Yeni Üyelik
44.
Bölüm

9. Bölüm

@yazarcerenoktay

TEHLİKELİ TOPRAKLAR 1 - KIYAMET

30.09.2024, 14:46 💀

Yeni bölüme hepiniz hoş geldiniz,

ve keyifli okumalar!

Okumaya başladığınız tarihi ve saati buraya yazın lütfen.

Güvenli bölge sandıkları yerin sınırları içindeki insanların yüzlerinde endişe ve hüsran karışımı ifadeler vardı. Koruyucu kalkanın ortadan kalkışı, her büyücünün umutsuzca çabalamasına rağmen engellenememişti.

Lily, sessizce etrafına bakarken Niko'nun dikkatini çeken sesini yeniden duydu. Genç adamın tok ve güçlü sesi, bakışlarını ona çevirip gözlerinin içine bakmasına sebep oldu. Niko, o sırada hâlâ Lily’nin elini tutuyordu. Bu durum her an genç kızın başını döndürebilirdi.

Birkaç saniye sonra, Lily’nin elini bırakıp ellerini havaya kaldıran Niko, ortamdaki gürültünün sessizliğe bürünmesini sağladı. Ciddi bir ifadeyle, "Acilen buradan ayrılmalıyız," dedi.

Alaric ve diğer büyücüler, tehlikenin boyutunu açıklarken ve büyü güçlerinin etkilendiğini belirtmeye başladıklarında ortamdaki gerilim daha da yükseldi. Bu nasıl oluyordu, hiçbir büyücü anlamamıştı. Kısacası durum hiç iç açıcı değildi. Eğer büyücülerin güçleri söylendiği gibi etkilenmişse, Vuanyi'nin ışınlama yeteneğinden yararlanamayacaklardı.

Lily'nin "Lanet olsun!" diye haykırışı, bulundukları durumun vahametini derinleştirdi. Endişesi, büyücülerin telaşı ve hatta mutantların ve insanların geleceğe dair hissettikleri belirsizlik, olası kötü bir sonun habercisiydi.

Büyücüler arasındaki telepatik bağın dahi güç kaybına uğradığını Alaric dile getirdiğinde, Lily'nin dudaklarından bir kez daha küfürler döküldü. Artık derhal bu bölgeden ayrılmaları gerekiyordu. Hepsi, gözlerini ve kulaklarını dört açmalıydılar. Dışarıda pek çok tehlike onları bekliyordu; mutant yaratıklar ve akıl almaz tehlikelerle karşılaşmaları kaçınılmazdı.

Niko, çevresine dikkatle bakındıktan sonra, derhal içindeki güçleri uyandırdı. Etrafında bulunan, kıyamet sonrası ortaya çıkan ve hala varlığını sürdüren yıkıntılar, ayaklarının altında hissettikleri çöl toprağını andıran toprağın içine gömülü halde duruyorlardı. Bazıları varlığını fark ettirmek istercesine dışarıda kalmış, adeta dikkatli olmalarını haykırıyor gibiydiler. Bu yıkıntılar, bir zamanlar yükselen medeniyetlerin şimdi sessizce çöllerin hüküm sürdüğü bu topraklarda nasıl yok olduğunun kanıtlarıydı.

Niko ve arkadaşları, bu eski dünyanın kalıntıları arasında ilerlerken, her bir taşın ve kırık duvarın ardında gizlenmiş olabilecek tehlikelere karşı tetikteydiler. Çevrede beliren ve yüreklerini hop ettiren gölgeler, eski zamanların hikayelerini fısıldar gibi hareket ediyor, rüzgar ise yıkık dökük yapıların arasında hüzünlü bir melodi çalıyordu.

Onlar, bu ölümcül diyarlardan bir an önce uzaklaşmak için çırpınırken, sadece kendilerini değil; sağ kalan herkesi korumaya çalışıyorlardı. Bu görev kolay değildi; zira hem büyücülerin hem de kendi ekiplerindeki insanların hayatta kalması onların omuzlarındaydı.

Normalde bulundukları bölgenin bu kadar karışık bir yapısının olmaması gerekiyordu. Nitekim ilerleyişlerinden mi kaynaklı yoksa bölgeler mi birbirine karışıyordu bilemedikleri için kimse bu konuda tek söz edemiyordu.

Niko ve arkadaşlarının önderliğinde attıkları her adım, dünyanın bu kıyamet sonrası yüzüyle daha da iç içe geçmelerine neden olmakla kalmıyor, yüreklerini daha da güçlü bir şekilde çarptırıyordu.

Yıkıntılar arasında, bir zamanlar ayrı dünyalar gibi duran çöller ve şehirler vardı. Şimdi birbiriyle öyle bir harmanlanmıştılar ki, sınırlarını belirlemek imkansızdı. Buna rağmen özel güçlerini kullanarak bu yeni ve tehlikeli dünyada, eski zamanların yankıları arasında, kendi yol haritalarını çizmek zorundaydılar.

Lily, bu süreç zarfında yorulduğunu hissetse de sesini çıkarmayıp yürümeyi sürdürdü. Onlarla birlikte keşfedilmemiş ve esrarla dolu patikalarda ilerlerken, gök gürültüsünün kükremesi ve şimşeklerin parıltısı, kalbindeki korkuyu daha da ortaya çıkardı.

Korkusuna rağmen ilerlemeye devam eden Lily, baktığı kişilerin yüzlerindeki ifadeyi gördü ve bir kez daha endişeyle titredi. Yıldırım sesleri, onları korkutmuştu.

“Alan paramparça oldu!” diyen Niko’nun sesini duyduğunda bakışlarını ona çevirdi. Niko da ona endişeli gözleriyle baktığında hangi alandan bahsettiğini biliyordu.

Lily ve Niko, bu anlarda birbirinin gözlerine bakmaya devam ederken, içlerindeki korkuyu gizlemeye çalıştılar nitekim bu mümkün olmadı. O anlarda, göz bebeklerindeki titrek ışık, gerçeği ele veriyordu.

O saniyelerde yükselen sesler, birkaç büyücü ve Valeria’nın ekibinden cesur yoldaşlara aitti. Felaketin eşiğinden dönmüş olmanın şükranını dile getiriyorlardı.

Ellerinde tuttukları iksir şişeleri, büyülü taşlar ve kutsal yazıtlar, ilerideki yaşamlarında onlara bir nebze bile olsa rehberlik edebilecekleri umuduyla yanlarına alınmıştı. Diğer eşyalar çoğunlukla geride bırakılsa da, bu önemli nesnelerin, karanlıkla dolu geleceklerinde bir ışık olabileceğine inanıyorlardı.

Büyücülerin ezbere önem vermesi, kaybolan parşömenleri, kitaplardaki yazıları, büyüleri, iksirleri ve daha fazlasını hatırlamalarına yardımcı oluyor, böylece korku dolu anlarını hafifletiyordu. Ancak onları en çok ürperten şey, büyü güçlerinin kaybolma tehlikesiydi.

Tam vaktinde bölgeden ayrıldıkları için kendilerini şanslı saymalıydılar.

Bakışlarını bölgeden çekip hızlı adımlarla ilerlerken, kalabalık bir toplulukla birlikte olmanın verdiği bir güven hissi vardı hepsinde. Özel güçlere sahip mutantlar ve kalan güçlerini kullanmaya çalışan büyücüler, ilerleyişlerini kolaylaştırmaya çalışıyorlardı.

Bazı büyücüler zar zor oluşturdukları kalkanlarla ekip üyelerini korumaya çalışırken diğerleriyse tehditleri bertaraf etmek için gözlerini dört açmışlardı. Kalabalık olan bu toplulukta yer alan herkes, gözünü kulağını dört açmış olsa da kalbi hızla atmaya devam ederek ilerliyordu. Her adımda diken üstündeydiler.

Zaman ilerledikçe çakan şimşeklerin sesi daha yakın gelmeye başlamıştı. Üstelik, şimşeklerin yanı sıra çakan yıldırımlar da kalplerini hoplatıyordu. Yoksa… Yoksa bulutlar onlara yaklaşıyor muydu? Bunun olmamasını dilediler.

Adımlarını duydukları seslerden dolayı daha da hızlandırdılar. Yükleri ağır olduğu için ilerlemek zordu ama seçenekleri yoktu.

Bir süre daha yürümelerinin ardından Niko, aniden durdu ve dikkatle etrafına bakındı. Yüz ifadesi oldukça ciddiydi. Hassas kulaklarının ve telepati yeteneğinin duyduğu kadarıyla tehlikeli bir bölgeye giriş yapmak zorundaydılar.

İlk adımlarını mecburen attıkları sırada aniden, bulundukları bölge değişti ve etrafları yıkık binalar, paslanmış araçlar ve terkedilmiş gibi görünen yapılarla doldu. Nasıl buraya geldiklerini kimse anlamamıştı ve herkesin kafası karışmıştı.

Lily, endişeyle etrafa bakarken, bir kez daha bölge değişti. Bu sefer kendilerini bir çölde buldular. Sert rüzgarlar yüzlerine vururken, sıcak ve kumlu hava yüzlerine çarpıyor, görüşlerine engel oluyordu.

Göremedikleri bir varlık zaman ve mekan algılarıyla mı oynuyordu? Eğer öyleyse bu varlık son derece güçlü olmalıydı.

Lily, kollarını önüne siper ederken tuttuğu eşyalar nedeniyle zorlanıyordu. Eşyaları bırakıp daha hızlı hareket edebilirdi, ama eğer bırakırsa ve bölge değişirse eşyaları bulamazlarsa diye endişe ediyordu. Bu yüzden bunu yapmadı.

Rüzgârın şiddeti arttıkça, adımlarını atmak daha da zorlaşıyordu. Ayakları ve bedeni geriye sürüklenirken kaşlarını çatmak istese de yapamadı. Gözlerini açmaya cesaret ettiğinde, gördüğü manzara onu heyecanlandırdı.

Yarı saydam, mavi-beyaz bir ışıltının gözleri önünde dans ettiğini gördü. Bu ışıltının her hareket edişinde çevresinde dönen rüzgar, kolları varmış gibi görünmesine sebep oluyordu.

Kollarını hareket ettirdikçe rüzgarı yansıtan girdaplar ve dalgalanmalar meydana geliyordu. Her hareket edişinde, rüzgarı ve kumları içine daha da çekiyor, gücü şiddetleniyordu. Sonra bir anda kesildi. Artık ne rüzgar esiyordu ne de kum fırtınaları vardı.

Çevresinde onun gibi birkaç tane daha belirdiğinde, ekip üyeleri kollarını yüzlerinden çektiler ve çevrelerine bakındılar. Kum fırtınalarının geçtiğini ve rüzgarın esmediğini fark ettiklerinde, karşılarında bulunan şeylere daha dikkatli bakmaya başladılar.

Bu şeyler her neyse, rüzgarın ve kum fırtınasının durmasını sağlamış, bedenlerinin rahatça hareket edebilmesine imkan vermişti. Çevrelerinin tamamen güvenilir hale geldiğinde, irice açılmış gözleriyle ona bakmayı sürdürdüler.

Lily, çatılmış kaşlarıyla ekip üyeleri gibi onlara bakmayı sürdürdü. İlk karşılarına çıkanı yavaşça süzülmeye devam ederek Lily’ye doğru yönelmeye başladı. Niko, bunu fark etmesinin ardından hızla hareket etti ve Lily’nin önüne geçti. Gücünü kullanarak onu korumaya kalkıştı. Oysa Lily’nin içindeki ses, bu şeyin ve diğerlerinin onlara zarar vermeyeceğini söylüyordu. Buna rağmen tedirgin olmadan yapamadı ve bedenini geriye doğru çekti.

Adını bilmediği şey her neyse ilerlemeye devam ederken Niko’nun gücünden etkilenmemiş gibi görünmekteydi. Anlaşılan Niko onu kontrol edemiyordu. Kulaklarına enfes bir melodi çalınmasının ardından “Ben Zephyra. Antik rüzgarların ruhundan doğdum. Rüzgarın dansını ve doğanın dengesini temsil ederim.” cümleleri genç kızın zihninde yankılandı. Sözleri rüzgarın hafif fısıltısı gibi hissediliyor, huzur veriyordu.

Birden bire ortaya çıkan ve havada süzülmeye devam eden ayna, Lily’nin eline geçtiğinde etrafında renkli ışık huzmeleri belirdi ve genç kızın saçları hafifçe dalgalandı. Derin bir nefes alıp aynaya baktığında, üzerindeki sembollerin elementlere ait olduğunu fark etti. Hava, su, toprak, ateş ve daha fazlasını yansıtan semboller, onu büyüledi.

Aynanın kenarlarında, doğanın değişken yüzünü ve yaşamın devinimini gösteren desenler vardı. Denizlerin dalgalarını, ormanların sakinliğini ve dağların görkemini görebiliyordu. Alt kısımda ise daha önce görmediği yaratıkları temsil eden semboller bulunuyordu. Bu semboller, varlıkların gizemli doğasını ve güçlerini simgeliyordu.

Aynanın sağ köşesindeki telepati sembolü, yaratıklarla telepatik iletişim kurmaya olanak tanıyordu. Artık onları duyabiliyor ve anlayabiliyordu.

Zephyra’nın verdiği bu ayna, gelecekteki maceralarında onlara çok yardımcı olacaktı. Tek yapması gereken bu aynayı nasıl kullanması gerektiğini anlamasıydı.

Aynanın çerçevenin üç köşesinde yer alan ve hareket eder gibi görünen alanlar, aynanın büyülü enerjisini ve yaratıkların enerjisini, aynı zamanda genç kızın da enerjisini yansıtmaktaydı. Sanki bir ritimdeymiş gibi hareket etmekteydiler.

Aynanın üzerindeki detaylar o kadar çoktu ki, Lily hangi detaya hayran kalacağından emin olamıyordu.

“Dünyada senin gibi birkaç kişi daha var bu aynaya sahip olan. Onlar da senin gibi seçildiği için ayna ile hareket etmeyi sürdürüyorlar ve çoktan dünyada bulunan yaratıkları yakalayabilme imkanı elde ettiler bile. Yakaladıkları yaratıkları kullanıyorlar da.”

Bunu söylemesinin ardından aynaya doğru çekildi ve aynanın içinde Lily’nin daha önce görmediği bir dünya belirdi. Bu dünya, Zephyra’nın yaşadığı bir dünyaydı Lily’nin anladığı kadarıyla. Çevresinde bolca rüzgar esiyordu, canlı ve renkli bitkiler, bulutlar bulunmaktaydı. Sular rengarenk akıyor ve onun beslenmesine imkan tanıyordu.

Lily’nin yanında dikilmeye devam eden ve aynaya bakmayı sürdüren Valeria’nın “Vay canına!” diyen sesini duyduğunda şaşkınlık içinde önce elindeki aynaya sonra da ona baktı. Bu gerçekten de şaşılacak bir şeydi. Eğer ki bu aynayı kullanıp yaratıkları avlayabilecekse fazlasıyla güçlü olabilirdi. Tabii, yaratığın anlattıkları doğruysa.

“Anlattıklarım tamamen doğru,” diyen Zephyra’nın sesini duyduğunda Lily, yüzünde şaşkınlık dolu bir ifade belirdi. Bunun üzerine birkaç kişinin “Ne oldu?” diye sorduğunu duydu. “O burada olmasına rağmen benimle konuşabiliyor,” dediğinde etrafındaki ekip üyelerinin gözleri genişledi. Bu durumun onlar için de şaşırtıcı olduğu aşikârdı.

Zephyra’nın sesi tekrar yankılandı. “Evet. Bu ayna sayesinde sizinle iletişim kurabiliyorum. Ayna içinde oluyor oluşum buna engel olmuyor. Zaten ayna üzerinde bulunan sembollerden birisi sizinle telepatik iletişim kurmama sebep olmakta. Şu anda sizin dünyanızda varlık göstermiyorum, ancak enerjimi ve bilgilerimi bu aynanın içinde olsam dabu sayede sizinle paylaşabilirim.”

Valeria, heyecan dolu yüzüyle çevresindeki kişilere baktıktan sonra “Bu aynayı nasıl kullanacağız? Yani, yaratıkları nasıl yakalayıp hapsedebileceğiz?” diye sordu.

Gözleri yeniden ayna üzerinde yavaşça dolaştı. Lily gibi aynaya dikkatli gözlerle bakmaya devam etti.

Hayatta kalan herkes sessizce birbirlerine baktı, çünkü hepsi aynı sorunun cevabını arıyorlardı. Onlar da belli ki Lily ve Valeria gibi bunu bilmiyorlardı.

Lily, tekrar Zephyra’ya baktı. Onun ışıldayarak parlayan uzantılarından biri aynaya dokunduğunda, ayna yüzeyinde yaratık resimleri belirmeye başladı.

Niko ve Valeria’nın ekibiyle birlikte dünyayı tehlikelerden temizlerken bu yaratıklardan bazılarını hiç görmemişti ve görmek istiyor muydu emin değildi. Bazı yaratıklar ise karşılarına çıkmıştı ve onları ya öldürmüş ya da saf dışı bırakıp geri çekilmeye itmişlerdi.

Zephyra’nın sesi Lily’nin zihninde yankılanmaya devam ediyordu. “Yaratıkları yakalamak için aynanın yüzeyine dokunarak görünen yaratık resmini seçebilirsiniz ya da çevrenizde yaratık varsa ama resmi görünmüyorsa aynayı ona doğru çevirmeniz de işe yarayacaktır. Eğer yaratığın resmini seçerseniz, resmi seçtikten sonra enerjinizi odaklayarak yaratığı yakalamayı deneyin. Eğer yeterli enerjiyi toplarsanız, semboldeki yaratık resmine yansıyan enerji dış dünyada ortaya çıkarak yaratığa doğru atılacak ve yaratığın donup kalmasına sebep olup aynaya çekilmesini sağlayacaktır.”

Lily, gözleri aynanın üzerindeki sembollerde dolaşırken, bir yandan da Zephyra’nın açıklamalarını dinliyordu. Zephyra anlatmaya devam etti.

“Yakaladığınız yaratıklar artık size ait olup sizin kontrolünüze geçecekler. Onları serbest bırakmak ve kontrol edebilmek istediğinizde, aynanın üzerinde bulunan, yaratığı andıran sembole dokunup onu serbest bırakmanız yeterli olacaktır.”

Kelimeler Lily’nin zihninde yavaşça dönüp dururken, Zephyra güçlü sesiyle konuşmayı sürdürdü. “Ancak unutmayın! Bunu yapıyor olmak büyük sorumluluk gerektirir. Yaratıkları yakaladıktan sonra oldukça dikkatli olmalısınız. Çünkü onları kullanmaya başladığınız andan itibaren onların enerjileri ile sizin enerjiniz sürekli bir olacak. Birbirinizin iyi olması, ancak ikinizin de iyi olmasına bağlıdır. Eğer birinize zarar gelirse ya da diğerinin enerjisi düşerse, otomatik olarak diğer taraf da bundan etkilenecektir.”

Lily, Niko’nun sesini duyduğunda bakışlarını ona çevirdi. "Bunu neden Lily’ye getirdiniz ve neden Lily gibi diğerlerinin seçilmiş olduğunu düşünüyorsunuz?” diye sorduğunda Zephyra, güldü.

“Atalarımız bugünün geleceğini biliyorlardı,” dedi. “Geçmişten bugüne kadar sürekli çalışmalar yaptılar ve kıyamet ortaya çıktığında insanların hayatını kolaylaştırmak için bu aynayı ürettiler. Bunu yaparken insanlardan destek almayı da ihmal etmediler. Siz sıradan insanlar farkında olmasanız da çevrenizde hep doğaüstü olaylar, yaratıklar ve garip gizemler vardı. Sadece bu olaylar sizleri direkt olarak etkilemiyordu. Kıyamet ortaya çıktığında bu durum değişti. Etkilenmeye başladınız.”

Tekrar hareket ederken ışıltısı güçlendi.

“Atalarımız insanlarla bu aynayı geliştirmek için çalışmaya devam ederken, seçilmiş kişiler karşımıza çıktıklarında onların varlığını çevrelerinde beliren ışıltıdan anlayacağımızı, bu ışıltının onları belli edeceğini söylüyorlardı.”

Niko, duydukları yüzünden çok şaşırmıştı. Demek ki Lily’nin düşündükleri ve kendisinin de düşündükleri doğruydu. İzledikleri filmlerde, dizilerde, okudukları kitaplarda ve mitolojilerde olan şeyler tamamen doğruydu. Aslında gerçekte olan şeyleri yansıtmışlardı ama bunları hayal gücü diyerek geçiştirmişlerdi.

Peki, hangi yaratıkları hapsedebiliriz? Sadece kötü olanları mı?"

Zephyra, hemen cevapladı. "Bu ayna, hem iyi hem de kötü yaratıkları yakalayabilir. Ancak unutmayın ki, hapsedilen yaratıkların enerjisi sizin enerjinizle etkileşime gireceği için, onları serbest bıraktığınızda yaratıkların niyeti değişebilir. Bu nedenle dikkatli olmalısınız."

Aynayı elimde tutarken bir yandan Zephyra'nın anlattıklarını düşünüyordum. Bu güçlü aracın doğru kullanımının önemi büyüktü. Ekip üyeleri de merakla bekliyor, onlara anlatmamı istiyorlardı. Öyle de yaptım.

Anlatışımı tamamladığım vakit Zephyra, uyaran bir sesle "Bu aynayı size vermemin amacı, dengeyi korumanıza yardımcı olmaktır. Siz ve diğer sahipleri, yaratıkların dünyalarını ve sizin dünyanızı korumak adına birbirinize yardımcı olabilir." dedi.

Valeria, eliyle aynayı işaret etmesinin ardından heyecanla sordu. "Peki, bu ayna aracılığı ile diğer dünyalara geçiş yapabilir miyiz?"

Zephyra cevapladı. "Maalesef. Bu ayna sadece iletişim ve yaratıkları yakalama amacıyla kullanılabilir. Farklı dünyalara geçiş yapmak için farklı araçlar ve büyüler gereklidir."

Aynayı tutmaya devam ettiğim her saniye, içimdeki saklı gücün ağırlığını taşıdığını hissediyordum. Artık bu gücü doğru ve sorumlu bir şekilde kullanmak, bölgeleri güvence altına almam gerekiyordu. Aslında amacımız da buydu zaten. Var olan hemen hemen her insan bizim gibi dünyanın eski haline dönmesi adına çabalıyordu.

Valeria’ya sorusunun yanıtını vermemin ardından ekip üyeleriyle birbirimize bakış attık. Her ne kadar tedirgin olsam da bu yeni görevime hazır olduğumu söyledim. Derin bir nefes aldım ve aynayı sıkıca tutmaya devam ederek gökyüzüne çevirdim bakışlarımı. Gökyüzü hala boğuktu. Ne yıldızlar görünüyordu ne de uçan herhangi bir şey. Gördüğüm sadece gri bulutlardı.

“İlerlemeye devam etmeliyiz,” dememin ardından hep birlikte yürümeye başladık. Şu anda bulunduğumuz yer güvenli miydi bilmiyordum ama güvenli olduğunu düşünüyorduk.

Birkaç saatlik bir yürüyüşün ardından bulunduğumuz alanın sessizliği, kulakları tırmalayan bir tıslama ve uğultuyla kesildi. Çevremizde daha önce görmediğimiz -aslında gördüğümüz ama kıyamet sonrasında görmediğimiz- kediler vardı. Kedileri çok sevdiğim için hemen yere diz çöktüm ve elimi uzatıp kedilerden birisini kendime doğru çağırdım.

Gelen kediyi sevip ona su ve yemek vermemin ardından yürüyüşümüzü sürdürdük. Birkaç dakika sonra karşımıza çıkan harap olmuş binaların yıkıntılarına tırmanmamız gerekti. Büyücülerin kalan güçleri ve özel gücü olan mutant arkadaşlarımız sayesinde bu engeli kolayca hallettik. Nitekim her adımda çatıları delik, duvarları çatlak ve sokakları kaplayan yıkık dökük yapıların hüzünlü manzarası, dünyanın ne kadar kötü bir durumda olduğunu bir kez daha hatırlattı.

Doğal ortamla mücadele ise daha büyük bir zorluktu. Çünkü büyücülerin güçleri artık yok derecesinde zayıflamıştı ve bu hiç iyi değildi.

Yağmurların yoğunluğu zaman zaman ilerlemeyi zorlaştırıyor, rüzgarlar gece boyunca ateşin korunu köreltiyordu. Ekipteki herkes, su toplamak ve barınak yapmak için birlikte çalışmaya başlamıştı.

Her geçen gün, dayanıklılığımız artıyor ve doğa ile bir şekilde barış içinde yaşıyorduk. Zorlu yolculuğumuz sonrasında bu şekilde dinlenmek cidden iyiydi. Artık kendimizi doğanın bir parçası gibi hissetmeye başlamıştık.

Yağmurun sesi, rüzgarın nefesi ve toprakla temas, bir bütün olarak yaşamanın önemini hatırlatıyordu bizlere. Geceleri ateş başında toplandığımızda hikayeler anlatmak ve deneyimlerimizi paylaşmak, bizlerin birbiriyle daha yakın bir bağ kurmasına neden oluyordu.

Keyfimizin yerinde olduğu ve büyücülerin gücünü kazanmaya çalıştığı bir vakit, aniden havada bir burukluk hissi belirdi. Çevremizdeki sessizlik, kulakları tırmalayan bir tıslama ve uğultuyla kesildi.

Bir anlığına nefes almayı bırakıp gözlerimizi yavaşça yukarı kaldırdık ve gökyüzünün puslu ışığını yutan bir gölgenin yavaşça üzerimize çöktüğünü gördük.

Gökyüzünün durumunu görmemle birlikte içime korkunun buz gibi eli saplandı. Aniden, havada bir parıltı belirdi ve o parıltı hızla büyüyerek kara bir cisim halini aldı.

İşte o an, canavarın ortaya çıktığı andı. Siyah tüyleri, gökyüzünün puslu ışığını yutarcasına kapladı. Tüyler karanlıkta kaybolup yeniden beliriyor gibiydi. Gözleri, karanlık bir öfkeyle parlıyordu. Öyle ki, canavarın kendisi değil, içindeki öfke ve acının beden bulmuş haliymiş gibi görünüyordu.

Ağzı yavaşça açıldı, keskin dişler ve parlayan beyaz ışığın kapladığı bir iç yüzey ortaya çıktı. Canavarın ağzının içi kusursuz bir beyazlıkla parlıyordu, adeta bir dehşet vadisi açılıyormuş gibi görünüyordu.

Büyücüler hızla büyüleriyle savunma kalkanları inşa etmeye ve yaratığı etkisiz hale getirmeye çalıştı. Her ne kadar güçleri yok derecesinde olsa da çabalamaları takdire şayandı.

Mutant insanlar, güçlerini kullanarak yaratığın hızını yavaşlatmaya çalışıyordu. Benim gibi sıradan insanlarsa ellerindeki silahları sıkıca kavradı. Bazıları ellerindeki namluların titremesine engel olamayarak savunmaya geçti. Havada ölümün kokusu asılı duruyordu. Çatışma ihtimali artık sadece bir nefes kadar uzakta gibiydi.

Vuanyi’nin elleri havada hareket etmeye başladı ve anladığım kadarı ile büyülü sözcükler mırıldanmaya başladı. Büyüsü devam ederken -ya da büyü tekrarı yaparken- parlak bir ışık huzmesi, canavara doğru fırladı. Ancak yaratık aniden kayboldu ve bir an sonra grubumuzun bir kısmının bulunduğu kalabalık alanın arasına dalıverdi.

Yaratığın grubun arasında ortaya çıkmasıyla, savaş hızla alevlendi. Mutant olanlarımız, doğaüstü yeteneklerini kullanarak yaratığı kontrol etmeye çalışıyordu. Büyücüler de onlara imkan olduğunca destek olmaya çalışıyordu. Lakin yaratığın içinde yanan öfkeyle baş etmek zordu.

Büyücüler, göz kamaştıran ışınlar ve patlayan alevlerle yaratığa saldırıyor, büyü güçlerini sınırlarına taşıyarak onu etkisiz hale getirmeye çalışıyorlardı. Hatta bazıları yaratığın beklemeyeceği şekilde dört bir yanında açtıkları portallar ile ona saldırmaya devam ediyor, nitekim yaratık bir görünüp bir kaybolarak kendini koruma altına alıyordu.

Bütün bunlar devam ederken benim gibi sıradan olanlar, elinde tutmaya devam ettiği silahlar ile pes etmeden yaratığa saldırmaya başladığında bunu fark eden yaratık önüne bir kalkan çekiyor, kendisini korumaya alıyordu. Bunu fark etmelerine rağmen asla insanlar geri durmuyor ve silahlarla cesurca yaratığa karşı duruyorlardı.

Ölümün soğuk nefesinin ensemizde hissettirdiği korkuya rağmen, kendi dünyamızı savunmak için gözlerimizi karartmıştık. Her tetiğe basışımızda, her silah sallayışlarımızda, içimizdeki cesaret ve umut daha da parlaklaşıyordu.

Canavarın vahşi pençeleri ve keskin dişleri, etrafımızda bir ölüm dansı sergiliyordu. Gözleri öfkeyle parıldamaya devam ediyor, her hareketi ölümü getiriyordu. Bazılarımız aldığımız yaralar ile ağır şekilde yaralanırken bazılarımız ise çoktan ölümü tatmıştık. Buna rağmen asla pes etmedik.

Bakışlarım bir an için Niko’ya kaydığında cesaretle yaratığa doğru atıldığını gördüm. Elinde tuttuğu kılıcını kaldırıp sallıyordu. Buna rağmen bu bir işe yaramamıştı. Yaratık aldığı yaralara rağmen dayanıklıydı. Anladığım kadarıyla derisi inanılmaz derecede dayanıklıydı.

Bir yandan kılıç ile saldırmaya devam ediyor, diğer yandan da gücünü kullanarak yaratığı zayıflatmaya çalışıyordu. Nitekim bunlar hiçbir işe yaramamıştı. Yaratık güçlü bir saldırı gerçekleştirip onu yaraladığı sırada geri çekilmek zorunda kaldı.

Elimdeki silahı yere fırlatarak hızla koştum ve Niko’nun yanına vardım. Yaratığın dikkati kendisine karşı yapılan saldırılar yüzünden dağıldığı için bizle ilgilenmiyordu.

Yanına varmamın ardından kanla kaplı eline ve yüzüne baktım. Korku ve endişe içinde yaralı olduğunu düşündüğüm bölgelerini incelemek için kıyafetini sıyırmaya kalkıştım, izin vermedi.

“Bana iyileştirici serumdan getir,” dediğinde hızla ayağa fırladım ve serumu almak üzere koştum. Kalabalığın az ilerisinde bulunan, ağaçların arasında yer alan serumun çantasını elime alıp yeniden koşmaya başladım. Ben koşmaya devam ederken, ekip üyeleri yaratık ile savaşmaya devam ediyorlardı.

Niko’nun yanına varmamın ardından çantayı yere koydum ve hızla açtım. Çantanın içinden iyileştirici serumlardan birini çıkarmamın ardından serumun kapağını açtım ve Niko’ya uzattım. Niko, eline aldığı serumu yaralı olan bölgelerine dökmeye başladı. Her damlada yaraları hızla iyileşiyor ve yaradan geriye iz kalmıyordu.

Niko, kendini iyileştirmeye devam ederken yeniden onunla savaşan ekibe döndüm. Yaratığın öfkesi arttıkça saldırıları daha da ölümcül hâle gelmeye başlamıştı ve bu yüreğimin sıkışmasına sebep oluyordu.

Pençeleri ve dişleri, çevresindeki her şeyi paramparça ederken, ekip üyelerimizin dayanıklılığı son sınırlarına kadar zorlanıyordu. Her geçen saniye ölü ve yaralı sayısı daha da artmış, bazılarıysa nefes nefese kalmıştı. Ancak pes etme düşüncesinin hiçbirinin zihninden geçmediği açıkça belli oluyordu.

Savaşın içindeki yaratığın çığlıkları gökyüzünü parçalıyordu. Öfkesi adeta fiziksel bir varlık gibi etrafa yayılıyor, onun etkisi altına giren her şeyi yok ediyordu. Pençeleri, toprağı paramparça ederken, dişleri ise havada tıslayarak ölümün soğuk nefesini hissettirmekteydi. O, adeta ölümün bir habercisi gibiydi.

Büyücülerin yapmaya çalıştığı ve yarım yamalak yapabildiği savunma kalkanları, yaratığın pençelerinin vahşi saldırılarına karşı koyamıyordu. Toprak titriyor, parçalanan zemin havaya savruluyordu. Buna rağmen sağ kalan ve ağır yara almayan herkes cesurca karşı koyuyor, ellerindeki her imkanla vahşi pençeleri engellemeye çalışıyorlardı.

Dayanıklılıkları son sınırlarına kadar zorlanan ekip üyelerinden birkaç tanesi daha ölmüş ve yaralanmıştı. Sağ kalanlardan bazıları ise pençelerin ve dişlerin saldırılarından kaçmak için akrobatik hareketler yapmaya çalışıyorlardı. Nefes nefese kalanlar, yorulmanın ve çaresizliğin ağırlığını hissediyordu. Ancak gözlerindeki kararlılık, pes etmeyeceklerini gösteriyordu.

“Git ve onu hapsetmeyi dene!” diyen Niko’nun sesini duyduğumda başta ne dediğini anlayamadım. Bunu fark edince “Ayna,” dedi ve kendime geldim. Başımı salladıktan sonra hızla ayağa kalkıp koştum. Eşyaların yanına bıraktığım aynayı elime aldıktan sonra kararlılıkla ön plana çıktım.

Beni fark eden yaratık, birkaç metre önümde belirdi. O anda yaratığın benzersiz özelliklerini ve enerjisini aynayı tutmaya devam ederken hissetmeye başladım. Vakit kaybetmeden aynanın çerçevesinin üzerindeki sembollere dokundum. Ayna anında ışıldamaya başladı, yüzeyindeki sembollerin parıltısı gözlerimi kamaştırdı.

Yaratık, bana bakmaya devam ederken gözleri merakla parladı. Sanki iç boyuttaki dünya onun için tasarlanmış gibiydi. Enerji imzasını algılayan ayna, yaratığın özgün özelliklerini ve elementini yansıttı. Boyutun içinde dolaşırken, yaratığın etrafındaki enerji alanı onu sarıp sarmaladı.

Birkaç adıma attım ve yaratığa doğru yaklaştım. Enerji göstergesi, yeşilden kırmızıya doğru kaymaya başladığında bakışlarım aynaya döndü. Aynanın enerjisi yükseliyordu. Nefesimi tuttum. Yaratığın yeniden enerji imzasını hissettim ve aynanın yüzeyine dokundum. Anında, boyutun içine geçiş yaptım.

Kendimi yaratığın yanında buldum, iç boyuttaki dünya bana da açılmıştı. Yaratık gözlerimi buldu, telepatik bir iletişim başladı. Düşüncelerini anlamaya başlamıştım. Enerji köprüsü ile bağlanmıştık, yaratığın düşünceleri ve duyguları benimle paylaşılıyordu.

Yaratığın yanında durdum. Sanki zaman onunla birlikte donmuş gibiydi. İçinde bulunduğumuz yada bulunduğumuzu düşündüğümüz boyut, yavaşça şekilllenmeye başlamıştı. Çevrede canlılık yoktu. Sanki karanlık bir dünya vardı ve o buraya ait gibiydi. Sanki, hiçbir canlılık dünyası ona uygun değildi. Onu üiistemiyordu.

Kendimi ayna ile olan etkileşimden çıkararak dikkatimi ona verdim. Amacım yaratığı hapsetmekti sonuçta. Elimi hızla aynanın parlak yüzeyine koyup onu daha da hissettim. Onun canının ne kadar yandığını, bu hale gelmeden önce aslında bir insan olduğunu, dünyanın değişiminin onu bu hale getirdiğini görmek beni üzse de dikkatimi kaybetmemeye çabaladım. Daha sonra elimi aynadan çektim ve yaratığa döndürdüm. Yaratık her ne kadar çekilmek istemese de vücudu sanki bir karadelik tarafından çekiliyormuş gibi şekil değiştirmeye başlamıştı. Sanki kıvrıldıkça kalından inceye çekilen bir spagettiyi andırıyordu.

En sonunda yaratık aynanın içine hapsedildiğinde derin bir nefes aldım ve kendimi yere bıraktım. Bu süreç beni çok ama çok yormuştu. Artık tek istediğim biraz olsun huzurdu ama bunu bulmak bu dünyada imkansız olduğu için boş dilek dilemek istemedim.

Aynayı sıkıca tutmaya devam ettiğimde çevrem daha da hareketlendi. Yarası ağır olmayanlar, ağır yaralı olanları iyileştirmek için çabalamaya başladığında sırt üstü yattım ve bakışlarımı gökyüzüne çevirdim. Gökyüzü hala tam anlamıyla aydınlık değildi ama iç karartan o kara bulutlar yoktu en azından.

Hala iyileşme çabaları devam ederken Valeria, Niko ve Alaric acil bir toplantı düzenleme kararı aldılar. Kendi aralarında bir süre konuşmalarının ardından topluluğumuza hitap etmek için bir arada bulunmamızı istediler.

Alaric, konuşmaya başladığında büyülerinin artık etkisiz kaldığını ve dünyanın enerji dengesinin bozulduğunu açıkladı. Büyü enerjileri, nedeni bilinmez bir şekilde tamamen yok olmuştu ve geri getirmek için ne yapabileceklerini henüz bilmiyorlardı.

Valeria’nın söylediğine göre dünyanın yaşadığı bu büyük değişim, büyücülerin güçlerini emerek onları zayıflatmıştı.

“Aslını isterseniz benim aklımda bir süredir dönüp dolaşan bir fikir var ama işe yarar mı bilmiyorum,” dediğinde kalabalıktan birisi bütün bakışlar ondan yana döndü. Kalabalığı yarıp öne çıkmasının ardından konuşanın Valeria oldunu gördüm.

“Nedir o?”

“Çok geçmişte yaşayan atalarımız, dünyanın enerji dengesini yeniden sağlamak, güçlerimizi geri kazanmak amacıyla dünyanın oldukça tehlikeli yerlerinde bulunan ve dünyanın enerjisini taşıyan güçlü kristallerden söz etmiş hatta bunları kitaplarımıza da yazıp bizlere anlatmıştı. Hiçbirimiz bugüne dek bu kristallerin varlığına ihtiyaç duymadık lakin şu anki durum bu kristallere ihtiyaç duyduğumuzu gösteriyor. Aranızda bu kristallerin nerede olduğunu bilen var mı? Yoksa kitapları mı incelememiz gerekecek?”

Vuanyi’nin sözleri üzerine sessizlik tüm alanı sarıp sarmaladı. Demek bu kristaller her neredeyse onları bulmak bize yardımcı olabilirdi. O halde kristallerin yerini bilen ya da kitapları incelemek için çalışmaya başlayacak büyücüler olsa çok iyi olurdu.

Görebildiğim tüm yüzleri dikkatle inceledim. Hepsi düşünüyor ve bir şeyler bilip bilmediğini hatırlamaya çalışıyordu. Belli ki hiçbiri bu konu hakkında bilgi sahibi değildi. Aslını isterseniz ben Alaric’in bu konuda bilgisinin olacağını düşünmüştüm ama belli ki onun da bir bilgisi yoktu.

Kısa bir zaman sonra “Gerçekten de atalarınızın bıraktığı ipuçlarına ihtiyacımız var gibi görünüyor. Bu kristalleri bulmak ve dünyanın enerji dengesini yeniden sağlamak için başka bir seçeneğimiz yok gibi. Ancak kitapları incelemek uzun bir süreç olabilir ve belki de ihtiyacımız olan bilgiyi hemen bulamayabiliriz. Bu yüzden, bu konuda daha fazla bilgiye sahip olan varsa hemen paylaşmalıdır,” dediğinde Niko sessizliği bölüp tüm dikkatleri üzerine çekti. Haklıydı.

Casper, kafasını sallayarak ekledi: “Evet, doğru söylüyorsun Niko. Eğer aranızda bu kristaller hakkında daha fazla bilgiye sahip olan varsa, lütfen bize anlatsın. Aksi takdirde, kitapları incelemek ve gerekli bilgiyi bulmak için zaman harcamak zorunda kalabiliriz. Ve bu süreç ne kadar vakit alır hiç bilmiyorum.”

Alandaki sessizlik bir süre daha devam etti. Herkes birbirine bakıyor, kimse konuşmuyordu. Geçen her saniye moralimi daha da bozuyor ve beni oldukça mutsuz ediyordu. Tehlikeli topraklarda ortaya çıkan yaratıklar artık son derece güçlüydü ve onlara karşı dik durabilmemiz adına büyücülerin gücünü kesinlikle kazanması gerekiyordu. Hoşnutsuzlukla iç dudağımı dişlemeye başladım.

Sonunda, tanımadığım birisi sessizliği bozdu. “Ben, büyü kitaplarını incelediğimde bu kristaller hakkında bazı bilgiler bulmuştum. Ancak detayları hatırlamıyorum. Elimdeki kitapları getirip inceleyebilirim. Belki de o kitaplarda ihtiyacımız olan bilgi saklıdır.”

Niko ve diğerleri, hızla başını sallayıp onu onayladı. Valeria ise liderliğini belli eden, güçlü ses tonunu ortaya çıkararak konuşmaya başlayıp dikkati kendine çekti. “Pekala. Eğer bahsettiğin kitaplarda bu kristallerle ilgili herhangi bir ipucu veya yol gösterici bir bilgi bulursan, hemen bize haber ver. Bu bilgiye ihtiyacımız var ve belki de dünyayı kurtarmak için önemli bir adım olabilir.”

Büyücü, başını sallayıp Valeria’yı onayladı. Ardından gözlerini yanında taşıdığı sandığından çıkardığı kitaplarına çevirdi.

Birkaç büyücü daha ona destek olmak için harekete geçti. Beraber kitapları incelemeye başladılar. Atalarının bıraktığı ipuçlarına dayanarak kristallerin izini sürmeye ve dünyanın enerji dengesini yeniden sağlamak için gereken bilgileri elde etmeye çalışmaları uzun sürecek gibi görünse de daha kısa sürmesini umdum. Yaptıkları inceleme sürecinde hepsinin yüzünde bir umut ışığı parlamıştı ve geleceğe dair umutları, en karanlık anlarda bile onları umutsuzluktan çekip çıkarıyordu.

Loading...
0%