12.11.2024, 14:26
Savaşın Gölgesinde'nin yetmişdördüncü bölümüne hepiniz hoş geldiniz,
ve keyifli okumalar!
Okumaya başladığınız tarihi ve saati buraya yazın lütfen.
Yorumlarınızı satır aralarına yazmayı ihmal etmeyin.
Instagram hesabım : yazarcerenoktay
Hepinizin takiplerini, videolarıma beğeni, kaydet, yorum ve anket desteklerini bekliyorum. :)
Kerem, birliğinden kimseye haber verilmemiş olduğunu öğrendiğinden beri çok rahatsızdı. Oysa dışarıda onun için endişelenen insanlar olduğunu, birliğindeki dostlarının onun için kaygılandığını düşünmüştü. Nitekim görüyordu ki, kendisi için kaygılanan hiç kimse yoktu. Şu an burada, bu dört duvar arasında yalnızdı. Neler olduğunu, neden burada olmadıklarını bilmiyordu ama öğreneceğinden emindi.
Doktor, fiziksel testleri yaparken Kerem'in reflekslerini, nabzını ve solunumunu dikkatle inceledi. "Tepkilerin ve durumun gayet iyi görünüyor," dedi gözlerini Kerem’in gözlerine dikerek. "Vücudun, toparlaman için hala savaş halinde ama bunun olması iyileşme sürecini hızlandıracak. Bu süreçte söylediğim gibi sürekli gözlem altında olacaksın. Tamamen iyileştiğinden emin olduğumuzda seni taburcu edeceğiz. Bolca dinlenmeye çalış ve kendini yorma. Ayrıca hareket etmeyi de ihmal etme. Vücudunun hareket etmeye ihtiyacı var. Bu konuda sana yardımcı olacaklar."
Kerem doktorun söylediklerini dinlerken gözünü odadaki pencerenin içine dikmişti. İç sesi ona iyileşmek için elinden geleni yapmasını ve bir an evvel buradan gitmesi gerektiğini söylüyordu. Bakışlarını pencereden çekip doktora döndüğünde "Dinlenmem gerektiğini biliyorum," dedi. Sesi kısık ama kararlı bir tonda çıkmıştı. "Ben çok uzun süre burada kalamam doktor bey. Arkadaşlarımın yanında olmam ve onlara destekte bulunmam lazım."
Doktor, Kerem’in bu azmini takdir edercesine gülümsedi. "Anlıyorum. Bir asker için hareketsiz kalmak, özellikle de asker arkadaşlarından ayrı kalmak çok zor," dedi. "Ama şu an sana en çok lazım olan şey sabırlı olmak. Hem birliğin de senin toparlanmanı isteyecektir ve bunu görünce de mutlu olacaklardır. Tamamen iyileşmek için biraz zamana ihtiyacın var."
Bu sözler, Kerem’in içindeki sabırsızlığı biraz dindirmiş olsa da zihninde hala bir huzursuzluk vardı. Yaşadıkları, gördüğü rüya, ailesinin ona söyledikleri… Tüm bunlar bir araya geldiğinde, sanki ona bir şey anlatılmaya çalışıldığını belli ediyordu ama tam olarak ne olduğunu anlamakta zorlanıyordu.
Doktor, son kontrolleri bitirdikten sonra başını kaldırdı. "Merak etme," dedi. "Yalnız kalmayacaksın. Hemşireler düzenli olarak odana girip çıkacaklar. Eğer bir ihtiyaç duyarsan ya da sorun yaşayacak olursan destek istemek için şuradaki butonu kullanabilirsin."
Kerem, zor da olsa -canı yanıyordu- derin bir nefes aldıktan sonra yavaşça başını salladı. Doktor ve hemşireler odasından çıktığında, Kerem kendini fazlasıyla yalnız hissetti. Yalnızlık dört bir yanındaydı ve ona tekrardan huzursuzluk vermeye başlamıştı. Oysa bu duruma alışık olması gerekiyordu. Bu ilk değildi. Belli ki son da olmayacaktı.
Kerem'in tek başına kaldığı hastane odasında sadece cihazların hafif bip sesleri yankılanıyordu. Bu cihazlar nabızını ve kan akışını ölçüyor, bir sorun olduğu taktirde hızla atım gerçekleştiriyordu.
Gözlerini kapatıp zihnini biraz rahatlatmaya çalıştı, ama başarılı olamadı; hissettiği özlem sadece rüyasında gördüğü ailesine değil, aynı zamanda birliğineydi.
Bir süre sonra, zihni yorgunluğa yenik düştü. Göz kapakları ağırlaştı, derin bir uykuya daldı.
İki saat sonra uyandığında, gözleri aralayan Kerem'e odayı dolduran sessizlik ağır geldi. Sanki her şey normalmiş gibi davranmak zorundaydı, ama içindeki fırtınalar dindiğinde, hissettiği tek şey boşluktu.
Birkaç saniye sonra geçmişte yaşadığı kayıplar, gittikleri operasyonlarda ve savaşlarda verdiği mücadeleler, yaralanma anındaki o acı, hepsi bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçmeye başladı. Sadece bedeninde değil, ruhunda da derin yaralar vardı ve bu yaraların bir gecede iyileşmesi mümkün değildi. Bunu şimdi daha iyi anlıyordu.
Bir an pencereye çevirdi bakışlarını ve dışarıdaki manzarayı görmek istedi ama dışarısı karanlıktı. Bir tane bile yıldız göremedi. Yıldızlar bile onun yalnızlığına eşlik etmiyordu.
Belki de savaşta kaybettiklerinden sonra içine düştüğü bu yalnızlık hissi, şimdi yaralanıp burada tek başına kaldığında daha da derinleşmişti. Kendi kendine, “Dayanmalıyım,” diye fısıldadı. "Dayanmalıyım… Onlar için, hayatta kalanlar için…”
Odada yankılanan yalnızca kendi sesiydi. Hala başka bir ses yoktu. "Neden başka bir ses duyma gibi bir isteğim varsa," diyerek surat astığında zihninde birliğinden Elif’in yüzü belirdi. Güzeller güzeliydi o. Kerem, onu her gördüğünde kalbi deli gibi çarpıyordu ama bunu asla belli etmemişti. Onun yanında olup hiçbir şey belli etmemeye çalışmak ne kadar da zordu. O gün yaşananlardan sonra Elif'in destek olmak için çırpınıyor oluşu, hastaneye gelişleri, ameliyathaneye giderken asla yalnız bırakmamak istemesi... Ona her baktığında gözlerindeki hüznü ve acıyı görmüştü. Biliyordu artık Elif'in de kendisi gibi bir hoşlanma içinde olduğunu. Duyguları asla karşılıksız değildi. Peki, ikisinin de bu hislere karşılık vermesi ne kadar doğru olurdu? Eğer bir ilişkileri olursa bu hayatlarını ve görevlerini etkilemez miydi?
Düşündü. Tanıdığı insanlar içinde asker veya polis eşleri olanlar vardı. Bu insanlar son derece mutluydu. Bunun olması asla ilişkilerine engel olmuyordu. Hatta bazıları aynı yerde görev yaparken tanışmıştı ve aynı yerde görev yapmaya da hala devam ediyorlardı.
Peki, Elif ile kendisi için durum nasıldı? Onlar özel bir birliğin askerleriydi. Fırtına Birliği askerleri olarak sürekli yan yana duruyorlardı ve ikisi de hem görevlerine hem de vatanına sadıklardı. İkisi için de öncelik daima vatan, bayrak ve ülke insanları olmuştu. O halde, bir ilişkiye başlamak ne kadar doğru olurdu?
Sanırım bunun yanıtını Elif ile konuşmadan asla bilemeyecekti. Sadece kendisinin düşündükleri değil, Elif'in de ne düşündüğü önemliydi.
Kerem, acısını bastırmak için surat astığında odanın kapısı açıldı ve içeri bir hemşire girdi. Sessizce yanına yaklaştı ve Kerem’e nazik bir şekilde gülümsedi. "Biraz daha rahat hissetmen için bazı ilaçlar vereceğim, ayrıca ufak tefek kontroller yapacağım," dedi. Kerem, hafifçe başını sallayarak hemşireye izin verdi. Hemşire, Kerem’in nabzını ölçerken sessizliğini bozdu ve ona biraz moral vermek için konuşmaya başladı.
"Her ne yaşamış olursanız olun o zorluklar geride kaldı," dedi nazik bir ses tonuyla. "Şu anda buradasınız, hayattasınız. Bu bile başlı başına bir zafer, Kerem Bey."
Kerem’in gözlerinde hafif bir ışıltı belirdi, ama bu ışıltı hızla söndü. İçinde hâlâ karışık hisler vardı. "Sadece hayatta kalmak bazen yeterli olmuyor," diye fısıldadı. "Daha fazlasını yapmak istiyorum. Arkadaşlarımın yanında olmak, onlara destekte bulunabilmek..."
Hemşire, Kerem’in ne demek istediğini anlamış gibi başını salladı ve ortaya çıkan nabız sonucunu kontrol etti. Olması gerektiği gibi görünüyordu. "Olacaksınız," dedi, birkaç tüp kan aldıktan sonra. "İyileşmeniz için ne gerekiyorsa yapacağız. Sizin gibi güçlü insanların bize kattığı umudu, buradaki herkesin görebildiğini bilmeni isterim."
Kan alımı tamamlandıktan sonra yaptığı ağrı kesicinin ardından hemşire, Kerem'in başını salladığını gördü. Odadan çıkmak için yürüdükten sonra kapıyı arkasından kapattı ve Kerem'i yeniden yalnız bıraktı.
Hemşirenin sıcak sözleri Kerem’e biraz olsun iyi gelmişti, ama içinde hâlâ yarım kaldığını hissettiği bazı hisler vardı. Başını yastığa gömmesinin ardından acı çekse de derin bir nefes aldı. Kendini ve zihnini toparlamaya çalışıyordu, ama zihni hem Elif'in hem de gördüğü rüyanın etkisindeydi. Şu anda en çok baskın gelense anne ve babasını gördüğü o rüyaydı.
"Hâlâ yanımdaymışsınız gibi hissediyorum," diye fısıldadı daha sonra göz kapaklarının yeniden ağırlaştığını hissetti. Tekrardan derin bir uykuya daldığında, bu defa uykusu son derece huzurluydu.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
69.6k Okunma |
3.49k Oy |
0 Takip |
88 Bölümlü Kitap |