Yeni Üyelik
43.
Bölüm

8. Bölüm

@yazarcerenoktay

TEHLİKELİ TOPRAKLAR 1 - KIYAMET

30.09.2024, 14:41 💀

Yeni bölüme hepiniz hoş geldiniz,

ve keyifli okumalar!

Okumaya başladığınız tarihi ve saati buraya yazın lütfen.

 

Ekipçe, duydukları acı ve şokun etkisi altında ışınlandıkları yere vardılar. Bu defa ışınlanmanın etkisi hepsi üzerinde daha hafifti. Çünkü kafalarını meşgul eden pek çok şey bulunuyordu.

Etraflarındaki manzara, güvenli ve huzurluydu. Eski Türk çadırlarına benzer çadırları görmek, çadırların bulunduğu bölgenin dışındaki ormanın varlığını derinlemesine hissetmek, bu ağaçların çadırlara düşürdüğü gölgenin ardında serinlemek büyücüleri mutlu ederken onların zerre umurda değildi.

Lily, ayaklarının yere basmasının ardından ellerini dizlerinin üzerine koydu ve soluklanmaya başladı. Bu yaşananlar gerçek olamazdı. Bütün bunlar koca bir felaketti! Neden oluyordu? Suçları neydi? Dünya neden intikam alıyordu? Bir süre düşündü. Belki de Tanrılar intikam alıyordu. İnsanlığı günahlarından dolayı mı cezalandırıyor olabilirler miydi?

Eğer ki sebep buysa, kurunun yanında yaşın da yandığını bilmeleri gerekirdi. Çünkü çok fazla günahsız insan, bebek, çocuk ve hayvan bu felaketlerden dolayı ya yaralanmış ya sevdiklerini kaybetmiş ya da ölmüştü. Annesi ve babası da o ölen insanlar arasındaydı.

Bunu düşününce canının yandığını fark etti. Derin bir iç çektikten sonra hemen kendisini toparladı.

Aslında çok şanslı olduklarını geç de olsa fark etmişti. Ölüm, onları bu lanet olasıca Tehlikeli Topraklar’da yaşam mücadelesi vermek zorunda bırakmamıştı.

Vuanyi’nin büyükbabasının bulunduğu çadıra doğru onları geride bırakarak ilerlemeye başladığında Lily, kendisini olduğu yere bırakıp oturdu. Açıkçası kimse ile konuşmak ya da muhatap olmak istemiyordu.

Casper, Lily’nin oturduğunu fark edince “Gelmiyor musun?” diye sordu. Kaşları şaşkınlıktan havaya kalkmıştı.

Lily, başını salladı.

Casper, bunun üzerine onun isteğini anlayışla karşıladı ve hayatta kalan ekip üyelerini takip edip onlarla ilerlemeyi sürdürdü.

Ekibin sağ kalan tüm üyeleri -ki bir elin on parmağını geçmiyordu artık sayıları- gözden kaybolduğunda başını dizlerinin üzerine gömdü. Gözleri yanıyor, canı acıyordu. Gözleri öyle çok sızlıyordu ki, gözyaşlarını bastırmak için verdiği çaba acısını daha da katlamaktaydı. Başını tekrardan iki yana salladı ve gözlerini kapattı.

Neden eziyet çekiyorlardı? Neden böylesine şeyler yaşamaya mecburdular? Neden bunlar oluyordu? Düşünüyor, düşünüyor ama mantıklı bir açıklama bulamıyordu. Ona göre Tanrılar bu kadar acımasız değildi. Peki, onlar bu kadar acımasız değilse bütün bunlara ne sebep olmuştu? Neden Tanrılar bütün bu olanların önüne geçmiyorlardı?

“Belki de onlar gerçekte yoktu,” diyen birisinin sesini duyduğunda sesin sahibinin Niko olduğunu anladı. Yanına gelip oturmasının ardından “Hepimiz mantıklı düşünürsek, hiçbirimiz bir tane bile Tanrı görmedik. Geçmişte insanlar Tanrı olduğunu düşündüğü kişilerin -ki bu kişiler genellikle büyü yapar ve çok uzun ömürler yaşarlardı- ya heykellerini ya da resimlerini yaptılar. Ama hiçbiri sonsuza kadar yaşamadı. Kendisinin Tanrı olduğunu düşünen Firavun bile öldü. Şimdi görmediğimiz ve hayal dünyamızda oluşturduğumuz kişileri Tanrı olarak görmek mantıklı mı? Ya da görmediğimiz bir şeye sürekli dua edip inanmak? Müslümanların Tanrısı olan Allah, kendisi için diyor ki Doğmadım ve doğrulmadım. Her şeyi ben yarattım. Eşim ve benzerim yok. Peki, doğmadı ve doğrulmadıysa nasıl var oldu? Böyle bir şey mümkün mü? Viking mitolojisinde ya da diğer mitolojilerde bile yer alan Tanrılar’ın bir yaratılış hikayesi var. İnsanların böylesine bir inanca sahip olması ne kadar mantıklı? Üstelik sana dediğim gibi görmüyorsa onu? Ben bu yüzden Tanrı, Allah ya da Tanrılar neyse hiçbirine inanmıyorum. Eğer var olsalardı bu eziyeti çekmemize izin vermezlerdi.”

Lily’nin babasının ataları Türk’tü, annesi ise doğma büyüme Amerika vatandaşıydı. Bu durumdan dolayı genç kız dinlerin çoğu hakkında bilgi sahibiydi. Hatta kendisini pek çok kez içine düştüğü durumlarda sorgular bulmuştu.

Şimdi ise sorgulama yapmanın tam zamanıydı. Belki de Niko doğru söylüyordu. Ne Allah ne de diğerleri yoktu. Belki de din denilen şeyi bile insanlar insanları bölmek için oluşturmuşlardı. Artık bu dünya bana her şeyin bir yalan olduğunu düşündürmekteydi.

“Belki de ölen sevdiklerimiz ve bu yolda ilerlediğimiz insanlar da ölüm sonrası dünya denilen yere Cennet’e gidemediler. Belki de öyle bir yer yoktu ve ruhları da yok oldu. Belki ruhları bile yoktu. Hepimiz belki de bir et parçasıyız ve bu dünya eziyetini çekip öldükten sonra tamamen yok oluyoruz.” diyerek Niko’nun konuşmasına yanıt verdiğinde başını çevirdi ve gözlerinin içine baktı.

“Belki de,” diyerek Niko Lily’yi desteklemesinin ardından “Her halükarda burada yaşamak mecburiyetindeyiz. Tanrılar var olsun ya da olmasın eziyet çekmeye devam ediyoruz. Bize biz dışında yardımcı olabilecek hiç kimse ya da hiçbir şey yok.” diyerek düşüncelerini dillendirdi.

Lily, başının ağrısının daha da arttığını ve ağrının gözlerine vurduğunu hissettiğinde, ellerini kaldırıp başını ve gözlerini hafifçe ovmaya başladı. Niko, uzanıp ellerini yüzünden çekince Lily’nin bakışlarının ona dönmesine sebep oldu.

“Kendini bu kadar sıkma ve üzme. Her şey olacağına varır. Bu arada sanırım biraz ağrın var. Hadi gel. Seni rahatlatalım.”

Ne demek istediğini anlamasa da ayağa kalktı ve peşinden yürümeye başladı. Birlikte çadırların arasından geçerek yürümeyi sürdürdüler, bölgenin daha ağaçlık olan kısmına geldiklerinde Lily, donup kaldı. Vay canına! Bu gerçek mi? diye düşünmeden yapamadı.

Ağaçların arasında, üzerinden sıcak buharların yükseldiği bir termal su vardı. Niko’nun söylediğine göre bu termal suya büyü yapılmış ve hastalıkları iyileştirmesi sağlanmıştı. Suya girdiği taktirde baş ağrısı azalacak ve tüm yorgunluğu ortadan kalkacaktı.

Şaşkınlıkla suya bakmaya devam ederken “Suya bu şekilde mi gireceğim?” diye sordu. “Elbette hayır,” dedi Niko. Elinde tuttuğu mayoyu Lily’ye uzattı. Lily, daha da şaşkınlığa uğradığında Niko “Fark etmemen normal,” diyerek güldü. Gülüşü çok samimiydi. “Bu büyücüler acayip güçlüler. Sen ihtiyacını belli ettiğinde elimde bu mayo belirdi. Sanırım sana olacaktır.”

Lily, Niko’nun uzattığı mayoyu elinden aldıktan sonra nerede giyebileceği düşüncesi beynini kemirmeye başlamıştı. Zihnini okumaya devam eden Niko, eliyle giyinme kabinini işaret etti.

Lily, gülümsedikten sonra kabine doğru yürümeye başladı. Attığı her adımda baş ağrısı dayanılmaz bir hal alıyordu.

Kabine girip kapısını kapattıktan sonra üzerindeki kıyafetleri çıkardı ve mayoyu giydi. Mayo, üzerine tam oturmuştu ve bedenini mükemmel bir şekilde sarıyordu. Açıkçası bunu beklemiyordu.

Çıkardığı elbiselerini yanına alıp kabinden dışarı çıkmasının ardından Niko’yu görmeyi bekledi ama göremedi. Belli ki gitmişti.

Derin bir nefes aldıktan sonra ağır hareketlerle yürümeye başladı. Attığı her adımda baş ağrısını yoğun bir şekilde hissediyordu ve kafasındaki damarlar şiddetli bir şekilde atmaya devam ediyordu. Bir an evvel suya girse iyi olacaktı. Bu yüzden adımlarını sıklaştırdı.

Nihayet kıyafetlerini kenara bırakıp suyun içine ayaklarını soktuğunda hissettiği karıncalanma hissi, hızla bacaklarına doğru tırmanmaya başladı. Biraz tedirgin olsa da daha sonra gülümsedi ve anın tadını çıkarmaya çalıştı.

Zaman geçtikçe hissettiği baş ağrısı ortadan kalkarken sanki tüm vücudundaki hücreler yenilenmiş gibi hissediyordu. Sanki kendisini yıpratan her ne varsa ortadan kaybolup sadece huzurun tün benliğini sarmasına sebep oluyordu. Cidden hakkı vardı Niko’nun. Su çok ama çok iyi gelmişti.

Bir süre daha anın tadını çıkarıp tamamen iyi olduğunu hissedince sudan çıktı. Kıyafetlerini alıp tekrardan kabine girdi ve üzerini değiştirdi. Saçlarını bileğindeki tokayla topladıktan sonra kabinden çıktı.

Elindeki mayoyu tutmaya devam ederek Niko ile buraya gelmek için ilerledikleri yolda tekrar yürüdü. Çadırları görünce yürümeye devam etti. Çevresine baktığında eğitimlerine devam eden, aileleri ile vakit geçiren ve oyun oynayan büyücüleri gördü. Ekibinden henüz kimseyi görmemişti. Acaba neredelerdi?

Aklına yaşadıkları kayıplar geldiğinde hüzünlenmeden yapamadı. Sevdikleri ve dostları bu dünyada ölmeye devam ediyordu. Ne yaparlarsa yapsınlar onların ölümüne engel olamıyor olmaları son derece can sıkıcıydı. Neden bütün bunlar oluyordu? Çekilen bu azap neyin azabıydı?

Birisi kolunu omzuna atıp Lily’yi kendisine doğru çektiğinde, hüznü yerini korkuya bıraktı. Ani hareketlerden hoşlanmazdı kendisini bildi bileli.

Omzuna atılan koldan kendisini kurtardığında belinde yer alan silahı hızla çıkardı ve kendisini korumak için kendisine dokunan kişiye doğrulttu. O kişinin kim olduğunu gördüğünde öfkeli gözlerle bakmadan yapamadı. Başını devam eden öfkesinden dolayı iki yana salladıktan sonra “Neden bunu yapıyorsun? Aklımı almaktan zevk mi alıyorsun?” diye sordu.

Omzuna dokunan kişi Niko’ydu. Duyduğu sözler üzerine ortaya çıkan sırıtışı mis gibiydi. Lily, ona olan hayranlığından dolayı sinirini daha fazla devam ettiremedi. Kötücül bakışları yerini ona olan hayranlığına bırakmıştı. Niko, ona hala otuz iki diş sırıtarak bakmaya devam ediyordu. “Demek yıkanmak istiyorsun,” dediğinde başını hafifçe salladı. Zihninden bunu geçirdiğini biliyor olması çok ama çok garipti. Her ne kadar Niko’nun zihin okuduğunu bilse de buna alışamamıştı.

“Yıkanabileceğin bir alan biliyorum. Üstelik orada sabun da var.”

Bulundukları alan hakkında bu kadar çok şey biliyor olması Lily’nin şaşırmasına sebep olduğunda Niko, bunu da fark etmişti. Bu kadar çok şeye hakim olabiliyor olması hem zihinleri okuyabilmesi hem de çevrede olan bitenleri duymasından kaynaklanıyordu. Onların en mahrem sırlarına bile vakıf oluyor, nitekim bu sırları içinde tutuyordu. Aslında dışarıda göründüğünden daha zordu hayatı. Beyni sürekli çalışıyordu ve bu onu çok yoruyordu.

“Tamam. Anladım. Hoşuna gidiyor. Şimdi o gülüşünü ortadan kaldır,” dedikten sonra Lily gözlerini devirdi. Bu sözlerin ardından Niko, gülümsedi ve yürümeye başladı. Lily, Niko’nun peşinden ilerledi.

Birlikte çadırların bulunduğu bölgeden çöle doğru bakan tarafa varmışlardı ve burada birkaç tane kapalı dış duş vardı. Bunları genelde tatil bölgelerinde görmüştü Lily ve kullanmıştı. Burada görmek epey şaşırmasına sebep oldu. Demek ki çadır evlerin içinde duş almıyorlardı. Bu cidden çok şaşırtıcıydı.

Lily, boş olan duşlardan birinin içine girdi ve hızlıca duş aldı. Resmen vücudu ve saçları temizlenince bayram etmişti. Eğer dile gelebilselerdi Niko’ya teşekkür ederlerdi.

Suyu kapatıp üzerini giyindikten sonra kapıyı açıp dışarı çıktı. Çadırlara doğru yürümeye başladığında bedeni rahatlasa da kafası maalesef çok rahat değildi. Niko ile yapmış oldukları konuşma sonrası maalesef ki kafası daha da karışmıştı. Belki de haklıydı. Belki de artık yapayalnızlardı…

Düşünmemeye çalışarak yürümeyi sürdürdü. Nihayet ekip arkadaşlarını gördüğünde buruk bir gülümseme ile birkaç adım daha attı.

Valeria, Lily’yi gördüğünde anaç bir tavırla “Niko ile seninle ilgili biraz konuştuk,” dedi. “Olanları bu kadar kafaya takıp sağlığından olmanı istemem. Her ne kadar bu olanlara üzülsek de amacımızı unutmamalı ve dünyanın daha mükemmel bir hale gelmesi adına çabalamaya devam etmeliyiz,” dedi.

Lily, Valeria’nın sözlerini duysa da yanıt vermedi. Sadece omuz silkti. Konuşmak istemiyordu.

“Hadi bir şeyler yiyelim,” diyerek araya girdiğinde Casper, konuyu farklı bir yöne çevirdiği için Lily, memnuniyetle ona gülümsedi.

Alanın tam ortasında, herkesin toplanıp yemek yediği masalar vardı. Masalar dikdörtgen şeklindeydi ve yan yana dizilip birleştirilmişti. Masaların dört bir yanında sandalyeler vardı. Bütün masaların üstünde bulunan beyaz, dantelli örtüler göz kamaştırıcı görünüyordu. Örtülerin üstüne büyüyle yemekler getirilip konulmuştu. Kahvaltılıktan tutun, uzak doğu yemekleri, Türk yemekleri ve daha pek çok ırka dair yemekler bulunuyordu. İçecekler çoktan kadehlere doldurulmuştu. Alkollü ve alkolsüz olmak üzere kadehlere doldurulan bu içeceklerden dilediklerini seçip içebilecek olmaları büyük bir rahatlık unsuruydu. Şayet yavaş yavaş yiyecekler yenilip içecekler içildiğinde buna ihtiyaç duyulduğu fark edilmişti.

Niko, Lily’nin yanına gelip elini omzuna atmasının ardından genç kızla birlikte yürümeye başladı. “Böylesine dolu dolu olan ve neşeyle sarılmış insanların olduğu bir masayı görmeyeli uzun yıllar oldu,” dediğinde, genç kız burnundan üzüntü dolu bir soluk aldı. “Fazla alışmasak iyi ederiz,” dedi. “Hayatın ve dünyanın bize ne getireceğini bilemiyoruz.”

“Bu sözcükler sana hiç yakışmıyor tatlım,” dediğinde Niko, Lily başını kaldırıp ona baktı. Yanından hafifçe uzaklaştığında “Ne yapmamı bekliyorsun peki? Her şey olağanmış gibi yaşamayı sürdürüp önüme mi bakayım?” diye sordu.

Hayattaki insanların nasıl bu kadar rahat olduğunu anlayamıyordu. Bu durum genç kıza mantıksız geliyordu. İnsanlar ölüyordu, her geçen gün tanıdıkları ve yeni yeni tanımaya başladıkları bir insanı kaybediyorlardı. Buna rağmen yaşamlarına gülerek ve anın tadını çıkararak devam ediyorlardı. Bu yanlıştı. Olmamalıydı. Neden yas tutmuyorlardı ve Lily gibi rahatsız olmuyorlardı ki? Belki de olması gereken buydu. Belki de Lily’nin yapması gereken tam olarak onların yaptıklarını yapmaktı.

Niko, hiçbir şey söylemedi. Sandalyelerden birisini geriye çekmesinin ardından Lily’nin oturmasını bekledi. Genç kızın oturmasının ardından solundaki sandalyede yerini aldı. Tıpkı genç kızın solunda yer aldığı gibi…

Az önceki sert çıkışmasına rağmen hala ona bakarken kalbi küt küt atıyordu. Heyecandan nefesi kesilecek gibi olduğunda sakinleşebilmek için inanılmaz çaba sarf ediyordu. Bunu hissettirmek istemese de Niko’nun durumun farkında olduğunu, kendisinden hoşlandığını iyi bilmekteydi. Ondan hiçbir şeyi saklamasının imkanı yoktu. Acaba o da kendisinden hoşlanıyor muydu? Niko, henüz bu konuda bir şey söylememişti. Tek yaptığı genç kıza onu koruyacağını söylemek ve korumak için elinden geleni yapmaktı. Kafası o kadar karışıktı ki, ne düşüneceğini bilemiyordu. Neden Niko, ona karşı bir şey hissedip hissetmediğini söylemiyordu?

Lily’nin hislerinin ve düşüncelerinin farkında olan Niko, bu konuda sessiz kalmayı sürdürmeye devam etti. “Ne yemek istersin?” diye sorduğunda Lily, hayal kırıklığı içinde yemeklere göz gezdirdi. Niko’ya fırsat vermeden tabağına gelişi güzel bir şeyler koymasının ardından bardağa doldurulan ayranlardan birini alıp içmeye koyuldu.

Onlar gibi birkaç kişi de yeni gelmiş ve oturmuştu. Tabaklarına yiyecekleri şeyleri doldurmalarının ardından tüm sandalyelerin dolu olması, ortamdaki kalabalığın gürültü dolu bir şekilde konuşmasına sebep oluyordu.

Lily, yemeğini yemeye başladığında bu durumdan hala çok rahatsızdı. Neden böylelerdi? Düşünüyor, düşünüyor ama bunu anlayamıyordu.

Alaric, Lily'nin zihinsel sıkıntılarını fark etmiş gibi ayağa kalktı ve tüm dikkatleri üzerine çekti. İnsanların gürültüsü, onun ilk kelimesiyle birlikte kesildi.

“Hayatımız boyunca birçok kayıp yaşadık ve bu kayıpların bize verdiği güçle ayakta kalmayı öğrendik. Bu kayıplar olmasaydı, pek çoğumuz bugün burada olmayabilirdik. Bu gerçeğin hepinizin farkında olduğunu umuyorum. Onlara, ölen ve yaşamamızı sağlayan insanlara minnet borçluyuz…”

Lily, çatalını sıkıca kavradığını fark etti. Parmaklarının ucu hafifçe beyazlamıştı. Bunu görmezden gelmeye çalışıp bakışlarını yeniden Alaric’e çevirdiğinde ona kızgın olmasına rağmen, dediklerinin doğru olduğunu kabul etmek zorunda olduğunu biliyordu. Gerçekten de ölen insanlar olmasaydı, hayatta olmaları mümkün olmayabilirdi. Belki de onların varlığı olsaydı hayatına devam edemezdi…

“Kıyamet, yıllarca filmlerde, dizilerde ve kitaplarda sık sık işlenen bir tema olmasına rağmen, hiçbirimiz bunun gerçek olacağını düşünmemiştik. Bu başlangıçta şok edici olsa da, artık hayatta kalmak için savaşmanın başka bir seçeneğimiz olmadığının hepimiz farkındayız…”

Gözleri, masadaki herkesin yüzünde dolaştı. Bir yudum içki aldı ve konuşmasına devam etti. “Eğer bu kıyamet gerçekleşmeseydi, belki de sahip olduklarımızın değerini hiçbir zaman anlayamayacaktık. Ama şimdi, tam tersinin gerçek olduğunu biliyorum. Bize hayatta kalmak için bir fırsat veren her şeye, yaşamımızı zorlaştıran her tehdide rağmen ilerlememize izin veren her şeye minnettar olmaya devam edeceğiz. Bu masada oturan herkes için ve sahip olduğumuz güzellikler için Tanrı’ya şükranlarımı sunuyorum…” Duraksadı. Bu sözcükleri söylemek zor olsa da söylemesi gerekiyordu. “Belki de birçoğumuz, burada bulunan yüzleri bir daha göremeyecek. Bu yüzden şimdi, yemeğin ve içeceklerin tadını çıkarın. Anın keyfini hissetmeye devam edin. Hepinize afiyet olsun.”

Kadehinden bir yudum almasının ardından kadehi tutan elini hafifçe uzattı. “Tüm ölülerimize ve sağ kalanlara!” dedikten sonra alkış seslerini duydu. İçkisinden bir yudum daha aldıktan sonra oturdu ve yakınında oturan kişilerle sohbet etmeye, bir yandan da karnını doyurmaya devam etti.

Alaric’in sözlerinin ardından Lily, sesini çıkarmadan yemeğini yemeye devam etti. Ağzının tadı hala bozuktu. Aldığı hiçbir lokmadan tat almıyordu. İçtiği içecek, ayran olmasına rağmen hiç lezzetli gelmiyordu .

Canı sıkkın ve tat alamaz bir şekilde yemeyi sürdürürken Elara isimli bir büyücünün rüyasında gördüğü bir görüyü paylaştığını duyması üzerine söylediklerine dikkat kesildi. Anlattığına göre bu güvenli bölge, diğer güvenli bölgeler gibi güvenli bölge olmaktan çıkıp tehlikeli bir bölgeye dönüşüyordu.

Belirtileri tek tek anlatmaya başladığında Lily’nin omurgasından aşağı soğuk soğuk terler akmaya başlamıştı. Çünkü anlattığı şeylerden birini bizzat görmüştü ve yaşamıştı.

Elara, görüsü oldukça yüksek bir büyücüydü. Genellikle rüyasında gördükleri gerçek olurdu. Tabii bunun olmasının önüne geçen bir şey olmadığı taktirde. Bunu öğrenmek, keyiflerin bozulmasını sağladığında Alaric durumu fark edip ne olduğunu öğrenmek istedi. Elara, gördüğü rüyayı onlara anlatmaya başladı.

Lily, ağzındaki lokmayı çiğnemeyi bırakıp donakalmış bir şekilde ona baktığında, alanda bulunan hayvanların huzursuzlaştığını ve acı çeker gibi sesler çıkarmaya başladığını duydu. Bu durum içindeki korkuyu daha da körükledi. Bu bahsettiği alametlerden bir tanesiydi ve tıpkı saniyeler önce ortaya çıkan tat alma özelliklerinin ortadan kaybolması gibi kendini gösteriyordu.

Çatalını yavaşça masaya bırakmasının ardından endişeli bakışlarını Niko’ya çevirdi. O da Lily gibi donup kalmıştı.

Lily, masalarda oturan yüzleri tek tek incelemeye başladığında, onların da endişe içinde olduğunu gördü. Bu durum içindeki korkuyu daha da körükledi.

Bölgenin güvenli kalmasını sağlayan koruyucu kalkan yavaşça sarsılıp yok olmaya başladığında tüm büyücüler ayaklandı ve endişe içinde kalkanı yeniden aktif kılmak adına çabalamaya başladılar. Nitekim ne kadar güç harcasalar da büyüleri işe yaramıyordu. Sanki hepsinin büyü gücü zayıflamış gibiydi. Bu durum hiç iyi değildi. Elara’nın söyledikleri adım adım gerçekleşiyordu.

Valeria’nın ve Niko’nun emirleri doğrultusunda yanlarına eşyalarını almak için harekete geçtiler. Sahip oldukları tüm eşyaları topladıklarında kalkanın yarısı ortadan kalkmıştı.

Çevrede daha önce duymadıkları sesler duymaya başlıyor oluşları tüylerini diken diken etse de soğukkanlılıklarını bırakmayıp güçlü durmaya çabaladılar. Şu an için bunu yapmak dışında yapabilecekleri bir şey yoktu.

Büyücüler hala kalkanı aktif kılmak adına çalışmalara devam etseler de büyüleri işe yaramadığı için bir süre sonra onlar da pes etmiş ve Valeria ile Niko’nun ekibi gibi değerli olan, işe yarayacağını düşündükleri eşyalarını toplamaya başlamışlardı. Hepsinin yüzündeki endişe ve dehşet, Lily’nin tüylerini diken diken ediyordu. Demek ki hiçbir yer güvenli değildi. Güvenli olarak bildikleri bölgeler, hiç beklenmedik bir anda tehlikeli bölgelere dönüşebiliyordu.

Hep birlikte bölgenin dışına çıktıklarında çevrede irili ufaklı pek çok mutant görmüş, doğanın değişmeye başlıyor oluşunu anladıklarında hemen maskelerini takmışlardı. Lily, maskesinin filtresi az kaldığından hemen değiştirip daha sağlıklı bir soluk almaya başladığında Niko uzandı ve elini tuttu. Ellerinin ellerine dokunuyor olması tüylerini ürpertip kalp atışını hızlandırmaya başladığında dikkatini kaybetmemek için çabaladı. “Ben yanındayım. Korkma,” dediğinde Niko, çakmaya başlayan şimşeklerin sesi genç kızın kulağına çalındı. Kahretsin! Yoksa her şey başa mı sarıyordu?

Loading...
0%