını bildiği için soluğu evde almıştı.

Evine girmesinin ardından kapıyı arkasından kilitlemiş, anahtarı her zamanki yerine bırakmıştı. Lambayı açıp holü aydınlattıktan sonra adımlarını direkt banyoya yöneltti. Üzerindeki kıyafetini çıkarıp çamaşır makinasına attıktan sonra duşa girmek üzere yürüyüşünü sürdürdü. Suyun sıcaklığını ayarlamasının ardından kendini suyun altına attı ve vücudunun rahatlamasına izin verdi. Son olanlardan sonra fazlasıyla gerilmişti.

Tam saçlarını şampuanlamak için elini şampuana atmıştı ki ortalığı karanlık bastı. Birdenbire sönen ışıktan dolayı olduğu yerde kalsa da hemen kendine gelip suyu kapattı ve dışarıya doğru yürümeye başladı. Eve biri mi girmişti yoksa elektrik kesintisi mi olmuştu bilmiyordu. Bu daha da tedirginleşmesine sebep oldu.

Çamaşır makinesinin üzerine bıraktığı silahını eline aldıktan sonra: “Kim var orada?” diye bağırarak yürümeyi sürdürdü. Silahı omzuna yakın bir mesafede tutuyor, arada ileriye doğru uzatıyor, sonra önceki yerine yeniden konumluyordu.

Karanlıkta görme konusunda pek sıkıntı yaşadığı söylenemezdi. Sebebiyse sokak lambasının evin içine vuran ve biraz olsun aydınlık sağlayan ışığıydı.

Sokak lambasının yanıp da evinin ışığının gitmesi genç kızı epey tedirgin etse de cesur davranıp temkinli adımlarla yürümeyi sürdürdü. Evinin bütün odalarını gezmiş, geriye tek bir oda kalmıştı. O oda da yatak odasıydı.

Kapının pervazında durup hemen odadan yana kendini döndürdüğünde silahını uzatmış ve birisi varsa eğer onu vurmak için harekete geçmişti. Nitekim karşısına kimse çıkmamıştı. Odanın içine girip hareket etmeyi sürdürdüğünde bir el ağzını kapatıp elindeki silahı tutmuş ve hareket etmesini engellemişti. Bu hareket yüreğini ağzına getirse de cesur davranmaya çalışmış ve korktuğunu belli etmemişti.

 

***

 

Lee, odasına girmesinin ardından yatağına oturmuştu. Görünmez olan Barclay, üzerindeki görünmezlik büyüsünü sadece kendisini Lee görecek şekilde değiştirdikten sonra yatağında donakalmış bir şekilde duvara bakan Lee’ye acıyan gözlerle bakıverdi. Bütün bu olanlar, kendisini gizlemesi, Bayan Hale ve Jenny’yi buraya yöneltmesi… Hepsi ve bazı ufak tefek şeyler Bay Hale’in bulunması için yapmış olduğu planın ufak bir parçasıydı.

Lee’nin donuk bakışlarını ortadan kaldırıp kendisini görmesine izin vermesinin ardından Lee bakışlarını ondan yana çevirmiş ve:

“Ben şu anda neredeyim?” diye sormuştu. Son birkaç dakikayı hatırladığı söylenemezdi.

Barclay, gayet soğukkanlı bir şekilde Lee’nin odasında yer alan tekli koltuğa oturmuş ve parmaklarını şaklatmıştı. Elinde birdenbire beliren Türk kahvesinden bir yudum aldıktan sonra:

“Evindesin. Seni evine getirdim. Böylece Bayan Hale ve Jenny, seni takip edip evini bulacak, ardından da Bay Hale’i kurtarabilecekler.” dedi.

Lee, duyduklarını sindirmeye çalışırken başını iki yana salladı ama bunun bir yararı olmamıştı. Gergin gergin boğazını temizledi. Gözlerini ondan çektikten sonra boy aynasına çevirdi bakışlarını. “Bunu yaptığına inanamıyorum.” dedi sertçe.

Barclay, Lee’yi pek kâle almadığını belli eden bir tavırla kahvesini yudumlamaya devam etti. Türk kahvesini Türkiye’ye gittiği bir zaman tatmıştı ve o zamandan beri bu koyu ve acımsı kıvama karşı bir bağlılığı meydana gelmişti. Böyle anlarda Türk kahvesi içmek keyfini daha da yerine getiriyordu.

Lee’nin kendi kendine konuştuğunu düşünüp onun için daha da endişelenen Bay Lee, gözlerini yanında durup içeri girmekle girmemek arasında bir tereddütte olan eşine çevirmişti. Onların kapı önünde olduğunu bilen ve içeri girmeleri konusunda en ufak bir endişe duymayan Barclay, hiçbir şey söylemedi.

Bay Lee ve Bayan Gibbs, endişeli bir şekilde kapı önünde durmayı sürdürürken ev halkı da kendi işlerine dalmıştı. Birkaçı uyuyup dinlenebilmek adına odasına gitmişti. Echel, esir tuttukları Bay Hale’in yanında nöbetine kaldığı yerden devam ediyordu. Kısa mor saçları, sivri çenesi, uzunca bir boynu, taktığı lenslerden dolayı sarı ve yeşil renkte gözleri vardı. Genellikle uçuk giyinirdi. Bir bakarsınız üstünde neredeyse göğüslerinin tamamını gösterecek siyah deri askılı bluz varken altındaysa poposunun açıkta kalmasına sebep olan siyah deri etek olurdu. Bir başka gün sportif giyinirdi. Bir günü bir gününü tutmazdı giyinişinde. Kimseye aldırış etmez, gönlü nasıl istiyorsa öyle giyinirdi. Dilinde, kaşında, burnunda, göbeğinde olan piercinglerini çok severdi. Bütün aile fertleri onu aile içinde en delileri olarak tanımlarlardı. Kulaklarında en az beş tane küpe bulunur, incecik beli, zapzayıf olan fiziği ile ölü bir insanı andırırdı. Hiç gülmezdi.

Bay Hale’e ondan daha kötü davranacak ve acı çektirecek birisini evde arasanız bulamazdınız.

Bayan Hale, eşini bulabilmek için evin çevresinde dört dönerken ona denk gelmişti. Bay Hale’i evin altına açılan gizli geçitin içindeki odada tutuyorlardı. Bu geçite gidiş için evin dışında, Lee’nin odasına bakan camın hemen altında yer alan, neredeyse fare deliğini andıran küçük kapıya bastırarak açıyordunuz.

Bayan Hale, evin çevresinde dolaşırken bu kapıyı fark etmiş ve belki de eşimin bulunduğu yere gidiyordur düşüncesiyle dokunmuştu. Kapıya dokunmasıyla duvar kendini bir anda geriye çekmiş ve Bayan Hale’in içeriye, boşluğa doğru düşüşe geçmesine sebep olmuştu.

Annesinin açılan gizli geçitten ötürü gözden kaybolduğunu görmeyen, annesi gibi evin çevresinde arayışta olan Jenny, pek çok defa, sadece annesinin duyabileceği ses tonuyla seslenmiş ama yanıt alamamıştı. Duvar tarafından bir ses geldiğini duymuş ama sesin tam olarak nereden geldiğini annesini göremediği için anlamamıştı.

Bayan Hale, boşlukta düşmeye devam etmesine karşın yakalanmamak adına bağırmayınca onu duymaması çok normaldi. Çevresinde, çok yakınında garip bir olayın olduğunu hissediyor ama ne olduğunu bir türlü çözemiyordu. Annesini göremediği için bu garip his canını daha da sıkar hale gelmişti.

Ellerini duvara dokundurup duvarda gizli bir geçit aramaya başlamıştı. Annem birdenbire gözden kaybolduğuna göre gizli bir geçit bulmuş olmalı diye düşünüyordu. Ellerini duvarda gezdirmeye devam ederken duvarı boydan boya tarıyor ve en ufak bir iz arıyordu. Duvarın bir noktasına geldiğinde oldukça belirgin bir çıkıntı fark etti ve çıkıntıya sıkıca bastırdığında alt taraftan bir tık sesi kulağına çalındı.

Bakışlarını sesin geldiği yöne çevirdiğinde fare deliğini andıran kapıyı gördü. Kapıya doğru eğilip de elini kapıya doğru uzattığı sırada bir ışık dikkatini çekti. Elini kapıdan çekip ışığa doğru döndüğünde, ışığı uzunca bir insan gölgesi kaplamıştı. O kadar ani bir şekilde olmuştu ki, gölgenin nasıl ortaya çıktığını ve kime ait olduğunu anlamamıştı.

Gölgenin sahibi elini uzatıp da bir şeyi ya da bir yeri işaret ettiğinde patlayan silah sesi kulaklarını doldurdu. Bu sesin ardından panikleyen Jenny, gözlerini ışık ve gölgeden ayırıp kendini koruyacak bir yer aramaya başlamıştı.

 

***
 

Eve vardıklarında hava çoktan kararmıştı. Alex, bahçelerine adım atmasının ardından başını karanlıkta kalan pencerelerden birine çevirdikten sonra derin bir nefes aldı. Evini çok özlediğini, evin aslında onlar için büyük bir özgürlük alanı olduğunu ilk defa fark ediyordu.

George ile birlikte bahçede endişeli bir şekilde yürüyüp sürekli çevresini kolaçan ediyor, en ufak bir tehlikeye karşı kendisini hazırlamaya çalışıyordu.

Havuz tarafına doğru ilerlemeye başladığında kendisini bekleyen kişinin varlığını tamamen unutmuştu. Arnold, ellerini göğsünde kavuşturup onları izlerken oldukça sakin görünüyordu.

Havuz tarafındaki kapıya varmasının ardından Arnold’u gördüğünde:

“Çok şükür ki buradasınız efendim,” demişti. “Size beni ve arkadaşımı aklayacak büyük bir kanıt getirmiş bulunuyorum.”

Arnold, Alex’in neyi kastettiğini anlamadığı için kaşlarını havaya merakla kaldırırken:

“Aklanmak mı?” diye sordu. “Emin olun gençler, şu anda bundan çok ama çok büyük bir sorunumuz var.”

Alex, yanında soluğu alan ve gözlerini Arnold’dan ayırmayan George’a baktığında bu kadar tehlikeyle boşuna mı karşılaştık diye düşünüyordu. George ise ondan daha meraklı gözüktüğü için çoktan:

“Sorun mu? Ne oldu efendim?” diye sormuştu. “Size gözüm kapalı hizmet etmekten memnun olurum. Yeter ki canımı bağışlayınız.”

Arnold, George’un sözleri üzerine göğsünde kavuşturduğu kollarını çözmüş ve ona doğru birkaç adım atarak elini kaldırmıştı. George’un çenesini iki parmağı arasına alıp dikkatli bir şekilde gözlerine bakarken “Gerçekten benim için ölümü göze alır mısın?” diye soruyordu.

George, bu soru üzerine yutkunsa da büyük bir cesaret göstermesi ve gerekirse ölmesi gerektiğini bildiğinden:

“Evet, efendim. Sizin için isterseniz ölürüm,” diyerek yanıt vermişti.

Alex, arkadaşının bu davranışlarına bir türlü anlam veremiyordu. Sanki bir çeşit büyü yapılmış gibi davranıyordu. Tedirginlikle:

“George,” diyerek arkadaşının adını fısıldadı. George, bırakın yanıt vermeyi ondan yana dönmedi bile. Sanki Alex’i duymuyordu.

Bu durum Alex’i daha da ürküttü. Onun ürktüğünü ne Arnold fark etti ne de George. Bu durum daha da endişelenmesine sebep oluyordu.

Arnold, birkaç saniye sonrasında ellerini hareket ettirip George’un çenesini kavradığında parmaklarının hepsi ağzının içine girmişti. Çenesini aşağıya doğru güçlü bir şekilde gerdirdiğinde dudakları kenarlarından yırtılmaya başlamış, derisi paramparça olur hale gelmişti.

Arkadaşının Arnold tarafından öldürüldüğünü gören ve bu işte bir gariplik olduğunu düşünen Alex, George’un kafatası bedeninden ayrıldığında kendisini saatlerce buz dolu bir kafesin içinde tutulmuş gibi hissediyordu. Bu çok kötü ve vahşiceydi. Arkadaşı ölmüş, kendisi ise şu anda hayattaydı. Ama hızla hareket edip de buradan bir an evvel uzaklaşmazsa kendisi de ölümle yüz yüze gelecekti. Bunu kesinlikle tüm hücrelerinde hissediyordu.

 

***

 

Cesedin bulunduğu günün sabahında kasaba halkı üçüncü, hatta az ileride yine parçalanmış duran dördüncü bedeni gördüğünde artık bu işin tadının daha da kaçtığını, hatta ölümlerin yakında onları da bulacağını düşünmeye başlamışlardı.

Bay Lukas’ı ve eşinin bedenini bulan bir çocuktu ve bu onun için uzunca bir süre aklında kalacak bir kâbus olacak gibi görünüyordu. Bir ölüyü görmek -hele ki feci bir şekilde öldürüldüyse- kolay değildi.

Kasabaya ilk defa olanları öğrenen ve haber yapmak için gelen bir muhabir:

"Anlatılanlara göre," diyerek konuşmasını sürdürüyordu. Olay yerinden biraz uzaktaydı ve kameraman olay yerini kaydederken gözünü bir kez olsun kameradan ayırmamıştı.

Kameraman kaydı sürdürmeye devam ederken bu kasabada daha öncesinde de pek çok cinayet işlendiğini öğrenmişti ve ilk defa lanetli olarak adlandırılan bu kasabaya gelmenin gerginliğini hissetmişti. Arada bir başını öne eğiyor, sağlıklı soluklar almaya çalışıp kendisini sakinleştirmeyi deniyordu. Eğer ki ailesini geçindirmek zorunda kalmasa burada bir dakika bile durmazdı.

“Evet, haklısın Hedia. Bu kasabada daha öncesinde benzeri durumlar olmuş ama ne olduysa her şey bir anda düzelmiş. Ölen öldüğüyle kalmış. Kasabada yaşayan hiç kimse vahşi bir cinayete kurban gidip öldürülmemiş gibi yaşamaya devam etmişler. Ta ki son dört vakaya kadar…”

Konuşurken arada sesi titreyecek gibi oluyordu. Neyse ki tam bir profesyonel olduğundan bu durumu ustaca engelliyor ve konuşmasına devam edebiliyordu.

Olay yerine az önce gelen ve haber spikerini fark eden kasaba şerifi, polis memurlarından Green’e:

“Burada neler oluyor?” diye sormuştu. “Haber kaydını kesin. Kasabada yaşananların kasabada kalmasını istiyorum. Eğer ki bu yaşananlar daha fazla dışarı çıkarsa görevimizi iyi yapmayıp katili bulamadığımız düşünüleceğinden meslekten men olma tehlikesi ile karşı karşıya kalabiliriz.”

Green, kasaba şerifinin söylediğini ciddiye almış olacak ki hemen haber kaydının kesilmesini sağlamış ve kayda da yayın yasağı geldiğini bahane ederek el koymuştu. Daha sonrasında kasaba şerifinin yanına gidip durumu anlatmış ve savcıdan konu ile ilgili yasağın çıkartılması talebinde bulunmasını istemişti.

Eli boş çıkan ve haber yapamayan gazeteciler, oflaya puflaya da olsa olay yerinden uzaklaşmışlardı. Gazetecilerin gitmesinin ardından daha da rahatlayan ve incelemenin her zamankinden titiz yapılmasını isteyen kasaba şerifi, cesetlerin bulunduğu alana doğru yürümeye başlamıştı.

Önceki cesetlerle şimdiki cesetlerin arasında pek fark yoktu. En azından görünüş olarak… Esas fark yapılacak olan DNA analizinde çıkacak ve olayların seyrini değiştirecekti.

 

***

 

Jenny’nin çevresindeki sessizliği bozan patlayan silah sesi olmuştu. Kendisini koruyacak bir yere doğru hızlı şekilde hareket ederken silah ardı ardına ateşlenmeye devam ediliyordu.

Jenny, kendisini araçlardan birisinin arkasına attığında ses daha da yükselmişti. Gibbs ailesi onun varlığını fark edip de saldırışa geçmiş olmalıydı. Işıktan dolayı silahı ateşleyenin kim olduğunu göremese de kendisini yaralanmadığı için çok şanslı hissediyordu.

Silahı ateşleyen kişi, daha öncesinde de Jenny’ye saldırdıklarını ama onun en ufak bir zarar görmediğini, hatta kurtboğandan etkilenmediğini bile bildiğinden bu durum merakını daha da arttırıyordu.

Jenny, kollarını kafasına siper etmişti ve kendisini bu şekilde korumaya çalışıyordu. Oysa ne kadar güçlü olduğunu ve zarar görmeyeceğini bilse hemen saldırışa geçerdi. Zamanla gerçek gücünün farkına varacak ve hem ailesini hem de insanları korumak için çabalayacaktı.

Olabildiğince sessiz kalmaya çalıştıktan sonra başını aracın arkasından uzattığı vakit bir çift el onu omzundan yakalayıp gerisin geriye çekmişti.

“Sen ne yaptığını sanıyorsun?” diye fısıldadığında ses tonu azarlar gibi çıkmıştı.

Jenny, kendisini tutup çeken ellerin sahibine döndüğünde karşısında sarışın bir genç adam görmüştü. Oldukça güzel gözleri, dikkat çekici bir yüzü vardı. Kendisine ne kadar öfkeli bakarsa baksın bir yandan da büyük bir koruma içgüdüsü hissediliyordu bakışlarında.

“Esas sen ne yapıyorsun?” diye bağırdığı vakit, tekrardan ateşlenen silah sesini duymuştu. “Kahretsin,” dediğinde genç adam onu kolundan çekiştirmiş ve koşması için zorlamıştı. “Burada kalırsan eğer zarar göreceksin. Gitmeliyiz.”

Jenny, kendisini zorla çekiştirmeye çalışan ellerin gücünü hissedebiliyordu. Adamın parmaklarının kolunu kavrayışı çok güçlüydü ve bir insanda bu kadar kuvvet olamayacağını düşünmesine sebep oluyordu.”

Kendisini genç adamın ellerinden kurtarmaya çalışsa da başarılı olamamıştı. En sonunda bu durumdan rahatsız olduğunu belli edecek bir tavırla dişlerini gıcırdatmış, ardından da:

“Annemi burada bırakamam,” demişti.

Genç adam dikkatle çevresini kolaçan ettiği vakit bir kurşun sesi daha duyulmuş, hatta kurşun kolunu bir santim farkla sıyırmıştı. Jenny, genç adamın kendisi yüzünden zarar göreceğini anladığında oflamış ve merminin atış yapıldığı yere doğru çevirmişti bakışlarını. Çatıda birisi vardı ve yeniden bir atış yapmak için hazırlanıyordu.

“Annen için endişelenme. O başının çaresine bakacaktır. O bir kurt kadın ve en tecrübelilerimizden. Ona kolay kolay bir şey olmaz.”

Jenny, gerçek kimliklerinin biliniyor olmasıyla tüylerinin diken diken olduğunu hissederken yeniden bir silah ateşlenmişti. Mermi son hız onlara doğru ilerlerken ikisi de aynı anda harekete geçmiş ve mermi arkasına saklandıkları araca saplamıştı.

Jenny, kimliğini bilen genç adamın peşinden gitmek yerine soluğu silah ateşleyen kişinin arkasında almış ve tek bir el hareketiyle boynunu kavrayıp ardından çevirdikten sonra kırıvermişti. Boynu kırılan kişinin cansız bedeni yere yığıldığında çatıda olan Jenny, tekrardan hızla hareket etmişti. Kurt kadın olmasının üzerinde yarattığı etkiyi kullanarak görüşünü daha da kuvvetlendiriyordu.

Çatıdan zıplayarak aşağı indikten sonra dikkatli bir şekilde çevresini gözlemlemeyi sürdürdüğü vakit kalbi de çok hızlı atmaya başlamıştı. O sırada tekrardan birbiri ardına ateşlenen silah sesi duyulduğunda Jenny, düşünce sistemini daha da sağlam çalıştırır hale gelmişti.

Diğer silah ateşleyen kişinin bulunduğu yere gitmek yerine araçların üzerine zıplayıp alarmlarının çalışmasına sebep olmuştu. Hiç durmadan bu işlemi sürdürmeye devam ediyor ve oldukça dikkat çekici bir alarm trafiği oluşturmaya başlıyordu. İnsanlar alarm sesini duyup da yataklarından kalkmaya başladığında istediği dikkati çekebildiğini fark etmişti. Birkaç kişi üzerinde pijama ve gecelikleriyle evlerinden dışarı çıktığında çoktan bölgeden ayrılmış ve güvenli bir yere atmıştı kendini. Burada kimse onu göremezdi ve saldırganlar da silah ateşleyemeyeceklerinden zarar göremeyecekti.

Loading...
0%