4. Bölüm

BÖLÜM 3

Ceren Oktay
yazarcerenoktay
(©Kıdemli Yazar)

31.09.2024, 23:30
Yeni kitabımın üçüncü bölümüne hepiniz hoş geldiniz,
ve keyifli okumalar!

Okumaya başladığınız tarihi ve saati buraya yazın lütfen.

Yorumlarınızı satır aralarına yazmayı ihmal etmeyin.

Not : Bu kitap savaş, askeri birlik, askerler, inanç, vatan ve bayrak sevgisi, aşk ve nefret gibi temaları içermektedir. Eğer ki askeri kurgu arayışındaysanız sizin için uygundur.

 

"Neden bu kadar durgunsun Esma'm?" diye sordu Süleyman Arslan. Genelde eşiyle anlaşamazdı, ama Esma'nın bu sessiz hallerine de dayanamazdı. Gerçekten çok severdi eşini, ancak aralarındaki karakter ve yetişme tarzı farklılıkları sık sık çatışmalarına yol açıyordu.

Esma, elindeki yazmayı sıkıca tutarken, "Bilmem," dedi. "Sabahtan beri içimde bir sıkıntı var. Sakın bizim oğlana bir şey olmuş olmasın?"

Süleyman, bu sözler üzerine kaşlarını çatmadan duramadı. Eşinin yanına oturduktan sonra yumuşak bir sesle, "Hiç olur mu öyle şey? Allah korusun. Bizim yiğidimize bir şey olmayacak. Hem onunla kim baş edebilir ki? Kafasına koyduğunu yapar, karşısında kimse duramaz. Durmaya kalkanı da affetmez. Öyle teröriste, hainlere göz açtırmaz. Sen hiç merak etme," dedi.

Esma'nın gözlerine baktığında, sözlerinin onu rahatlatmadığını fark etti. Bu yüzden devam etti, "Hem yanında aslan gibi yiğitler var. Onu sevip sayarlar, ona olan düşkünlüğümüzü de bilirler. Sen tasalanma. Bizim eşşoleşek kendisine, ağabeyleri de 01ona bir şey olmasına izin vermez."

Esma, eşinin sözleriyle buruk bir şekilde gülümsedi. Süleyman haklıydı, ama içindeki bu sıkıntı neden vardı? Neden bir türlü rahatlayamıyordu?

Derin bir nefes aldı, ayağa kalktı ve duvarda asılı olan oğlunun fotoğrafını eline aldı. Resmi bağrına bastıktan sonra, "Onu çok özlüyorum Süleyman," dedi. "Ondan uzak kalmak beni mahvediyor. Aklım hep onda."

Süleyman, eşinin üzüntüsünü hafifletmek için şen bir sesle, "Aman hanım, amma abartıyorsun. Sanki sürekli bizden uzaktaymış gibi konuşuyorsun. Görev dışında hep yanımızda. Şunun şurasında yanımızdan ayrılalı iki-üç gün oldu. Caner yakında gelir, ben sana dediydim derim," dedi.

Esma'nın yanaklarından bir damla yaş süzüldü. Ardından diğer gözyaşları da onu takip etti. Süleyman uzandı, eşine sarıldı, yanaklarından öptü. Onun evlat özlemini anlıyordu. Sonuçta bir anneydi. Hangi anne evladından ayrı kalmaya dayanabilirdi ki?

Bir süre Caner'le ilgili anıları yad ettiler. Ardından Süleyman ayağa kalkıp, "Bugün yemeği dışarıda yiyelim, hatun," dedi.

Esma bu söz karşısında şaşırdı. Eşi dışarıda yemek yemeyi sevmez, bunu israf olarak görürdü.

"Sen ciddi misin?" diye sordu, hala duyduklarına inanamıyordu.

"Ciddiyim. Hadi, kararımı değiştirmeden giyin de dışarı çıkalım."

Esma, hemen ayaklandı. Oğlunun resmini yerine astı ve yatak odasına doğru ilerledi.

Esma’nın annesi, doğu kültürünün zarif bir temsilcisiydi. Kıyafetleri genellikle mavi ve yeşil tonlarında, el yapımı işlemelerle süslenmiş uzun elbiselerden oluşurdu. Elbiseler geniş kollu ve beline ince bir kemerle vurgulanmış olurdu. Altın işlemeli bu kemer, zarafetine zarafet katardı.

Başında her zaman geleneksel desenlere sahip bir başörtüsü olurdu. Bu örtü, yüz hatlarını zarifçe çerçeveler, derin mavi gözlerini ön plana çıkarırdı. O gözler, gökyüzünün derinliklerini andırır ve herkesin dikkatini çekerdi. Ayağında yumuşak deriden yapılmış yemeniler olur, her adımda zarafetiyle dikkat çekerdi. Parlak altın takılar en sevdiklerindendi; bilezikler ve kolyeler onun vazgeçilmeziydi.

Hem evde hem de dışarıda, kıyafetleriyle köklerine olan bağlılığını gösterirdi. Esma için annesi, yalnızca bir rol model değil, aynı zamanda kültürel mirasının yaşayan bir simgesiydi.

Annesinden gördüğü ve topraklarına olan bağlılığını gösterircesine giyinip süslenmesinin ardından kendisini bekleyen eşinin yanına, oturma odasına döndü. Süleyman, onu görür görmez "Hala çok güzelsin Esma'm!" dedi. "Seni gördüğüm ilk an nasıl ki gönlümü fet ettiysen, hala feth etmeye devam ediyorsun. Bunu nasıl başardığını aklım almıyor."

Esma, güldü. Gülmek ona çok yakışıyordu. "Senin bu hallerin beni çok mutlu ediyor Süleyman," dedi. "Keşke her zaman böyle olsan. Söylediklerimi alttan alsan."

Süleyman, yeniden bir tartışma başlamaması için hemen "Aman hatun," dedi. "Bir an evvel çıkalım. Ağzımızın tadıyla karnımızı doyurup gelelim."

Bunun ardından birlikte evden dışarı çıktılar.

***

DÜZTEPE ÜS BÖLGESİ

Caner Arslan, derin bir nefes aldı ve gözlerini kapatarak rahatlamaya çalıştı. Dün bitmişti. Artık yeni bir gündeydi. Bugün her şey güzel gidecekti. Hiçbir sorun olmayacaktı.

Kendisini bu düşüncelerle rahatlatmasının ardından ailesiyle konuşmaya hazırlandı. Telefonunu eline aldı, ekranı kaydırdı ve "Sultanım" yazılı isme tıklayarak aramayı başlattı. Kulağına götürdüğünde, birkaç kez çalma sesini duydu, ardından annesinin telefona yanıt veren sesini duydu.

"Oğlum!"

"Güzeller güzelim benim. Nasılsın sultanım?" diye sordu Caner. Sesinde hem özlem hem de yumuşak bir sevgi vardı.

"Allah'a şükürler olsun. Ben iyiyim. Esas seni sormalı paşam. Sesini duymak o kadar iyi geldi ki. Sana bir şey olmuş olmasından çok endişe etmiştim. Dün o kadar sıkıntıdaydım ki anlatamam. Yüreğim daralıp durmuştu."

Caner, annesinin endişelerini derinlemesine hissedebiliyordu. Onun iç dünyasındaki o karmaşık duyguları çok iyi biliyordu. "Ah be güzelim benim, canım anam," dedi usulca. Gittiği görevler ailesinden ayrı kalmasına sebep olsa da buna değdiğini biliyordu. Arkadaşlarının, kendisinin ve diğer askerlerin çabası olmasa ne vatan kalırdı ne de bayrak. Bu yüzden ailesinin özlemine karşı dişini sıkıyor, aslanlar gibi birliğine verilen operasyona gidiyor, gıkını bile çıkarmadan üstesinden gelip geri dinlenmeye çekiliyordu. Bu tep düze hayata alışmıştı. Annesinin alışamayacağının farkındaydı. Bu yüzden onu rahatlatmak için elinden geleni yapıyordu.

Caner, annesine moral vermek için konuşmaya devam etti. "Bir şey olmadı anneciğim, sen merak etme. Sadece biraz yorulduk, o kadar. İyiyim. Hatta sesini duydum, daha iyi oldum. Babam yanında mı? Onu da çok özledim."

"Burada. Dur, hoporlöre alayım da o da senin sesini duysun."

Caner, bekledi. Daha sonra babasının sesini duydu. O sırada gözlerini dolduran yaşların akmaması için kendini epey zorlaması gerekti. "Oğlum, nasılsın? İyi misin? Her şey yolunda değil mi? Bir ihtiyacın var mı? Sana iyi bakıyorlar mı?"

Caner, babasının sözleri üzerine gözleri yaşlı olmasına rağmen gülmeden yapamadı. "İyiyim babacım. Sesinizi duydum. Daha iyi oldum. Merak etmeyin. Hiçbir sorunum yok. Hiçbir şeyim eksik değil. Bana çok iyi bakıyorlar."

"İyi, iyi," dedi babası rahatlamış bir sesle. "Buna sevindim. Eee, geliyor musunuz yakın zamanda?"

Caner, kaşlarını çattı. Bilmiyordu. Bir süre rahat bırakılmalarına rağmen yakın bir zamanda yeni bir görev çıkabilirdi. Bu yüzden sanırım bir süre daha burada kalacaklardı. "Beklemedeyiz baba," dedi. "Ne zaman gelebileceğimi bilmiyorum. Gelecek olduğum zaman sizi tekrar ararım."

"Anan sevdiğin yemekleri yapacak ha. Sen iste yeter," dedi babası.

"Tamam baba," dedi Caner. Arkasından kendisine kapatmasını söyleyen komutanının sesini duyduğunda "Kapatıyorum. Sonra konuşuruz," dedi ve telefonu kapattı.

Caner, telefonu kapattıktan sonra hızla toparlanarak Binbaşı Emre Özkan’ın yanına gitti. "Komutanım," dedi dikkatlice. "Benden istediğiniz bir şey mi var?"

Binbaşı Emre, ona hafif bir tebessümle bakarak, "Önce bir kahvaltı yapalım. Sonrasında hep birlikte futbol oynayacağız," diyerek Caner'i bilgilendirdi.

Caner, komutanının planlarını duyduktan sonra, askerî bir disiplinle "Emredersiniz komutanım," dedi ve komutanının peşinden yemekhaneye doğru ilerledi.

Yemekhane, her zamanki gibi sıcak bir atmosferle doluydu. Askerler birlikte kahvaltılarını yaparken, rahatça sohbet ediyor, bir yandan da günün geri kalanında ne yapacaklarını konuşuyorlardı. Kahvaltının ardından hep birlikte dışarı, üs bölgesinin geniş bahçesine çıktılar. Sıcak güneş altında, askerler arasında hızlıca görev dağılımı yapıldı ve iki takım oluşturuldu.

Maç başladığında herkes oyuna kendini kaptırmıştı. Bordo bereliler, disiplini kadar takım ruhuyla da tanınırdı, bu yüzden futbol maçı bile bir strateji savaşı gibiydi. Karşılıklı ataklarla geçen maç sonunda, skor 3-2 olduğunda kazanan takım Yüzbaşı Ali Çelik'in takımı oldu. Ali Çelik’in takımı sevinç çığlıklarıyla galibiyeti kutlarken, Caner ve diğer takım arkadaşları da yorgun ama mutlu bir şekilde sahada birbirleriyle şakalaşmaya başladılar.

Bu kısa ama keyifli futbol maçı, görevlerin yorgunluğunu üzerlerinden atmanın ve takım ruhunu pekiştirmenin en iyi yoluydu.

Bölüm : 27.12.2024 20:24 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...