05.10.2024, 03:32
Savaşın Gölgesi'ndenin dördüncü bölümüne hepiniz hoş geldiniz,
ve keyifli okumalar!
Okumaya başladığınız tarihi ve saati buraya yazın lütfen.
Yorumlarınızı satır aralarına yazmayı ihmal etmeyin.
Not : Bu kitap savaş, askeri birlik, askerler, inanç, vatan ve bayrak sevgisi, aşk ve nefret gibi temaları içermektedir. Eğer ki askeri kurgu arayışındaysanız sizin için uygundur.
Fırtına Birliği, futbol maçının ardından yorgun ama keyifli bir şekilde üsse geri döndüğünde, en neşelileri hiç kuşkusuz Yüzbaşı Ali Çelik'ti. Karşı takım, yani Binbaşı Emre Özkan'ın takımını yenmek, onun için tam bir zafer anlamına geliyordu. Hep birlikte yeniden üssün içine girmelerinin ardından temiz kıyafetlerini alıp duşun yolunu tuttular. Boş alan duşlara sırası ile girmelerinin ardından, ter içinde kalmış bedenlerini dinlendirmek çok iyi gelmişti. Maç, bitmiş olmasına rağmen hala enerjileri ve gözlerindeki parıltılar ortadaydı. Bu dinçlik, onlar için çok iyiydi.
Serkan, duş almayı bitirip güzelce havluya sarılmasının ardından duştan çıkıp üstünü giyinmek üzere giyinme alanına doğru yürüdü. Bu alanda temiz kıyafetlerini koydukları dolaplar bulunmaktaydı. Dolapların arasında giyinme imkanı sağlayan alanlar yer alıyor, temiz kıyafetini alan asker oraya geçip giyiniyordu. Serkan da öyle yaptı. Üzerini giyinmesinin ardından dışarı çıktı. Karşısına Caner çıktı. O da giyinmek için gelmişti. "Ooo," dedi hemen. "Çoktan giyinmişsin."
"Giyindim ya," dedi Serkan. Elinde havlusunu ve kıyafetlerini tutmaya devam ediyordu. Yıkanması için kıyafetlerini kirli sepetine attı. Daha sonra alandan çıkmak için yürümeye devam etti. O bunu yaparken Caner, çoktan çıktığı alana girip giyinmeye başlamıştı.
Serkan, giyinme odasından çıktıktan sonra üs içinde yer alan mini kütüphaneye doğru yürümeye devam etti. Bu kütüphane içinde bulunan kitaplardan birini alıp okumanın fazlasıyla iyi geleceğini biliyordu. Kütüphaneye ayak basmasının ardından kitaplardan ilgisini çeken birini eline aldı. Boştaki sandalyelerden birisine oturup okumaya başladı.
Bir süre okumasının ardından karnının acıktığını fark etti. Saate baktığında, akşam yemeği vaktinin geldiğini gördü. Birliği ile birlikte yemek yiyebilmek için kitabı yeniden yerine koymasının ardından yemekhaneye doğru ilerledi. Yemekhaneye girdikten sonra birlik üyelerinin çoktan oturmuş ve yemek yemekte olduğunu gördü.
Diğer askerler gibi sıraya giyip yemeğini almasının ardından birliğinin oturduğu masaya doğru yürümeye başladı. Boştaki sandalyelerden birine oturduğunda Üsteğmen Kerem "Nerelerdeydin?" diye sordu. "Kitap okuyordum," diyerek yanıt verdi Serkan. "Okumayı çok sevdiğimi bilirsiniz."
Serkan, cümlesinin ardından yanındaki tabaktan yayılan sıcak buharlara dikkatle baktı. Ardından kısa süre önce okuduğu kitabın sayfalarındaki dünyadan çıkmanın zorluğunu hissetti. Keşke kitabın tamamını bitirme imkanı olsaydı... Bu çok mutlu olmasına sebep olurdu.
Üsteğmen Kerem, gülümseyerek, “Kitap okumak iyidir ama yemek de bir o kadar önemli. İkisini de dengede tutmalısın, yoksa askeri hayat zorlaşır,” dedi.
Serkan, gülümsedi. “Haklısın, Üsteğmen'im. Ama bu kitabın konusu beni gerçekten içine çekti. Bilirsiniz, ben fantastik içerikli olan kurgulara bayılırım. Zaman çarkı da tam olarak böyle bir kitap. Yazar Brandon Sanderson tarafından yazılmış, diziye uyarlanmış popüler bir eser.” diyerek anlatmaya başladı. "Kitapta, İki Nehir halkı Kış Gecesi Festivali sırasında büyük bir felaketle karşılaşıyor. Festivale katılan insanlar, neşeyle dolarken birden, yarı insan yarı hayvan olan Trolloclar köye saldırıyor. Tam bir kaos ortamı başlıyor. Herkes can havliyle kaçışıyor. Bu sırada köyde olan beş genç, saldırı sonrasında hayatta kalıp kendilerini daha önce görmedikleri yepyeni bir dünyada tehlikelerle karşılaşırken buluyorlar."
Tüm ekip, Serkan konuşurken onun anlatımına dikkat kesilmişti. Onun bu tutkusunu bildikleri için müdahale etmek ve keyfini kaçırmak istemiyorlardı.
Serkan anlatmayı bitirdiğinde Binbaşı Emre "Tam senlik bir kitap bulmuşsun," diyerek güldü.
Binbaşı Emre’nin sözleri üzerine Serkan hafifçe gülümsedi. “Evet, gerçekten de öyle. Herkesin hayatta kalmak için mücadele ettiği bir dünyada, bu beş genç, dostluklarını sağlam tutmak zorunda. Kitapta o kadar çok macera var ki, aklımı başımdan alıyor! Üstelik bu daha serinin ilk kitabı. Bittiğinde nasip olursa inşallah devam kitaplarını da okumak istiyorum.”
Üsteğmen Kerem, Serkan'ın sözleri üzerine “Bu tür hikayeler aslında hepimize bir şeyler öğretir," diyerek konuşmaya başladı. "Kitapda ilerleyiş nasıl, neler oluyor bilmiyorum ama zor zamanlarda birlik olmanın ne kadar önemli olduğunu biliyorum,” diyerek ekleme yaptı. Yemek masasının etrafında oturan diğer askerler, bir yandan yemeklerini yiyip diğer yandan da onu onaylamaktan geri durmadılar.
Serkan, “Aynen öyle, Üsteğmen'im!" diyerek Kerem'i onayladı.
Serkan'ın okuduğu kitapla ilgili konu değişip farklı konular hakkında konuşmaya başladılar, bir yandan da yemeklerini yemeyi sürdürdüler. Yemekleri bitip tepsilerini bırakmalarının ardından birlikte çay içmek için çay ocağına doğru ilerlediler. Ocağa girmelerinin ardından kendilerine çay koydular ve içmeye koyuldular. Birkaçı çayı almasının ardından yanlarından ayrıldı.
Kerem de onların yanından ayrılanlardan biriydi. Dışarı çıktıktan sonra oturmaları için ayarlanan çardaklardan birine doğru yürümeye başladı. Çardağa oturmasının ardından bardağını masanın üzerine bırakıp cep telefonunu çıkardı. Mesajlara girdiğinde birbiri ardına bir sürü mesaj geldiğini gördü nitekim bu mesajların hiçbirine yanıt vermedi. Arama bölümünde de pek çok çağrı vardı. Bunların hiçbirini umursamamasının bir sebebi vardı. Bu sebep hakkında ise düşünmek, şu anda son isteyeceği şeydi.
Telefonun ekranını kapattıktan sonra telefonu da bardak gibi masanın üzerine bıraktı. Daha sonra bardağı eline alıp bir yudum içti. Bardağın sıcağını içesine hissederken bir türkü tutturdu. Kimsenin duyamayacağı ama kendisinin duyabileceği kadar kısık sesle söylüyordu.
Bugün derdim yine dünden aşırı
Kendimi kendimde aramadım yokmuş
Bugün derdim yine dünden aşırı
Kendimi kendimde aramadım yokmuş
Çıktım şu alemi dolaşa durdum
Meğer elin derdi benden çoğumuş
Çıktım şu alemi dolaşa durdum
Meğer elin derdi benden çoğumuş
Ağla ağlamaya doğmayan gözüm
Pınarlar kurudu sen kurumadın
Ağla ağlamaya doğmayan gözüm
Pınarlar duruldu sen durulmadın
Ağla ağlamaya doğmayan gözüm
Pınarlar kurudu sen kurumadın
Ağla ağlamaya doğmayan gözüm
Pınarlar duruldu sen durulmadın
Bu türkü ona ölen annesini hatırlatırdı hep. Annesi, türkü dinlemeyi çok severdi. Günümüz müzikleriyle alakası pek yoktu. Onları dinleyeceğine temizlik yaparken açardı bir türkü, türkü eşliğinde temizliğine devam ederdi. Pek de yakışırdı ona türküleri söylemek. Sesi çok güzeldi. Eşi de onun türkü söylemesine doyamazdı. Bazı zamanlar birlikte türkü söyledikleri de olmuştu.
Kerem, anne babasının yokluğunu derinden hissederken türküyü söylemeye devam etti. O sırada Binbaşı Emre'nin kendisini dinlediğini bilmiyordu. Emre, Kerem içini kimseye açmasa da onun içinde kopan fırtınaların farkındaydı. Anne ve babasının kaybı ona hala ağır gelmekteydi.
Boş yaşadım bu dünyada nafile
Gönül verdim haldan bilmez cahile
Boş yaşadım bu dünyada nafile
Gönül verdim haldan bilmez cahile
Boş yaşadım bu dünyada nafile
Gönül verdim haldan bilmez cahile
Boş yaşadım bu dünyada nafile
Gönül verdim haldan bilmez cahile
Benliğim yitirdim elinde geze
Söküp atamam ki kolaydır dile
Benliğim yitirdim elinde geze
Söküp atamam ki kolaydır dile
Ağla ağlamaya doğmayan gözüm
Pınarlar kurudu sen kurumadın
Ağla ağlamaya doğmayan gözüm
Pınarlar duruldu sen durulmadın
Ağla ağlamaya doğmayan gözüm
Pınarlar kurudu sen kurumadın
Ağla ağlamaya doğmayan gözüm
Pınarlar duruldu sen durulmadın
Birliğindeki arkadaşları bilmezdi ama Kerem'in sesi gerçekten çok etkiliyordu insanı. Bir kez dinleselerdi onu, devamlı türkü söylemesini isterlerdi. Türküleriyle onları hem düşündürür hem de duygulandırırdı.
"Annenleri mi düşünüyorsun?" diyerek seslendiğinde Kerem'e, Kerem sıçramadan yapamadı. Neyse ki o sırada bardağı elinde değildi. "Komutanım," dedi ayağa kalkarken. "Geldiğinizi duymamışım."
"Otur, otur," diyerek oturmasını işaret etti Emre. Kerem, Emre'nin sözü üzerine oturdu ve çay bardağını eline alıp yeniden bir yudum aldı. Çay, sevdiği sıcaklıkta değildi artık. Ilımıştı.
"Onları çok özlüyorum komutanım. Burnumda tütüyorlar," diyerek içini dökmeye başladı Kerem. "Hala bir yerden çıkıp geleceklermiş gibi hissediyorum ama gelmiyorlar. Hala yıllar öncesinde olduğu gibi kendimi yaşananları sorgularken buluyorum. Beni bırakıp ölmelerini kabul edemiyorum. Eğer yaşasalardı hayatımın çok daha farklı olduğunu düşünmeden yapamıyorum."
Konuşurken sesi titriyordu.
Binbaşı Emre, anlayışlı bir sesle "Bazı acılar ve kayıplar maalesef unutulmuyor," dedi. "Bu yüzden seni çok iyi anlıyorum."
İkisi bir süre hiç konuşmadılar. Sadece kendilerini dinlediler ve düşünceleri ile başbaşa kaldılar. Emre'nin hepsinden gizlediği bir sırrı vardı. Bu sırrı ise hiçbir zaman söylemeyi düşünmüyordu. Boşuna dememişti bazı acılar ve kayıplar maalesef unutulmuyor diye. Acısı, gerçekten çok ama çok büyüktü.
* Bölüm içindeki Türkü, Türkü - Ağlamaya Doymayan Gözüm'dür. Şarkıyı videodan dinleyerek okuyabilirsiniz Kerem'in kısmına geçince.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
69.09k Okunma |
3.47k Oy |
0 Takip |
87 Bölümlü Kitap |