Yeni Üyelik
3.
Bölüm

1. Bölüm

@yazarcerenoktay

24.08.2024, 14:25 💖
Yeni kitabıma hepiniz hoş geldiniz,
ve keyifli okumalar!

Okumaya başladığınız tarihi ve saati buraya yazın lütfen.

 

Hayat aslında sanıldığı kadar güzel değildi. Hele ki bir erkek arkadaşınız varsa. Erkek denilen, kendini özene bezene yaratılmış ve her şeyden üstün gören bu varlıklar yüzünden başımıza neler geliyordu neler.

Şiddet, küfür, taciz, tecavüz, cinayet ve daha sayamadığım pek çok şey. Kendimizi ne kadar korumaya çalışsak da bir türlü başarılı olamıyorduk. Her güne yeni bir şey çıkıyordu. Haberlerde gördüğümüz olaylar milyonda biri bile değildi.

Algın, yukarıda sözü geçen olaylardan bazılarını yaşayan kadınlardan sadece biriydi. Erkek arkadaşı Emrah'tan şiddet görmemişti ama karşısına çıkan yalanlar, ilgisizlik ve aldatılması canını çok yakmıştı. Peki, sonrasında ne mi olmuştu? Çıkmış oldukları yemekte Emrah'ı terk etmişti.

Emrah, o kadar iğrenç bir insandı ki terk edilmesine rağmen Algın’ı arayıp rahatsız etmeye devam ediyordu. Çağrının sonlandırılması seninle görüşmek istemiyorum anlamına geliyorken, belli ki Emrah için öyle değildi. Ne düşünüyordu? Genç kızın beni aramaya ve rahatsız etmeye devam et dediğini mi?

Bütün bu aramalara dayanamayan ve Emrah’ın ısrarlarından rahatsız olan Algın, en sonunda telefon numarasını değiştirme kararı almıştı. Eski hattını iptal ettirip yeni bir hat almasına rağmen, değişen bir şey olmamıştı. Hatta her şey hattını değiştirmesiyle daha kötüye gitmişti.

Emrah, Algın’ı telefonla aramaktan vazgeçip sürekli evine gelerek rahatsız etmiş, pek çok kez sarhoş bir halde gece yarısı kızın kapısına dayanmıştı.

Artık sabrının fazlasıyla zorlandığını düşünen Algın, yakın bir arkadaşının vasıtasıyla bulduğu bir eve taşınıp adresini değiştirmişti. Adresini bilmeyen ve taşındığını anlayan Emrah’ın rahatsız edemeyeceğini düşünüyordu.

Kısa sürede eşyalarını evin içine yerleştirmişti. Üç oda bir salon olan evinin kirası da oldukça uygundu. Elindeki parası bitmeden bir işe girebilirse önümüzdeki aylarda evinin çıkaracağı masrafları ödemekte zorluk çekmeyecekti.

Algın, taşındığı evine biricik yavrularını da getirmişti. Onları orada yapayalnız bırakamazdı. Hepsi onun öz evladı gibiydi. Kedileri onun her şeyiydi.

Evine iyice yerleşmesi üzerinden birkaç gün geçmişti. Telefonu artık yerli yersiz çalmıyor ve Emrah kapısına dayanmıyordu. O kadar çok rahatlamıştı ki, ne kadar şükretse azdı.

Emrah, eli kolu her yere uzanan bir insan olduğundan Algın'ın taşındığı adresi ve yeni numarasını bulmak çok zamanını almamıştı. Yeniden genç kızı aramalarıyla ve evine ansızın gitmeleriyle rahatsız etmeye devam etti.

Genç kız, artık canına tak ettiği için en sonunda soluğu savcılıkta almıştı. Amacı Emrah'ı şikâyet etmek ve uzaklaştırma kararı aldırmaktı.

Emrah’ı şikâyet etmişti etmesine ama bir süre sonra gerçekleşen dava yeterli delil olmamasından dolayı -sözde- kapanmıştı. Üstelik Emrah için uzaklaştırma kararı da alınmamıştı. Adalet hep zenginlerden yana değil miydi zaten? Öyleydi. İşin kötü yanı da buydu.

Mahkemenin sonlandığı gün, Yetkin Mirzanlı da Adliye'ye gelmişti. Mirzanlı Holding olarak anlaşma yaptıkları bir yemek şirketi, düzenlenen yemekte konukların zehirlenmesine neden olmuştu. Zehirlenen kişi sayısı çok fazlaydı.

Söz konusu sağlık ve Holding'in itibarı olduğunda hassaslaşan genç adam, bunun üzerine şirkete karşı davacı olmuştu. Bir daha insanların sağlığına zarar veremeyeceklerinden hem de Holding’in zarar görmeyeceğinden emin olmak istiyordu.

Hem Algın hem de Yetkin aynı gün, aynı saatte duruşmaya girip çıkmıştı. Birinin aldığı sonuç beklediği gibiyken diğeri için ortaya çıkan sonuç tam bir hayal kırıklığıydı.

Algın, duruşma salonundan çıktıktan sonra yürümeye devam ederken öfkeyle söyleniyordu. Emrah, her şeyi ustalıkla ayarladığından sadece avukatı duruşmaya gelmişti. Duruşma sona erince salondan çıkan avukatın anında Emrah’a haber verdiğinden adı gibi emindi.

Yetkin ile Algın, adliyeden çıkmak üzere yürümeye devam ediyordu. İkisi de adımlarını hızlandırdığında tek istedikleri adliyeden bir an evvel çıkmaktı. İkisinin birkaç saniye sonra birbirine çarpan bedeni, sinirlerin oldukça gerilmesine sebep olmuştu.

Algın, zaten öfkeliydi. Bir de kimin nesi, kimin fesi olduğunu bilmediği adamın kendisine çarpması, bardağı taşıran son damla olmuştu.

"Önüne baksana be adam! Kör müsün?" diyerek bağırdı. Kendisini daha fazla tutamadı. Bu haliyle yırtıcı bir aslanı andırıyordu.

Az önceki çarpışmanın ardından duyduğu ses tonu, genç adama fazlasıyla tanıdık gelmişti. Yetkin, henüz sesin sahibine dönmediğinden dolayı onu görmemişti ve en sonunda arkasına dönüp genç kıza baktığında, donup kalmıştı.

Kendisine çıkışan, fazlasıyla hırçın olan bu kız koyu kahverengi saçlara, kahverengi gözlere, ince bir bele ve muhteşem bir güzelliğe sahipti. Kendisine öfkeyle bakmaya devam eden gözleri, genç kızın güzelliğinin daha da artmasına sebep oluyordu.

Hemen bir şeyler söylemesi gerektiğini düşündü. Genç kızın çatılan kaşlarının ortadan kalkmasının onu daha da güzel kılacağını hissetti.

"Özür dilerim hanımefendi." dedi çok çabuk. "Kafam bugün fazlasıyla dalgın."

Dalgın mıydı? Algın, içindeki öfkenin daha da arttığını hissetti.

"Dalgın olmasın bir zahmet. Bizim de kafamız dalgın ama sizin gibi insanlara çarpmıyoruz! Yürüdüğümüz, adım attığımız yerlere, çevremizdeki insanlara bakıyoruz."

Genç kızın sarf ettiği sözler üzerine Yetkin’in kaşları çatıldı. Daha birkaç saniye öncesinde güzel olduğunu düşündüğü genç kızın ortaya çıkan düşük çenesi, bütün güzelliğini bastırmıştı ve çevrelerinde kara bulutların dolaşmasına sebep olmuştu.

Sakinleşmeye çalışarak derin bir nefes aldı. Kızın söylediklerinin altında ezilecek değildi ya. Dudaklarını aralayıp "En azından benim çenem, sizin çeneniz gibi çalışmıyor. Bu nedir yahu? Dedikoducu mahalle kadınları gibisiniz. Bu çeneyle eğer ki sevgiliniz ya da eşiniz varsa, ömrünü çürütürsün, ömrünü!" dediğinde, söylediği sözcükler karşısında şok olmuştu. Bu nasıl bir tavırdı böyle? Genç kızın çenesini dedikoducu mahalle karılarına benzetmesi bir kenarda dursun, sonrasında söylediği sözcükler fazlasıyla ağırdı. Neden bu kadar kırıcı konuşmuştu? Daha öncesinde hiçbir kadına karşı böylesine iğneleyici bir tavırla konuştuğunu hatırlamıyordu.

Algın, genç adamın sözleri üzerine kendisini uçurumdan düşer gibi hissetmişti. Az önce görmüş olduğu tepkiyi fazlasıyla iğneleyici bulmuştu. Bir kere Emrah'ın ömrünü çürütmemiş, tam tersi Emrah onun ömrünü çürütmüştü. Yalanları, aldatması ve diğer yaşattıkları, genç kızın hayatını kâbusa çevirmişti.

Anılar beynine yeniden bir kâbus misali hücum etmeye başladığında, genç kız erkeklerden sonsuza kadar nefret edeceğini düşündü. Eğer ki imkânı olsa hepsini bir kaşık suda boğar hatta öldürmekten çekinmezdi.

Dişlerini gıcırdattıktan sonra, derin bir nefes aldı. Elini beline koyup bedenini daha da dikleştirdi ve sağ eliyle tam karşısında durmaya devam eden adamın göğsünü dürttü. "Ben mi çürütüyorum onun ömrünü? Buna emin misiniz? Bilip bilmediğiniz şeyler hakkında konuşmaya ne kadar meraklı olduğunuzu ortaya serme konusunda hiç problem yaşamadığınız aşikâr. Siz erkekler var ya, esas biz kadınların ömrünü çürütüyorsunuz. Hepiniz o kadar iğrenç yaratıklarsınız ki, tiksiniyorum sizden."

Konuşmasını durdurup genç adamın yakasına yapıştığında, daha da öfkeli görünüyordu.

"Aldatma, şiddet, küfür, taciz, tecavüz, kadın cinayetleri, alıkoyma ve daha pek çok şey sizde var. Sadece ve sadece sizde. Söylesene, haberlerde bir kez olsun gördünüz mü kadınların bir erkeğe şiddet uyguladığını, küfür ettiğini, öldürdüğünü ya da başka bir şeyi? Evet, yakın zamanda haberlerde bir cinayet görmüştüm ama kadın bu cinayeti işlemekte haklıydı. Kadını fuhuşa sürüklemek nedir ya? Üstelik bir de kocası olacaksın. Eğer ki o kadının yerinde olsaydım ben de aynı şeyi yapardım. O adamı öldürürdüm. Sonrasındaysa hiçbir şekilde pişmanlık duymazdım."

Yetkin ile Algın tartışmaya devam ederken, adliyenin içindeki pek çok kişi film izler gibi onları izlemeye ve dinlemeye başlamıştı.

Algın'ın söylediklerini mantıklı bulan pek çok kişi konuşması biter bitmez onu desteklemek adına alkışlamaya başladı.

"Helal olsun.”

“Kahrolsun erkekler.”

“Sonuna kadar haklısın.”

“Her zaman senin yanındayız,” gibi pek çok cümle kuruyor ve Algın’ı desteklediklerini belli etmeye çalışıyorlardı.

Algın, kalabalığın çıkardığı sesleri duyuyor ama genç adamla tartışmaya devam ettiği için yanıt vermiyordu. O sırada kalabalığın çıkardığı yüksek gürültüden dolayı eylem başlatıldığını düşünen polisler, kalabalığa doğru ilerlemeye başlamıştı.

Polis Memurları’ndan Kadir Günel "Burada neler oluyor? İzinsiz eylem yapmanın yasak olduğunu bilmiyor musunuz? Dağılsın kalabalık." Bağırdı.

Kadir Günel’in konuşması Algın’ın dikkatini çekmişti ve şaşırmasına sebep olmuştu. Eylem yapıldığını nereden çıkarmıştı? Polis memuru fazlasıyla saçmalıyordu.

Yetkin'in yakasını bırakmasının ardından genç adama son kez öfkeli gözlerle baktı ve kendisine bakmakta olan Polis Memuru'na "Ne eyleminden bahsediyorsunuz? Burada eylem olduğu falan yok." dedi.

Hiçbir şey olmamış gibi yürümeye başladığında tartışmanın sona erdiğini fark eden kalabalık yavaş yavaş dağılmaya başladı.

Birkaç saniye önce gördüğü tavır karşısında şok olan Yetkin, olduğu yerde donakalmıştı. Onun gibi cesur, hırçın ve kendine güvenen bir kadını daha önce görmemişti. Kalbi garip bir şekilde atmaya başladığında, içindeki hislere anlam vermeye çalışıyor ama bir anlam veremiyordu.

 

♥♥♥

 

Yetkin'in kaşları bu defa her zamankinden daha çok çatılmıştı. Adliye çıkışında zaten fazlasıyla gerilmişti bir de buraya gelince karşısına çıkan sinir bozucu durum, içindeki öfkenin bir lav gibi kavurucu olmasına sebep olmuştu.

Her şey üzerine gelmeye devam ederken ortaya çıkan baş ağrısı, midesinin hafiften de olsa bulanmasına neden oldu. Elini alnına koyup parmakları ile hafif bir masaj yaptı. Sonra düşündü. Bugünün gidişi hiç iyi değildi. Solundan mı kalkmıştı? Bu kadar uğursuzluğun başka açıklaması olamazdı.

Şu anda satın almak adına sürekli görüşme yaptığı kafedeydi. Kafenin sahibi kadın o kadar inatçıydı ki alacağı yanıtı az çok tahmin edebiliyordu. Yine de pes etmeyecekti. Pes etmek, Yetkin Mirzanlı'ya göre değildi. O bütün olumsuzluklara rağmen çabalar ve istediğini alırdı. Yine aynısı olacaktı. Olmak zorundaydı.

Kendisine bakan çalışanları gördüğünde, sabrının yine zirveleri oynadığını hissetti. Eğer bugünkü görüşmesi de berbat geçerse, hiç iyi şeyler olmayacaktı.

Derin bir nefes aldıktan sonra, yumruğunu sıktı ve kasaya doğru yürümeye başladı. Kasiyer Yetkin'in kafeye girdiğini görmüştü ama genç adamın kendisine doğru geleceğini hiç düşünmemişti. Genç adam, tam karşısında belirdiğinde ürkek bakışları ile bakmaya başladı. Bu hiç iyi olmamıştı işte. Patronu burada yoktu ve onunla konuşamayacağı için kendisine saracaktı.

Hemen kendini toparladıktan sonra "Hoş geldiniz Yetkin Bey." dedi. Ses tonu son derece nazikti. Bir an sessiz kaldıktan sonra konuşmasına devam edip "Keşke buraya kadar zahmet etmeseydiniz. Patronum bugün gelmeyecek. Kendisini rahatsız hissettiği için evinde dinleniyor.” diyerek ekleme yaptı.

Yetkin, kasiyerin kimden bahsettiğini çok iyi biliyordu. İçinden kadına birkaç kez sövdü ardından alt dudağını ısırdı. Kadın onu görmemek için sürekli oyalıyor ve resmen köşe bucak kaçıyordu. Sanki bir çeşit kedi-fare kovalaması vardı aralarında. Yetkin Tom o ise Jerry'di. Eğer ki yakalanırsa Yetkin'in elinden kurtulamayacağını çok iyi biliyordu.

Genç adamın öfkesi her geçen saniye daha da artıyordu. Öfkesine hâkim olmayı başaramayıp hemen solunda duran masaya yumruğunu indirdi. Kasiyer korkuyla sıçradı. Bu şekilde bir davranış sergileyeceğini düşünmemişti belli ki.

Yetkin, dişlerini gıcırdattı. Bu kafeyi öyle ya da böyle satın alacaktı. Makbule Hanım, ondan ne kadar kaçarsa kaçsın onu bulacak ve satış işlemlerinin yapılmasını sağlayacaktı.

Kasiyerin bakışları eşliğinde çıkardığı cüzdanından kartını aldı ve uzattı. Gözlerini gözlerinden çekmeyerek “Geldiğinde beni kesinlikle aramasını söyleyin. Kartımı kendisine verdiğinizde o ne demek istediğimi anlar.” dedi tehditkâr bir sesle.

Kasiyer, Yetkin'in ses tonundan o kadar çok ürkmüştü ki, başını korkuyla salladı. “Söylerim Yetkin Bey." dedi titreyen ses tonuyla.

Yetkin, kasiyere son bir bakış atıp ciddiyetini hiç bozmadan kafeden dışarı çıktı. Karnının guruldamasını duyduğunda, sabah kahvaltı yapmadığı aklına geldi. Kolundaki saate baktığında, on ikiye geldiğini gördü. Elini karnına götürdüğünde, kaşları hala çatıktı. Aracına doğru ilerlemeye devam ederken, dişlerini birbirine sıkıca bastırdı. Karnının guruldaması hoşuma gitmemişti.

Yetkin’in kafeden çıktığını gören şoförü kapıyı çoktan açmıştı ve genç adamın araca binmesini bekliyordu. Yetkin ise araca binmek yerine “Bir şeyler yiyeceğim, biraz da yürümek istiyorum.” dedi. Bu karın guruldamasını bir an önce durdurması gerekiyordu.

Şoförü için Yetkin'in istekleri bir emir gibiydi. Onu herkesten daha iyi tanıyordu. Nerede ne yanıt vermesi gerektiğini, ona hangi koşulda nasıl davranacağını çok iyi biliyordu. Bu yüzden “Sizi ne zaman almamı istersiniz Yetkin Bey?” diye sordu.

Yetkin, “Seni arayacağım. Vereceğim adrese gelip beni alırsın. Şu anda nereye gideceğimi ve dışarıda ne kadar vakit geçireceğimi bilmiyorum.” dedikten sonra yürümeye başladı.

Yetkin’in şoförü "Siz iyi misiniz Yetkin Bey?" diyerek arkasından seslendiğinde, sorusuna yanıt alamadı. Arabanın açık olan kapısını kapatırken sıkıntılı bir ses tonuyla kendi kendine konuştu.

Yetkin, attığı her adımda öfkesinin biraz olsun yatıştığını hissetti. Buna rağmen açık hava baş ağrısına hiç iyi gelmemişti. Ağrısı her geçen saniyede daha da artıyordu.

İçinden iyi bir mekân bulabilmek adına dilek tuttuktan sonra, yürüyüşüne devam etti. On dakika sonra, duvarlarında ünlülerin portrelerinin bulunduğu bir kafe çıktı karşısına. Bu tarz mekanlarda oturup bir şeyler yiyip içmekten çok keyif alırdı.

Kaşlarını çatıp derin bir nefes aldıktan sonra kafenin içine girdi. Mekânın içine boş masa bulabilmek adına göz attığında, onu gördü. Elinde tutmuş olduğu çatalıyla Yetkin'e bakıyordu ve gözlerini gözlerinden ayırmamıştı.

Yetkin'in adliye çıkışında çarpıştığı genç kızdı karşışına çıkan. Aynı gün içinde ikinci kez onu görmesi tesadüf müydü? Belki de kaderdi.

Kendisine bakmaya devam eden kızın gözlerine baktıkça dalıp gitmek istediğini fark etti. O sırada aklına kızın düşük çenesi geldi ve bakışlarını hemen çekti. Ne onu rahatsız etmek istiyordu ne de kendisi rahatsız olmak.

Boş olan masalardan birine oturduğunda, siparişini verebileceği bir garson bulmak umuduyla çevresine bakındı. Bakışları çevresini talan ederken, hala genç kızı düşündüğüne şaşmadan edemedi. Kıza bu kadar uzun süre bakması, yanlış anlaşılmasına sebep olmuş olmalıydı. Belki de gözünde bir sapık imajı çizmişti. Sapık imajı mı? Bu düşünce tam bir felaketti.

Aklına gelen düşüncenin ardından genç kıza ne kadar süre baktığını hesaplamaya çalıştı ama başarılı olamadı. Canı sıkkın bir şekilde “Umarım fazla uzun bakmamışımdır.” demekten kendini alamadı.

Yanına gelen ve menüyü bırakan garsona teşekkür ettikten sonra menüyü incelemeye başladı. Bir süre sonra ne istediğinde karar kılıp garsona siparişini verdi.

Siparişini alan garsonun yanından ayrılmasıyla, cep telefonunu ceketinin iç cebinden çıkardı. Babasının isteği üzerine anlaşma yapacağı şirket ile ilgili araştırma yapmaya başlaması gerekiyordu. Gerekmesine gerekiyordu ama aklı o kızdayken bunu nasıl yapacaktı? Zihnini ondan arındırmaya çalışıyor ama bir türlü başarılı olamıyordu.

Alev’in kendisini terk ettiği günden bugüne kadar geçen süre zarfında bu bir ilkti. Hayatına terk edildiğini öğrenince girmek isteyen çok kadın olmuştu ama hepsini reddetmişti. Sevgilisinden hemen ayrılan ve onu gerçekten seven bir adamın yas tutması gerekmiyor muydu? Gerekiyordu. Yetkin de tam olarak öyle yapmıştı. Hayatına kimseyi almayarak yas tutmaya devam etmişti ama bu kızın diğerlerinden farklı olduğunu hissediyordu. Ona bunu düşündüren şeyin ise ne olduğundan emin değildi.

Mirzanlı Holding'in ilk ve tek varisi olduğu için çok şanslı olduğunu düşündü. Şu an için tek isteği genç kızı aklından atabilmek ve kendini araştırmaya verebilmekti.

Ellerini ekranda hareket ettirmeye başladı. Mirzanlı Holding olarak en çok yemek şirketleri ile anlaşma yaparlardı. Pek çok lokantaları vardı. Yetkin, kontroller ve iş yemekleri dışında bu lokantaların hiçbirine gitmemişti. İçlerinden birinde bile oturup keyfi olarak karnını doyurmuşluğu yoktu.

Araştırma yapmaya başladığı şirket, tahmin edileceği üzere bir yemek şirketiydi. Türkiye’nin en çok anlaşma sağlanan yemek şirketlerinden bir tanesi olması tekliflerini hemen kabul edeceği anlamına gelmiyordu.

Teklifini kabul edip anlaşma sağlayacağı yemek şirketi, kurulduğu günden bugüne kadar bir kez olsun insanların zehirlenmesine neden olmuş olmamalıydı. Ayrıca yemeklerinin lezzetine ve sunumlarına çok önem vermeliydi. Çalışanların hepsi titizliklerinden ödün vermemeliydi. Şefin ise birkaç tane ödül almış olması gerekiyordu.

Yetkin, babası Galip Bey'den ziyade fazlasıyla detaycıydı ve tam bir kontrol manyağıydı. İstediği şeyler illa ki olmalıydı. Eğer ki olmazsa, olana kadar her yolu dener ve asla pes etmezdi.

Araştırmasına devam ederken bunaldığını hissetti. Bakışlarını çaktırmadan telefonundan çekip göz ucuyla ismini bilmediği kıza baktı. Onu daha önce neden görmediğini düşündü. İşi dolayısıyla iki ay boyunca yurt dışında yaşaması gerekmişti. Bu yüzden genç kız ile karşılaşmadığına ihtimal verdi.

Peki ya diğer zamanlar? Yurt dışına gitmeden önce onu neden görmemişti? Neden onunla daha önceden karşılaşmamıştı? Belki de kaderi buna izin vermemişti.

Kıza bakmaya devam ederken kendisine neden öyle çıkıştığını ve erkeklerden neden bu kadar nefret ettiğini merak etti. Beni tanısaydı severdi, diye düşündü.

Yetkin, fazlasıyla iyi bir insandı. Kadınlara çok değer verir, hem cinsleri pislik gibi davrandığında onlardan tiksinirdi.

Bir keresinde adamın teki bir kıza laf attı diye korumalarının onu dövmelerini sağlamıştı. Hiçbir erkek, kadınları taciz edemez, onlara laf atamazdı. Buna hakları yoktu.

Genç kıza bakmaya devam ederken, siparişinin geldiğini fark etti. Bakışlarını kendisine bakmayan kızdan çekip garsona teşekkür etti. Genç kızı aklından savmaya çalıştı.

Ağzına attığı parçayı yavaş yavaş çiğnemeye başladı. Kendini şu anda ağırlaştırılmış bir görüntüdeymiş gibi hissediyordu ve bu durum rahatsız olmasına sebep olmuştu. Üstelik bir sürü dosya Holding'de incelemesi için bekliyordu.

Sorumluluklarının farkındaydı. Nitekim bu kız ile aynı havayı solumak ilgisini çok çektiği için yemeğini ağırdan yeme kararı almış ve bu kararını uygulamaya koyulmuştu.

 

♥♥♥

 

Siparişi bittiğinde, ağır hareketlerle ayağa kalktı. İsmini bilmediği genç kızın bakışlarını üzerinde hissediyordu ama kendisine bakıp bakmadığını bilmiyordu. Bu merakını giderebilmek adına başını yavaşça ondan yana döndürdüğünde, tahmin ettiği gibi kızın kendisine baktığını gördü ve içinden Olamaz! Dönüp ona baktığımı gördü! dedi dehşete düşmüş bir şekilde.

Aslında tam olarak istediği bu değil miydi? Genç kızın güzelim gözlerini görmek. O gözlere baktığında kendini özgürlüğüne ulaşan bir kuş gibi hissediyordu. Kalbi, heyecandan küt küt atıyor, yanaklarını garip bir sıcaklık sarıyordu.

Neler oluyordu? Neden böyle garip hisler içindeydi? Kalbine sızan garip hisler, aklındaki düşünceler, kıyamama dürtüsü ve daha fazlası...

Bütün bunlara anlam veremiyordu. O böyle değildi ki. Kadınlar sevilmesi için yaratılan varlıklardı fakat hiç tanımadığı birini de sevebilir miydi insan? Ona karşı bir şeyler hissedebilir miydi?

İçinden bir küfür savurdu ve bakışlarını kızdan çekerek hiçbir şey olmamış gibi davranmaya çalıştı. Kızı ne görmüştü ne de onunla tartışmıştı. Her şeyi unutması gerekiyordu. Ama unutabilecek miydi? Hafızasına kazınan bu güzelliği aklından silmek o kadar kolay mıydı?

Kararını aldıktan sonra kasaya vardığını fark etti. Ceketinin iç cebinden cüzdanını çıkardı ve içinden aldığı kartı ödemenin yapılması için bekleyen kasiyere uzattı. Kasiyer siparişinin ücretini karttan çektikten sonra "Yeniden bekleriz." diyerek kartı uzattı.

Yetkin, kartı kasiyerden alıp gerçek deriden yapılma cüzdanına yerleştirdikten sonra, ağır adımlarla yürümeye başladı. Gitmek istemiyordu. Her bir hücresi genç adama burada kalması için ısrar ediyor, onu burada kalması için zorluyordu. Nitekim bunu yapamazdı. Zaten babası ile arası iyi değildi, bir de Holding'e gitmeyip yapması gereken işleri tamamlamazsa araları daha da açılacaktı.

Genç adam benliğine karşı gelerek kafeden dışarı çıktı ve kendisini bekleyen şoförüne dikti mavi gözlerini.

Şoförü attığı mesaj üzerine erkenden kafenin önüne gelmişti ve aracın önünde onu bekliyordu. Yetkin'in kafeden çıktığını gördüğünde, aracın kapısını açtı ve genç adama bakmaya devam etti.

Genç adam sıkıntıyla soluyup sağ yanağını kaşıdıktan sonra araca doğru yürümeye devam etti. Araca binmesinin ardından şoförü kapıyı kapatıp sürücü koltuğunda yerini aldığında, bakışlarını Yetkin'e yöneltti. Genç adamın gözlerindeki ifadeyi görebiliyordu. Ayrılığın verdiği acının her bir zerresine yayıldığı, canını yaktığı apaçık görünüyordu.

Yetkin'i uzunca bir aradan sonra ilk kez bu şekilde görmek hem şaşırmasına hem de endişelenmesine sebep olmuştu. Yetkin’e birkaç kez seslense de yanıt alamadı.

Yetkin, şoförünün kendisine seslendiğini bir türlü duymuyor ve pencereden ismini bilmediği kızı görmek umuduyla bakmaya devam ediyordu. Algın'ı aklında tutmaya devam ederse, mutsuz olacaktı. Bunu yapmaması gerekiyordu.

Nihayet şoförünün sesini duyup bakışlarını ona çevirdiğinde, zihni darmadağınıktı. Renkler cümbüş cümbüş hareket ediyor, sürekli kızın yüzünü ortaya çıkarıyordu.

Gözlerini kapadıktan sonra aklından geçen düşüncelere daha da şaşırdı.

Ah güzel kız. Seni bir daha görebilecek miyim acaba? Senin diğerlerinden farklı ve özel olduğunu hissediyorum.

Bu düşüncesi ne kadar doğruydu? O, düşündüğü gibi diğer kızlardan farklı ve özel miydi? Bunu Yetkin'e düşündüren neydi? Kendisine gösterdiği dik başlılığı mı yoksa başka bir şey miydi?

Onu tanımak istiyordu. Hakkındaki her şeyi öğrenmek. Peki, bunu nasıl yapacaktı? İşte bu konuda hiçbir fikri yoktu. Belki de onu unutmak en iyisiydi. Ne de olsa bir daha görme ihtimali çok düşüktü.

Şoförünün “Dalgınsınız Yetkin Bey. Bir sorun mu var?" demesi üzerine "Önemli bir şey değil." diyerek sorduğu soruyu geçiştirmeye çalıştı. Bunu sorma amacını çok iyi biliyordu aslında. Ama çıkıp da diyemezdi ki daha bugün gördüğü ve tanımadığı genç kızın ilgisini çektiğini.

Yetkin'in sözlerinden ikna olmasa da genç adam yavaşça başını salladı. O bunu yaparken Yetkin, söylediğinden tatmin olmadığını gözlerinden okumuştu.

"Holding'e mi gidiyoruz Yetkin Bey?” diye sorduğunda genç adamdaki durgunluğun daha da belirginleştiğini gördü.

“Evet.” derken Yetkin'in verdiği yanıt belli belirsizdi. Şoförünün sesini duyup duymadığından bile emin olamamıştı.

Başını tekrardan kafeye doğru çevirdiğinde, ismini bilmediği kızı görmek, parka giden bir çocuk gibi heyecanlanmasına sebep oldu. Birkaç saniye içinde heyecanı daha da arttı ve dudaklarının hafifçe kıvrılması, hayal âlemine daldığını çok belli etti.

Araç hareket ettiğinde Yetkin, hala onu düşünüyordu. Güzelliği uzunca, çok uzunca bir süre aklında kalmaya devam edecek gibiydi. Genç adamın da zaten bu güzelliği aklından çıkarma gibi bir niyeti yoktu.

 

♥♥♥

 

Yetkin'in kafeden gitmesiyle rahatladığını fark etti Algın. Adliyedeki tartışmaları yüzünden adama karşı içinde yoğun bir öfke vardı. Yaşananlar aklına geldikçe çıldırdığını hissediyor, öfkeden kudurmaya yüz tutan bedenini zor zapt ediyordu.

Kaşlarını çatıp nefesini dışarı verdi ve ellerini alnında gezdirdiğinde terlediğini fark etti. Az önce içtiği bol buzlu limonlu Ice-Tea'den dolayı hasta olmamayı diledi. Bağışıklık sistemi biraz zayıftı. Kolay hastalanıyor ama kolay iyileşemiyor, çoğunlukla hastanede yatıyordu.

Genç adam gitmişti gitmesine ama bakışları hala kapıdaydı. Elinde tuttuğu çatal parmaklarının arasından kayıp çilekli payının olduğu tabağın kenarına düştüğünde kendine geldi ve gözlerini heyecanla birkaç kez kırpıştırdı.

Ortaya çıkan sesten dolayı çevresine bakmak zorunda kaldığında, kimsenin kendisine bakmadığını görmek rahatlamasına sebep oldu. İlgi odağı olmayı ve insanların bakışlarını üzerinde hissetmeyi sevmezdi.

Dişlerini birbirine sıkıca bastırdıktan sonra çatalı yeniden eline aldı. O anda fark ettiği şey, epey şaşırmasına sebep oldu. Hayatında ilk kez çilekli payını bitirmemişti. Ne kadar süredir yemiyordu? On dakika? Yok artık. Daha fazla olmalıydı. Yarım saati geçmişti kesin. Şimdi aklındaki gereksiz düşünceleri yok etmeli ve çilekli payının tadını çıkarmalıydı.

İsmini bilmediği kaba adamı bir daha görmemeyi diledikten sonra, payının kalan son parçasını ağzına attı. İçeceği tepesine dikip birdenbire vücuduna yayılan garip sıcaklığı bastırmaya çalıştı.

Allah Allah... Bu sıcaklık nereden çıktı? Üstelik kalp atışım da hızlandı. Neler oluyor anlayamıyorum. O adam gittikten sonra kendimi daha rahat hissetmem gerekirken tam tersi bir ruh haline bürünmüş gibiyim. Ya sabır. Ya sabır. Bir daha göremeyeceğin, kimin ne idüğü belli olmayan adam yüzünden kendine bu işkenceyi çektirmesen Algın? Evet, evet. Şimdi ne yapıyorum? Sakin oluyorum.

Masanın üzerinde durmakta olan telefona kayan bakışları, içinden konuşmasını sonlandırdı. Telefonu eline aldığında ekrana baktı ve arayan numarayı tanımadığını fark etti. Kimdi bu saatte arayan? Telefonunu uzunca süredir yabancı numaralar aramıyor, genelde arkadaşları arıyordu.

Aramayı yanıtladığında "Alo?" dedi ve karşı tarafın sesinin duyulmasını bekledi.

"İyi günler. Algın Türk ile mi görüşüyorum?"

Konuşan bir bayandı. Adını ve soyadını nereden biliyordu? Genç kız, daha da meraklandığını fark etti. "Buyurun, benim."

"Merhaba Algın Hanım. İsmim Alara. Mirzanlı Holding'den arıyorum sizi. İş başvurusunda bulunduğunuzu gördüm. Başvurunuz, iş arayışınız hala geçerli midir?"

Mirzanlı Holding mi? Doğru duyduğuna emin miydi? Üniversiteden mezun oldu olalı çalışmak için can attığı Holding'den arıyorlardı onu. Kadının sözleri zihninde film şeridi gibi hareket etmeye devam ederken, heyecanla ayaklarını yere bastırdı.

"E... Evet. Hala iş arıyorum."

Telefondaki kadının sesi almış olduğu yanıtla daha keskin bir hale büründü.

"Pekâlâ. O halde sizi daha detaylı görüşme sağlamak üzere Holding'imize bekliyoruz. Yarın sabah dokuz ila on arası Holding’de olmanız gerekmektedir. Lütfen geç kalmayınız."

Kesinlikle geç kalmayacaktı. Hatta ve hatta kendisine söylenen saatten daha önce orada olacaktı. Beklediği fırsat ayağına gelmişti. Kaçırır mıydı hiç?

O kadar mutlu olmuştu ki, gözleri ışıl ışıl parlıyordu. Kalbi sevincinden dolayı heyecanla atmaya başlamıştı.

"Tabii. Yarın sabah saat dokuzdan önce orada olacağım. Arayıp haber verdiğiniz için çok teşekkür ederim."

"Biz teşekkür ederiz. İyi günler."

Telefonun kapanmasının ardından genç kız, elini kalbine götürdü ve "Çok şükür, çok şükür." dedi. Ses tonu biraz yüksek çıkmış olmalıydı ki kafedeki tüm bakışlar ona döndü.

İlgiyi sevmediğinden, insanların bakışlarının kendisine dönmesi fazlasıyla rahatsız olmasına sebep olmuştu.

Sağ elinin parmaklarını avuç içine doğru topladı. "Pardon." dedi belli belirsiz bir sesle. Yüz ifadesi bu durumdan hoşnut olmadığını apaçık belli ediyordu ve yanakları kızarmıştı.

Derin bir nefes aldıktan sonra arkasına döndü ve sandalyenin arkasına asmış olduğu çantasını omzuna asarak yürümeye başladı. Kasaya vardığında gördüğü garsona "Arda!" diye bağırdı. Bu kasiyer Algın'ın en yakın arkadaşlarından biri gibiydi ve kendisinden iki yaş küçüktü.

Algın'ın sesini duyan genç adam, ona doğru döndüğünde elinde siparişleri almak için tuttuğu mini defter vardı. Genç kızın kendisini çağıran hareketini gördüğünde, yürümeye başladı. Algın, onu çalışırken kolay kolay rahatsız etmezdi. Bu yüzden ne diyeceğini çok merak ediyordu.

Çimen yeşili gözlere sahip olan Arda, soluğu Algın'ın yanında aldığında merakla "Ne oldu?" diye sordu. "Bir sorun yoktur inşallah."

Keyfi fazlasıyla yerinde olan Algın "Ne sorunu olacak oğlum." diyerek Arda'nın omzuna vurdu. "Turp gibiyim, turp. Hatta o kadar turp gibiyim ki, utanmasam insanların içinde sevinç dansı yapacağım. Birkaç dakika önce beni telefonla aradılar. Gelmemi söylediler."

Gelmek? Algın, neden söz ediyordu?

"Ne gelmesi Algın? Neden bahsediyorsun? Şunu doğru dürüst anlatsana." dedi Arda kafa karışıklığını belli eden ses tonuyla.

İnsanların konuşma sesleri kulağına çalınmaya devam ediyordu. Bazılarının sesi üzgün, bazılarının neşeli, bazılarınınsa monotondu. Her ne hakkında konuşuyorlarsa genç kızın ve Arda'nın arasındaki yakınlığı fark etmedikleri apaçıktı.

"Mirzanlı Holding diyorum. Aradılar diyorum. Görüşme için çağırdılar diyorum. En sonunda emeğimin karşılığını alacağım diyorum." dedi Algın ettiği duanın kabul görmesinden son nerece memnun olduğunu belli eden şen şakrak sesiyle.

Algın'ın bu sözleri üzerine en sonunda jetonu düşmüştü Arda'nın. Onun adına çok sevindiğini hissetti.

"Vay be. Demek sen de meşhur Mirzanlı Holding'e gireceksin ha? Hayırlısı olsun şimdiden hakkında. Azim ettin, karşılığını da aldın." dedi genç kıza bakarak. Daha sonra ona sıkıca sarıldı.

Algın, Arda'nın sarılışına karşılık verdikten sonra gülümsemeden yapamadı. İçi kıpır kıpırdı ve kendini küçük bir çocuk gibi hissediyordu.

"Teşekkür ederim. Teşekkür ederim." dediğinde Arda'ya seslenen müşterinin sesini duydular. Bunun üzerine Algın'a sarılışını sonlandıran genç adam "Sonra konuşuruz." dedi ve Algın'ın yanından ayrıldı. Adımları seriydi ve müşteri ile ilgilenmek için giderken sevinci hala yüzünden okunuyordu.

Algın, Arda'nın yanından ayrılmasının ardından kasiyere verdiği siparişin ücretini ödedi ve dışarı çıktı. O anda aklına yıllar önce geçirmiş olduğu trafik kazasında ölen biricik arkadaşı Ece geldi. Keşke hayatta olsaydı. Algın'ın hayaline kavuşmak üzere olduğunu gördüğünde kesin sevinçten havalara uçardı.

Hala içi içine sığmıyordu. Sokakta, insanların önünde sevinç dansı yapmamak için kendisini zor tutuyordu. Havalara uçmak, bağırarak sevincini herkesle paylaşmak istiyordu.

Önünden geçtiği her dükkan sahibine hayırlı işler dileyip yürüyüşünü sürdürürken hayal kurmaya devam etti.

Sokağa girdikten sonra gözüne çarpan bir kedi yavrusu olmuştu. Algın, kedileri çok seviyordu. Sokaktaki kedileri besler aynı zamanda onları sahiplenirdi de. Hastalıklarında, acıktıklarında, susadıklarında, hayatlarının devam ettiği her anda onlara bakmayı bir borç olarak görüyordu.

Allah'ın insanlara emanet olarak yarattığı bu masum canlara kıyabilir miydi? Tabii ki de hayır. Hayvanlara eziyet eden insanları kanunlar izin verse paramparça edecekti ama yapamıyordu. Yasalar elini kolunu bağlıyordu.

Kedi yavrusuna doğru sakin adımlarla ilerledi ve yanına çömeldi. "Ne tatlı şeysin sen." derken bakışlarını kendisine çeviren kediyi kucağına aldı ve tüylerini okşamaya başladı. Kedi, sanki onun sevgisini hissetmişçesine hiç sesini çıkarmıyor, kıpırdamıyor ya da tırmalamıyordu. Hayvanlar sevgiyi hissederdi. Tıpkı kendilerini sevmeyen ve korkan insanları hissettikleri gibi.

Kucağındaki kedi ile birlikte evine doğru ilerlemeye devam ederken yerdeki irice taşı görmemişti. Ayağı bu taşa takıldığında az kalsın düşüyordu. Dengesini sağlayıp taşı kenara itekledikten sonra “Hay ben senin gibi taşın…” dedi. “Güzel giden günümü ne olursun berbat etme.”

Loading...
0%