@yazarcerenoktay
|
30.10.2024, 00:42 🐺 Okumaya başladığınız tarihi ve saati buraya yazın lütfen. Instagram : yazarcerenoktay Hepinizin profilimi takip etmesini, videolarım ve paylaşımlarıma beğeni, yorumlarını bırakmasını bekliyorum. Yaratığın ortasında kalan ve hiçbir şey yapamayan Marie, Faith, kasaba şerifi, Alex ve Gentana’nın yardımına Zuan ailesi yetişmişti. On kişilik bir ekipten meydana gelen ve kendilerine yırtıcılar adını veren bu aile, yaratığa saldırı yapıp onları kurtarmaya çalışıyorlardı. Liderleri elinde bulunan özel tasarımlı mızrağı ile saldırırken mızrağın çevresini alevler sarıyor, bir diğeri kılıcı ile saldırırken kılıçtan güçlü hava akımları çıkıyordu. Bu yaratığa tek tek saldırı işe yaramayınca birlik olup aynı anda saldırmaya başlamışlardı. Yaratık onların saldırılarını tek tek olduğunda kolaylıkla alt etmiş ama bu defa başarılı olamamıştı. En sonunda liderleri yaratığın son kalan parçasının göğsüne mızrağını sapladığında yaratığın tüm vücudunu alevler sarmış, tüm vücudu alevle kaplandıktan sonra parçalanarak yok olmuştu. Saldırının sona ermesinin ardından ortaya çıkan diğer yaratıklara da saldırmaya başlamış, boş durmamışlardı. Onlar savaşmaya devam edip düşmanları öldürürlerken Vivianne ortaya çıkmıştı. Bir süre onlara yardım ettikten sonra yeni bir düşman ortaya çıkana kadar kısa bir vakti olduğunu bildiğinden: “Marneas!” diye seslenmişti. Marneas, ondan yana döndükten sonra: “Nerelerdeydin böyle? Seni görmeyeli uzun zaman oldu,” diyerek mızrağının ucunu yere sapladı. Pek havalı, kendisine güvenen bir hali vardı. Kısa sarı saçları, dövmelerle kaplı çıplak vücudu, omzunun üstünde bulunan yine saçıyla aynı renkteki kürkü ve kürkün üstündeki aslan maskesiyle dikkat çekici bir görünüşe sahipti. Yüzünün bazı yerlerinde renkli boyalar vardı ve gözlerinin kenarlarına çektiği siyah sürmeler gözlerinin daha çekik görünmesine sebep olmuştu. Çıplak vücudunun altında şalvarı andıran, daha dar kesim bir kıyafet bulunuyordu. Bu kıyafetin üstünde tasarımını kendisinin yaptığı altın rengindeki şekiller bulunuyordu. Her iki bileğinde bulunan yılan şeklindeki halhallar, çok zorda kalırsa gerçek yılana dönüşüyor ve düşmana asit atıyordu. Bu asit bazen sadece düşmanı yaralayıp saldırısını yavaşlatıyor bazen de onu tamamen yok ediyordu. “Jenny ve insanlık tehlikede. Geçidi açan kişinin kim olduğunu bulmamız ve onu yok etmemiz gerekiyor. Bana bu konuda yardımcı olmalısın.” Marneas, mızrağını küçültüp eline aldıktan sonra belindeki şekillerden birine takmış ve böylece üzerinde rahatça taşıyabilecek hale gelmişti. “Pekâlâ. Yardımcı olacağım,” dedikten sonra bakışlarını yeniden gökyüzüne dikmiş ve birkaç saniye portalı izlemişti. Portalın ışığının yansıdığı alanı hızlıca tarayıp saptadıktan sonra korkudan tir tir titremişti. “Bu… Bu imkânsız. Onun bizi bulmaması gerekiyordu. O… o bizi buldu.” Ailesinin en küçük üyesi: “Kim bizi buldu?” diye sorduğunda o kişinin olmadığını umuyordu. “Evet, ta kendisi,” dediğinde Marneas, yeniden mızrağını eline almış ve hızla koşmuştu. Önüne çıkan hiçbir varlığa acımıyor, hepsine saldırıyordu.
***
Marneas, önüne çıkan varlıkların hepsini öldürüp ormana girdiğinde karşısına çıkan kişi gerçekten de oydu. Dipdiri bir şekilde karşısında duruyordu ve daha da korkmasına sebep olmuştu. Marneas’ı takip eden aile üyeleri de onu gördüğünde dehşete düşmüş, ilkin ne yapacaklarını bilememişlerdi. Daha sonra hiç düşünmeden ona saldırı gerçekleştirmişlerdi. Düşman sadece tek elini uzatıp onları kendisinden uzaklaştırıyor ve bir türlü kendisine yaklaşmalarına izin vermiyordu. Onun arkasında duran doğaüstü yaratıklardan bazıları onu korumak adına ön plana çıkıp saldırıya geçmişlerdi. Vivianne, onlardan sonra oldukları yere vardığında onu görmüş ve duyduğu nefreti iliklerinde hissetmişti. Kendisine saldıran düşmanları yok edebilmek için ortaya çıkardığı irili ufaklı taşlara zıplıyor, onları şaşırtıyordu. Uçtuktan sonra kafasının üstündeki boynuzlardan çıkan minik, güneş ışığı gibi parlak baloncuklarla onları öldürüyordu. Pek çok düşmanını bu şekilde öldürmüş ama esas düşmanına bir türlü yaklaşamamıştı. Esas düşmanı o savaşmaya devam ederken çoktan onu arkasında bırakıp Jenny’yi öldürmek üzere harekete geçmişti. Bu çok kötüydü. Onu durduramamıştı.
***
Düşman Jenny’yi öldürmek üzere harekete geçerken Jenny’nin çevresinde bulunan doğaüstü varlık sayısı artmıştı. Uçuşan tozlar, alevler, havada süzülen varlıklar, çevredeki kan gölleri, hızla hareket edenler ve çok daha fazlası… Jenny, bütün bunları, savaşın gittikçe daha da şiddetlendiğini gördükçe ne yapacağını şaşırıyordu. Ujkıhlar ile Puntle’lar savaşıyor, Ranlar ile Lablar birbirini katlediyordu. Avah ile Iresler’in saldırısı da diğerleri gibi çetin geçmekteydi. Avahlar, Iresler’i yok ettikten sonra büyü taşlarını ele geçirip daha da güçlenmişti. Avahlar’ın lideri olan yaratığın aldığı büyülü taş, geçite benzer bir boşluk oluşturuyor, bu boşluktan sürüngen türünde devasa büyüklükte canlılar çıkıyordu. Hiç beklemeden taşını düşmanlarını öldürmek için kullanmaya devam ettiğinde mavi renkteki boşluk oluşmuş, sertçe esen bir rüzgâr gibi görünmüş ilk başta ama daha da büyümüştü. İçindeki karanlıktan mavi renkte devasa bir yaratık çıkmıştı ve çok hızlı hareket ederek ağzına aldığı her düşmanını öldürmeye başlamıştı. Bu yılanı yok edebilmek için düşmanlarını öldürdükten sonra karşı saldırıya geçen Liseu, ellerinden çıkardığı mavi renkteki su dalgaları ile yüzlerce yılan meydana getirmişti. Amacı bu yılanları kullanarak onun dikkatini dağıtmaktı. Dikkati dağıldıktan sonra hemen arkasında bulunan Tomt onu öldürecekti. Bunu ağzından çıkardığı düşmanının etine yapışıp onun ruhunu parçalayan pençesi ile gerçekleştirecekti. Liseu, tam da istediğini yapıp yılanın kafasını karıştırınca Tomt harekete geçerek ağzından çıkarttığı pençe ile yılanın etine yapışıp ruhunu emmişti. Emilen ruh, pençenin daha da güçlenmesini sağlamıştı ve dikkatini Avahlar’ın liderine yöneltmişti. Bu lider simsiyah renkte bir deriye sahipti. Derisi çok kalındı ve kolay kolay darbe almıyordu. Tıpkı türünde olan diğerleri gibi... Oldukça çirkin bir yüzü, keskin dişleri vardı. Kulaklarının olması gereken yerde irice kıskaçları vardı. Çenesinin her iki yanında dokunaçlar çıkıyor, kıskaçlar ile harekete geçip düşmanı parçalıyordu. Altı çift kolu, birkaç çift bacağı vardı. Bu bacaklar sayesinde çok hızlı hareket edebiliyor ve dilediği yere kısa sürede varıyordu. Göğsünün tam ortasında bulunan küp şekli, nefes alıp vermesini sağlıyordu. Bu küp darbe alırsa ancak ölebilirdi. Bu küpü yok etmek ise çok kolay değildi. Kalın derisi bu küpü korumak isterken daha da güçleniyor ve aldığı her darbede diğer uzuvlardaki gücünü buraya aktarıyordu. Türü de tıpkı onun gibiydi. Düşmanlardan elde ettikleri büyülü taşlar ile saldırı yapıyor ve karşılarına çıkan herkesi etkisiz hale getiriyorlardı. Birlikleri o kadar güçlüydü ki, onları yok etmek imkânsıza çok yakındı. Artık bu durumdan çok rahatsız olan ve onların gittikçe daha da güçlendiğini gören hayattaki varlıklar, diğer düşmanları püskürtünce saldırılarını onlara yöneltmişti. Onlara ne ateş etki ediyordu, ne su ne de toprak. Hava darbelerine de karşı çok dayanıklıydılar. Elemente hükmetme gücü olanlar pek çok farklı şekilde onlara saldırsa da sonuç hep ölmeleri oluyordu. Savaş tüm hızıyla devam ederken yer altında sessizce hareket eden bir canavar grubu, topraklarının istila edilmesinden çok rahatsız olmuştu. Doğalarına zarar veren düşmanları yok edebilmek adına gitmek istedikleri yere doğru sürüne sürüne ilerlemiş, düşmanların tam altında yer aldıklarını anladıklarında bedenlerini gün yüzüne çıkartmışlardı. O kadar büyük ve geniş bir vücuda, bu vücutla da uyumlu ağıza sahiplerdi ki düşmanını tek lokmada yutuyor, ağızlarının içinde dönmekte olan çarklarla paramparça ediyorlardı. Bir türlü alt edilemeyen Avahlar, bu yaratıklar tarafından öldürülmüştü. Bu düşmanları öldürdükten sonra başkalarını öldürmek üzere yeniden toprak altına girmiş, sessiz sedasız ilerlemeyi sürdürmeye başlamışlardı. Avahlar’ın ölmesiyle rahatlayan Liseu ve Tomp topluluğu diğer düşmanlara saldırmaya başladığında bu savaşın bitecek gibi olmadığını düşünmüşlerdi. Kendilerini hem yorgun hem de fazlasıyla bitik hissediyorlardı.
***
Vivianne, düşmanlarını alt edip geriye kalanları öldürme görevini yırtıcılara devrederek yeniden düşmanının peşine düşmüştü. Onun Jenny’yi öldürmek üzere gittiğinden emindi. Hemen uçuşuna devam etmiş, kısa sürede Jenny’nin yaşadığı eve varmıştı. Evin giriş kapısından Jenny ile çıkan düşmanını gördüğünde hem öfkeli hem de endişeli hissetmişti kendini. “Jenny!” diye bağırdığında düşmanı bakışlarını gökyüzüne çevirmişti. Dudakları alayla kıvrılmıştı. Jenny’yi malahit, zeberced, krizopras ve çeroit taşlarını kullanarak elde ettikleri bağlarla bağlamış gücünü tamamen kısıtlamıştı. Bunun farkına varan Vivianne’in öfkesi daha da artmıştı. Jenny, başını salladığında ona kendisini tehlikeye atmamasını söylüyordu ama Vivianne onu dinlemedi. Hızla öne doğru atılıp bir yay gibi düşmanını öldürmek için ilerlerken görünmez bir kalkana çarpmıştı ve bedeni geriye doğru savrulmuştu. Bu bariyerin Vivianne üzerinde yarattığı etki çok güçlüydü. Bilincini kaybetmişti ve kolay kolay kendine gelemeyecekti. Jenny, düşmanına ses etmeden onunla birlikte ilerlerken adımları ormana doğru yöneltilmişti. Çevrelerindeki savaş devam ediyordu ve bunu görmek genç kızın canını fazlasıyla yakmıştı. Bir süre ilerlediklerinde zihnine geçmişi ile ilgili gelen görüntüler, annesinin ve babasının kendisini feda etmesi, herkesin ona bir şey olmasın diye çabalaması derinlerde bir yerde yanan bir ateşi körüklemişti. Bedeni her geçen saniye daha da ısınıyor, tüm vücudu çok şiddetli bir ateşe sokulmuşçasına yanmaya başlıyordu. Isı gittikçe daha da artarken vücudunu saran bağlar birdenbire çözülmüş, taşların etkisi yok olmuştu. Jenny’nin bunu yapabiliyor olması düşmanının beklemediği bir şeydi. Jenny’nin gücünü kazanamayacağına inanıyordu. Genç kızın bedenindeki kıyafetler yok olup çırılçıplak kaldığında, saçları renk değiştirerek beyaza yakın bir sarıya dönmüştü. Saçları omuzlarına dökülürken göğüslerini ve omuzlarını krem renginde bir örtü sarmıştı. Kendi galaksisinde yer alan en değerli taşlar bu örtünün üstünü kaplayıp saçlarının üstünde bir taç oluşturduğunda, genç kızın bedeni çoktan havaya yükselmişti. Tacın çevresinden çıkan yılan derisi görünümlü boynuzlar, çok sertti ve asla yok edilemezdi. Boynuzların çevresini gücüne daha da güç katacak fntius taşı sarmıştı. Alt bedeni de incecik bir kumaşla kaplanıp kadınlık bölgesi birbirinden güzel taşlarla sarmalandığında gökyüzüne doğru açmış olduğu avuçlarından hava, su, toprak ve ateş elementlerini temsil eden şekiller yükselmişti. Bu şekilleri daha sonra başka şekiller takip edip gökyüzüne doğru yükselişe geçtiğinde onu öldürmek isteyen düşmanının korkusu daha da artıyordu. Çevresini kendilerine ait olan galaksideki gezegenlerin görünüşlerinin barındığı kristal küreler sarmıştı. Bu kürelerdeki gezegenlerde yaşayan canlılar katledilmesine rağmen sanki yaşamak istiyor gibi haykırıyorlardı. Jenny, gözlerini açtığında tüm bedeni hızla düşmanına dönmüş ve büyük bir kükremeyle onun adını söylemişti. “Adze! Sen ailemi, galaksimi, galaksimde yaşayan canlıları ve dünyadaki varlıkları öldürerek çok yanlış yaptın! Onlar seni her zaman dostları olarak gördüler, sense onların arkasından iş çevirdin. Galaksiyi yok etme planını onlara hiç belli etmeden uygulamaya kalktığında hâlâ herkesin dostuydun! Bencilliğin, kıskançlığın, kibrin bir sürü hayata mal oldu! Ben Ontekopstu Galaksisi varisi olarak seni affetmiyorum! Bundan sonra ne bu dünyada ne de dünya dışındaki yaşamında gün yüzü göremeyeceksin. Seni öldürüp ruhunu Yannsi’ye gönderiyorum. Bundan sonra ne yaparsan yap oradan çıkamayacak, hiçbir varlığın yaşamına müdahale edemeyeceksin!” Adze, itiraz edip Jenny’ye saldırmaya fırsat bulamadan bedeninin içinden fokur fokur kaynadığını hissetmişti. Kaynama daha da artmış, sanki milyonlarca yıl sürmüş gibi bir acı yaşamasına sebep olmuştu Adze’nin. En sonunda bedeni içten volkan misali patladığında bedeninden geriye hiçbir iz kalmamış, ruhu Yannsi’ye hapsedilmişti. Adze’nin ölmesiyle açılan portal anında kapanmış, Adze’nin hizmetinde olan düşmanlar geldikleri gibi yok olmuşlardı. Savaşın sona ermesiyle büyük bir sevinç yaşayan canlılar, Jenny’nin adını sevinçle haykırmıştı. Jenny, gökyüzüne yükseldiği vakit onun gerçek kimliğine eriştiğini anlayan Vivianne, yorgun bir şekilde gülümseyerek bilincinin kaybolmasına anca o zaman izin vermişti. Adze öldükten sonra kendisine doğru gelen Jenny’nin varlığını hissetmiyor, çevresinde ne olup bittiğinin farkına varmıyordu. Jenny, büyükannesi Vivianne’in bedenini kolları arasına aldığında öldüğünü anladığı an acıyla adını haykırmıştı. Ne kadar uğraşırsa uğraşsın Vivianne kendine gelmiyordu. Üstelik bedeni yavaş yavaş eski haline dönmeye başladığında kendisini güçsüz hissetmişti. Vivianne, kolları arasından kayıp ikisi de yere yığıldığında bir çift gözün sahibi ona doğru ilerliyordu. Jenny’yi kolları arasına alıp gökyüzüne doğru havalandığında, onu kendisinin tanıdığı ve kimseye söz etmediği yaşayan en güçlü şifacıya götürüyordu. Bu gözlerin sahibi Lee’den başkası değildi. Bebekliğinden bu yana ikisinin kaderi birdi ve ne öbür dünyada ne de bu dünyada ayrılmışlardı. Jenny’nin gerçek kimliğini bulmasıyla kendisine gelen ve gerçek kimliğinin özünü, aralarındaki bağı hisseden Lee onu korumak için elinden geleni yapacak, ona bir daha kimsenin hem fiziksel hem de ruhen zarar vermesine izin vermeyecekti.
***
Aradan geçen zaman farkında kasabada çok az kişi kalmıştı. Son olanlardan sonra kasabada yaşayan insanların hepsi göç etmiş ve bir daha geri dönmek istememişlerdi. Kasabadan göç eden insanların yerini yaşayan doğaüstü varlıklar almıştı. Herkes kendi evini inşa etmiş, barış içinde yaşamlarını sürdürürken birbirlerine her türlü desteği veriyorlardı. Jenny, on yedinci yaşının son gününde okula gitmek için yürüyordu ve çok heyecanlıydı. Bugün ilk defa Lee ile doğum gününü kutlayacaktı. Kaybettiklerinin yasını tutsa da bir şekilde hayatta kalması gerekiyordu. Yaşam devam ediyordu. Okula giden en kestirme yol ormanın içinden geçtiği için ormana girmiş ve her zamanki yoldan ilerlemeye başlamıştı. Lee’nin onu okulda beklediğini biliyordu. Adımları bu yüzden çok hızlıydı. Bir süre daha yürüyüp okulun olduğu bölgeye çıkmasına beş dakikalık bir zaman kala karşısına çıkan varlık yüzünden donup kalmıştı. Onu öldürmüştü. Onu yok etmiş ve ruhunu Yannsi’ye hapsetmişti. Yaşıyor olamazdı. “Adze… Sen nasıl…” dediğinde kalp atışı fazlasıyla yavaşlayarak gözleri önüne bir perde inmişti. Onun nasıl dünyaya geri geldiğine bile anlam veremezken gözlerinin birden kararmasını çözememişti. Bilinci tamamen karardığında Adze ona nefret dolu gözlerle bakıyordu. “Sana demiştim Desdanje. Beni asla yok edemeyeceğini söylemiştim.”
DEVAM EDECEK |
0% |