05.11.2024, 14:18
Savaşın Gölgesinde'nin altmışbeşinci bölümüne hepiniz hoş geldiniz,
ve keyifli okumalar!
Okumaya başladığınız tarihi ve saati buraya yazın lütfen.
Yorumlarınızı satır aralarına yazmayı ihmal etmeyin.
Instagram hesabım : yazarcerenoktay
Hepinizin takiplerini, videolarıma beğeni, kaydet, yorum ve anket desteklerini bekliyorum. :)
Elif ve Serkan, hastane koridorundan hızlı ama sessiz adımlarla ayrılırken, Binbaşı Emre’nin verdiği emir yankılanıyordu kulaklarında. Elif’in zihni hâlâ Kerem’in yanında kalmıştı; kalbi her an geri dönmek için çırpınıyordu. Ancak Emre'nin sesindeki kesinlik, onları burada beklemenin doğru olmadığını açıkça hissettirmişti.
Sessizce hastane dışına doğru ilerlediler. Serkan, Elif’in yanında ona güven verici bir şekilde yürüyordu. Gözleri etrafı tararken olası bir tehlikeye karşı son derece dikkatli görünüyordu.
Hastaneden çıkıp kendilerini bekleyen helikoptere yöneldiler. Helikoptere binip gökyüzüne yükseldiklerinde Emre, yeniden devreye girdi. "Ali ve Caner’in patlamanın hemen ardından bulundukları bölgeden ayrılıp güvenli bir nokta bulmak için ilerlemeye devam ettiğini biliyoruz. En son tespit edildikleri alanı size iletiyorum. Oraya varınca dikkatli olun," dedi.
Bu sırada Yüzbaşı Ali ve Caner, mühimmat deposunun patlatılmasının ardından bölgeyi hızlıca terk etmek için harekete geçmişlerdi. Patlamanın şiddeti, çevreye yayılan duman ve yıkıntılar kendilerini ulaşılmasını epey zorlu hale getirmişti. Buna rağmen Ali, her an tetikte olmaları gerektiğinin farkındaydı. Geride kimseyi bırakmış olmasalar da her an bir destek ekibi gelebilirdi. Düşmanın ne yapacağı, nasıl hareket edeceği asla belli olmazdı.
Bölgeden çıkarken gözlerini çevreye tarayan Caner, "Komutanım, patlama beklediğimizden daha güçlüydü," dedi, yarı gurur yarı endişeyle.
"Biliyorum," diyerek başını salladı Ali. "Patlamanın bize zaman kazandırdığını umuyorum. Nitekim temkini de elden bırakamayız."
"Emredersiniz komutanım!" dedikten sonra Caner, dikkatli adımlarla yürümeye devam etti. Attığı her adımda çevresini incelemeyi sürdürüyor ve olası seslere kulak kesiliyordu.
Onlar ilerlemeye devam ederken yolda olan Serkan ile Elif, koordinata yaklaşıp yaklaşmadıklarını kontrol ettiler tekrardan. Daha sonrasında Ali ve Caner ile iletişimde olabilmek için konuştu Serkan. "Beni duyuyor musunuz? Sesimi duyabiliyor musunuz? Yoldayız, geliyoruz."
Serkan, konuşmasına rağmen Caner ve Ali'den herhangi bir yanıt alamadı. Bunun üzerine Elif "Son konumunuza doğru ilerliyoruz, eğer bizi duyabiliyorsanız yanıt verin."
İkisinin sözlerine rağmen en ufak bir ses gelmedi. Serkan ile Elif, birbirine endişe içinde baktığında, akıllarındaki kötü düşünceyi yok etmek istiyorlardı nitekim bu pek de kolay değildi.
Acaba Caner ile Ali'ye bir şey mi olmuştu? Bu yüzden mi yanıt vermiyorlardı?
"Kötüyü çekmeyelim," dedi Serkan Elif'in de kendisi gibi aynı şeyleri düşündüğünü anlayınca. "İyi olduklarına inanıyorum."
Birkaç dakika sonra, kulaklıklarında hafif bir cızırtı meydana geldi. Daha sonra Yüzbaşı Ali'nin sesi, ikisinin de kulaklarında yankılandı.
"Patlamanın yarattığı kaostan faydalanarak dikkat çekmeden ilerliyoruz. Eğer sesimizi duyuyorsanız, size ileteceğim konuma doğru gelin," diyordu.
Serkan, elindeki cihaza iletilen konuma baktığında, bulundukları alandan yaklaşık yarım saat uzaklıkta bir mesafede olduklarını anladı. Pilota konumu ilettikten sonra konuma doğru ilerlemesini istedi. Pilot, helikopteri kendisine söylenen konuma doğru yönlendirdiğinde Serkan "İyi misiniz?" diye sordu. "Yoldayız, geliyoruz."
Sorusuna rağmen yeniden yanıt alamadı. İletişimleri tekrardan kesilmişti.
Helikopter, bir süre sonra iletilen konuma vardığında dikkatli bir şekilde helikopterdan aşağı indiler. Yürümeye başladıklarında Elif’in aklı hâlâ Kerem’deydi; ancak görev bilinci onu bir an olsun zayıflatmıyordu. Görev arkadaşları Ali ve Caner’i bulup buradan götürmek için çabalamaları gerektiğini biliyordu.
Serkan, hiçbir şey söylemeden ilerlemeleri için eliyle komut verdiğinde, Elif, kısa ama kararlı bir baş hareketiyle karşılık verdi. Birlikte yürümeyi sürdürdüler.
Yaklaşık beş dakikalık bir yürüyüşün ardından Yüzbaşı Ali ve Caner, karşılarına çıktı. Onları yanlarına alıp hep birlikte kontrollü bir şekilde ilerlemeyi sürdürdüler. Attıkları her adımda sesleri dinlemeye devam ediyor ve çevrelerimi kolaçan ediyorlardı. Hep birlikte helikoptere bindiklerinde, Yüzbaşı Ali ile Caner'in üzerlerindeki toz ve terden yorulduklarını belli ediyordu. Buna rağmen gözlerindeki ifade, görevlerini tamamlamış olmanın gururunu açıkça belli ediyordu.
"Bölgeyi tamamen imha ettik. Geride bize dair iz kalmadı." dediğinde Yüzbaşı Ali, Emre'ye bilgi vermek için konuşmaya başlamıştı. "Yanımıza alabileceğimiz kadar belge ve bu kristalden almayı ihmal etmedik. Aldığımız belgelerden birinde bu kristalin çıkarıldıktan sonra götürüldüğü konumlardan biri yer alıyor."
"Harikasınız!" dedikten sonra Emre "Hemen buraya gelin," diyerek emir verdi. "Burak, çoktan yanımıza geldi. Orada yaşananlarla ilgili ondan bilgi aldım. Ama sizden de öğrenmem gereken şeyler var. Göreviniz henüz bitmedi."
Elif, gözlerinde dolup taşan duygulara rağmen, sakin bir şekilde başını salladı. "Başarılı bir operasyon oldu komutanım Kerem'in yaralanmasına rağmen," dedi. Boğazında tekrar bir düğüm oluştu ve konuşmakta zorluk çekti.
Durumun farkına varan Emre "Hepinizin emeğine sağlık. Kerem için dua etmekten başka bir şey yapamayız," dedi. Sesinin titremesine mani olmaya çalışıyordu.
Helikopter yeniden havalandığında, geride kalan patlamanın izi ve görev arkadaşlarının gösterdiği cesaret akıllarında yankılanıyordu. Artık Elif, Kerem’in ameliyatından gelecek haberi beklemekten başka şansının olmadığının farkındaydı. İçindeki korku bir nebze olsun azalsa da Kerem’in yanında olmadan huzura eremeyeceğini biliyordu. Görev arkadaşları yanında olsa da kalbi ameliyathane kapısından çıkacak olan doktordan iyi haber almayı umucak şekilde çarpıyordu.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
69.59k Okunma |
3.49k Oy |
0 Takip |
88 Bölümlü Kitap |