Yeni Üyelik
42.
Bölüm

18. Bölüm

@yazarcerenoktay

30.09.2024, 15:17 💖
Yeni kitabıma hepiniz hoş geldiniz,
ve keyifli okumalar!

Okumaya başladığınız tarihi ve saati buraya yazın lütfen.

Yapamamıştı Tuna Amir. Emrah'ın tutuklanmasını sağlayamamıştı. Ne kadar uğraşırsa uğraşsın, eline geçen koca bir hiçti. Ya Emrah çok akıllıydı ve ustaca hareket ediyordu ya da gerçekten suçsuzdu.

Bu durumu Yetkin'e bildirdiğinde, genç adam daha da hiddetlenmişti. Elini masanın üzerine vururken "Nasıl bir delil bulamazsınız?" diye bağırdı. "O bütün yaşananların tek suçlusu ve Öznur böyle bir konuda asla yalan söylemez!"

Tuna Amir, sağ elini gerginlikle boynunda gezdirdi. "Yok işte Yetkin Bey." dedi. "Ya bu adam çok usta ya da gerçekten yaşananlarda bir suçu yok. Ama merak etmeyiniz. Daha öncesinde hapse giren adamlarla konuşmaya devam ediyoruz. Er ya da geç dilleri çözülecek ve kendilerini tutan adamın kim olduğunu açıklayacaklar. İşte o zaman eğer ki onları tutan adam Emrah Ulusoy ise, kaçacak delik arasa benden kurtulamayacak."

Yetkin, sakinleşebilmek için Algın'ın yüzünü gözlerinin önüne getirmeye çalıştı. Genç kadın onda öyle bir etki yaratıyordu ki, bütün öfkesini saniyeler içinde yok edip sakinleşebilmesini sağlıyordu. Öfkesi durulup nefes alışverişi düzene girdiğinde "Ben onu bunu bilmem Tuna Amir." dedi. "Gözünüz üzerinde olsun."

Telefonun kapama tuşuna basıp çağrıyı sonlandırmasının ardından, elindeki telefonu öfkeyle fırlattı. Algın'ı seviyordu. Genç kız ve onun değer verdiği kim varsa zarar görmemeliydi. Sadece Algın da değil, kendisinin sevdiği insanlar da zarar görmemeliydi. Eğer ki bir kez daha, sadece bir kez daha sevdiği kadın ve sevdikleri zarar görürse, buna sebep olanları yakıp kül edecekti.

 

BİRKAÇ SENE ÖNCESİNDE

 

“Bugün ikinci gün Serdar.” dedi Emrah gözlerini birkaç kez kırptıktan sonra. “İki gündür uykusuzum. Bir türlü uyuyamıyorum.”

Sesi fazlasıyla sıkılgandı. Öğrendiklerinden ve uykusuzluğundan dolayı bunun çok normal olduğunu düşünüyordu. Derin bir nefes aldıktan sonra “Onun ölümünü hala atlatamadım.” dedi.

Serdar ile konuşurken yatağının üzerinde uzanmaktaydı ve on yedi yıldır yaşadığı şehirden yarın ayrılacaktı. Anne ve baba dediği şahıslar, onu zorla teyzesinin yanına göndereceklerdi.

“Gerçekten şok oldum.” dedi Serdar. “Nihat amca ile Gül teyzenin böyle bir şeyi düşünecekleri aklımın ucundan geçmemişti. Peki, yeni gideceğin okul nasılmış? Bir şey söylediler mi sana?”

Serdar’ın sorusu üzerine gözlerini kapadı Emrah ve gerginlikle dilini dişlerinin üzerinde gezdirdi. “Hayır.” dedi başını iki yana sallarken. “Söylemediler. Zaten söyleseler ne olacak ki? En kısa sürede geri dönmek için elimden geleni yapacağım. Gerekirse okulda problem çıkartacağım da.”

Telefonunu hoparlöre alıp sağına bıraktıktan sonra, ellerini yüzünde gezdirdi. Öfkeli, gergin ve asabi bir ruh haline bürünmüştü birkaç gündür. Gözleri ise uykusuz kaldığı için alev alev yanıyordu.

“Bence problem çıkartma.” dedi Serdar. “Neden dersen, problem çıkarmadığın takdirde buraya dönmen daha da kolaylaşır diye düşünüyorum. Okuluna git. Yeni arkadaşlar edin. Sevgili yap. Ne bileyim, alış oraya. Senin iyi halini gördükten sonra, eminim ki buraya tekrardan gelmeni sağlayacaklardır.”

Sevgili yapmak mı? Emrah, bunu hayatta istemiyordu. Onun ölümünden beri zaten kendini çok kötü hissediyordu bir de sevgili mi yapacaktı kendine? Bunu yapmaktansa ölmeyi tercih ederdi.

Serdar’ın söyledikleri zihninde yankılanırken, gözünü odasındaki zombi posterine dikti. Doğruldu. “Sanmıyorum.” dedi kaşlarını çatarken. “Buna hayatta izin vermezler. Zaten beni başlarından atmak için uğraşıp duruyorlardı. Ayrıca aşk konusuna gelirsek, onun dışında kimseyi hayatımda istemediğimi biliyorsun. O benim için bambaşkaydı ve çok değerliydi.”

Serdar, kaşlarını çatmasının ardından “İnatçı keçi.” dedi. Arkadaşının aslında söylediğini çok mantıklı buluyordu. Bu yüzden de onu sıkmak istemiyordu.

Emrah, gözlerini devirdi. Evet. İnatçı olduğu kesinlikle doğruydu. Dik kafalıydı ve asla söylediklerinden, düşüncelerinden geri adım atmazdı. İnsanlar düşüncelerini yanlış bulsalar bile, ne düşünüyorsa o düşünce onun için doğru demekti.

“O zaman bugün buluşalım. Seni gitmeden son kez görmek istiyorum.”

Emrah, gözlerini kısıp bakışlarını kolundaki saate çevirdi. Dokuzu elli geçtiğini görünce “Gidip duş alacağım. Hazırlandığımda seni ararım.” dedi.

“Tamam.” dedi Serdar. Telefonu kapattı.

Emrah, ayaklarını ahşap zeminle buluşturduktan sonra, ayağa kalktı. Kapının arkasında asılı duran bornozu aldı ve odasının içindeki banyoya doğru yürüdü. Soyunup duşakabine girdikten sonra, suyun sıcaklığını ayarladı. Su ne sıcak ne de soğuk oluyordu. Ilık diye belirtilen sıcaklığın bir iki derece üstündeki sıcaklıkta duş alırdı hep.

Anne ve babası şehir değişikliği yapması gerektiğini söylediğinden beri onlara soğuk davranıyordu. Bu davranışı asla değişmeyecekti. Ne zaman evlatlarına cana yakın ve sevecen davranırlarsa, o zaman davranışlarında değişiklik olacaktı.

Su vücuduna çarparken, bedenindeki bütün kasların gerilmiş olduğunu fark etti. Kendini istemeden de olsa gerip duruyordu ve stresi tüm vücudunu ele geçirmişti. Kullanmış olduğu şampuanı alıp saçını köpürttükten sonra, iyice duruladı. Bu işlemi pek çok kez tekrarladı. Duş jeli ile vücudunu temizledikten sonra, duşakabinden çıktı. Bornozunu giydi. Gök mavisi rengindeydi. Bu rengi çok seviyordu.

Saçını kurutup bir güzel şekle soktuktan sonra, banyodan dışarı çıktı. Bornozunu çıkarıp iç çamaşırlarını giydikten sonra, giysi dolabına yöneldi. Bugün ne giyeceği konusunda ilk defa kararsızdı. Aslında canı hiçbir şey yapmak istemiyordu.

Dolaptan eline ne geçerse üzerine geçirdi. Duşa girmeden önce çıkardığı kıyafetlerini kirli çamaşır sepetine attıktan sonra, kaşlarını çattı. Alt dudağının iç kısmını ısırdı. Annesi odasına girmişti.

Emrah, ondan yana dönmeden “Odama girmek için benden izin aldığını sanmıyorum.” dedi. Sesi sertti ve bu durumdan hoşnut olmadığı apaçık belli oluyordu.

Annesi Emrah'ı umursamadan “Nereye gidiyorsun?” diye sordu.

“Benim hayatımı çok mu önemsiyorsunuz sanki?” dedi Emrah soğuk bir sesle. Ders çalıştığı masanın üzerinde duran cep telefonunu eline aldıktan sonra, annesine bakmaya dahi tenezzül etmeden odadan dışarı çıktı.

Soluğu sokakta aldığında, havayı ciğerlerine çekti. Ailesi ile aynı ortamda olmak dahi midesinin bulanmasına sebep oluyordu.

Cep telefonunun rehberine girdi ve listeden Serdar’ı buldu. İsmin üzerine tıkladıktan sonra arama yaptı. Bir süre telefonun açılmasını bekledi.

Telefon açıldığında “Çıktın mı?” diyen Serdar’ın sesini duydu.

“Evet. Çıktım.” dedi Emrah seri adımlar atarak yürümeye devam ederken. “Her zamanki yerde buluşalım. Kırk dakikaya orada olurum.”

“Tamam.” dedi Serdar. “Ben de hazırım sayılır. Orada görüşürüz.”

 

♥♥♥

 

“Onlara hala çok kızgınım. Resmen beni kapı dışarı ettiler.”

İkisi de kahvaltı yapmadığı için, gittikleri kafede oturup kahvaltı siparişi vermişlerdi. Kahvaltının gelmesini beklerken Emrah, kendinden bekleneceği üzere sinirle söylenmeye devam ediyordu.

“Onlara karşı gelmeyi denedin mi?” diye sorduğunda Serdar, siparişleri gelmeye başlamıştı. Serdar, eline çatalı aldı ve kaşar peynirden bir parça alarak tabağına koydu.

Emrah, başını iki yana sallarken “Denemez olur muyum? Evde kıyameti kopardım ama sökmedi. Kararlılar.” dedi. Hemen ardından küfretti. Elinde tuttuğu kalemi parmaklarının arasında döndürüp duruyordu. Serdar’ın aksine daha bir şeyler yemeye başlamamıştı.

Kahvaltı siparişleri tamamen geldiğinde Emrah, iştahla gözlerini yumurtaya dikti. “Ayrıca şu kızları hiç anlayamıyorum.” dedi. Kaşları çatılmadan duramıyordu. “Bana bakıp durmalarından bıktım. Yapmamaları gerekiyor. Benden uzak durmalılar.”

Serdar, çatalıyla aldığı salamı ısırdıktan sonra “Senin de bu kızlara karşı olan mesafeli davranışların bitmedi be kardeşim. Ne güzel varlıklar işte. Gülüşleri, bakışları, vücutları, göğüsleri… Çok fazla sevgilim oldu ama onların kıymetini de iyi bilirim.” dedi.

Emrah, kaşlarını çattıktan sonra burnunu kırıştırdı. “Kapat şu konuyu.” dedi rahatsız olduğunu belirten ses tonuyla. İkisi de konuşmasını sonlandırmıştı ve tek kelime etmeden yemeye odaklandılar. Midelerinin tamamen dolduğunu hissettiklerinde selfie çektiler. Ne de olsa, bugün birlikte geçirecekleri son gündü.

Ayağa kalktıklarında ikisi de verdikleri siparişin ücretini ödemek üzere kasaya doğru ilerlemeye başladı. Siparişin ücretini ödedikten sonra, kafeden ağır ağır yürüyerek dışarı çıktılar. Serdar, bir anda Emrah'ın kolundan tutup durmasına sebep oldu.

“Sen gitmeden önce grubu toplayıp tekrardan çalalım mı?”

Emrah ve arkadaşlarının bir müzik grubu vardı. Arada okudukları okulda konser verir ve öğrencilerin üzerindeki eğitim stresini alırlardı.

Birdenbire sunulan bu teklifin mükemmel olduğunu düşünen Emrah "Mükemmelin mükemmeli olur.” dedi ve kolunu Serdar’ın omzuna attı. “Eee kanka, bugünün planları sende o zaman. Doğru muyum?” diyerek konuşmasına devam etti. Sesinde nihayet keyiflendiğini belirten tonlama vardı.

Serdar, Emrah'ın kolunu omzundan çekerken gözlerini kıstı ve arkadaşına bakmayı sürdürdü. “Ama bugün sen söyleyeceksin.” dedi.

Emrah, arkadaşının sözleri üzerine Ben mi söyleyeceğim? Grup bir araya geldi geleli sadece bir kere şarkı söyledim. Bu da nereden çıktı? diye düşünmeden yapamadı. İçinde beliren stres ve heyecan karışımı duygu yüzünden eli ayağı birbirine dolaşmıştı. Bu duyguyu hiç sevmemişti.

Arkadaşının teklifini düşünmeye devam ederken kararsız bir ses tonuyla “Sadece bir kez şarkı söylediğimi biliyorsun.” dedi. Zaten en çok da streslenmesine sebep olan şey buydu ya. Sadece bir kez şarkı söylemişken yeniden şarkı söyleyecek olması ve söylediği şarkının sesine uyup uymayacağını bilmemesi de diğer bir etkendi stresine sebep olan.

Emrah, stresi ile mücadele ederken, Serdar, sağ elini omzuna koydu. Arkadaşına beklenti dolu bakışlarıyla bana bakmaya başladı. "Hadi, kabul et de daha fazla kıvrandırma beni burada."

Emrah, derin bir nefes alıp aldığı nefesi geri vermesinin ardından “Tam bir pislik olduğunu biliyorsun değil mi? Senin gibi bir hayvanı bir daha göremeyeceğim ne de olsa. Nasıl reddedebilirim ki?” dedi. Hemen ardından da ekledi. “İkinci kez söyleyelim bakalım. Nasıl olacak?”

Serdar, arkadaşının kendisine karşı kullandığı sözcüklere aldırmadı. Beklediği karşılığı aldığı için keyfi fazlasıyla yerine gelmişti. “Harika!” dedikten sonra, grubun diğer elemanlarını tek tek arayarak durumu aktardı. Hepsi Emrah'ın gideceğini biliyordu.

Grup olarak çalmaya başladıklarından beri çalışmaları Çelik’in evinde toplanıp yaparlardı. Evlerinde bulunan bir odayı yapacakları provalara ayırmışlardı ve bugün belki de en zor günlerden biri olacaktı onlar için.

 

♥♥♥

 

Çelik’in evine en son gelen Serdarla Emrah olmuştu. Açılan kapıdan içeri girdikten sonra, müzik aletlerinin bulunduğu odaya doğru yürümeye devam ettiler. Grubun beş üyesi, yaklaşık bir aylık aradan sonra yeniden bir araya gelmişti.

Emrah, bir daha göremeyeceği arkadaşlarına sıkıca sarıldığında Turgay “Demek gidiyorsun.” dedi. “Ben bu aileleri hiç anlamıyorum.”

“Al benden de o kadar.” diyerek onayladı Turgay’ı Gürdal. “Sıkboğaz etmek yerine biraz rahat bıraksalar ya.”

Çelik, başını iki yana salladı. Bu durum hiç hoşuna gitmemişti. Arkadaşına o kadar çok bağlıydı ki, onu bir daha göremeyecek olmak çok üzülmesine sebep oluyordu.

Kısa süren bir konuşmanın ardından Çelik, Turgay, Gürdal ve Serdar müzik aletlerinin başına geçti. Çelik, elektrogitar çalıyordu. Gürdal, bateriyi kullanıyordu. Turgay ile Serdar ise basgitar kullanmaktaydılar. Aslında gruptaki elemanların hepsi iki gitarın da nasıl kullanılacağını bilmekteydiler. Sadece bugün ekipte bir kişinin yeri değişmişti. Basgitar çalan Emrah, şarkı söyleyecekti.

Emrah mikrofonu eline aldıktan sonra arkadaşlarına döndü ve “Hangi şarkıyı söyleyeceğim?” diye sordu. Ses tonu, beklediğinden daha da sıkılgan çıkmıştı.

Çelik “Gün Işığı’nı çalalım.” dediğinde “Ne!” dedi Emrah kızgınlıkla. “Olmaz.”

“Olur!” dedi arkadaşları aynı anda Emrah'ın itirazına karşılık verirken. “İtiraz istemiyoruz!”

Emrah, bu şarkıyı çok sevmiyordu ama yapabileceği bir şey de yoktu. Gözlerini devirdiğinde arkadaşları son kontrolleri yapıyorlardı.

Emrah, arkadaşlarını izlemeyi bırakıp çaresiz bir şekilde mikrofonda bir sorun olup olmadığını kontrol etmeye başladı. İçindense problem olması için dua ediyordu sürekli. Ne olur mikrofon arızalanmış olsun. Ne olur.

“Ses… Ses bir… İki…”

Kontroller tamamlandığında Çelik “Hazır mısınız?" diye sordu. Emrah, Serdar, Gürdal ve Turgay, aynı anda başını aşağı yukarı sallayıp hazırız dediler. Bunun üzerine çelik "Hazır. Son ki üç dört.” dedi ve müzik sesi tüm odayı sardı.

Emrah, elindeki mikrofonu sıkıca tutuyordu. Birkaç saniye sonra şarkıyı söylemeye başladı.

 

Aşka inanmıyorum. Benim için en saçma şey.

Bu yüzden seni kendimden uzak tutmaya çalıştım.

Bir süre sonra gönlüm, senin üzülmene razı olamadı.

Sana doğru gelmeye başladım.

Kalbini acıtacağımı bilsem de, kendimi engelleyemedim.

Seni göğsümde sarmaladım.

 

Şimdi bana bakıp soruyorsun.

Değişen ne oldu, diye.

İnan ki hiçbir açıklamam yok.

Sadece senin bana gün ışığını getirdiğini biliyorum.

 

Bir süre sonra dediğim olmaya başladı.

Senin güzelim kalbin kırıldı.

Ağlamaların kulaklarımda yankılanmaya devam ediyor.

Seni üzmeye devam ediyorum.

 

Kendimi engelleyememiştim ya,

Bu yüzden kendimden nefret ediyorum.

Şimdi seni terk ediyorum.

 

Sensiz olmak istemiyorum diyorsun.

Beni asla bırakma.

Üzgünüm bebeğim. Bu en doğrusu.

Sadece gün ışığının kayboluşunu görmek acıtıyor.

 

Seni özlemeye devam edeceğim.

Kalbim acıyacak ama acıyla baş edeceğim.

Sadece sen olacaksın kalbimde.

Bir başkası barınmayacak.

Gün ışığım…

 

Müzik sona erdiğinde Emrah, derin bir nefes aldı ve arkadaşlarına döndü. Dördü birden Emrah'a öyle bir bakıyorlardı ki, genç adam korkmuştu doğrusu. "Ne?" dedi gözleri irice açılırken. "Bir sorun mu oldu?"

Serdar, keyifle kıkırdamaya başladığında "Yok. Bir sorun olmadı. Sadece bu kadar iyi olmasını beklemiyordum." dedi. "Sende nasıl bir ses var kardeşim ya? Her şarkıya uyuyor sanki."

Emrah, arkadaşının söylediklerinin hiçbirini umursamıyordu. Ağzını hafifçe aralayıp bir yılan gibi tısladıktan sonra "İyi." dedi ve mikrofonu geri yerine bıraktı.

Arkadaşlarının keyfi yerindeydi ama o mutlu değildi. Yaşamış olduğu kaybı daha atlatamamıştı, aradan geçen zamana rağmen ve hala aklına geldikçe özlemi kat be kat artıyordu.

Gürdal “Çok başarılıydın.” dediğinde araya giren Çelik “Bir şarkı daha söyleyelim mi? Bir daha bu şansımız olmayacak sonuçta.” dediğinde Emrah'ın kaşları daha da çatıldı. "Ben almayayım." dedi. "Bugünlük benim için bu kadar yeterli. Sizlere daha fazla bağlanmak istemiyorum."

Sözleri anında ortamda soğuk bir rüzgâr esmesine sebep olmuştu. Hiçbiri bu sözleri beklemiyordu. Emrah'ın bu tavrı hoşlarına gitmiyordu.

 

♥♥♥

 

Emrah, düşüncelerinden sıyrıldığında kendini silkelemesi gerektiğini düşündü. Şu anda geçmişe dönmek çok yersizdi. Arkadaşları o gittiğinden beri bir kez arayıp sormamışlardı. Ne yapıyordu? İyi miydi? Hiç merak etmemişlerdi belli ki.

Elindeki bardağı tezgâha bırakmasının ardından pencereye doğru yürümeye başladı. Elleri cebindeydi. Ayağındaki kahverengi renkteki iskarpin ayakkabısı, giymiş olduğu açık krem rengindeki kumaş pantolonu ve yine aynı renkte olan ceketi, beyaz renkteki gömleği ile oldukça şık görünüyordu.

Algın'ı Yetkin'in yanında gördüğünden beri kıskançlığı o kadar çok artmıştı ki, sabrını zor tutuyordu. Sevdiği kadını kimse ile paylaşmak istemiyordu ve hiçbir erkek de bunu istemezdi zaten.

Yine de sabırlı olacaktı. Gün gelecek, Algın'ı yine elde edecekti. Buna inanıyordu ve inanmaktan hiçbir zaman vazgeçmemişti.

Loading...
0%