Yeni Üyelik
35.
Bölüm

32. Bölüm

@yazarcerenoktay

30.10.2024, 00:17 🐺
Kurguma hepiniz hoşgeldiniz
ve keyifli okumalar!

Okumaya başladığınız tarihi ve saati buraya yazın lütfen.

Instagram : yazarcerenoktay Hepinizin profilimi takip etmesini, videolarım ve paylaşımlarıma beğeni, yorumlarını bırakmasını bekliyorum.

Yaptığı büyünün etkisiz hale getirilmesine çok öfkelenen Louis, öfkeden deliye dönmüştü. Eline geçirdiği her şeyi yere fırlatıp parçalamaya başladığında bundan daha büyük olan planını artık harekete geçirme vakti geldiğini fark etmişti.

En büyük dört yardımcısını yanına çağırdıktan sonra birlikte tesisten çıkmış ve ormanın daha da derinlerine doğru ilerlemişlerdi.

Geçmişten kalan taşların olduğu bölgeye vardıklarında taşların ortasına geçmişlerdi. Hepsi dört bir yana dağılmıştı.

Louis, bu dört kişinin ortasına geçtiğinde gözlerini kapatıp ellerini gökyüzüne doğru uzattı. Çevresindeki dört kişi sırasıyla sadece onların anlayacağı sözcükler mırıldanmaya başlayıp ellerini ileriye, Louis’in bulunduğu yere doğru uzattılar.

Onların her konuşmasında kalından inceye doğru irice çemberler beliriyordu. Bu çemberlerin dört bir yanında, kendilerinin bulunduğu alanın hemen önünde daha küçük çemberler oluşmuş ve o çemberlerde de başkalarının anlayamayacağı şekiller belirmişti. Bu şekilleri birbirine bağlayan en büyük çemberin iç taraflarında da oluşan çemberler birbirine bağlanmıştı. Onlarda da küçük çemberlerde olduğu gibi şekiller yer alıyordu.

Sıra Louis’in olduğu alana geldiğinde kare şekli ortaya çıkmıştı. Kare şeklini kesen tekrar bir kare daha çıktıktan sonra tam ortasında bir çember belirmişti. Bu çemberde de yine o anlaşılmayan şekiller vardı. Şekillerin tam ortasında beliren en küçük çemberden aleve benzeyen bir ışık çıktığında ışık her geçen saniye daha da büyümüştü. Gökyüzüne doğru yükselişe geçtiğinde ince bir ipten daha kalın hale dönmeye başlamıştı.

Bu ışık gökyüzüne ulaştığı vakit gökyüzünü karartmıştı. Bulutlar griye çalarken ortaya siyah renkte bir boşluk çıkmış, bu boşluğun çevresini aleve benzeyen ışık sarmıştı. Işık daha da genişleyip çevresindeki bulutları kızıla boyarken gittikçe karadeliğe benzeyen boşluktan bir beden kendisini dışarı salmıştı. Yüzünde en ufak bir mimik yoktu. Bakışları sanki bu dünyayı saniyeler içerinde yok edebilecek kadar güçlü bir enerji yayıyordu.

 

***

 

“Beni serbest bırakmadığın takdirde seni öldüreceklerini biliyorsun değil mi?”

Büyücü, Vivianne’in sözleri üzerine ona alay eden gözlerle bakarak kahkaha attı. “O kadar hayalperestsin ki! Senin burada esir tutulduğunu kimse bilmiyor. Bu yüzden de seni kurtaracak kimse yok.”

Vivianne, umutsuzluğa kapılmamaya çalıştı. Yaşadığı yerde hiçbir zaman umutsuz olmamış, her zorlukta bir çıkışın olduğuna inanarak varlığını sürdürmüştü.

“Boşuna kendini aptal ümitlerin içine sokma. O beslediğin ümit, sizin dünyanızı kurtarmanızda hiçbir işe yaramadı. Burada da işe yaramayacak. Sen kendini kurtaramayacaksın. Aynı şekilde buradan çıkamadığın için Jenny’ye de yardım edemeyeceksin.”

Vivianne, büyücünün dudaklarından Jenny’nin adı dökülünce içinde bulunduğu kafesin demirlerine tutunmuş, sonrasında acı içinde ellerini geri çekmişti.

Düşmanlarının yaşadığı yerden alınan maddelerden yapılan bu kafes, dokunduğu takdirde gücünü azaltıyordu. Sadece bununla kalmıyor, vücudunu dayanılmaz bir acı içine sokuyordu.

“Sen öyle san!” diye bağırdı Vivianne acısına rağmen. “Jenny’yi kurtaracağım ve kehanet gerçekleşecek. O bu dünyanın ve diğer dünyaların hem koruyucusu hem de kurtarıcısı olacak. Buna hiçbiriniz engel olamayacaksınız!”

Kafesin dibine gelen büyücüye büyük bir kinle baktı, ardından tükürdü.

Kendisine tükürülmesini büyük bir saygısızlık olarak gören büyücü, elinde tutuğu bastonunu ona doğru çevirdi. Bastonunun tam üstünde tepesi siyah olan bir kristal vardı. Bu kristalin alt kısmı oval şeklindeydi. Kristalin siyah kısımları aşağıya, ovala dönüyordu. Bazı yerlerinde morun farklı tonları varken bazı yerlerinde de pembenin farklı tonları bulunmaktaydı. Aralarda bu iki rengin karışımından oluşan renkler göze çarpıyordu.

Bu kristal taşın adı antemistaydı. Pek çok büyünün yapılmasına imkân sağlıyordu. Büyücü bu kristali bastonu ile birleştirdikten sonra hep kafesin daha sağlam ve zarar veren bir yapıda olmasını sağlamak için kullanmıştı.

Vivianne, ne zaman kafese dokunsa acı çekiyor ama bunu belli etmemek için çabalıyordu. Kafesin kenarlarında, tepesinde ve alt kısımlarında parça parça bulunan sitrin taşı, kafesin geldiği dünyadaki taşlarla da birleşince Vivianne’e daha da zarar veriyor, gücünü içine çekiyor ve daha fazla zayıf düşmesine sebep oluyordu.

Büyücü, tam Vivianne’e bir şey söylemek için ağzını açtığı sırada büyük bir gürültü kopmuştu. Büyücü ne olduğunu anlamadığı için sesin geldiği yöne döndüğünde bedeni havaya doğru yükselmiş ve elindeki asası yere düşmüştü.

“Neler oluyor?” dediğinde büyücü, bakışları hâlâ sesin geldiği yerdeydi.

Toz yığınlarının arasında ilerleyen kişi, kendisini ortaya çıkardığında ellerini öne doğru uzatmıştı. Avuç içinde iki tane beyaz renkte şekil belirmişti. Gözleri ve kaşları bu şekillerle aynı renkteydi. Bu varlığın çoğunlukla beyaz renkte olan, aralara mor renk karışmış saçları sanki rüzgâra maruz kalmış gibi havada süzülüyordu.

Boynunda elindeki şekille aynı renkte bir taş vardı. Taş elleri havada kalmaya devam ettiğinde yavaşça boynundan uzaklaşmış, alnının tam ortasında yerini aldıktan sonra teniyle birleşmişti. İşte tam bu anda gücü daha da artan kişinin gözaltlarında simi andıran parlaklıklar belirince odada ikinci bir gürültü kopmuştu.

Vivianne, ne olduğunu anlamamıştı ilkin ama odaya giren kişinin kim olduğunu anladığında umudunu kaybetmediği için çok sevinmişti. Onun öldüğünü sanırken yaşıyor olması, kendisini kurtarmaya gelmesi Jenny’ye ulaşabilmesini sağlayacaktı.

Paramparça olup sonrasında toz yığını haline gelen ve saniyeler sonra geriye kendisinden bir iz kalmayan kafesten kurtulan Vivianne, hemen dönüşümünü gerçekleştirip odadan dışarı attı kendini. Şimdi tek yapması gereken Jenny’yi bulmak ve ona kendisi hakkında gerçeği anlatmaktı.

 

***

 

Ortaya çıkan yaratık yüzünden ne yapacağını bilemeyen kurt kadınlar ve polis memurları, yaratığa karşı pek çok saldırı yapmıştı. Her saldırıda başarısız olurken verdikleri kayıp daha da artmıştı.

Sayıları çok azaldığında yaratığın birdenbire garip davranması, gittikçe uzayıp genişleyen, daha fazla insana zarar verip onları kendisine katan ya da öldüren uzuvlarının yok olmaya başlaması, tedirginliklerini daha da arttırmıştı. Hepsinin aklında yaratığın daha tehlikeli hal alacağı düşüncesi varken öyle olmamıştı. Yaratık yok olmaya başlamış ve zarar vermeyi kesmişti.

Marie, Faith, kasaba şerifi, Alex ve Gentana, bu olay olurken bir aradalardı. Tartışmalarının son bulduğu sırada gerçekleşen bu olay, hem Jenny’ye ulaşmalarını engellemiş hem de planlarının suya düşmesine sebep olmuştu.

Ölen polis memurları ve kurt kadınlar için kısa bir yas tutup yeniden harekete geçtiklerinde, kasaba şerifinin telsizde emrindeki memurlara uyarı yapan sesi duyuldu.

“Herkes çok dikkat etsin. Kasabamız daha öncesinde olduğundan daha büyük tehlikeler barındırıyor. Çok kayıp vermiş olmamıza rağmen dik durmalı ve bu tehlikelere karşı hep birlikte savaşmaya devam etmeliyiz! Yaşayacak başka yerimiz yok.”

Telsizden onay veren sesler duyulduğunda hepsinin karşısına birdenbire omzunda baykuş olan bir adam çıkmıştı. Bu adamların ten rengi siyahtı. Alnının üstünde altından yapılma bir taç vardı. Tacın tam ortasında bulunan dörtgenin içinde yeşil renkte bulunan taş parıl parıl parlıyordu.

Adamın sağ kaşında iki tane altın renginde piercing vardı. Aynı piercingden sol burnunda da bulunuyordu. Kulaklarındaki altın rengi küpelerin altında, alnındaki tacın ortasında bulunan taştan yer alıyordu.

Adam, siyah renkte kadifeden yapılma bir elbise giymişti. Elbise dizinin üstüne kadar iniyordu. Elbisenin tam altında yine bu kadife kumaştan yapılma bir pantolon vardı. Pantolonun altındaki deriden yapılma ayakkabısının üstünde de yine aynı taştan bulunuyordu.

Adamın omzunun üstünde yer alan baykuşun çoğu yerinde siyah olsa da bazı yerlerinde altın renginde tüyler vardı. Kanatlarındaki siyah tüylerin çoğu gri renge doğru orantılı bir şekilde açılıyordu ve kanatlarını çırptığında görsel bir şölen ortaya çıkmaktaydı. Bu kanatlar her çırpıldığında havaya altın renginde tozlar yayılıyor, solunduğunda ortamda bulunan stresi ortadan kaldırıyordu.

Baykuşun göz rengi her kanat çırpışında kahverengiden griye dönmekteydi. Tepesinde bulunan hare şeklindeki cisim, ışıl ışıl parlıyor, yeryüzünde olan neredeyse bütün taşların parlaklığını kendisine çekerek göz kamaştırıyordu.

“Sen de kimsin?” diye sorduklarında hep bir ağızdan, adam başını öne eğdi ve sağ elini göğsüne vurdu.

“Ben Viktor Sand. Size çok önemli bir haber vermek için burada bulunuyorum. Çok yakında büyük bir savaş ortaya çıkacak. Bu savaşta pek çok kayıp yaşanacak. Ben ve türümden olanlar, sizlere bu savaşta yardımcı olmak için hazırız.”

Viktor’un konuşması bittiğinde çevrede çok sayıda onun gibi olan kişiler görünmeye başlamıştı. Hepsi farklı renkte giyinişe sahiplerdi ve ten renkleri Viktor gibi siyahtı. Hepsinin omzunda farklı renklerde olan baykuşlar bulunuyordu. Bu baykuşlar, omuzlarında bulunan efendisi ile iş birliği içerisinde hareket eder, onun gücünü daha da arttırıp savaşta destek sağlardı.

Gentana, öne çıkıp:

“Savaş mı?” diye sorduğunda Viktor baş hareketiyle onu onayladı. “Hale ailesinin korkulu rüyası, en büyük düşmanı ortaya çıktı. Açılan bir portal aracılığıyla dünyaya getirildi. Şu anda onun peşinden gelen pek çok yaratık mevcut. Gözlerinize inen perde yüzünden bunu göremiyorsunuz ama arkadaşım Tutu, bu perdeyi şimdi kaldırıp size gerçeği gösterecek.”

Tutu, göğsünün altına elini sokup birkaç saniye gözlerini kapalı tuttuktan sonra açmış ve boştaki elini gözlerinin üstüne götürmüştü. Eli her iki gözünün görüşünü engelliyordu şu anda ve hiçbir şey göremiyordu.

Ellerini gözünden çekmeden önce birkaç kelime fısıldamış, göğsünün altındaki elini dışarı çıkardıktan sonra kanla kaplanmış elini diğer elinin üstüne koymuştu. Kelimeler fısıldamaya devam edip en sonunda ellerini gözünden çektiğinde iki gözünden de kanlar akıyordu.

Bu kan akışının ardından gözlerinde perde olan herkesin gözündeki perde kalkmış ve gerçeği görmeye başlamışlardı. Gökyüzündeki kara bulutları görüyor, çakan şimşekleri duyuyor ve açılan portaldan gelen güçlü enerjiyi hissediyorlardı.

Portala daha dikkatli baktıkları sırada tam önlerine çevrelerini bir çember misali saran bir yaratık düşmüştü. Yaratığın çok sayıda kopyası vardı ve hepsi birbirine yapışıktı. Bu yaratığın her bir parçası oldukça iri cüsseliydi. Uzuvları bir kaya parçası gibi sağlam görünüyordu. Hepsinin başının üstünde bir tane siyah renkte hare, harenin her iki tarafında da uçları sivrilen kulaklar vardı.

Gözlerinin olması gereken yerde gözler yerine bir tane dörtgen şekli, bir tane de daire vardı. Ağzının olması gereken yerde de şimşek işareti bulunuyordu.

Kaya parçaları gibi duran cüssenin kol tarafları tamamıyla iç içe geçmiyor, gövde tarafında kalan kısımları birbirini çaprazlamasına durur gibi hafifçe kesiyordu.

Ortada duran iki tane yuvarlak kısımda herhangi bir şekil yokken altta kalan iki kısmın üstünde şekiller vardı. Bu şekiller şimşeğe benziyordu ama tam olarak şimşek değildi.

Bacaklarının olması gerektiği yerde üç tane kalınca, yine taşa benzeyen uzuvları bulunuyordu. Yan yana durmaktaydılar. Bu yaratık çok değişik olmasının yanı sıra oldukça ürkütücü görünüyordu.

Ne olduğunu anlamayıp bir anda çevrelerinin bu yaratık ile sarılmasıyla afallayan Marie, Faith, kasaba şerifi, Alex ve Gentana ne yapacağını şaşırmıştı. Bu yaratıktan nasıl kurtulacaklarını düşünüyorlar ama buna rağmen bir çıkış yolu bulamıyorlardı.

Loading...
0%