Yeni Üyelik
34.
Bölüm

10. Bölüm

@yazarcerenoktay

30.09.2024, 15:11 💖
Yeni kitabıma hepiniz hoş geldiniz,
ve keyifli okumalar!

Okumaya başladığınız tarihi ve saati buraya yazın lütfen.

Polis Memuru karşısındaki adama öfkeli gözlerle bakmaya başladı. Adamın yüzündeki maskeyi karakola getirmeden çıkarmışlardı ve gizlediği yüzü ortaya çıkmıştı.

İfadesini almak üzere odaya gelen başka bir Polis Memuru, adamın yüzündeki her mimiği ve ellerinin hareketlerini dikkatlice gözlemeye başladı. Yüz ifadesinden, hal ve hareketlerinden yalan söyleyip söylemediğini anlayabilirdi.

Arkadaşı ondan önce davranıp "Anlat bakalım, genç kızı neden kaçırmak istediniz?" diye sordu. Bir süre bekledi ama adam yanıt vermedi. Bunun üzerine soruyu soran Polis Memuru, arkadaşına dönüp "Tuna Amirim, isterseniz arkadaşın ağzından baklayı siz çıkarın. Eğer ki ben çıkarmaya çalışırsam kötü olacak." dedi.

Tuna Amir, arkadaşının isteği üzerine sorgu odasındaki adamın karşısındaki sandalyeye oturdu. "Sana bir soru sorduk." dedi sert sesiyle. "Genç kızı neden kaçırmak istediniz? Hemen yanıt ver!"

Adam, yine hiçbir şey söylemedi. Polis Memurlarının sinirleri gerildikçe gerilmeye devam ediyordu.

"Ağzımdan tek bir kelime alamayacaksınız. Ne olduğunu, neden bunu yapmak istediğimizi anlatmayacağım. Zaten neden anlatayım ki? Bu sizi ilgilendirmez. Polis Memuru olmanız demek, size anlatacağım anlamına gelmiyor. Bakın siz ne yapın en iyisi biliyor musunuz? Beni direkt tutuklayıp adliyeye gönderin. Arkadaşımı da. Böylece ne sizin kafanız ağrır ne de bizim."

Tuna Amir, odaya sonradan giren arkadaşı Esra Komiser'e baktıktan sonra bakışlarını yeniden adama çevirdi. "Ahmet Çelik'ti değil mi senin adın?" Sesi sertti. Dişlerini sıkmıştı ve adamı her an pataklayacakmış gibi görünüyordu.

Adam, Tuna Amir'in sorusu üzerine yavaşça başını salladı. "Evet." dedi. Bakışlarında hiç korku yoktu ve korkusuzca Tuna Amir'e bakmaya devam ediyordu. Tuna Amir'in toplamış olduğu simsiyah saçlarını, şekillendirilmiş sakalını, üzerindeki gri renkteki düğmeleri iliklenmemiş gömleğini ve altındaki bembeyaz olan tişörtünü görebiliyordu. Adamın tarzı çok iyiydi. Giydiği şeyleri kendine yakıştırmayı başarmıştı.

Tuna Amir, sağ elini sertçe masaya vurduktan sonra ayağa kalktı ve öne doğru eğilip "Bana bak Ahmet Çelik, amacınızın ne olduğunu bana anlatmazsan eğer sana ömründe yaşamadığın bir eziyeti yaşatırım. Kurtulmak için ne kadar çabalarsan çabala, kurtulmana izin vermem!" dedi. Bunu gerçekten de yapardı. Dünyanın böyle pislik insanlardan arınması gerektiğini düşünüyordu. Elini kirletmek ve adamı pataklamaktan hiç çekinmezdi.

Ahmet, Tuna Amir'in sert tavrından hiç etkilenmemiş görünüyordu. Rahat tavrını korumaya devam ederek "Siz beni bunlarla mı korkutacağınızı zannediyorsunuz? Ben eğer ki sizden korkuyor olsam emin olun böyle bir işe kalkışmazdım. İsterseniz dövün isterseniz öldürün umurumda olmayacak." dedi.

Tuna Amir, az önceki halinden daha fazla sinirlendiğini hissetti. Bu adamı eline alıp iyice dövesi geliyordu ama sabredecekti. Özellikle içeride Esra Amir varken iyice sabretmesi gerekiyordu. Genç kıza karşı bir şeyler hissettiğinden dolayı, kaba bir şekilde davranmamalıydı.

Sabırlı olmaya çalıştı ve Polis Memuruna döndükten sonra "Hemen götürün bunu buradan. Nezarethaneye kapatılsın. Belki aklı başına gelir." dedi.

Esra Amir, Polis Memuruna bakmasının ardından başını yavaşça salladı ve sorgu odasından dışarı çıktı. Peşi sıra Tuna Amir, onu takip etti.

 

♥♥♥

 

Algın, Esra Amir eşliğinde girmiş olduğu ifade odasında, ifadesini vermeye devam ediyordu. Son cümlesinin ardından Esra Komiser'in kendisine "Hiç şüphelendiğiniz ya da bunu size yaptıracak birisi var mı?" diye sorduğunu duydu. Vardı. Olmaz mı? O anda aklına gelen tek isim Emrah'tı. Zaten ondan başka kendisiyle uğraşan ve problemi olan birisi yoktu ki.

"Var." dedi hemen. Kesin o adamları başına musallat eden kendisiydi. Evine gecenin bir yarısı gelip telefonla taciz etmesi yetmiyormuş gibi şimdi de adam tutup kendisini kaçırması için göndermişti. Tam bir pislikti. Ondan tiksiniyordu.

Gözlerinde öfke belirirken "Eski erkek arkadaşım Emrah Ulusoy. Kendisinden problemli bir şekilde ayrıldım. Yetkin Bey'in gözü önünde bana kötü davrandı üstelik. Bunun üzerine ikisi kavga etmeye başladılar." dedi.

O an gözünün önünde canlanmaya devam ederken, düşüncelerinde boğuluverdi. Bir sel misali her bir sahneyi görmeye devam ediyordu ve kaşları çatıktı.

Esra Komiser, Algın'ın sözleri üzerine gerildiğini hissetti. "Kötü davrandı derken? Tam olarak ne olduğunu anlatır mısınız?" diye sordu. Umarım aklına geleni yapmamış, genç kıza şiddet uygulamamıştı.

Tok bir ses tonuyla "Mirzanlı Holding'de çalışmaya başladım." dedi. Sesi kendine çok garip geliyordu ve kendisini çok kötü hissediyordu. "İlk iş günümde kendisi de oradaydı. Kendisi eski erkek arkadaşım olduğundan dolayı parfümünün kokusunu onu görmeden almıştım. O anda hissettiğim duygu o kadar kötüydü ki. Onun gelmemiş olduğunu umuyordum. Onun Holding'e gelecek bir insan olmadığından o kadar emindim ki ama gelmişti işte."

Sanki sarf ettiği her sözcükte vücudu kanıyordu. Bu durumdan memnun değildi. Vücudunu kaplayan üzüntüden kaynaklı yaralar, her bir yanını sarmaya devam ediyor, onu daha da mahvediyordu.

Bu hislerinden sıyrılmaya çalıştı ve derin bir nefes alırken şişen göğsünü hissetti. Ellerini yüzünde gezdirdikten sonra konuşmasına devam etti.

"Onu görmemle büyük bir şoka uğramıştım. Kokusunu aldığım kişi gerçekten oydu ve beni gördüğüne hiç şaşırmamış gibiydi. Ben ise Emrah'ı gördüğüme hala inanamıyordum. Holding’e nasıl girmişti? Hala benden vazgeçmemiş ve canımı yakabilmek adına beni takip etmeye devam mı ediyordu yoksa? diye düşünmeden yapamamıştım. Ben bu düşünceler ile boğuşurken hemen yanı başımda olan bir genç kızın Onu tanıyor musun? diye sorduğunu duydum ama yanıt vermedim. Hızla genç kızın yanından ayrıldıktan sonra Emrah'ı kolundan yakaladım ve kendime doğru döndürdüm. Gözlerim öfkemden dolayı alev alev yanıyordu. Kendimi tutamayıp Senin burada ne işin var! diye bağırdım.”

Algın, yaşananları tekrar tekrar hatırladıkça daha da yaralandığını hissediyordu. Elini gerginlikle masanın üzerine vurmaya başlamış, Esra Komiser'in sözleri üzerine bunu yapmaya son vermişti.

Emrah, kalbindeki beyazlık kirlenen insanlardandı. İyilik nedir, sevgi nedir, aşk ve sadakat nedir hiç bilmiyordu. Algın, bunu geç fark ettiğinden dolayı kendine kızsa da sonrasında bir şekilde hayatını rayına oturtmayı başarmıştı. Emrah'a artık nasıl davranması gerektiğini, hangi anda ne demesi gerektiğini çok iyi biliyordu.

Esra Komiser, Algın'ın ifadesini not almaya devam ediyordu. Genç kızın anlattıklarını dinlerken bazen vücudunun buz kestiğini bazen de kalbinin ürperdiğini hissediyordu. Yine de elinden geldiğince hissettiklerini belli etmemeye çalışıyordu.

Algın, zihninde dolaşmaya devam eden düşüncelerini yok saymaya çalışarak anlatmaya devam etti.

Algın, Esra Komiser'in kendisine verdiği bir bardak suyu içtikten sonra "Çok teşekkür ederim." dedi. "O anları hatırladıkça zaten çok rahatsız hissediyordum kendimi. Su içmek çok iyi geldi."

Esra Komiser, gülümsedi ve "Rica ederim." dedi. Esra Komiser, algın’ın anlatması bitince genç kızın elini tuttu. "Yaşadıkların için çok üzgünüm. Çevremizde senin yaşadıklarını yaşayan, senden belki de daha ağırlarını yaşayan kadınlar var. Erkeklerin çoğunun neden bencil olduğunu, kadınları ezip aşağıladıklarını hala anlayabilmiş değilim. Keşke her kadın senin yaptığını yapabilse. Sen ondan ayrılmışsın. Kendi yoluna gitme kararı almışsın. Bunu kadınların çoğu yapamıyor."

Algın, kendini yıkık dökük olan ruh durumundan sıyırmaya çalışarak "Keşke." dedi. "Aslında isteseler yapabilirler. Lakin korkuyorlar. Erkeğin üzerlerindeki hâkimiyetine o kadar çok alışmışlar ki. Bu çok üzücü bir durum."

Esra Komiser, Algın'ın bu sözlerine karşılık sustu. Bir şey demedi. Zaten ne denebilirdi ki? Ortada olan kabullenmişliği kendi istekleri ile değiştirmeleri gerekiyordu. Bu zorla ya da baskı kurarak yaptırılabilecek bir şey değildi.

"İfademin kalanına devam etmem gerekiyor sanırım." dediğinde Algın "Ah, tabi." dedi Esra Komiser. "Lütfen. Dinliyorum sizi."

Algın, gözlerinin önüne düşen saç tutamını geriye attıktan sonra olanları anlatmayı sürdürdü.

Algın'ın öfkelenmesi Emrah'ın hiç ama hiç umurunda değildi. Hatta ve hatta genç kızın öfkelendiğini görmek, onu daha da keyiflendiriyordu.

Esra Komiser, Algın'ı dinlemeye devam ederken yanındaki Polis Memuru da ifadeyi not almaya devam etti. Algın'ın anlattığı her şeyi not alıyor, ifade bitiminde de tekrardan okuyup onay alabilmek adına bilgi girişini sağlıyordu.

Olanlar fazlasıyla can sıkıcıydı ve bu durumun Algın'ı fazlasıyla bunalttığı da apaçık belli oluyordu. Zaten kim rahatsız olmazdı ki böylesine karaktersiz birinden söz ederken? Kadınlara zerre kadar değer vermeyen, kendisini bir halt sanan egoist birinden söz etmek hiç de güzel değildi.

O anlar aklına gelmeye devam ettikçe anlatmayı sürdürdü. Anlattıkça anlattı. “O anda içimdeki aslan daha da kükreye kükreye ikisini takip etmeye başladım ve peşleri sıra Yetkin Bey'in odasına girdim. Emrah'ın karşısındaki koltuğa oturduktan sonra, gözlerimi kısarak önce Yetkin Bey'e sonra da Emrah'a baktım. Yetkin Bey'in duyamayacağı şekilde Senin derdin ne? diye söylendim. Buradan da benden de bizden de uzak dur. Ama beni dinlemeyeceğini çok iyi biliyordum. Benim üzülmemden, canımın sıkılmasından çok keyif alıyordu. Bu adeta ona güç kazandırıyordu."

 

♥♥♥

 

"Bundan şunu mu çıkarmalıyız? Emrah'dan ayrılmana rağmen senin peşini bırakmıyor."

Algın, Esra Komiser'e her şeyi anlatmasının ardından kendisine sorduğu soruya "Aynen öyle. Bir şeyi daha belirtmeliyim, kendisine karşı savcılıkta açılan bir davam var. Davam yeterli delil olmamasından dolayı kapatıldı." dedi.

Bundan haberi olmayan Esra Komiser "Ne davası?" diye sordu.

Algın, Esra Komiser'in sorusu üzerine "Evime gecenin bir yarısı gelmeleri, telefonla arayıp sürekli rahatsız etmeleriyle ilgili dava. Telefonumda o kadar arama delili olmasına rağmen ve komşuların onun gece yarısı gelmesine karşılık gösterdikleri tepkiler o kadar ortadayken yeterli delil yok, diye kapatıldı."

Esra Komiser, bakışlarını yanlarındaki Polis Memuru'na çevirdi. "Selman, Algın Hanım'ın açtığı dava dosyasını bir inceleyelim. Ayrıca Emrah Bey'i de evinden getirin. Bakalım derdi neymiş? Adamları da onunla yüzleştirmemiz gerekiyor."

Algın'ın ifadesi alınmaya devam ederken içeri giren Tuna Amir, Bütün ifade boyunca sessiz kalmıştı. Bakışları Esra Komiser ile buluştuğunda, kaşlarını çattı. O zorba her kimse kolay kolay sıyrılamayacaktı bu defa. Algın, şikâyetçiydi ondan. Aynı şekilde Yetkin de.

"Tamam Komserim." dedi Selman. Arkasına döndü ve odadan dışarı çıkıp kapıyı kapattı.

Algın, ifadesini imzaladıktan sonra kendisini daha da bitkin hissederek ifade odasından dışarı çıktı. Yetkin ile Pars, dışarıda onu bekliyordu.

Yetkin, Algın'ın ifadesi devam ederken çok bunaldığı için Algın'ı görünce rahatladığını hissetmişti. Hemen yürüdü ve "İyi misin?" diye sordu Algın'ın yanına gidip. Genç kıza sıkıca sarıldı.

Algın "İyiyim." dedi. "Sadece kendimi çok yorgun hissediyorum. Berbat bir gün geçirdim."

Yetkin, anlayışla başını salladı. "İstersen bugün için bizde kal. Hem Kumsal Anneye de muhabbet arkadaşı olursun." dedi.

Algın, itiraz edemeyecek kadar yorgun hissediyordu kendini. Bu yüzden "Olur." dedi. Yetkin'in isteğini seve seve kabul etmişti. Evde yalnız kalıp da tekrar korkmaktansa birilerinin yanında olup güvende olmayı tercih ederdi.

Karakoldan dışarı çıktıklarında yürümeye devam ederlerken Algın birden durdu ve Yetkin'e döndü. "Şey." dedi söylemek ile söylememek arasında gidip gelirken.

"Ne oldu?" diye sordu Yetkin. "Bir yerin mi ağrıyor yoksa?"

"Yoo..." dedi Algın. "Bir yerim ağrımıyor. Bunu söylerken açıkçası biraz çekiniyorum ama evimde sahiplendiğim kedilerim var. Onları yalnız bırakamam. Eğer sizin için de sorun olmazsa size gitmek yerine beni eve bıraksanız ve ben onların yanında kalsam."

Yetkin, hayvanları çok severdi. Algın'ın da yalnız kalmasını istemiyordu. Emrah’ın onu yeniden rahatsız etme riski yüksekti. Bu yüzden "Sorun yok." dedi. "Hatta şöyle yapalım, eve gidelim. Kedilerini alalım. Bana götürelim. Ben orada bir yer ayarlatırım onlara. Sen güvende olana kadar orada kalırlar."

Yetkin'in teklifi iyiydi. Güzeldi. Lakin sadece bir gün için bu teklifi kabul etmek saçma olmaz mıydı? Öyle olurdu. Bu yüzden de Algın "Ama bir günlüğüne kalacağım sizde. Uzun süre kalmayacağım ki." dedi.

Genç kızın kafası karışmıştı. Yetkin, neden sanki onlarda uzunca bir süre kalacakmış gibi konuşmuştu ki? Anlamıyordu.

"Sen öyle düşünüyorsun ama ben seni bu olanlardan sonra asla yalnız bırakamam. Her an yeni bir tehlike ile karşılaşabilirsin. Büyük ihtimalle kaçırılma girişimi ile karşılaşmana sebep olan Emrah. Ondan başka kimse ile düşman olmadığına ve onun da seni bırakma gibi bir niyeti olmadığına göre, başkasını düşünemiyorum."

"Sende mi aynısını düşünüyorsun?" diye sorduğunda Algın, konuşma dışında kalan Pars "Ben de varım burada. Benim anlayabileceğim bir dilde konuşur musunuz?" diye sordu. "Lütfen beni unutmayın.

Yetkin, arkadaşının sözleri üzerine gülmeden yapamadı. "Kardeşim benim, seni hiç unutur muyum ben?" dedi. Daha sonra bakışlarını Algın'a çevirip Pars'ı işaret etti. "Algın Pars, Pars Algın."

Genç adamın tanıştırmasının ardından tokalaştılar ve aynı anda "Tanıştığıma memnun oldum." dediler.

Onları izlemeye devam eden Yetkin, tokalaşmayı bırakmalarının ardından Pars'a döndü. "İstersen sen direkt bize git. Algın ile evine uğradıktan sonra geleceğiz biz." dedi.

Pars, yavaşça başını salladı. İmalı imalı arkadaşına bakmasının ardından "Olur Patron. Sen emret yeter." dedi. Ardından güldü. Yetkin'e bu şekilde takılmayı çok severdi. "Neyse. Ben gidiyorum o zaman. Sonra görüşürüz."

"Görüşürüz." dedi Yetkin. Pars, onları geride bırakarak aracına doğru yürümeye başladı.

Algın, adım atıp yürüyeceği sırada Yetkin uzandı ve kolunu tutup onu durdurdu. Genç kız, durmasıyla neye uğradığını şaşırdı ve Yetkin'e döndü.

"Ne oldu?"

Bunu nasıl söyleyeceğinden emin değildi ama öyle ya da böyle söylemesi gerekiyordu. "Babam. Eve girdiğimizde biraz problem çıkarabilir ama ona aldırış etme. O benimle anlaşamadığı için sana saracaktır. Sana daha önce anlatmıştım olanları." dedikten sonra Algın'ın kolunu bıraktı ve kızın gözlerine bakmaya devam etti.

Algın, bir an için gidip gitmemekte tereddüt yaşadı. Oraya gidip Yetkin ile babasını karşı karşıya getirmek istemiyordu. Bu yüzden aklına gelen bir fikir daha mantıklı görünüyordu.

"O zaman bende kalsan ya? Hem böylece baban ile de tartışmamış olursun. Ben ikinizi karşı karşıya getirmeyi asla istemem. Üstelik kedilerimi de sana söylemesem de alıştıkları ortamdan uzaklaştırmak istemiyorum." dedi.

Yetkin, kendini bu teklifi düşünürken buldu. Algın'ın söylediği daha mantıklı geldi. Babası ile kavga etmektense Algın'ın evinde daha huzurlu bir şekilde yaşar hem de genç kızın kedilerini dilediği zaman sevebilirdi.

"Nasıl istersen. Sana gitmemiz daha mantıklı görünüyor anlattıklarına bakılırsa. Aslını istersen ben de ilk başta bunu düşünmüştüm ama bekâr bir kadın olduğundan dolayı yanlış anlayabileceğini düşündüğümden bu teklifi yapmamıştım."

Algın, Yetkin'in bu düşünceli hallerini çok seviyordu. Onu böyle karşısına koysalar saatlerce izlerdi. Üstelik kendisiyle ilgilenmesi, üzerine düşmesi kalbinde garip hislerin belirmesine her zamanki gibi sebep olmaya devam ediyordu.

"İyi ki de yapmamışsın. Valla hiç çekinmem, ayakkabımı çıkarır kafanda patlatırdım."

Algın, bunu gerçekten de yapardı. Zaten Yetkin’in teklifini Kumsal Anne onlarla aynı evde yaşıyor diye kabul etmişti.

"Yaparsın sen. Yapmazsan korkmak lazım senden zaten."

Yetkin, cümlesini bitirdikten sonra gözlerini kıstı ve belli belirsiz güldü. Algın ile birlikte aracına doğru yürümeye başladı. Araca vardıklarında genç adam, Algın'ın oturabilmesi adına kapıyı açtı. Algın, teşekkür ettikten sonra araca bindi. Yetkin sürücü koltuğuna oturduktan sonra "Haydi bakalım." dedi. "Koruma yapacağım bir gün beni bekler."

Algın, bu sözüne karşılık hiçbir şey demedi. Tek istediği gözlerini kapatıp bir süreliğine uyumak ve sessizliği dinlemekti.

 

♥♥♥

 

Algın'ın evinin bulunduğu sokağa girdiklerinde Yetkin, aracı park etti ve uyumakta olan Algın'a baktı. Genç kız uyurken o kadar huzursuz görünüyordu ki, ona içten içe acıdığını hissetti.

Araçtan inmeleri gerektiği için "Algın." diyerek genç kıza seslendi. Yanıt alamadı. Genç kız kıpırdamıyordu bile. Birkaç kez daha seslendiyse de sonuç aynıydı. Bu yüzden genç kızı dürtmesi gerekiyordu.

Algın'ı dürtüp "Eve geldik." dediğinde genç kızın nihayet gözleri açıldı. Çevresine yarı uykulu gözlerle bakınırken "Geldik mi?" diye sordu.

"Geldik." dedi Yetkin. "Uyanman için kaç defa seslendim ama uyanmadın. Geleli birkaç dakika oluyor."

"Öyle mi?" dedi Algın ve emniyet kemerini açmak üzere hareketlendi. Oysa Yetkin, ondan önce davranıp çoktan açmıştı.

"Birileri benden önce davranıp emniyet kemerimi açıvermiş anlaşılan. Hem de benden izin almadan."

Öfkeli gözlerle Yetkin'e bakmaya başladı. Her zaman olduğu gibi yapılan bir iyilik karşısında gördüğü tepkiye şaşırmamıştı doğrusu genç adam. Algın, böyleydi. Ne yaparsan yap ona yaranamıyordun.

"Söyler misin? Uyurken senden nasıl izin alacağım? Belki milyonlarca kez uyandırmak için seslendim ama yanıt bile vermedin."

"İnsan uyurken nasıl yanıt verebilir Allah aşkına söyler misin? Mantıksız mantıksız konuşmaya devam edip benim sinirlerimi bozmadan önce araçtan insek iyi olur."

Yetkin, Algın'ın verdiği tepki üzerine "Tabii." dedi. İkisi de aynı anda aracın kapısını açıp indikten sonra, kapıyı kapattılar ve birbirlerine baktılar.

Algın, tam Yetkin'e bir şey söylemek için ağzını açmıştı ki telefonunun çalması üzerine sözcükler boğazına tıkandı.

Cep telefonunun ekranına baktığında arayanın hiç ama hiç anlaşamadığı ve her şeye burnunu sokan kuzeni olduğunu gördü.

"Off ya. Gece gece nereden çıktın sen? Şimdi o kadar şeyi bir daha sana izah etmekle mi uğraşacağım? Allah bilir kim haber alıp dediyse olanları belli ki seni başıma sarmak istiyor."

Yetkin, meraklı gözlerle Algın'a bakmaya başladı. "Kim ki o?" diye sordu merakını sesine yansıtarak.

"Kuzenim." dedi Algın bıkkınlık dolu bir sesle. "Şimdi telefonu açacağım. Konuşup da susmak bilmeyecek ve beni yordukça yoracak. Üstelik telefonu suratına kapattığımda daha da sinirleniyor. Ne yapacağım hiç bilmiyorum."

"Aç telefonu. Ne olup bittiyse anlat. Madem biliyor olanları, kaçmak çözüm olmak ki."

Algın, burnunu kırıştırdıktan sonra Yetkin'e döndü. "Sen çok biliyorsun." dedi. Ardından aramayı yanıtladı.

"Alo? Evrimcim nasılsın?"

"Hiç iyi değilim valla Algın'cım. Hem de hiç. Neler olmuş öyle? Yola çıktım. Sana geliyorum. Seni bu kadar olandan sonra yalnız bırakamam. Onu haber vermek için aramıştım."

Evrim, doğru mu söylüyordu? Geliyor olamazdı. Buraya geliyor olması demek, Algın'ın hayatının her anına müdahale edeceği anlamına geliyordu. Kısıtlamalar, her bir şeyine karışmalar. Bu yüzden de bu durumun rahatsızlığını şimdiden hissetmeye başlayan Algın "Ne!" diye bağırdı. Elini aracın üzerine koyarken sakinleşmeye çalışıyordu. Dehşete düşmüştü. Kendini bu durumdan nasıl kurtaracağını bilemiyordu. "Şaka yapıyor olmalısın değil mi?"

"Yok valla ciddiyim Algın'cım. Birkaç saate sendeyim. Şimdi telefonu kapatıyorum. Evde görüşürüz."

Telefon saniyesinde Algın'ın suratına kapanmıştı. Genç kız şok olmuş bir şekilde aracın ön camına bakarken "Geliyor. Cehennem hayatı yaşamamın başlamasına yalnızca saatler kaldı. Hay ben böyle işin!" dedi.

Yetkin, burnundan bir soluk aldıktan sonra Algın'ın elini tuttu. Sakinleşebilmesi umuduyla "Üzülme." dedi. Söylediklerinin ne kadar işe yarayacağını bilemese de konuşmak istiyordu. "Bak, ben de evdeyim. Yeri gelir müdahale etmesini bilirim. Seni üzmesine ve yıpratmasına izin vermem."

Algın, başını iki yana salladı umutsuz gülümsemesi yüzüne daha da yayılırken. "Sen öyle san. O o kadar sinir bozucu ki, seni de beni de bir kaşık suda boğar vallahi."

Yetkin, Evrim gibi pek çok insan görmüştü. Bu yüzden korkacağı bir şeyin olmadığını düşünüyordu. "Göreceğiz bakalım. O mu inatçı yoksa ben mi?"

Algın, başını iki yana salladıktan sonra evine doğru yürümeye başladı. Yetkin, aracını kilitleyip Algın'ın peşinden ilerledi ve genç kızın apartman kapısını açmasıyla içeri girdiler.

Genç kız, dairesinin bulunduğu ikinci kata merdivenlerden çıktıktan sonra, içeriden miyavlayan kedilerinden birinin sesini duydu. Belli ki onun geldiğini sesinden anlamış ve kapının önünde nöbet tutmaya başlamıştı. Taa ki içeri girene kadar.

Algın'ın içeri girmesiyle sarı olan kedi, anında üzerine atlayıverdi. Genç kız bunun üzerine bir an için afallasa da sesini çıkarmadı. Bu kedinin adı Rüzgar'dı. Gür sarı tüylere sahipti. Patileri bembeyazdı.

Rüzgar'ın miyavlamasını duyan diğer kediler de dairenin giriş kapısının önünde soluğu aldıklarında, genç adam bu kadar çok kedi görmenin şokunu yaşadı. Algın, kedilerim demişti de bu kadar çok olduklarını tahmin etmemişti.

Kedilerin kuyruklarına basmamaya çalışarak içeri girdikten sonra, kapıyı kapattı ve Algın'ı takip etti. Kedilerden bazıları onu yabancıladığı için çekingen davranıyorlar ve ondan uzak durmaya çalışıyorlardı.

Algın'ın ardından salona girdiğinde, genç kızın çevresini kedilerin sardığını gördü. Kimi dizlerinin üzerinde, kimi kucağında, kimi başının üstünde, kimiyse omzunun üzerinde duruyordu. O kadar tatlı görünüyorlardı ki.

Kanepelerden birine oturduktan sonra genç kızın keyfini, onlara yaklaşımını çok tatlı bulmuştu. Algın, bir süre daha onlarla oynadıktan sonra, ayağa kalktı ve mutfağa gidip yem kaplarına yemlerini ve su kaplarına sütlerini koydu. Çok acıkmış olduklarından büyük bir iştahla yemeye başladılar.

Algın, onlar yemeklerini yerken ve sütü içerken onları yalnız bırakıp Yetkin'in yanına döndü. "Kusura bakma. Seni de yalnız bıraktım." diyerek özür diledi.

Yetkin, elini havada salladı. "Sorun değil." dedi. "Bu arada kedilerin çok tatlıymış. Ben de kedileri çok severim ama sahiplenme şansım olmadı."

Algın, Yetkin'in kedilerini sevmesini çok tatlı bulmuştu. "Teşekkür ederim." dedikten sonra neşeli bir şekilde aklına genç adamın üzerini nasıl değiştireceği geldi. Ayrıca arkadaşı Pars'a burada kalacaklarına dair haber de vermemişlerdi.

"Üzerini nasıl değiştireceksin? Yanında yedek kıyafet yok. Ayrıca madem uzunca bir süre burada kalacaksın, bir şeyler getirmen gerek."

Doğru ya. Yetkin, nasıl da bunu düşünememişti? Algın söylemeseydi, yatana kadar üzerine giyeceği kıyafetler aklına gelmeyecekti.

"Kolay iş." dedikten sonra cep telefonunu çıkardı ve rehberinden şoförünün numarasını buldu. Şoförünü aradıktan sonra, aramasının yanıt bulmasını bekledi.

"Sertaç, şu anda bir arkadaşımın evindeyim. Sana konumu atacağım. Odamdaki takım elbiselerimi, iç çamaşırlarımı, geceliklerimi, gündelik kıyafetlerimi valizlere koyup getir. Ne kadar erken gelirsen benim için o kadar iyi olur."

Sertaç, Yetkin'in isteği karşısında şaşırmıştı. Yetkin, kolay kolay arkadaşlarında kalmaz, evinde kalmayı tercih ederdi. "Tamam Yetkin Bey." dedikten sonra telefonu kapattı ve hemen Kumsal Anne'yi aradı. Kumsal Anne, telefonu açınca Sertaç hemen durumu aktardı. Kumsal Anne de onun gibi bu durumu garip bulmuştu.

Kumsal Anne, konuşmaları sonlanıp telefon kapanınca Sertaç'ın isteği üzerine Yetkin'in odasına doğru yürümeye başladı. Aklı kimin evinde olduğunda takılı kalmıştı. Acaba kız arkadaşı mıydı evinde kaldığı kişi? Öyle olsaydı Yetkin bahsederdi ama. Demek ki erkek arkadaşlarından birinin evinde kalıyordu.

Kumsal Anne, Yetkin'in odasına girdikten birkaç dakika sonra odaya Öznur gelmiş ve kapı eşiğine yaslanıp kollarını göğsünde kavuşturmuştu.

"Hayırdır Kumsal Anne? Yetkin'e valiz hazırlamalar falan. Tatile mi gidiyor yoksa?"

Kız kardeşinin konuştuğunu duyan Sarp, adımlarını odasına gitmek yerine Yetkin'in odasına doğru yöneltmişti. Kız kardeşini kapının eşiğinde gördüğünde kaş göz işareti yaparak ne olduğunu sordu.

"Gel de kendin gör ne olduğunu. Yetkin, eşyalarını hazırlatıyor. Artık ne planladıysa? Biz buraya onu görmek ve tatil yapmak için gelelim. O umursamasın bile."

Yetkin'in böylesine bir düşüncesizlik yapacağını hiç düşünmemişti. Morali çok bozulmuştu. Bu ses tonuna apaçık yansıyordu. Abisinin de Kumsal Anne'yi görüp şaşkınlıkla bakmasıyla konuşmasına devam etti.

"Söylesene Kumsal Anne. Yetkin, neden valizlerinin hazırlanmasını istedi?"

Kumsal Anne, bakışlarını kıyafetlerden kaldırmadan "Bir arkadaşında mı ne kalacakmış. Sertaç'ı arayıp ona söylemiş." dedi. "Kalmak nereden çıktıysa hala bir anlam veremedim. Üstelik kimde kalıyor onu bile bilmiyorum."

Onlar konuşmaya devam ederken Pars, araçtan inmiş ve kapı ziline basmıştı. Kumsal Anne'nin kıyafetleri yerleştirme işi devam ettiğinden Öznur "Ben bakarım." diyerek kapıya doğru ilerledi.

Koridora çıkıp kapıya doğru yürümeye devam ettiğinde, Yetkin'in gelmesini umuyordu. Onunla vakit geçirmeyi, bir şeyler paylaşmayı çok ama çok özlediğinden tüm zamanını onunla doyasıya geçirmek istiyordu.

Kapıyı açtığında karşısına Yetkin'in en yakın arkadaşı ve her şeyini paylaştığı sırdaşı Pars çıkmıştı. Öznur'u onu görür görmez hayal kırıklığına uğradığını hissettiği için "Sen de kimsin?" diye sordu. Onu daha önce hiç görmemişti. Zaten görmesi de mümkün değildi. Türkiye'de yaşamadıkları ve Yetkin ile doğru dürüst görüşmedikleri için.

"Ben Pars. Esas sen kimsin?" diye sorduğunda genç adam, karşısındaki genç kızın konuşmasını bekliyordu ama konuşmamıştı. Bunun üzerine Pars, konuşmasına "Yetkin geldi mi?" diye sorarak devam etti. Genç kızın kendisine hala bir şey demeden bakması üzerine, onu kenara yavaşça itekledikten sonra içeri girdi. "Anlaşıldı." dedi. "Senden bir yanıt alamayacağım. Kumsal Anne, neredesin?"

Öznur, sinirli bir şekilde Pars'a baktıktan sonra "Hayır. Gelmedi. Gelmeyecekmiş." dedi. "Şoförünü arayıp haber vermiş. Bir arkadaşında mı ne kalacakmış."

Pars, Öznur'un söyledikleri üzerine olduğu yerde durdu ve "Arkadaşında mı kalacakmış?" diye sordu. Bu beklemediği bir şey değildi. Buraya gelmek yerine demek ki kararını değiştirmişti ve genç kızın evinde kalacaktı.

Cep telefonunu cebinden çıkarıp Yetkin'i aradı. Arayıp da neden haber vermediğine bir anlam verememişti. Konuşmuşlardı. Algın ile birlikte buraya gelecekti. Neden planları değişmişti ki?

Yetkin, telefonunun çaldığını duyduğunda hemen eline aldı ve ekrana baktı. Pars'ın aradığı gördü. Şoförünü aramıştı ama Algın'ın söylemesine rağmen Pars'ı arayıp haber vermemişti. Kendine kızmadan yapamadı. Elini alnına vurup saçını gerginlikle dağıttıktan sonra aramayı hemen yanıtladı.

"Efendim Pars?" dediğinde Pars'ın "Planınızı değiştiren ne oldu söyler misiniz?" diyerek hesap soran sesi kulağına ulaştı.

"Algın'ın evinde kalma kararı aldık. Bu daha doğru gibi geldi.

"Bu kararı aldınız ve ben şimdi öğreniyorum. Öyle mi? Söylesene beni neden aramadın? Buraya boşu boşuna gelmiş oldum."

Arkadaşının bunu yapması sinirlerini germişti. Yetkin ile burada buluşmak üzere sözleşmişlerken bunu şimdi öğrenmesi resmen bir sorumsuzluk gibi geliyordu.

"O zaman oraya ben de geliyorum. Bilirsin, baban ile pek anlaşamam. Bu yüzden onun gözüne görünmezsem çok iyi olur. Şu anda oradasınız değil mi? Algın'ın evinde?"

Yetkin, Sarp'ın Algın'ın evini bildiğini biliyordu. Rehin alındıkları sokakta oturuyordu genç kız. Bu yüzden bunu söylemesi yeterliydi.

"Bunu beklemiyordum." dedikten sonra Pars, elini ensesine götürdü. "Tamam. Geliyorum. Benden istediğiniz bir şey var mı?"

"Şoförümü arayıp eşyalarımı hazırlamasını söylemiştim. Rica etsem, gelirken onları getirir misin? Burada ne kadar kalacağım belli değil çünkü."

"Tamam." dedi Pars. Öznur'un öfkeli bakışlarını göre göre telefonu kapattı.

"Gelmiyor mu?"

"Gelmiyor." dedi Pars ve evden çıkıp Galip Bey'e görünmemek adına bahçe tarafından Yetkin'in odasına doğru yürümeye başladı.

Algın, Yetkin'in konuşmasının bitmesi üzerine "Sana teşekkür edip ettiğimi hatırlamıyorum. Bugün kurtarılmamı sana borçluyum. Çok ama çok teşekkür ederim." dedi. "Biraz geç oldu ama olsun. Geç olsun, güç olmasın değil mi?"

Yetkin, otoritesinin konuştuğu bir ses tonu ile "Önemli değil. Aslında esas teşekkür etmesi gereken benim. Beni o sıkıntı dolu evden kurtardığın ve burada kalarak senin koruyucun olmamı sağladığın için." dedi. Yine patron kılığına bürünmüştü.

Loading...
0%