@yazarcerenoktay
|
26.09.2024, 14:36 🐺 Okumaya başladığınız tarihi ve saati buraya yazın lütfen. Instagram : yazarcerenoktay Hepinizin profilimi takip etmesini, videolarım ve paylaşımlarıma beğeni, yorumlarını bırakmasını bekliyorum. George, ev arkadaşı Alex'in yaptığı şeyi öğrendiğinde çok sinirlenmişti. Saatlerce onun eve gelmesini beklemiş, pek çok kez içki içtiği bardakları yere fırlatarak kırmış ve öfkeden deliye dönmemek için insanüstü çaba sarf etmişti. Arkadaşının nasıl böyle bir hata yapıp da kendisini, en önemlisi de sakladığı sırlarını ifşa ettiğini bir türlü anlayamıyordu. Alex, en sonunda eve geldiğinde fazlasıyla yorgun ve bitkin görünüyordu. Kendisini her zaman oturduğu açık yeşil renkli, kadife kumaştan yapılma koltuğa attı. Bakışlarını peşinden gelen George'a çevirdi. George'u daha önce hiç bu kadar öfkeli görmemişti. George, Alex'in bakışları eşliğinde içkisinden bir yudum daha aldı. "Bu yaptığın hatanın geri dönüşü olmayacak biliyorsun değil mi? Ancak onu öldürürsen kasaba halkı varlığımızdan haberdar olmaz," dedi elinden geldiğince sakin olmaya çalışarak. "O kızın ölmesi bizim tek kurtuluş yolumuz." Alex, hata yaptığının farkındaydı. Üstelik bunun için çok pişman hissediyordu kendini. Gerçek kimliğini isteyerek ortaya sermemişti ki. Ne olduğunu anlamamıştı. Sanki kendisine yapılan bir büyü kızın karşısına çıkmasına sebep olmuştu. Biraz daha dinç bir kafayla düşündüğünde aslında bu durumun daha öncesinde de gerçekleştiğini anlaması zor olmamıştı. Onları kasabaya girdiği ilk andan itibaren izlemesi, sonrasında onları takip etmeye devam etmesi, kızın peşinden bir türlü ayrılmaması büyü fikrini daha da kuvvetlendiriyordu. Alex, hem büyüye maruz kalmasının verdiği rahatsızlığın hem de arkadaşının baskısının üzerinde yarattığı etkiyle "Ne yapmam gerektiğini çok iyi biliyorum!" diye bağırdı. Sesi yırtıcı bir hayvan gibi çok güçlü çıkmıştı ve fazlasıyla gergin görünüyordu. Ellerini sarı saçlarının arasından geçirdikten sonra George'a bakmaya devam etti. Elinde tutmaya devam ettiği viski dolu kadehten bir yudum daha aldığını gördü. İçki içmeyi bu kadar çok sevmesinden nefret ediyordu. Tamam, kendisi de içerdi ama George kadar bağımlı değildi. George, üzerindeki gerginliği içtiği içkiler ve kırdığı bardaklar yardımıyla biraz olsun atabilmişti. Elindeki bardağın içindeki içkinin kalanını tek dikişte bitirdikten sonra "Umarım bu durum Arnold’un kulağına gitmez." dedi, sanki onu duymamış gibi. Sesi son derece katıydı. "Eğer ki onun kulağına giderse klanın ileri gelenlerini toplar ve büyük ihtimalle infazına karar verirler. Üstelik en acı şekilde." George, Alex ile birlikte kasabanın içinde yer alan en büyük villada yaşıyordu. Villa büyüklüğünü daha görkemli kılacak olan çok geniş bir bahçeye sahipti. Bahçenin içerisinde ikisinin de sıkça kullandığı havuz, havuzun kenarlarında güneşlenmek için uzandıkları şezlonglar vardı. Şezlongların hemen arkasına bakıldığında mutfağa açılan kapı göze çarpıyordu. Bu kapının her iki yanındaki beyaz pencereler çok büyüktü ve perde takılı olmadığı için içeriyi rahatlıkla görebiliyordunuz. Bahçenin içinde en dikkat çekici olan şey hiç kuşkusuz batı sarıçamı adı verilen ağaçlardı. Bu ağaçlardan dört tane vardı. Yerlerdeki çimlerin üzerindeyse birkaç adet papatya ve lewisia cotyledon bulunuyordu. Bu eyalet içinde sıkça bulunan ve ekilen bir çiçek türüydü. George, bu bahçeyi çok seviyordu ve ne zaman çok gerilse adımlarını bahçeye yöneltir, temiz havayı içine çekerdi. Yine öyle yapmak için bahçeye doğru yürümeye başladı. Alex, George'un söylediklerini düşünüp duruyordu. Sağ gözü endişesinden dolayı seğirmeye başlamıştı. Can sıkıntısını yok edebilmek için ayağa kalktıktan sonra içki dolabına doğru ilerledi. Rastgele bir içkiyi eline alıp boştaki bardaklardan birine doldurdu. İçkiyi tek dikişte bitirdikten sonra bir bardak daha koydu. Çok geçmeden o da bahçeye çıktı ve şezlonglardan birine oturdu. Bir süre bekledi. George'un öfkesinin biraz olsun yatıştığını anladığında ağzını araladı. Derin bir iç çekti. "Sence bunu öğrenmişler midir?" George, aşağılayıcı bir şekilde gülümseyip ondan yana döndükten sonra: "Bilmiyorum," dedi. "Bunu sen de ben de zamanla öğreneceğiz."
***
Jenny, eve varmalarının ardından kendisini soru yağmuruna tutan anne ve babasına yanıt vermedi. Hızla hareket ederek evin içindeki kapalı kapıları açtı ve kendisine ait olan odayı gördü. Odaya girdikten sonra kapıyı arkasından kapatıp yatağının üzerine oturdu. Kaşları hâlâ çatık bir haldeydi. Daha öncesinde yaşadığı evlerindeki odasında da ölen büyükannesinin bu resmi olurdu ve bu resme bakarak pek çok kez derdini anlatmıştı. Onu kaybedeli dört sene olmuştu ve yokluğunu bugün her zamankinden daha fazla hissediyordu. Geçen her sene Jenny'nin yüreğini kor gibi yakıyordu. Büyükannesi olmadan yaşamak çok zordu. Onun anlayışlı halleri, cana yakın tavırları, sıcacık kalbi en çok özlediği şeylerdi. Ailesine söyleyemediği şeyleri ona söyler, bütün gizli sırlarını onunla paylaşırdı. İlk kez bir erkek arkadaşı olduğunda bunu ailesinden önce o öğrenmişti. O kadar çok sevinmişti ki bu duruma Jenny'yi sürekli tebrik edip durmuştu. Torununun erkek arkadaşının olması büyüdüğünü belli ediyordu. Bundan sonra çoğu konuda Jenny kendi kararını verebilir diye düşünmüştü. Jenny'nin anne ve babası, Büyükanne Vivianne kadar şen şakrak değildi. Her konuda onun gibi anlayışlı olmuyor, çoğunlukla Jenny'nin üzerine gidiyorlardı. Genç kızın aldığı her karara karşı çıkmak onlara zevk verir gibiydi. Ne zamanki Jenny bunalıma girse duruma Büyükanne Vivianne el atar ve onları anında sustururdu. Bay ve Bayan Hale, Büyükanne Vivianne’in sözleri karşısında boyunlarını eğer, seslerini çıkaramazlardı. Bu durum o ölene kadar devam etmişti. Büyükanne Vivianne’in vefatının ardından rahatlayan Bay ve Bayan Hale, Jenny'yi umursamadan sürekli taşınmaya başlamışlardı. Nasıl ki Büyükanne Vivianne yaşarken sesleri çıkmıyorsa yine Jenny’ye karşı sesleri çıkmıyor, söz konusu taşınma olduğundaysa esip gürlüyorlardı. Jenny, sürekli taşınmalarıyla ilgili söz hakkına sahip olmadığı için bu durumdan hiç memnun değildi. Taşınmaktan nefret ediyordu. Taşınmayı, hayatını, arkadaşlarını, bütün anılarını geride bırakmayı sevmiyordu. Bu kasabaya gelirken her şeyin geride kaldığını ve bir daha taşınmayacaklarını umuyordu. Şimdiyse buradan gitmek için dua eder halde bulmuştu kendini. Aklındaki her kötü düşünce ruh durumunu daha da çıkmaza sürüklüyor ve zihnini meşgul ediyordu. Mutsuzdu, üstelik bitmeyen lanet olasıca baş ağrısı ile ruh durumu birleşince daha da kötüleşmişti. Bakışlarını büyük annesinin resminden çekip ayağa kalktı. Tuvaleti gelmişti. İhtiyacını gidermesinin ardından lavaboya yöneltti adımlarını. Baş ağrısının ardından ortaya çıkan mide bulantısı tansiyonunun düşmesine sebep olmuştu. Baş ağrısı, halsizlik ve mide bulantısı acaba geçirdiği günün etkisinden mi kaynaklanıyordu yoksa üşütmüş müydü? Bu kadar sıcak bir günde üşütmek mümkün olamayacağına göre ilk ihtimali kabul etti. Lavabonun kenarlarına tutunduktan sonra musluğu açıp akan suyu avuçlarının arasına doldurdu, sonrasında suyu yüzüne çarpıp rahatlamaya çalıştı. Soğuk suyun rahatlatıcı etkisi ortaya çıkmak yerine Jenny'nin durumunu daha da kötüleştirmişti. En sonunda bu duruma dayanamayıp musluktan akan suyu kapattı, ellerini hemen solunda bulunan havluya uzattı. Havluyu eline alıp yüzünü kurulamasının ardından tekrardan yerine astı. Banyonun dışına çıktıktan sonra adımlarını odasına doğru yönelttiğinde annesinin kendisine seslendiğini duydu. "Jenny, tatlım. Hadi, gel. Bir şeyler yiyelim. Bu lanet kasabaya geldik geleli yemek yemeye bile fırsatın olmadı." Jenny, mide bulantısı ve lanet baş ağrısı ile kahvaltı yapmayı hiç istemiyordu. Suratını buruşturup hiçbir şey demeden odasına doğru yürümeye devam etti. Odasına girip bakışlarını bir anlığına büyük annesinin resmine çevirdiğinde gördüğü ifade karşısında şok oldu. Kendisine üzgün ve yorgun gözlerle bakıyordu sanki. Oysa bu imkânsızdı. Jenny'nin birkaç dakika önce baktığı resimde büyükannesi capcanlıydı ve insanın içini ısıtıyordu. Şimdi ise durum tam tersiydi. |
0% |