Yeni Üyelik
27.
Bölüm

24. Bölüm

@yazarcerenoktay

30.10.2024, 00:36 🐺
Kurguma hepiniz hoşgeldiniz
ve keyifli okumalar!

Okumaya başladığınız tarihi ve saati buraya yazın lütfen.

Instagram : yazarcerenoktay Hepinizin profilimi takip etmesini, videolarım ve paylaşımlarıma beğeni, yorumlarını bırakmasını bekliyorum.

Lee için endişelenen ve onunla konuşma ihtiyacı hisseden babası, kapıyı tıklattıktan sonra:

“Girebilir miyim?” diye sormuştu. Oğlunun neden evden ayrıldığını ve gecenin bir yarısında dışarıda ne yaptığını merak ediyordu.

Lee, babasının sesini duyunca Barclay’a bakmış ve onu odada görmelerinden büyük bir endişe duymuştu. Hemen oturduğu yerden ayağa kalkıp onu saklamak adına çekiştirmeye başladığında, Barclay:

“Sakin ol ufaklık!” diyerek kahvesini hemen solunda yer alan sehpanın üzerine bırakıverdi. “Beni istemediğim müddetçe göremezler. Bu yüzden babanın odaya girmesinde bir sorun yok.”

Barclay’ın söyledikleri üzerine daha da şoka uğrayan ve ölmeden önce daha nelerle karşılaşacağı konusunda endişelenen Lee, tüylerinin diken diken olduğunu hissetmişti. Sırtında büyük bir soğukluk kendini gösterdiğinde Barclay’ın sağ elinin işaret parmağıyla kapıyı işaret ettiğini görmüş ve babasını içeri davet etmekle etmemek arasında bir karar vermesi gerektiğini anlamıştı. Babasını içeri davet etse ne diyecekti? Ona bir sürü soru soracağını düşünüyordu ve bu daha da streslenmesine sebep oluyordu.

Bay Lee, oğlundan yanıt gelmemesi üzerine tekrardan:

“İçeri girebilir miyim?” diye sormuştu. Lee, vereceği yanıtı daha fazla geciktiremezdi. Bu yüzden dudaklarından:

“Gelebilirsin tabii ki,” cümlesi çıkmıştı ve bu yüzünün bembeyaz kesilmesine neden olmuştu.

Bay Lee, oğlunun verdiği yanıt üzerine kapı koluna bastırarak kapıyı açıp içeri girmiş ve kapıyı kapatmadan oğluna dikmişti bakışlarını. Bembeyaz kesilmiş yüzü ve endişeli hali gözünden kaçmamıştı. Bir şeyler olduğu kesindi ama ne olduğunu bilmiyordu. Bunu da ancak oğlunu konuşturursa öğrenebilirdi.

Oğlunun hemen karşısında yer alan, az önce Barclay’ın oturup kahve içtiği tekli koltuğa oturarak evladının nefes alışverişini dinlemeye ve kafasının içinde ne olduğunu anlamaya çalışmaya başladı.

Bir şeyden korktuğunda, bir şey gizlediğinde ya da başına kötü bir şey geldiğinde insanların büyük çoğunluğunun nefes alışverişi sıklaşır ve kalp atışı her zaman olduğundan daha da hızlı atardı. Oğlu da büyük bir sorun yaşamış olmalıydı. Tıpkı o insanlar gibi nefesi sıklaşıp alnında boncuk boncuk ter damlaları oluşmuştu. Bu iyiye işaret değildi.

“Neredeydin ve dahası neden soluk soluğasın Lee? Bana neler olduğunu anlatır mısın? Belli ki seni rahatsız eden bir şeyler var.”

Lee, bakışlarını Barclay’a yönelttiğinde Barclay oldukça dikkatli gözlerle Bay Lee’ye bakıyordu. Onun oğluna bu soruları sorarak ne yapmaya çalıştığını anlamıştı ve Lee’yi ortalığı karıştırmadan yönlendirmesi gerektiğinin farkına varmıştı.

Bay Lee’den bakışlarını çekip Lee’nin yanına varmasının ardından kulak hizasına eğilip oldukça kısık bir sesle:

“Onu yanılt,” dedi. “Gerçeği söyleyemezsin. Ayrıca şu aptal nefesini bir düzene sok. Sakin olmak zorundasın.”

Lee, Barclay’ın sözleriyle daha da ürpererek titremesini daha da şiddetlendirmişti. Nefes alış verişini düzene sokması gerektiğinin o da farkındaydı ama bunu bir türlü yapamıyordu. Ne zaman buna çabalasa kalbi daha hızlı atıp nefes alış verişi daha şiddetli hale gelmekteydi. Ailesinin nasıl insanlar olduğunu öğrendiğinden beri onlardan ölesiye korkuyordu.

“Be… Ben…” diyerek kekelemeye başladığında Barclay yeniden bir şeyler söyledi ve bu sözcükler üzerine Lee başını yere eğip birkaç saniye sessizce bekledi. Nefes alış verişi düzene girip kalp atışı eski haline döndüğünde babasını ikna edeceğini düşündüğü şu sözcükleri dilinden döküverdi. Hiç kuşkusuz Bay Lee bunları duymaktan hoşlanmayacaktı ama en mantıklı yalan buydu. Başka bir şey söylese inanmaz ama bu yalana kesinlikle inanırlardı.

“Katilin akşamları sokakta dolaştığını düşündüğüm için ve onun kim olduğunu merak ettiğim için siz içeride hararetle konuşurken oldukça sessiz bir şekilde dışarı çıkmıştım. Biliyorum, bu yaptığım delice ama merakıma, beynimden geçen düşüncelere bir türlü engel olamıyorum. Katilin varlığı sanki beni çağırıyor, onu bulmam, onu görmem için yalvarıyor. Ben de daha fazla bu hisse karşı koyamayıp kendimi karanlığın içine bıraktım. Epeyce bir süre sokaklarda dolaştığımda…”

Tam bu sözcüğün ardından duraksayarak derin bir nefes almıştı. Barclay’ın söylediğine göre hafif ürkmüş görünmeli ve korkmuş olduğuna dair bir izlenim vermeliydi. Gözleri sanki o anı tekrardan yaşıyormuşçasına titriyor, içindeki korkuyu daha da belli ediyordu.

Lee, gerçekten rol yapma konusunda çok başarılı, diye düşünen Barclay, aslında onun gerçekten korktuğunun, bu yüzden de böyle bir davranış sergilediğinin farkında değildi.

Bay Lee, oğlunun söylediklerine kulak kesilmişti ve cümlesinin devamının gelmesini bekliyordu. Lee sessiz kaldıkça gerginliği artıyor, aklında türlü türlü korkunç düşünceler dolaşıyordu. Oğlu onlardan birini görmüş olabilir miydi? Bir kurt kadın ya da kurt adamla karşılaşmış olması mümkün müydü? Eğer ki onlardan biri ile karşılaştıysa gerçek katili görmüş olabilir ve ondan nasıl kurtulduğunu, nasıl bir davranış sergilediğini anlatabilirdi.

Lee, konuşmamakta ısrarcı gibi görünüyor, bir türlü cümlesini devam ettirmiyordu. Gerginliği tavan yapan ve merakı içini bir solucan gibi kemiren Bay Lee dişlerini kıracakmış gibi birbirine bastırmıştı. “Ne oldu Lee? Anlatmaya devam et,” derken konuşmak için ağzını aralamış olduğundan birbirinden ayrılmış dişlerini tekrardan birbirine bastırmıştı. Bu defa öncekinden daha güçlü bir baskı uyguluyordu.

“Ben onu gördüm. Üzerinde kapüşonlu bir sweetshirt, altındaysa bir kot pantolon vardı. Kapüşonunu kapatmıştı ve elinde oldukça büyük bir bıçak tutuyordu. Karşı karşıya geldiğimizde yüzünü bana doğru çevirmişti. Yüzündeki maskeden dolayı kim olduğunu görememiş, korkuma yenik düşmüştüm. Endişe dolu bir çığlık atarak koşmaya başladığımda onun da koştuğunu ve peşimden gelmeyi sürdürdüğünü duyabiliyordum. Eğer ki beni yakalasaydı diğer kurbanı gibi öldüreceğini, bu yaptığımın büyük bir aptallık olduğunu geç de olsa anlamıştım.”

En sonunda kestiği rolü daha da kuvvetlendirmek için gözlerini dolu hale getirirken bakışlarını pencereden yana çevirmişti. Anlatmaya devam etmiş ve cümlesini bitirdiğinde gözyaşlarını salmıştı. Artık hıçkıra hıçkıra ağlıyordu ama bu defaki rol değildi. Burada olmanın üzerinde yarattığı baskı şiddetli bir şekilde ağlamasına sebep olup canını fazlasıyla yakıyordu.

Bay Lee, Lee ağladıktan sonra her ne kadar onun için üzülse de ciddi duruşunu bozmamış ve:

“Bir Gibbs hiçbir şeyden korkmaz. Kendine gel. Ağlamayı bırak. Ailene yakışır bir şekilde davran!” demişti. “Normalde sana doğum gününden sonra anlatmam gereken şeyler vardı ama anlaşılan zamanı geldi. Ayağa kalk ve beni takip et.”

Babasının bu sert çıkışına bir anlam veremeyen Lee, tekrardan Barclay’a bakmıştı. Bakışları onu takip etmeli miyim der gibiydi. Barclay’dan beklediği onayı aldığında derin bir soluk alıp her ne dinleyecekse onu dinlemek üzere kendisini hazırlamaya çalışmıştı.

Barclay, Lee’nin gidişine engel olmayıp onları takip etmeye başlamıştı. Babası girilmesi yasak olan odanın kapısı önünde durunca Lee’nin heyecanı ve korkusu iki kat artmıştı. Acaba Lee’nin bu odaya girdiğini mi anlamıştı? Ama hiçbir şeye dokunmamıştı ki.

Bay Lee, elini cebine sokup cebinden çıkardığı anahtarla kapıyı açtığında Lee, bunun olmasına inanamıyordu. Anahtar ondaydı. Bu anahtarın babasında olması imkânsızdı. Tabii yedek anahtar yoksa...

Lee, yanı başında duran Barclay’a gerilim dolu bakışlarla baktığında onun:

“Anahtarı bunun olacağını bildiğim için geri babana iade ettim. Hiç farkına varmadı. Merak etme,” dediğini duyduktan sonra rahatlamıştı.

“Gel bakalım ufaklık. Artık büyümenin vakti geldi.”

Lee, irileşen göz bebekleriyle babasına bakarken buraya neden geldiklerine bir anlam verememişti. Babası kapıyı açtıktan sonra aynı kendisinde de olduğu gibi odanın ışıkları yanmıştı. İçerideki her şeyi önceki gibi görebiliyordu ve bu durum yeniden hoşuna gitmemişti. Burada olmaktan nefret ediyordu.

Babası odaya girdiğinde Lee’nin odadaki şeyleri ilk defa görüyormuş gibi davranması gerekiyordu. Bunu yapmazsa babası odayı daha öncesinde gördüğünü anlar ve onu yeniden uzunca soru yağmuruna tutardı.

“Baba bunlar ne? Orta çağdan kalma aletlerin koleksiyonunu mu yapıyorsun?”

“Hepsini anlatacağım oğlum,” dedikten sonra Bay Lee, pencerenin hemen altında yer alan masa ve sandalyelere doğru ilerlemeye başladı. Sandalyelerden birini çekip oturduktan sonra önündeki masanın altına elini attı ve click diye bir ses duyuldu. Bu sesin gelmesinin ardından masa kayarak iki yana açıldı. Tam ortasından bir kitap yükseldi. Bay Lee, kitabı eline aldıktan sonra masanın altına elini uzattı ve masanın kapanmasını sağladı.

Bütün bunlar olurken Lee de odaya girmişti ve korkuyla babasına bakmayı sürdürüyordu. Babası oğlunu yanına çağırıp kitabı göstermesinin ardından Lee’den oturmasını istedi. Lee, babasının dediğini yapıp oturduktan sonra kitaba baktı.

Kitap ceylan derisinden yapılmıştı. Kenarlarında altın ve deri kabartmalardan oluşan şekiller vardı. Bu şekiller avını sarıp sarmalayan sarmaşıkların farklı versiyonları gibiydi. Kitabın ortasında yapısı örümcekmiş gibi görünen, köklerini dışarıya çıkarmış bir ağaç resmi vardı. Ağacın üst tarafında sağ ve sol taraftaki sarmaşık benzeri şekiller birleşip bir çember oluşturmuştu. Çemberin ortasında dolunay resmi vardı. Dolunayın her iki kenarında yer alan hançer kabartması, dolunay resmine bakmaktaydı. Hançerlerin ortasında yer alan çiçek onların kutsal saydığı çiçeğe benziyordu.

Korkusunu bastırmaya çalışan Lee, bu kitabı görünce korkusunun yerini meraka bırakmıştı.

Babası:

“Şimdi anlatacaklarım senin çok büyük bir aileye sahip olduğunu, yüzyıllardır bu ailenin bir amacı ve görevi olduğunu öğrenmeni sağlayacak,” dedi ve kitabın ilk sayfasını açtı.

Kitabın ilk sayfasını açtığında sol tarafta yer alan isim Hankwi Gibbs’e aitti. İsmin alt tarafında Doğum: 1672 yazıyordu. Sağ yan tarafında Luentfe Gibbs yazıyordu. Onun da hemen altında Doğum: 1678 yazmaktaydı. En altta kırmızı bir mühür vardı. Mührün ait olduğu kişi o zamanın kardinaliydi.

“Bak bu kitapta ismi yazan kişiler senin ataların. Bu kitapta yer alan her bilgi senin gerçek aileni öğrenmeni sağlayacak.”

Lee, buna çok şaşırmıştı. Babası neden bahsediyordu? Kim aile geçmişini bu şekilde kaydederdi? Dahası neden böyle bir odaya ihtiyaç duyuyorlardı ve neden bu işkence aletleri buradaydı? Aklında işkence aletleriyle alakalı birtakım şeyler olsa da bu düşüncelerinin gerçekle alakası olabilir miydi? Bu aletleri işkence yapmak için kullandıklarını düşünüyordu ve bu korkmasına, evden kaçıp gitmesine sebep olmuşken düşüncesinde haklı çıkmış olabilir miydi?

Büyük büyük atalarının geçmişini merak ettiğini fark ettiğinde babası atlatmaya devam etti.

“Biz İngiltere Liverpool’da yaşayan bir aileydik. Amerika keşfedildikten sonra 1800’lü yıllarda deden Farnada’yla büyükannen İyra Amerika’ya göç ettiler. Onların göç etmesini isteyen aslında kiliseydi. Papalık kararıyla göç etmişlerdi. Çünkü Amerika’da doğaüstü varlıkların olduğuna inanıyorlardı.

O zamanlarda işlenen cinayetlerin insanların yapabileceği şekilde olmadığına inandıklarından, bu cinayetleri sadece doğaüstü varlıkların işleyebileceğini düşündüklerinden böyle bir görevle buraya gönderilmişlerdi. Bu kasabayı seçmelerinin sebebiyse kasaba yerlilerinin kendilerini çeşitli büyüler yaparak korumayı sağlamalarıydı.

Biz de atalarımızdan bize aktarılan öğrendiğimiz çeşitli büyü yöntemleriyle kendimizi korumayı öğrendik. Kasaba halkının büyülerini de öğrendik. Bu büyüler ile atalarımızın bize öğrettiği büyüler çok işimize yaradı.

İnsanların korunması için senelerce çabaladık, hepimiz çok fazla doğaüstü varlık öldürdük. Onları öldürürken bu büyülerden de yararlandık.”

Lee, doğma büyüme Kontago Kasabası’nda yetiştiğinden atalarının göç yapmış olabileceğini hiç düşünmemişti. Babasının anlatmaya devam ederken söylediği şeyler, kafasının daha da karışmasına ve daha büyük bir meraka düşmesine sebep oluyordu.

“Belki şu anda hatırlamıyor olabilirsin ama aslında sen de bizim gibi küçüklüğünden itibaren eğitildin. Çocukluktan beri dövüş eğitimleri aldığını zaten biliyorsun. Ayrıca seçmiş olduğumuz derslerden dolayı kimya ve bilim üzerinde başarılı olman da boşuna değil. Eğer ki bütün bu anlattıklarımı düşünürsen taşlar yerine oturacak, sen de kendini bir Gibbs gibi hissedeceksin.”

 

***

 

Malthelda, Bayan Hale’e hayallerinin ötesinde yer alamayacak kadar büyük bir işkence çektireceği sırada odanın içerisinde garip bir ses belirdi ve sol tarafında yer alan duvar kayarak yana açıldı. Bay Lee, Bayan Hale’in yakalandığını biliyordu, aynı şekilde Malthelda’nın aklı başında biri olmadığını da.

Odaya girmesinin ardından elinde yer alan kedi patisini görünce durumun çok daha kötü olduğunu anlamıştı. Hemen arkasından odaya giren oğlunun çok büyük bir travma yaşayıp korkmasını engellemek adına aksi bir ses tonuyla:

“O elindekini hemen bırak Malthelda,” demişti. “Lee burada. Onun büyük bir travma yaşamasını ve ailesinin gerçek kimliğini yeni öğrenmişken bizden nefret etmesini istemiyorum.”

Lee’nin bakışları masaların üzerinde yatmakta olan bedenleri gördüğünde içlerinden birisini tanıdığını hemen fark etmişti. Bayan Hale’ydi o kişi ve buraya tam vaktinde, büyük bir işkenceye maruz kalmadan geldikleri için rahatladığını hissetmişti. Babasının söylediklerini duymuyormuş gibi ondan yana doğru yürüdüğünde oldukça soğukkanlı görünüyordu.

Bu kadın ve kızı ona zarar vermemiş, ellerine fırsat geçmesine rağmen onu öldürmemişlerdi. Olanları bir an için babasına anlatmak istedi ama sonra bundan vazgeçti. Babası eğer ki onlarla karşılaştığını ve olanlardan söz etmediğini anlarsa deliye dönebilirdi.

Bayan Hale, Lee karşısında durduğunda kokusunu hemen almıştı. Yattığı yerde debelenmeye başladığında canı çok yanıyor ama buna bir türlü aldırış etmiyordu.

Bay Lee ve Malthelda, Lee’nin geçmişini daha yeni öğrenmesine rağmen korkusuz bir şekilde kurt kadına yaklaşmasına şaşırmışlardı.

Lee, Bayan Hale’i buradan kurtarmak istemesine rağmen onu kurtarabilmek adına bir şey yapamadığı için vicdan azabı duyuyordu. Kadının tam karşısında durup ona yüreği kavrulsa da ifadesiz bir yüzle baktıktan sonra ellerini masanın üzerine koymuş, ardından da bedenini öne doğru eğmişti. Bayan Hale’in kulak hizasına geldiği vakit sadece onun duyabileceği bir sesle fısıldamış ve sonrasında kendisini geriye çekmişti.

Bayan Hale, Lee’nin sözleri üzerine biraz olsun rahatlayıp hayatta kalmak adına daha da hırslanırken genç adamın dudaklarından dökülen sözcüklere aldırış etmedi bile. Ne kadar acı çekerse çeksin dayanacak ve buradan kurtulacakları günü her zaman olduğundan daha güçlü bir şekilde bekleyecekti.

Loading...
0%