Yeni Üyelik
39.
Bölüm

15. Bölüm

@yazarcerenoktay

30.09.2024, 15:15 💖
Yeni kitabıma hepiniz hoş geldiniz,
ve keyifli okumalar!

Okumaya başladığınız tarihi ve saati buraya yazın lütfen.

BİRKAÇ SAAT ÖNCE

“Adam, işaret verdi. Hadi gidip de yapalım şu işi.”

Sarp’ın tuttuğu adamlar, genç adamın yapmış olduğu bir hareketi yanlış anlamış ve bundan dolayı hızla harekete geçip önce kendilerini gizlemiş, ardından da soluğu tuvalette almışlardı. Algın’a benzeyen ama aslında Algın ile uzaktan yakından alakası olmayan bir kızı bayıltmış, sonra da arabalarına götürmüşlerdi.

Algın, tuvalete girdiğindeyse onu bayıltan adamlar başkasının tuttuğu insanlardı. Onları kimin tuttuğu belli değildi. Dahası Algın’dan ne istedikleri.

 

 

 

GÜNÜMÜZ

 

Algın, merdivenlerin altında kalan odada durmaya devam ettikçe daha da halsizleşmiş ve en sonunda havasızlığa daha fazla dayanamayıp bayılmıştı. Ona yemek vermek için gelen adamlar bayıldığına ihtimal vermemiş, öldüğünü düşünmüşlerdi. Çok telaşlılardı. Algın'ı odadan çıkarıp evin üst katına taşıdıklarında, ne yapacaklarını düşünüp duruyorlardı.

Eğer ki genç kız öldüyse bu çok kötü olurdu. Patronları onları mahvedecekti.

Algın'a bütün bunlar olmadan önce odada kalırken yemek getiren adam, diğer adama göre daha telaşlıydı. "Ağabey, kız nefes almıyor. Şimdi sıçtık işte. Ne yapacağız?" diye sordu büyük bir panik içinde. Kıza bir şey olmayacağına dair kendilerini tutan kişiye söz vermişlerdi. Şimdi ise durum tersine dönmüş gibi görünüyordu. O kadar paniklemişti ki, kalbi küt küt atıyordu ve elleri titremeye başlamıştı.

Endişe ile karşısındaki adama bakarken onun "Sus lan sus! Panik atak geçirmiş gibi konuşup da beni sinir etme!" dediğini duydu.

Yutkunduktan sonra derin bir nefes aldı ve sakinleşmeye çalışarak –oysa bu hiç kolay değildi- "İyi de kız öldüyse mahvolduk. Bunu biliyorsun değil mi?" diye sordu. Kaşları endişeyle büzülmüştü ve dudakları titremeye devam ediyordu sanki soğuktan donmuş gibi.

"Biliyorum." dedi Algın'ı bodruma kapatan adam elini alnına götürerek. Ne yapacaklarını düşünüyordu. O düşünmeye devam ederken çenesi çok çalışan arkadaşı "Hastaneye götürmekten başka şansımız yok ağabey." dedi. Sonra ekledi. "Ya da en iyisi buradan kaçalım. Parayı marayı boş ver. Adam kaçırmadan az ceza yerdik ama ölüme sebebiyet vermenin eminim ki cezası daha ağırdır. Ben ömür boyu müebbet almak istemiyorum. Buna hiç niyetim yok."

Bir de bu vardı. Alacakları hapis cezasının düzeyi. Eğer ki Algın öldüyse, Yetkin Mirzanlı'nın yakalarını bırakmayacaklarından öyle emindiler ki, aslında en çok bu endişelenmelerine sebep oluyordu. Genç adamın kadınlara bakış açısını çok iyi biliyorlardı. Ayrıca Algın'a karşı bakışları hepsinden çok değişikti. Onu kaçırmalarını isteyen kişiye baktığı gibi bakıyor olmalıydı. Bunu düşündürense, o kişinin bunu vurgulayan cümleler kurmasıydı.

Algın'ı bodrumdaki odaya kapatan adam, kendisinden daha pasif görünen arkadaşına "Sertaç, sen git bak bakayım çevrede kimse var mı? Eğer ki kimse yoksa kızı kaçırdığımız yere geri götüreceğiz. Eğer ki bu şekilde ortaya çıkarsak, kimse bizim yaptığımızdan şüphelenmez diye tahmin ediyorum." dedi.

Sertaç, ekip arkadaşının söylediğini ikiletmedi. Hemen kapıyı açıp kendini dışarı attı ve pür dikkat evin çevresini kolaçan etti. Dışarıda kimse yoktu. Hızla içeri girdiğinde, kapıyı arkasından yavaşça kapatarak "Ağabey kimse yok." dedi. "İyi düşündün mü? Eğer ki kız ölmediyse ve uyanırsa, bizi görünce hemen bağırmaya başlayacaktır."

Söylediği mantıklıydı. Kim olsa bu durumda kendisini kaçıran insanları görünce bağırırdı. Eğer ki durum fark edilip olay yerine bir de polis çağrıldıysa hemen sorgusuz sualsiz polis merkezine götürülürlerdi. İfade alımları sırasında da görecekleri muamele hiç de iç açıcı olmazdı.

Sertaç'ın bakmaya devam ettiği adamın adı Alpay'dı. "Peki, sen ne yapmamızı öneriyorsun?" diye sordu Sertaç'a bakıp. Bakışları sertleşmişti ve bir eli ile çenesini ovuyordu. "Bundan daha iyi planın varsa söyle."

 

♥♥♥

 

Sarp'ın kaza geçirdiğinin haberi çok geçmeden Yetkin'e ulaşmıştı. Haber veren kişiyse basında çalışan, çok yakından tanıdığı bir arkadaşıydı. Kazanın yapıldığı yere gittiğinde, polis memurlarından biri ile konuşmuş ve olayın nasıl gerçekleştiğine dair bilgi almıştı.

Yapılan araştırmalar sonucunda aracı kiralayan kişinin Sarp olduğu ortaya çıkmıştı. Bu da aracı kullanan kişinin o olduğunu düşündürüyordu ama henüz cesede dair DNA testi yapılmadığı için bir kesinlik yoktu.

Vakit kaybetmeden Yetkin'i aradıktan sonra halini hatırını sormadan "Olanlardan haberin var mı?" diyerek konuşmaya başladı.

Yetkin, ne olduğunu bilmediği için ve kafası Algın'ın kaçırılmasıyla doluyken ne diyeceğini bilemediği için sessizliğini korudu. Birkaç saniye geçtikten sonra derin bir nefes alıp elleriyle yüzünü kapattı, ardından "Önemli bir şey değilse lütfen sonra konuşalım." dedi. Bu yorgun ve üzüntülü haliyle saçma sapan haberleri çekemezdi.

"Önemli olmasa emin ol seni aramam. Bilmen gerektiğini düşündüm. Sarp, bir kaza geçirdi ve..." Duraksadıktan sonra derin bir nefes alma ihtiyacı hissetti. Algın'ın kaybolmasından haberi olduğu için bunu söylemenin pek de iyi olmayacağını biliyordu ama söylemeliydi işte. Ağzını aralayıp kelimeleri dışarı çıkarırken kendini çok kötü hissediyordu. "Hayatını kaybettiğinden şüpheleniyorlar."

Yetkin, o anda dünyanın başına yıkıldığını hissetti. Bir günde iki kayıp yaşamak ne de kötüydü. Kendini savaşın ortasında kalan ve ne yapacağını bilemeyen çaresiz bir insan gibi hissediyordu. Elindeki imkânları seferber etmesine rağmen hala Algın'a ulaşamamış ve bir de bunu duyunca kendini önceki ruh halinden daha da berbat hissetmişti. Her bir hücresi acıyla çırpınıyor, kalp atışı kulaklarında yankılanıyor, kalbi hızla atmaya devam ederken nefesi sıklaştığı için ayakta duracakmış gibi hissetmiyordu kendini.

En sonunda olduğu yere çöküp dudaklarından "Şaka yapıyor olmalısın." kelimelerini döktü. Bunu söylemek o kadar zordu ki. O da biliyordu aslında bunun bir şaka olmadığını ama işte insan istiyordu şaka olmasını. Arkadaşı buraya geleli ne kadar olmuştu sanki? Doğru dürüst bir vakit geçirememişlerdi bile.

"Hayır." dedi arkadaşı telefonun ucunda üzüntüyle başını sallarken. Bakışları yaka kartına kaydı. Üzerinde Gökdeniz Işılay yazıyordu. "Keşke şaka yapıyor olsaydım. Başın sağ olsun. Senin için yapabileceğim bir şey var mı?"

Ne yapabilirdi ki? Sarp'ı kaybetmişti. Onu geri getirebilir miydi? Getiremezdi. Onu sağ salim karşısında görmesini sağlayabilir miydi? Sağlayamazdı. Zamanı geri sarabilir miydi? Saramazdı. Neden böyle saçma bir soru sorarlardı bir kayıp yaşandığında hiç anlamazdı. Lanet olasıca dünyanın pimini çekip kendisi de kaybolsaydı ya. Sarp'ın acısına bir şekilde dayanırdı da Algın'ı kaybetmenin acısı... Titredi. Dişlerini birbirine sıkıca bastırdı. Bunu düşünmek dahi istemiyordu.

Gökdeniz'in telefonu kapatmasıyla, çevredeki bütün sesler kesilmişti sanki. Bedeninin donduğunu hissediyordu. Acı vardı. Çok büyük bir acı. Bütün benliğini kasıp kavuruyordu ve ağlamamak için kendini sıktığından dolayı gözleri de kan çanağına dönmek üzereydi. Birdenbire aklına Sarp'ın kız kardeşi gelince daha da dehşete düştü. Ona ne diyecekti? Onu nasıl sakinleştirecekti? Öznur'un abisine çok düşkün olduğunu biliyordu. İşte şimdi düşünecek iki şeyi vardı. Biri Algın'ın iyi olup olmadığı, diğeriyse Öznur'a durumu nasıl açıklayacağı. Eğer ki öğrendiyse onu nasıl sakinleştireceği.

 

♥♥♥

 

Adamlar akıllarına gelen planı uygulamak için çoktan harekete geçmişti. Algın'ı halıya sarmış ve evden çıkarmak üzere dış kapıya doğru yürümeye başlamışlardı. Korkuyorlardı ama bir şekilde bu kızdan kurtulup ortadan kaybolmaları gerektiğinin bilincindeydiler.

Tam kapı önüne varmışlardı ki çalan zil, donup kalmalarına sebep oldu. Yoksa gelen patronları mıydı? Eğer ki oysa kafalarını devekuşu gibi bir an önce yerin altına sokmaları iyi olurdu. Çünkü ortada ölü bir kız vardı ve bunun izahını asla yapamayacaklardı.

Zil yeniden çaldığında, hemen arka taraftan dolaşmak üzere harekete geçmişlerdi ki kendilerine seslenen kadının sesini duydular. Tahminlerinde yanılmamışlardı. Kapıya vuran kişi, onları tutan patronlarından başkası değildi.

İkisinin de gözleri aynı anda birbiriyle buluştu. Birbirlerine şimdi ne halt edeceğiz? bakışı atarlarken zile yeniden basıldı.

Kadının öfkeyle "Kapıyı şimdi mi açarsanız yoksa açtırayım mı?" dediğini duyduklarında, daha da paniklediklerini fark ettiler. Buradan gidemezlerdi. Kadın geldiğine göre arka tarafa da adamlarını yerleştirmiş olmalıydı. Evin çevresinin sarıldığını düşünüyorlardı.

Bu kadının şimdi ortaya çıkması yeri miydi? Onları bu halde gördüğü takdirde kesin tonla kıyamet kopacaktı. Adamlar birbirine endişe ile bakmaya devam ederken, tekrar vurulan kapının sesini duydular. Ne yapacaklardı? Kapıyı bu haldeyken açamazlardı.

Alpay, sırf kadını biraz daha oyalayabilmek adına “Hemen geliyorum.” diye seslendi. Sonrasında Sertaç ile birlikte Algın’ın sarılı olduğu halıyı bırakmak üzere yeniden bodruma doğru ilerlemeye başladılar.

Halı, onlar daha girişe varamamışken hareketlenmeye başlamıştı ve genç kız yaşadığı için çırpınıp duruyordu. Adamlar onun öldüğünü zannettiği için bunun şokuyla sarılı olduğu halıyı yere fırlatıp geriye doğru çekildiler. Korkuyla bakışları halıya ulaştığında, Algın’ın aslında ölmediğini anlamaları biraz zor olmuştu ama anlamışlardı. Genç kız bayılmıştı ve nabzının atıp atmadığını kontrol etmedikleri için onu öldü zannetmişlerdi.

İkisi de aynı anda ellerini halıya uzatıp halıyı açtıklarında genç kızın şiddetle öksürdüğünü duydular. Sertaç, ellerini endişe ile ağzına kapattığında “Oha!” dedi. “Sen ölmemiş miydin?”

Algın, sersemlemiş bir şekilde gözlerini kırpıştırdıktan sonra, elini alnına götürdü ve öksürmeye devam etti. Ciğerleri çok sert bir sigara çekişi gerçekleştirmiş gibi acıyla inliyordu. Öksürmesi kısa bir süre sonra rayına oturduğunda Alpay, kapıyı açmak üzere koştu. Elini kapı koluna uzattığında, sol elini de kalbinin üzerine koymuştu ve kendini sakinleştirebilmek için derin bir nefes aldı. Aldığı nefesi geri verdikten sonra kapıyı açtı ve “Ancak gelebildim Alev Hanım. Kusura bakmayın.” dedi.

Alev, elini uzattı ve adamı kenara ittikten sonra topuklu ayakkabısının sesini evin içinde yankılandıra yankılandıra yürümeye başladı. İstediği Algın’ı görmek ve onunla uzun uzun konuşmaktı.

 

 

BİRKAÇ GÜN ÖNCE

 

Alev, Yetkin’den ayrıldıktan uzunca bir süre sonra sürekli gittiği kafelerden birine gitmişti ve siparişini vermiş olduğu kahvenin keyfini çıkarıyor bir yandan da dizlerinin üzerine koyduğu dergiyi inceliyordu. Ona nasıl sabrettiğini bilmiyordu. Sürekli dediklerini yapması, onu herkesten kıskanması, sahiplenmesi ve daha çok şey vardı ondan bunalmasına sebep olan.

Evlilik teklifi edeceği gün onu terk etmekle iyi yapmıştı. Bunu daha öncesinde yapması gerekiyordu ama ayrılıkları o güne kısmetti demekti.

Derginin incelediği sayfasını çevirirken hemen karşısına oturan birisi yüzünden, bakışlarını dergiden çekmek zorunda kalmıştı. Ondan izin almadan oturan kişi kimdi? Kafede oturabileceği fazlasıyla boş yer vardı. Gidip boş olan masalardan birine otursaydı ya.

Karşısında oturan kişi, Yetkin’in annesinden başkası değildi. Onu iki sene önce görmüştü ve bir daha hiç görmemişti. Kadın neden şimdi karşısına çıkıyordu? Anlamamıştı. Şaşkınlığından dolayı kekeleyerek “Ça… Çağla Hanım.” dedi. “Sizin burada ne işiniz var?”

Alev, Yetkin’in annesinin yaşadığını bilen tek insandı. Bundan ne Galip Bey’e ne de bir başkasına söz etmemişti. Çağla Mirzanlı’nın isteği bu yöndeydi. Onlardan uzak kalmak istiyordu. Zamanı geldiğinde ortaya çıkma gibi bir düşüncesi olduğundan, kimsenin bunun önüne geçmesini istememekteydi. Kararına saygı duyulmasına çok önem verirdi ve Alev de tam olarak bunu yapmış, Yetkin’in annesinin yaşadığından kimseye söz etmemişti.

Çağla Hanım, oturduğu koltukta bacak bacak atıp arkasına yaslandıktan sonra elini kaldırdı ve garsonlardan birini çağırdı yanına.

Garson, Çağla Hanım’ın kendisini çağırdığını gördüğünde hızla yürüdü ve hemen yanlarına gelince durdu. “Hoş geldiniz. Ne arzu edersiniz?” diye sordu.

Yetkin’in annesi bu aralar Yetkin’de de olduğu gibi soğuk çay tiryakisi olup çıkmıştı ve bu yüzden de “Şeftalili soğuk çay lütfen.” dedi. Garson, siparişi aldıktan sonra uzaklaşmadan “Başka bir isteğiniz var mı?” diye sordu. Çağla Hanım, başını salladıktan sonra “Yok.” dedi.

Bakışlarını garsondan uzaklaştırdıktan sonra tekrardan Alev’e yöneltti. Genç kızı görmeyeli uzun zaman olmuştu.

“Eee? Anlat bakalım. Hayatın nasıl gidiyor? Yetkin’den ne haber? Eminim ki bana anlatacağın çok şey vardır.”

Alev, duydukları ile daha da şaşırdığını hissetti. Çağla Hanım’ın Yetkin’den ayrıldığından haberi yok muydu? Oysa ona her haber jet hızıyla ulaşırdı. Bunu bilmiyor olmasına bayağı şaşırmıştı doğrusu. Kaşları şaşkınlıkla kalkarken ağzı da şaşkınlıkla aralandı ve “Yetkinden ayrıldım.” dedi. “Onu epeydir görmedim. Ne yaptığı da beni zerre kadar ilgilendirmiyor.”

Duygu ve düşüncelerini Yetkin’in annesinin karşısında gizlemeyi hep saçma bulmuştu. Kadın ona hayatında o kadar yardımcı olmuştu ki, kendini ona karşı borçlu hissediyordu.

Çağla Hanım, Alev’in yüzüne ruhsuz ruhsuz baktıktan sonra “Haberim var.” dedi. “Buraya gelmemin sebeplerinden biri de hem bu konuyu konuşmak hem de senden bir şey yapmanı istememdi.”

Alev, şaşkınlık üstüne şaşkınlık yaşıyordu. Çağla Hanım, ondan bir istekte mi bulunacaktı? Bu bir ilkti. Ne isteyeceğini düşünürken içini kaplayan merakı iliklerine kadar hissediyordu.

 

GÜNÜMÜZ

 

Yetkin, polislerden ve Algın’ı bulmaları için görevlendirdiği insanlardan gelecek olan güzel haberi bekliyordu. İçindeki ümit bir gram azalmamıştı. Aksine her gün geçişinde daha da artıyordu. Biliyordu. Algın’ı bulacaktı. Hem de sağ salim.

Olay yerinden çoktan ayrılmış, soluğu Algın’ın yaşadığı evde almışlardı. Pars da onlara katılmıştı ve gelecek olan haberi bekleyen kişi sayısı üçe çıkmıştı. Yetkin, içindeki boşluğu doldurabilmek adına Algın’ın kedileriyle ilgilenmiş, yemeklerini vermiş ve onları sevip oyunlar oynamıştı. Kediler, ona karşı o kadar güzel yaklaşıyorlardı ki. İçlerinden en huysuz olan Fırtına bile ona karşı olan yakınlığıyla gönülleri fethetmişti.

 

♥♥♥

 

Öznur, onlar yas tutmaya devam ederken kurtulmasının tadını bir türlü çıkaramıyordu. Alıkonulmak o kadar kötüydü ki. Üstelik kendisini alıkoyan kişinin böylesine tanıdık olması, canını daha da çok yakmıştı.

Bırakıldığı yol kenarından geçen araçlardan birini en sonunda durdurduktan sonra, ellerini dizlerinin üzerine koydu ve derin bir nefes aldı. Sürücünün aklına genç kızın üzerinin toz ve toprak ile kaplı olduğunu görünce kötü düşünceler gelmişti. Hemen aracın kapısını açıp indikten sonra koşar adım yürüdü ve “İyi misiniz?” diye sordu.

Öznur, başını salladı ve yutkundu. “Suyunuz var mı?” diye sordu. Sonra ekledi. “Hiç ama hiç iyi değilim. Beni en yakın polis merkezine götürür müsünüz?”

Adam, başını salladıktan sonra “Tabii, tabii.” dedi. Aracına yöneldikten sonra pet şişelerden birini alarak koştu ve kıza verdi.

Öznur, pet şişeyi adamın elinden alıp da kapağını açtıktan sonra ağzına dayadı ve hızla yudumlamaya başladı. Suyu içtikten sonra pet şişeyi yeniden adama verdi. Adam, endişeyle Öznur’a bakmaya devam ediyordu ve genç kızın telefonunu istemesi üzerine telefonunu uzatıp verdi.

Öznur, ağabeyinin numarasını çevirdi. Telefonun yanıt bulmasını bekledi ama açan olmadı. Bunun üzerine Yetkin’in numarasını çevirdi.

Yetkin, çalan telefonunu cebinden çıkarıp ekrana baktığında, arayan numaranın rehberinde kayıtlı olmadığını gördü. Aramayı yanıtlayıp “Alo.” dediğinde karşısındaki kişinin söyledikleri, bedeninin buz kesmesine sebep olmuştu.

“Yetkin, benim Öznur. Kaçırıldım ve şu anda nerede olduğumu bilmiyorum. Lütfen gelip bana yardım et.”

 

♥♥♥

 

Yetkin olduğu yerde bir piyon gibi donakalmıştı. Öznur'un söylediği sözcükler beyninde dolaşıyor, mantıklı düşünmesine engel oluyordu.

Onun arkadaşlarıyla birlikte vakit geçirdiğini düşünürken, kaçırıldığını öğrenmesi büyük bir şok olmuştu.

Elindeki telefonu daha da sıkı bir şekilde tuttuktan sonra "Neredesin?" diye sordu. Hemen ardından ekledi. "İyi misin? Bir şeyin yok ya. Şu anda yola çıkmak üzereyim. Nerede olduğuna dair konum atmayı unutma. Bu seni bulmamı kolaylaştıracak."

Öznur, Yetkin'in isteğini yerine getiremezdi. Karşısındaki adamın cep telefonu son çıkan modellerden değildi. Dolayısıyla da bulunduğu yerin konumunu gönderemiyordu.

Başını iki yana salladıktan sonra "Konum gönderemem." dedi. "Yanımdaki amcaya telefonu veriyorum. O sana gideceğimiz yeri söylesin, oraya gelirsin."

Yetkin, aracına bindikten sonra kapıyı hızla kapattı. Aracı çalıştırdıktan sonra "Pekâlâ." dedi. "Telefonu ver."

Öznur, Yetkin'in söylediğini ikiletmedi. Telefonu sahibine verdikten sonra "Arkadaşım sizden gideceğimiz karakolun adresini iletmenizi istedi." dedi. Telefonu henüz ismini bilmediği adam eline aldıktan sonra "Arkadaşınız hiç iyi görünmüyor." diyerek konuşmaya başladı. "Biri onu mu kaçırmış ne. Şimdi biz karakola gidiyoruz. Yanında kâğıt kalem var mı? Adresi not alabilecek misin?"

Yetkin, telefonunun ses kaydetme özelliğini aktif hale getirdikten sonra "Söyleyin lütfen." dedi. "Not alıyorum."

 

♥♥♥

 

Algın, en sonunda sarıldığı halıdan çıkmayı başarmıştı. Adamların kendisini hangi kafayla halıya sardıklarını merak ediyordu doğrusu. Bir süre için bilincini kaybetmiş olmalıydı yoksa adamlar onu neden halıya sardıklardı ki?

Genç kız yatmaya devam ettiği halının üzerinde dirseğinden destek alarak en sonunda doğrulmayı başarmıştı. Kendisine doğru gelen kadının ayak seslerini duyuyor ama öksürdüğü için başını ondan yana bir türlü çeviremiyordu.

Alev, en sonunda salona girdiğinde "Nihayet buradasın. Dipdiri bir şekilde karşımda. Seni yakalamak o kadar zor oldu ki. Ama neyse ki adamlarım fazlasıyla profesyonel. Seni gözlerinin önünden bir saniye olsun ayırmadılar." dedi.

Algın, karşısında duran kadını baştan aşağı süzdükten sonra suratını buruşturdu. Bu kadın her kimse bilmiyordu ama onu kaçıran kişinin Emrah olmadığı apaçık ortadaydı.

Bir kez daha öksürdükten sonra karşısında dikilmeye devam eden kadının gözlerine bakabildi. Bu gözlerdeki ifadeyi çok iyi tanıyordu. Kıskanç bir kadının gözlerinden başka bir şey değildi ve Algın, o anda kendisini neden kaçırdığından emin olmuştu.

 

♥♥♥

 

Yetkin, kendisine söylenen adrese doğru aracını sürmeye devam etti. Karşısına çıkan araçlara çarpmamak için oldukça dikkat ediyor, aynı zamanda hızla sürmeye devam ediyordu. Öznur'un gittiği karakola varması tam iki saatini almıştı.

Öznur, Eskişehir'den çok uzakta bir köydeydi. Yetkin, yolda giderken adresi bulabilmek adına çoğu kez durmak ve neresi olduğunu sormak zorunda kalmıştı. Neyse ki verilen adres tarifleri doğruydu da en sonunda karakolun önüne gelmiş ve aracı park edebilmişti.

Arabadan hızla indikten sonra kapıyı kapatıp içeriye doğru yürümeye başladı. Tek istediği Öznur'u görmekti. Ağabeyi Sarp'ın kaybından sonra onu da kaybetmeyi göze alamazdı.

Karakolun içine girdiğinde Öznur'u görmek için çevresine bakındı. Genç kızı göremediği için karşısına çıkan polis memurlarından birisine "Arkadaşım buraya gelmiş. Bir kaçırma girişimi ile ilgili. İsmi Öznur. Kendisi nerede acaba?" diye sordu.

Polis memuru "Sağdan ikinci oda." dedikten sonra Yetkin, hemen yürümeye başladı. Öznur'u daha fazla yalnız bırakamazdı. Genç kız için fazlasıyla endişelenmişti.

Kapıyı tıklattığında içeriden gelen "Gel." sözcüğü kulağına ilişti. Kapı koluna bastırıp kapıyı açtıktan sonra bakışları genç kız ile buluştu. Öznur, ağlıyordu. Bu durum içinin daha da burkulmasına sebep oldu.

Öznur, Yetkin'i görür görmez ayağa kalktı. Kendisine doğru adım atan genç adama hızla sarıldı ve ağlaması daha da şiddetlendi. Yetkin, Öznur'un saçlarını okşarken "Kâbus bitti." dedi. "Lütfen ağlayıp da kendini harap etme."

Öznur, burnunu çektikten sonra "Öyle diyorsun ama." dedi titreyen sesini bastırmaya çalışırken. "Beni kaçıran adamın kim olduğunu söylesem inanmazsın kesin."

Yetkin, işte şimdi daha da meraklanmıştı. Öznur, kimden bahsediyordu? Dahası onu kaçıran kişi kimdi?

 

♥♥♥

 

Algın, ayağa kalkıp bir süre sabit bir şekilde durduktan sonra "Sen." dedi. Alev'in gözlerine bakarken bakışları sertti. "Yetkin'in nesi oluyorsun bilmiyorum ama beni kaçırmak için bu kadar çabalamasaydın keşke."

Alev, Algın hakkında duyduklarının doğru olduğunu görünce sevinmişti. Genç kızın dik duruşu, korkmayışı canlı kanlı karşısındaydı. Ona karşı korkmadan bakıyor, aradaki mesafeyi koruyor ve her an, her saniye çarpışmaya hazırmış gibi dik duruşunu sürdürüyordu.

"Bunu sana soracak değilim." dedi Alev ve yüz ifadesini ciddileştirerek kanepeye doğru yürümeye başladı. Çantasını sehpanın üzerine bıraktıktan sonra oturdu, bacak bacak üstüne attı ve "Eee, anlat bakalım." dedi. "Kendini nasıl hissediyorsun? Biraz bitkin görünüyor gibisin. Hoşuna gitmeyen şeyler mi oldu yoksa?"

Bakışlarını Algın'ı kaçırmaları için tuttuğu adamlara yönelttiğinde, adamların yüzlerindeki ifadenin beyazladığı gözlerinden kaçmamıştı. Belli ki bir şeyler ters gitmişti ama ne olmuştu bilmiyordu.

Algın, kollarını göğsünde kavuşturduktan sonra kendini hala bitkin hissettiğini fark etti ama bunu genç kıza belli edemezdi. "Amacın ne?" diye sordu. "Böyle yaparak Yetkin'i elinde daha kolay mı tutabileceğini düşünüyorsun?"

Alev, karşısındaki kızın söylediği sözler üzerinde başını hafifçe eğip gülmeden yapamadı. Böyle bir beklentisi yoktu. Yetkin, onun zerre kadar umurunda değildi ama Çağla Hanım ile yaptığı anlaşmadan dolayı hem kıskanç bir kadın gibi davranacak hem de Yetkin'i adım adım kendine çekecekti.

Algın'ın kendine sorduğu soruyu duymazdan gelerek bakışlarını tırnaklarına yöneltti ve "İçecek bir şeyleriniz yok mu?" diye sordu. "Gelen misafirlerinize böyle mi davranıyorsunuz?"

Alpay, Alev'den azar işitmemek için mutfağa doğru dönüp koşmaya başladı. Mutfakta içecek bir şeyler var mıydı bilmiyordu. Sertaç'ın dolaba içecek bir şeyler koyduğunu umuyordu şu anda. Mutfağa girdiğinde, buzdolabının kapağını tutup çekti ve içine baktı hemen. Neyse ki, Sertaç dolabı içecek bir şeyler ve yiyecekler ile donatmıştı. Ellerinde olan az miktardaki parayı bunun için harcamaları canını sıksa da dişlerini sıkıp kendine hâkim olmaya çalıştı. Bir şey diyemezdi.

Karışık meyve suyunu çıkardıktan sonra yemek masasının üzerine bıraktı ve bardak almak üzere dolaba doğru ilerledi. Dolaptan bir bardak çıkarıp dolabın kapağını kapattıktan sonra, tekrardan masaya yöneldi. Masanın üzerine koyduğu meyve suyunun kapağını açıp bardağı doldurduktan sonra, yeniden kapağı kapattı ve buzdolabına kaldırdı. Doldurmuş olduğu meyve suyunu eline alıp da Alev'e götürürken, içinden kadının tepki göstermemesi için dua ediyordu. Onun içecek olarak ne sevdiğini bilmiyordu. Belki de alkollü bir içecek isteyecekti ve bunu getirdiği için kendisine kızacaktı. Bardağı tutmaya devam ederken elinin titrediğini hissetti. Alev'in yanına gitmeyi istemiyordu. Tek istediği buradan bir an önce uzaklaşmak ve bu lanet olasıca günden kurtulmaktı. Neden girmişti ki zaten bu kaçırma işine? Yetkin denen adamın namını duymuştu. O kadar varlıklıydı ki, eli kolu her yere uzanıyordu. Kesin onları bulacak ve Algın'ı kaçırdıklarına dair bin pişman edecekti.

Loading...
0%