@yazarcerenoktay
|
28.08.2024, 13:35 💖 Okumaya başladığınız tarihi ve saati buraya yazın lütfen.
Yetkin, Holding'e vardığında aklında hala tartıştığı genç kızın olmasının şaşkınlığını yaşıyordu. Şoförü araçtan indiğinde sessizce küfretti. Bu durum onu fazlasıyla rahatsız etmeye başlamıştı. Kendisini içindeki lanet hislere yenilmiş hissederek araçtan indi ve Holding'e girmek üzere yürümeye başladı. İçeri girdiği sırada, tüm çalışanların bakışları genç adamın üzerindeydi. Hepsi Yetkin’in kafasının dalgın olduğunu anlamış ve kendi aralarında ona belli etmeden fısıldamaya başlamışlardı. Acaba neyi vardı? Yüzü bembeyaz kesilmişti ve fazlasıyla gergin görünüyordu. Yetkin de Algın gibi insanların ilgisinin üzerinde olmasından hoşlanmıyordu. Çevresindeki çalışanların kendi aralarında fısıldaştığını fark etmişti ve bu durum fazlasıyla rahatsız hissetmesine sebep olmuştu. Olduğu yerde durup tehditkâr gözlerle çevresine baktıktan sonra “Herkes işine dönsün!” diyerek bağırdı. Kalabalık dağılmaya başladığında Yetkin'in sesini duyan Selma yerinden kalktı ve öfkeyle kalabalığa bakmaya devam eden genç adama doğru yürümeye başladı. Bugün yine çok şıktı ve her zamanki gibi ustalıkla yapılmış makyajından ödün vermemişti. Bu haliyle bütün erkeklerin dikkatini kendisine çekerken sadece bir kişide başarılı olamıyordu. Bu kişi Yetkin Mirzanlı’dan başkası değildi. Kendisini güzelleştirmek için ne kadar çabalasa da bütün çabası boşa çıkıyordu. Nihayet genç adamın karşısına çıktığında “Hoş geldiniz Yetkin Bey.” dedi cilveli ses tonuyla. Yetkin, Selma'nın kendisine karşı ilgisi olduğunu görüyor ama bu ilgiyi görmezlikten geliyordu. Hayatına Alev dışında kimseyi almamıştı ve bu uzunca bir süre daha devam edecek gibiydi. Genç adam, Selma’nın konuşmasına aynı ses tonuyla devam ettiğini duydu ve gözlerini kıstı. Neden apaçık söylemiyordu ki onun bu hal ve hareketlerinden, ses tonundan rahatsız olduğunu? Çok mu zordu? Belki de sessiz kalmasının sebebi genç kızı kırmak istememesinden kaynaklıydı. Selma, konuşmasına devam edip “Saat 15.18’de toplantınız olduğunu hatırlatmak isterim." dediğinde Yetkin, donup kaldı. Toplantısının olduğu aklından bir buhar gibi uçup gitmişti. İşi konusunda fazlasıyla sert olan genç adam, kendisine kızmaktan başka bir şey yapamadı. Adliyede çarpıştığı ve ismini bile bilmediği kız sağolsun, aklında olan her şey uçup gitmişti sanki. Genç kız, onda inanılmaz bir şekilde unutkanlığa sebep olmuştu. “Toplantı mı?” diye sordu karşısındaki genç kızın yeşil gözlerine bakarak. “Bana bunu daha önce neden söylemedin?” Selma, elindeki dosyaya yeniden baktı. Yetkin, gerçekten toplantısının olduğunu unutmuş olamazdı. Selma ona daha önce hatırlatmıştı. Buna rağmen hatırlatmadığını söylüyor olması hoş değildi. Gözlerini kısıp Yetkin'e tekrardan baktıktan sonra “Aslında size hatırlattım ama belli ki siz hatırlamıyorsunuz.” dedi. Bu sözünün üzerine genç adamın gözlerinde ortaya çıkan ifadeyi görmek midesinin düğümlenmesine sebep oldu. Kalp atışını duymazlıktan gelerek konuşmayı sürdürmeye çabaladı. “Bu toplantı Day Food’un kurucuları ile gerçekleşecek. Oldukça önem taşıyor. Bu şirket bildiğiniz üzere bir yemek şirketi.” Tabii ya. Day Food'un kurucuları ile olan toplantı. Yetkin, bu toplantının çok önemli olduğunu biliyordu. Buna rağmen bu toplantıyı nasıl unutmuştu? Hala aklı almıyordu. Sağ elini kaldırıp Selma'yı susturduktan sonra “Her neyse.” dedi. Bu toplantı ile ilgili daha fazla konuşmayı istemiyordu. Selma, dudaklarını birbirine sıkıca bastırarak başını salladı. Yetkin'in yanından ayrılıp masasına doğru ilerlerken elindeki dosyayı sıkıca tutuyordu. Genç adamda bugün önceki günlere nazaran büyük bir farklılık vardı. Sanki aklı başka bir yerde gibiydi. Dikkat dağınıklığına ve unutkanlığına sebep olan neydi? Bunu düşünüyor ama bir türlü yanıt bulamıyordu. Yetkin, Selma’nın yanından ayrılmasıyla odasına doğru yürümeye devam etti. Odasının önüne geldikten sonra elini kapı koluna attı. Birkaç saniye hareketsiz kaldıktan sonra Selma’nın masasına döndürdü bakışlarını. “Bana bol köpüklü, şekersiz sert bir kahve.” dedi. Ses tonu hala soğuktu ve içeceği kahve, belki biraz olsun kendine gelmesini sağlardı. Selma’nın “Hemen getiriyorum Yetkin Bey.” dediğini duyduktan sonra, odasının kapısını açıp içeri girdi. Kapıyı kapatıp sandalyesine oturduktan sonra, çalan cep telefonunun sesini duydu. Cep telefonunu ceketinin iç cebinden çıkardıktan sonra ekrana baktı. Arayan, Ferhan'dı. Pars'ın ikizi. Yetkin, onunla çok kavga ederdi. Bu yüzden aramasını garip bulmuştu. Yüzünü şaşkınlık kapladıktan sonra aramayı yanıtladı. Tam da tahmin ettiği gibi Ferhan'ın “Telefonu Pars’a veriyorum.” diyen iğneleyici ses tonunu işitti. Bu kadar konuşmaları bile ikisi için çok fazlaydı zaten. Duyduğu iğneleyici ses tonundan dolayı Pars’ın konuşmasını beklerken, içinden yüzlerce küfür saymıştı ve hala da saymaya devam ediyordu. Pars ile konuşacaksa hiçbir şey yolunda gitmeyecekti. Hayatının yine içine edilmesine hazır olmalıydı. Bunun ise pek kolay olduğu söylenemezdi. Telefonu kulağından çekip ekrana yeniden baktığında Ferhan’ın telefonundan arandığını görmek şoke olmasına sebep oldu. Pars, neden kendi telefonundan aramamıştı? Aslında bunun çok mantıklı bir açıklaması vardı. Pars, mesai saatleri içerisinde aradığında konuşmayı uzattığı için hem vaktini çalıyor hem de ruhunun daralmasına sebep oluyordu. Bu durumun farkında olan genç adam, aramasına yanıt verilmeyeceği için kardeşinin aramasını sağlamıştı. Yetkin, Pars’ın sesini duyduğunda küfür etmeyi bıraktı ve sakinleşmeye çalıştı. “Yakışıklım. Nasılsın bakalım?” diye soruyordu. Ses tonundaki neşe, şimdiden iyi şeylerin olmayacağının en büyük habercisiydi. Saniyeler ilerlemeye devam ederken Yetkin, daha da gerildiğini hissetti. “Holding’e yeni geldim. İşimin başımdayım. Sen nasılsın?” Sıkıntı dolu ses tonunu bastırmaya çalışıyordu konuşurken. Hiç konuşma heveslisi değildi. Telefonu arkadaşının suratına kapatmak istiyordu. Lakin bunu yapamazdı. Pars'ın ne kadar kırılacağını çok iyi bildiğinden, konuşmayı sürdürmek başının daha da ağrımasına sebep oluyordu. “İyi ne olsun.” dedi Pars. Elinde tutmuş olduğu kalemi parmaklarının arasında çevirirken direkt mevzuya girdi. Bahsedeceği konunun Yetkin'e sıkıntı vereceğini biliyordu ama arkadaşını yanında istiyordu. Hiç beklemeden sözlerini sarf etti ve karşı taraftan gelecek yanıtı bekledi. “Bu akşam bizimkilerle eğlenmeye gidiyorum. Sen de gelsene.” Yetkin, tahmininde yanılmadığı için sıkılgan bir şekilde gülümsemeden yapamadı. Üstelik iç sesi tehlike çanlarını çalmaya başlamıştı. Pars'ın teklifi, yılanlarla dolu bir adaya gitmekle eş değerdi. O adaya gittiğinde nasıl ki geri dönme gibi bir durum söz konusu değilse, teklifi kabul ettiğinde de sağ salim geri dönme diye bir ihtimali olmayacaktı. Ne yapacaktı? Teklifi kabul etmek ve etmemek arasında gidip geliyordu. Sakın kabul etme! Ne zaman beraber takılsanız gece kulüplerinde başına gelmeyen kalmıyor. İç sesi her zamanki gibi doğruyu söylüyordu. Ne zaman bir araya gelseler, soluğu ya karakolda alıyorlardı ya da Yetkin'in hiç hoşuna gitmeyecek şeyler yaşanıyordu. Bu yüzden bir bahane bulmalı ve arkadaşını kırmadan isteğini reddetmeliydi. Sağ eli ile masada ritim tutmaya başladığında “Yok ya.” dedi. Sesine keyifsiz bir ses tonu vermeye çalıştı. Hatta ve hatta daha da ileri giderek hastaymış izlenimi vermenin daha iyi olacağını düşündü. “Benim bugün tadım yok. Kendimi pek iyi hissetmiyorum. Sabahtan beri kusuyorum." diyerek yalan söyledi. “Hadi ama.” dedi Pars tıslayarak. “Yapma böyle.” Ne zaman böyle dese, Yetkin arkadaşının öne sürdüğü bahaneleri yemediğini anlıyordu. “Tam bir işkoliksin. Azıcık kafanı işten kaldırmalı ve hayatın tadını çıkarmalısın. Mızıkçılık yapma da gel. Çok eğleneceğiz.” Yetkin, kendini -bunu yaptığına inanamıyordu- birkaç saniye sonra Pars'ın dediklerini düşünür halde bulmuştu. Kabul etmeli miydi? İlk defa kendini bu kadar kararsız hissediyordu. Ne desem? Ne desem? Bilemedim şimdi. Kabul etsem kesin akşama bir kavga çıkacak ve kendimizi nezarethanede bulacağız. Kabul etmesem de ayrı bir dert çıkacak başıma. Pars küsecek, küçük bir çocuk gibi davranarak kafamı şişirecek. İçinden geçirdiği sözcüklerin gerçekleşme olasılığı yüzde doksan dokuzdu. Buna rağmen hiçbir şeyin olmayacağını var sayıp gitme riskini alması ne kadar doğru olurdu? En iyisi doğruyu söylemek ve rahatlamaktı sanırım. “Kardeşim hadi geldim farz et. Siz yine adam akıllı durmazsınız. Sizin yüzünüzden nezarethanede geçirdiğim gün sayısını hatırlamıyorum. Siz başınızı belaya sokuyorsunuz. Olan bana oluyor. Hem de hiç suçum yokken. Babamla kaç kez tartıştığımı hatırlatmama gerek yok sanırım.” Söylediklerinde sonuna kadar haklıydı. Buna rağmen telefonun ucundan kulağına ulaşan oflama sesi, hiç hoşuna gitmemişti doğrusu. Neden bahane uydurduğunu şimdi anlamıştı Pars. Sesini Yetkin'den baskın tutmaya çalışarak “Kardeşim sen gel. Sana söz veriyorum, bu gece bir problem olmayacak.” dedi. Yetkin’den ses gelmeyince “Seninle iddiasına girerim, eve sağ salim ve olaysız bir gün geçirerek gideceksin.” diyerek ikna etme yöntemleri arasına bir yenisini ekledi. Aslında söylediği şeye kendisi de inanmıyordu. Bu onların kaderiydi. İlla bir olay olur, başları belaya girerdi. Yetkin iddia mı? diye düşündü. Bu sözcük birkaç saniye gecikmeli olsa da dikkatini çekmişti. Madem işin içine iddia katılmıştı, acımasız olmanın zamanı gelmişti de geçiyordu bile. Derin bir nefes aldıktan sonra ses tonunu kararlı tutarak kurallarını sıralamaya başladı. “Birinci şart ne olursa olsun kavga çıkmamasını kapsıyor. Eğer ki kavga çıkarsa arabanı alırım. İkinci şartım ise kesinlikle kendimizi nezarethanede bulmamamızı kapsıyor. Eğer ki kendimizi nezarethanede bulursak araban dışında en çok sevdiğin ve uzun zamandır göz koyduğum saatini alırım. Eğer arabanı ve saatini kaybetmek istemiyorsan bu şartların gerçekleşmesi için elinden geleni yapmak zorundasın.” Duyduklarının şaka olduğunu düşünen Pars “Ne!” diye bağırdı. “Şaka yapıyor olmalısın.” Yetkin'in bu kadar gaddar olacağını düşünmemişti. Arabasını kaybetse üzülmezdi ama en çok değer verdiği şeylerden birini, saatini istemesi oldukça acımasızdı. Yetkin, Pars'ın aksine bu isteklerinin devede kulak olduğunu düşünüyordu. Haklıydı da bu düşüncesinde. Başına ne geldiyse hep Pars yüzünden gelmişti. Eline Pars yüzünden başına gelenlerin acısını çıkarabileceği bir fırsat geçince bu fırsatı kaçırmanın aptallık olacağını düşünmüştü. “Hayır." dedi Yetkin. İsteğinde kararlı olduğunu belli etmesi gerekiyordu. "Şaka yapmıyorum. Biliyorsun, şaka yapmak bana göre değil. Kabul edip etmemek sana kalmış.” Bir an sessizlik yaşandı. Pars, Yetkin'in söylediklerini düşünüyordu. Madem Yetkin'in gelmesini istiyordu, şartları kabul etmekten başka çaresi yoktu. Diğer türlü arkadaşı gelmeyecekti. Yetkin’in de onlar gibi dışarı çıkıp biraz olsun sosyalleşmeye ihtiyacı vardı. Özellikle Alev'i unutabilmek için bunu yapması gerekiyordu. Aradan ne kadar zaman geçerse geçsin, yüreğindeki yaranın kapanmayacağının farkındaydı. “Kabul.” dedi sırf arkadaşını düşündüğü için. “Geliyorsun öyleyse?” Yetkin, öksürdükten sonra eline aldığı kalemi bıraktı ve “Geliyorum.” dedi. Ayağa kalkıp soluğu pencerenin önünde aldı. Tüm şehir ayaklarının altındaydı. Bu manzarayı seyretmek, içindeki stresi biraz olsun azaltmıştı. Dışarıyı seyretmeye devam ederken tekrardan aklına ismini bilmediği kızın gelmesi canını sıkmıştı. Neden sürekli onu hatırlıyordu ki? Pars, “Akşam sekizde. Her zamanki yerde.” dedikten sonra telefonu kapattı. Yetkin, yine yalnızlığı ve ismini bilmediği kızın güzel yüzünün aklına gelmesiyle baş başa kalmıştı. "Pekâlâ." dedi kendi kendine zihnindeki görüntünün yok olması için. "Şu kim olduğunu bilmediğin kızı aklından at ve önüne bakmaya devam et. Zaten onu bir daha görmeyeceksin. Neden düşünüyorsun ki? Bir daha görmeyeceğin birini düşünmek hiç hoş değil. Kendine gel." Yetkin, gerçekten de düşündüğü gibi o kızı bir daha göremeyecek miydi? Algın, onun için ulaşılmaz biri miydi yoksa tam tersi miydi? Hiçbirimiz bir saniye sonrasını bilemezken peşin hüküm vererek konuşmak doğru değildi. Belki de Yetkin'in düşündüğünün tersi olacaktı. Algın'ı, genç kızı yeniden görecekti. Kendi kendine konuşmasını sonlandırmasının ardından eve gitmesi gerektiğini düşündü. Bir an önce çıkıp eve gitmeli ve üzerini değiştirip hazırlanmalıydı. Hazırlanmasına hazırlanmalıydı ama içindeki ses, hala bir şeylerin yolunda gitmeyeceğini söylüyordu. Umarım haklı çıkmazdı. Eğer ki haklı çıkarsa, arabayı kapacak aynı zamanda gittiğine pişman olacaktı.
♥♥♥
Simsiyah bir ceket, ceket ile uyumlu siyah renkte kumaş pantolon, giymiş olduğu bembeyaz gömlek ile birlikte geceye hazırdı Yetkin. Takımının altına giymiş olduğu iskarpin ayakkabı ile oldukça şık görünüyordu. Zaten fazlasıyla yakışıklı bir adamdı. Kadınlar gözlerini ondan kolay kolay alamazken bugünkü ilgi daha fazla olacak gibi görünüyordu. Saçlarına jöle yardımıyla biraz şekil verdikten sonra, aynada son kez kendine baktı. Harika görünüyordu. Artık evden çıkma vakti gelmişti. Bahçeye adımını attığında onu gören şoförü, aracın kapısını çabucak açtı. Genç adam kapının açılmasının ardından adımlarını daha da sıklaştırdı ve araca varır varmaz içine bindi. Yetkin'in nereye gideceğinden haberi olan şoför, Yetkin'in ardından araca bindiğinde aracı çalıştırıp sürmeye başladı. Gidecekleri yer, Yetkin'in evine çok uzak değildi.
♥♥♥
Mekâna vardıklarında, Yetkin'in gözüne ilk çarpan araç Pars'ın aracı olmuştu. Aracı modifiyeli olduğu için muhteşem bir görünüşe sahipti. Işık vurdukça parıl parıl parlıyordu. Pars’a söylemiş olduğu şartların gerçekleşmemesi sonucunda elde edeceği bu araç ve bileğindeki saate rağmen, aslında bunları istemediğini fark etti. Tek istediği her şeyin yolunda gitmesi ve olaysız bir gün geçirmekti. Araçtan indiğinde Bodyguardlardan biri Yetkin'i gördü ve mekâna girmek üzere hareket eden genç adama “Hoş geldiniz Yetkin Bey.” dedi. “Arkadaşlarınız içeride sizi bekliyor.” Yetkin, başını hafifçe salladıktan sonra, elini cebine sokarak yürümeye başladı. Can sıkıcı bu ortama en sonunda adımını atmıştı. Olacak faciaları düşündükçe canının fazlasıyla sıkıldığını hissetti. Mekânın içine girdiğinde, bütün bakışların üzerine döneceğini biliyordu. Öyle de oldu. Tüm ülkede tanınır olmak, girdiğiniz her yerde fark edilmeniz demekti. Özellikle bar, gece kulüpleri gibi yerler bunun için idealdi. Bara girdiğinde, içerideki gürültü rahatsızlık duymasına sebep oldu. Yüksek gürültüsü olan ortamları çok sevmezdi. Hem kulağına zarar veriyor hem de başının ağrımasına sebep oluyordu. Çevresine bakındığında arkadaşlarından birisi onu görüp el salladı. Bulundukları yeri belli edebilmek için çabalıyordu. Arkadaşının el salladığını gören Yetkin, sıkıntıyla alnını ovdu. Ortalık acaba ne zaman karışacaktı? Fazla uzun süreceğini sanmıyordu. Kalabalıktan zar zor sıyrılıp grubun yanında soluğu aldığında, arkadaşlarının hepsine tek tek sarıldı. Pars, soluğu yanında aldığında Yetkin’e sıkıca sarıldı. “İyi ki geldin.” dedi gülen gözlerle. İçkisinden bir yudum aldı. Ses tonundan henüz sarhoş olmadığını anlamak zor değildi. Yetkin, sesinin duyulması için bağırarak “İddia sağ olsun, gelmeme sebep oldu.” dedi. "Eğer işin içinde iddia olmasa, hayatta buraya adımımı atmazdım." Pars, içten bir kahkaha patlattı. “İddiayı kazanmana izin vermeyeceğim.” dedi. “Bilirsin, söz konusu böyle şeyler olduğunda çok inatçı oluyorum.” İnatçı oluyormuş. Senin o inadın hiçbir halta yaramaz kardeşim. Bunu sen de göreceksin. Hep benim dediğime geliyoruz. Birlikte katıldığımız her gece olaylı bir şekilde sonuçlanıyor. Yetkin, iç sesinin konuşmasının ardından gözlerini kısarak “Göreceğiz.” dedi. “Olay çıkması, fazla uzun sürmeyecek.” Pars, Yetkin'in bu sözleri karşısında geri duracak değildi ya. Elini havada şöyle bir döndürdükten sonra parmağını Yetkin’e doğru salladı. “Göreceğiz.” dedi. İkisinin arasındaki konuşmanın devam ettiğini gören Elif, soluğu Pars'ın yanında aldı. Genç adam, sevgilisinin yanına geldiğini görünce elinden tuttu ve bakışlarını yeniden Yetkin'e çevirdi. Sanırım dilinin ucuna gelen kelimeleri söylemenin tam zamanıydı. "Elif ile ben evleniyoruz." Yetkin, arkadaşının sözü üzerine büyük bir şaşkınlık yaşadı. Bu kararı ne zaman almışlardı ve neden şimdi öğreniyordu? "Ne?" diye sorduğunda kaşlarının havaya kalkmasına engel olamadı. Şaşkınlığını ses tonuna yansıtırken "Ne zaman? Bunu neden şimdi öğreniyorum?" diye sordu. Ağzı bir karış açık şekilde arkadaşına bakmaya devam etti. Ondan bir yanıt bekliyordu ama beklediği yanıtı alamamıştı. Sarp, Yetkin’i duymamış gibi sevgilisine çevirdi bakışlarını ve hemen sonrasında genç kızı öptü. Elif’i her öpüşünde kalbinin sıcaklığı daha da artıyor, gönlü duyduğu aşkla kavruluyordu. Yetkin, arkadaşının sevgilisini öpmesiyle gözlerini onlardan kaçırmadan yapamadı. Alev onu terk ettiğinden beri kendinde değildi ve gittiği mekanlara yanında getirebileceği bir kız arkadaşı dahi yoktu. O anda büyük bir hata yaptığını fark etti. Kadınları kendisinden uzak tutmamalıydı.
♥♥♥
Zaman geçtikçe geçiyordu. Pars başta olmak üzere hepsi yavaş yavaş sarhoş olmaya başlamıştı. İçlerinde en az içeni Yetkin’di. Sabah iş başı yapacağı için az içmek onun için doğru olandı. Ayrıca uyuyakalırsa babasından bir ton fırça yiyeceği için, bu riski göze almak istemiyordu. Mekâna gelmesinin üzerinden daha bir saat geçmemişti. Çevresine bakınıyor, arada çalan şarkılara eşlik ediyor ve anın tadını çıkarmaya devam ediyordu. Tam o anda sarhoş olan gençlerden birisinin bulundukları yere doğru ilerlediğini gördü. Bu gencin Elif’e sarkıntılık yapıp onu taciz edeceği aklının ucundan geçmemişti. Yetkin, saniyeler içinde gerçekleşen olayın şokunu atlatamamışken ilk olarak havada uçan yumruğu gördü. Elif’i taciz eden şerefsizin yanağında patlamıştı ve adam yere düşmüştü. Bu pisliğe yumruğu atan kişi ise Pars’tı. Buna hiç şaşırmamıştı doğrusu. Çünkü olacağı biliyordu. Gece olayla sonuçlanacak demişti ve olan olmuştu işte. Pars, birkaç adım atıp adamın yakasına yapıştıktan sonra, ikinci yumruğu patlattı. “Sen nasıl benim sevgilime laf atar, onu taciz edersin lan! Şerefsiz köpek!” diye bağırdı ve yere düşen adamı tekmelemeye devam etti. Bütün bunlar devam ederken mekândaki müzik kesilmiş, çevrelerini insanlar sarmıştı. Fotoğraf çekenler, olayı kamera kaydına alanlar... Yetkin, bütün bunları fark etmesine rağmen herhangi bir müdahalede bulunamadı. Çünkü Pars'ın kavga etmesi ve adamın ağzını yüzünü dağıtmak için çabalaması, o anda beklemediği bir davranıştı. Buna daha fazla izin veremezdi. Hemen araya girdi. Pars’ı kolundan tutup geriye doğru çekti. Arkadaşının hayvan gibi debelenmesinden dolayı zorlanınca, arkadaş grubunda olan iki kişi daha ona yardımcı olmaya başladı. Pars’ı kenara itmelerinin ve sakinleştirmeye çalışmalarının ardından sadece iki saniye geçmişti. Yetkin'in suratına bir yumruk patladı. Daha doğrusu yanağına. Bu yumruk da nereden gelmişti? Bunu yapan kimdi ve ondan ne istiyordu? Yumruğun aniden suratında patlaması sersemlemesine sebep olmuştu. Dengesini zar zor sağlayıp çevresine baktığında yumruğu atan kişinin Elif’i taciz eden şerefsiz olduğunu gördü. Yanağının alev alev yandığını hissetti. Bu kavgada hiçbir suçu yokken suratına yumruk yemesi, bardağı taşıran son damlaydı. Kendisini daha fazla tutamayıp adamın yakasına yapıştı ve kafa attı. Kafa atışındaki darbe o kadar sert olmuştu ki, adam sarhoşluğunun da etkisiyle bayıldı. Yetkin, "Beter ol piç kurusu!" diyerek bir küfür savurdu. Bu küfürün üzerine kavga daha da büyüdü. Tacizcinin arkadaşları kavgaya dahil olup karşı saldırıya geçtiler. Amaçları yerde baygın bir şekilde yatmaya devam eden arkadaşlarının öcünü almaktı. Hiç kimse arkadaşlarına zarar veremezdi. Sebebi ne olursa olsun buna hakları yoktu. Yetkin, kavganın daha da büyümesinin iyiye alamet olmadığını düşündü. Kesin geceyi nezarethanede geçireceklerdi. Ayrıca mekanda olan insanların çektiği videolar ve fotoğraflar çoktan internete düşmüş olmalıydı. Babası bu görüntülerden herhangi birini görürse Pars ile yeniden görüşmesine hayatta izin vermezdi. Kavga devam ederken, geç de olsa Bodyguardlar gelmişti. İçlerinden birisi Yetkin'i kolundan tuttuğu gibi kenara itekledi. Genç adam, bu durumdan hiç hoşnut olmadı. Esas canını sıkınsa duyduklarıydı. “Yetkin Bey, size kaç defa kavga etmemeniz gerektiğini söyleyeceğim?” Konuşurken ses tonu kızgın olduğunu apaçık ortaya seriyordu. Bakışları sertti. Yetkin'i bu öfkeli bakışlarıyla yamyam gibi yiyebilir, geriye bir şey bırakmayabilirdi. Yetkin, tam da tahmin ettiği gibi gerçekleşen olaylardan dolayı sabırlı olmakta zorluk çekiyordu. Artık genç adamda nasıl bir şans varsa, bir olay çıktığında herkes ona yüklenirdi. Olaya sebep olan diğer insanlar görülmezdi bile. Polis Merkezi'ndeki Komiserler bile ilk olarak ona sorarlardı neden kavga ettiğini ya da her ne olduysa o olayın nasıl başladığını. Ne? Yine suçlu ben mi oldum? diye düşünürken Bodyguard'ın suratına şok olmuş bir yüzle bakmadan yapamadı. Bu olanlarla hiçbir alakası yoktu ki. Yerde baygın bir şekilde yatmaya devam eden şerefiz gelip sarkıntılık yapmasaydı ve Elif’i taciz etmeseydi, belki de gece ilk defa güzel bir şekilde sonlanacaktı. Hayır, hayır. Bu olay olmasa bile yine bir şey olurdu kesin. Bir şey olmaması için kafalarına gökten taş düşmesi gerekiyordu. Her zaman olduğu gibi kabak yine Yetkin'in başına patlamıştı. Buna neden şaşırıyorduysa? Zaten beklediği bir şeydi. Kötü şansı çekip dururdu. Neden bu kadar bahtsızdı? Hayatında bir kez olsun bir şeyler yolunda gitseydi ya. Bodyguard'ın gözlerine bakıp “Kavgayı çıkaran ben değilim.” dedi. Sıkmış olduğu yumruğunu suratına patlatmamak için kendisini zor tutuyordu. Bodyguard, Yetkin’in sözleri üzerine alayla güldü. Ne zaman kavga çıksa Yetkin’in savunması böyle olurdu. “Yetkin Bey, söylediğinize siz de inanmadınız galiba. Bunun gerçek olmasının imkansız olduğunu siz de biliyorsunuz.” Yetkin, Bodyguard'ın bu sözleri üzerine yumruğunu daha da sıktı. Gözlerini devirdi, dişlerini gıcırdattı. Parlak ışıklar, artık eskisi gibi parlak görünmüyordu. Ne de olsa, gece berbat olmuştu. Kendisini şu anda hiç suçu olmadığı halde hapse atılan bir insan gibi hissediyordu. Morali tamamen bozulmuştu ve bunun tek sorumlusu Pars’tı. Daha doğrusu onu mekâna davet etmesiydi. Eğer ki çağırmasaydı, morali bozulmayacak, kavganın sorumlusu da olmayacaktı. Üstelik babasından işiteceği fırçayı düşündükçe, gerilimi kat be kat artıyordu. Bodyguardlar’ın hiç vakit kaybetmeden iki grubu mekândan dışarı atmasıyla Yetkin, öfkeli gözlerle Pars'a baktı. Kendini daha fazla tutamadı, bağırarak öfkesini kusmaya başladı. “Ben sana demiştim, değil mi!” Yetkin, hala yumruğunu sıkmaya devam ediyordu ve şimşek çakan gözleriyle Pars’a bakmaktaydı. Arkadaşı ne kadar öfkelendiğini anlayıp alttan alsa iyi ederdi. Çünkü tam tersi bir şekilde sarf edeceği herhangi bir söz, kıyametin kopmasına ve ikisi arasında sonu gelmeyecek bir kavganın çıkmasına sebep olacaktı. Arkadaşının gözlerine bakmaya devam ederken Hadi bakalım Pars. Şimdi bana hangi mazereti sunacaksın? Çok merak ediyorum, diye düşündü. Yetkin'in öfkeli bağırışının hemen ardından Pars, ellerini iki yana açtı. Kendini savunmak için “Kusura bakma ama asla duramazdım.” dedi. Belli ki o da Yetkin gibi hala öfkeliydi ve konuşmasına bağırarak devam etmeye başlamıştı. “Benim sevgilime, bir taneme sarkıntılık yapıyor. Bu da yetmiyormuş gibi dibimizde taciz ediyor. Söylesene, eğer sevdiğin bir kadın olsa buna engel olmaz mıydın Yetkin? Sinirlenmez miydin? Hadi sevdiğin kadını geçelim, herhangi bir kadın? Bak Yetkin, kadınlar bize Allahın emaneti. Hiçbir kadının böyle bir duruma maruz kaldığını bile bile, hem de gözlerimin önünde susamam. Bu bana yakışmaz. Bu hiçbir erkeğe yakışmaz. Erkekliğin içine sıçan, erkek olmanın nasıl bir şey olduğunu unutan şerefsizler yüzünden bunlar oluyor ya çok zoruma gidiyor. Kadınlarımıza, kardeşimize, annemize, ablamıza, komşumuza kısacası hiçbir kadına yan bakmak, taciz etmek en önemlisi de tecavüz etmek bize yakışmaz.” Sarf ettiği sözlerle ne kadar da haklıydı. Elif’in başına gelenler ve son zamanlarda artan taciz, tecavüz olayları canını epey sıkmıştı. Fırsatı olunca da düşüncelerini tamamen ortaya sermişti. Erkek denilen mahlûkatlar silkelenip kendine gelirse bir erkekten başlayıp bu sayı onu, yüzü, bini, on binleri, yüz binleri hatta milyonları bulabilirdi. Ayrıca sadece bu konuda erkeklere de görev düşmüyordu. Erkek çocuk dünyaya geldiğinde onu yücelten, kadından üstün gören anne, baba, teyze, hala, babaanne, anneanne, dede, amca, dayı, arkadaş da olmamalıydı. Onlar erkekleri yüceltip tepelerine çıkardıkları için bunlar oluyordu ya. Senin pipin var evladım. Sen erkeksin. Erkek adam olduğun için döver, küfür edersin. Taciz ve tecavüze uğradığında bir kız senin tarafından, buna sessiz kalırız. Senin yaptığın doğruymuş gibi hareket eder, gıkımızı çıkartmayız. Tam olarak zihniyet bu şekilde değil mi? Bir erkek bir kadına taciz ve tecavüz ettiğinde insanlar susuyor, böyle bir şey olmamış gibi davranıyorlar. Bunu yapan insan ise demek ki ben yanlış bir şey yapmıyorum diye düşünüp bu davranışına devam ediyor. Eğer ki böyle bir şey oluyorsa insanlar susmak yerine tam tersini yapmalı. Sen nasıl bir insansın? Kadının namusuna göz dikmek ne demek? tarzında sözler sarf etmeli. Onu korumak yerine götürüp emniyete bırakmalı ve durumu anlatıp şikâyet etmeli. Sadece taciz ve tecavüzde değil. Şiddette de aynı tavrı göstermeli. Sokağın ortasında bir kadın dövülüyorsa ve toplumun bunu görmesine rağmen gıkı çıkmıyorsa, bu çok büyük bir yanlış. Sessiz kalımlar arttıkça yaşanan şeyler hiç düzelmeyecek. Bunun için öncelikle tepki göstermeli insanlar. Eğer ki müdahale etme imkânı varsa duruma müdahale etmeliler. Kadın şiddete, tacize ve tecavüze uğradığında susmamalılar. Erkeklerin zihniyetini düzeltmek için ailelere sonrasında da o erkeklerin çevresindeki insanlara görev düşüyor. Tek bir şikâyet ya da olaya müdahale etme durumu, belki de pek çok şeyin değişmesine sebep olacak. Herkes elinden geleni yaptıktan sonra bazı şeyler kesinlikle değişecek. Bütün bu tepki gösterimlerine rağmen erkek, eğer ki onları takmıyorsa ve kendi kız kardeşi, annesi ve çevresinde pek çok kadın olmasına rağmen bunları yapıyor ve yapmaya devam ediyorsa erkek olmaktan utanmalıydı. Hatta ve hatta toplumdan dışlanmalıydı ki, yaptığı hatanın farkına varabilsin. Yetkin, son zamanlarda artan taciz, şiddet ve tecavüz olaylarını düşününce pişmanlığın vücudunu tamamen kapladığını hissetti. Yüzü asılmıştı. Yediği yumruktan dolayı o kadar öfkeliydi ki olaya hiç de bu gözle bakmamıştı. Gözünün önünde olanları, gözünü tamamen kaplamış perdeden dolayı görememişti. Pars, bunları söylemeseydi belki de hiç farkında olmayacaktı. Tek bir söz, anlatış ve davranış insanları nasıl da değiştirebiliyor, bazı şeylerin farkına varmasını ne de güzel sağlıyordu. Pars, Elif’i tanıyana kadar berbat bir insandı. Kadınlar onun için bir oyuncak gibiydi. Zamanında çok hata yapmıştı ve yaptığı hataları düşündükçe kendinden utanıyordu. Elif'i tanımasaydı, genç kız hayatına girmeseydi belki de bu karakteri devam edecekti. Arkadaşlarına aldırmayacak, her sabah başka bir kadınla uyanacaktı. Gittiği barlarda onu tanıyan, yanına gelen ya da kendisinin beğendiği ve yatağa attığı genç kız sayısı o kadar fazlaydı ki. Kaç tane olduğunu bilmiyordu bile. Birkaç dakika önceki sözleri sarf eden genç adam, tamamen değişmişti. Elif’e âşık olmuştu ve kadınlara artık değer veren, onların bir emanet olduğunu görmeye başlayan Pars’tı. Önceleri kendisi gibi davranan arkadaşlarına tepki göstermezken şimdi tepki gösteriyordu. “Haklısın.” dedi Yetkin sinirle karışık bir utanç içinde. Bakışlarını Elif'e çevirmemek için kendini zorlayabildiği kadar zorluyordu. Genç kıza sarf ettiği sözlerden sonra nasıl bakabilirdi? Sanırım ondan özür dilemek en doğrusu olacaktı. “Ne berbat bir dünyada yaşıyoruz. Yemin ederim bazen bu şerefsizler yüzünden erkek olmaktan utanıyorum.” “Ben de.” dedi Pars ve hala titremekte olan Elif’e döndü. Endişe dolu bir yüz ile bakıyordu kıza. “İyi misin?” diye sordu. Bu sorduğu sorunun ne kadar da aptalca olduğunu biliyordu Pars. Elif iyi değildi. Kolay kolay da iyi olmayacaktı. Elif, konuşmaya çalıştı ama başaramadı. Kekeledi. Gözlerinden yaşlar akmaya devam ederken, Pars'ın bedenini kendisine doğru çektiğini hissetti. Sevgilisine sıkıca sarıldığında hıçkırarak ağlamaya devam ediyordu. Pars, genç kızın saçlarını sakinleştirebilmek amacıyla okşamaya devam ederken “Tamam, geçti.” dedi sakinleştirici ses tonunu kullanarak. “Ağlama. Ben ve arkadaşlarım o şerefsize gününü gösterdik. Sıkıyorsa bir daha biri seni taciz etmeye çalışsın bakalım. O zaman dünyanın kaç bucak olduğunu görecek.” Pars'ın sözlerine rağmen Elif’in gözyaşları hala akıyordu. Birkaç dakika sonra Pars'a sarılmayı bırakıp geriye doğru çekildiğinde, biraz daha iyi görünüyordu. Gözlerinin önüne düşen saçlarını kenara çekti. “Sinirlerim çok bozuldu.” dedi sesi titremeye devam ederken. “Böyle adamlardan nefret ediyorum. Kadınların hayatını karartmalarından, genç kızlara acımamalarından, onları öldürmelerinden, çocuklara ve hayvanlara yaptıkları her türlü kötü davranışlardan dolayı o kadar öfkeliyim ki. Hepsinin canını cehenneme. Tümünün Allah belasını versin! Sapık, adi, pislik yaratıklar!” Yetkin, Elif'in sarf ettiği sözler üzerine kendisini daha kötü hissetti. Sesini çıkarmadan ikisine bakmaya devam ediyordu. Elif’in başına gelenler canını çok sıkmıştı ve hala sinirden içi köpürüp duruyordu. O karaktersizi hastanelik edebilirdi. Adamlarını araya sokmadan ilk defa bunu kendisi yapmak istiyordu. Ayrıca Elif’in uzunca bir süre başına gelen bu iğrenç şeyin etkisinden çıkamayacağından emindi. Rüyasına bile girebilirdi yaşadıkları. Yetkin, başını öfkeyle iki yana salladı ve derin bir nefes aldı. Hemcinslerinin böyle davranmasından ölesiye nefret ediyordu. Eğer yasalar izin verseydi, böyle insanları gözünü kırpmadan öldürürdü. Dünyadan ne kadar çok pislik temizlenirse o kadar çok iyi olacaktı. Pars, Elif'in gözyaşlarını silip Yetkin'e baktıktan sonra “Biz gidiyoruz.” dedi. Genç kızın elini onu korumak istercesine daha da kuvvetli tutmaya başlamıştı. Erkek arkadaşının sözleri üzerine Elif’in kaşları şaşkınlıkla havaya kalktı. “Nereye?” diye sordu meraklı bir sesle. Sanırım Pars onu eve bırakacaktı. “Yaşadıklarını unutturmaya çalışacağım.” dedi Pars büyük bir ciddiyetle. Yetkin'e son kez bakıp “İyi geceler kardeşim.” dedikten sonra, Elif ile birlikte arabasına doğru yürümeye başladı. Aklındaki plan berbat günlerini epey güzelleştirecekti ve Elif'in de kafası biraz olsun rahatlayacaktı. Pars’ın aracı hareket edip gözden kaybolduğunda Yetkin, çalan telefonunun sesini duydu. Telefonunu ceketinin iç cebinden çıkarıp arayana baktığında, hiç şaşırmadı. Arayan babasıydı. Kesin internet ortamına düşen görüntüleri görmüştü ve fırçalamak için arıyordu. Yetkin, babasının kendisine çocukmuş gibi davranmasını bir türlü anlayamıyordu. Babasının ne diyeceğini düşünerek aramayı yanıtladıktan sonra “Babacım.” dedi yağcı bir sesle. “Nasılsın?” Babasına karşı bu ses tonuyla konuşması genellikle etkili oluyordu ama bu defa tam tersi bir etki verecekti. Yetkin'in yağcı ses tonunu duyan Galip Bey daha da sinirlenmiş, hemen ardından da Yetkin'in sözünü kesmişti. “Yine mi kavga?” diye bağırdı. O kadar öfkeliydi ki, oğlunun tek kelime dahi etmesine izin vermiyordu. “Sana kaç kere söylemem gerekiyor Pars denen piçten uzak dur diye? Beni delirtmek mi istiyorsun? Amacın ne?” Hep aynı tartışmayı yapıyorlardı. Ne zaman Pars ile takılsa, başına pek çok bela geliyordu ve hepsinin de sorumlusu Pars oluyordu. Ama bu defakinde Pars’ın bir suçu yoktu. Hatta hiçbirinin suçu yoktu. “Baba, yeter!” dedi bıkkınlıkla. “Pars, benim en yakın arkadaşım. Söz konusu o olduğunda, laf söyletmediğimi biliyorsun. Ayrıca neden kavga çıktığını bilmiyorsun! Şerefsizin birisi Elif’i taciz etti. Hem de gözümüzün önünde. Kadınlar konusunda ne kadar hassas olduğumu bilirsin. Nasıl durabilirdim? Söyle bana.” Galip Bey, kendisine gönderilen görüntüleri izlediğinde sadece kavgayı görmüştü. Yetkin'in de dediği gibi neden kavga çıktığına dair en ufak bir fikri yoktu. Neler olduğunu şimdi öğrenmişti. Yetkin, öfkeyle solumaya devam ederken “Hay Allah.” diyen babasının sesi ulaştı kulağına. Her zamanki olaylardan birinin olduğunu sandığı için bu kadar sert bir tepki ortaya koymuştu ve ortaya koyduğu tepkiden dolayı pişman olup çıkmıştı. “O nasıl? İyi mi bari? Adamın iyice ağzını burnunu dağıtsaydınız. Yaptınız mı? Hastanelik oldu mu?” diye sorarken hala pişmanlığını hissediyor ve genç kız için endişe duyuyordu. “Olacaktı.” dedi Yetkin öfkeyle konuşmaya devam ederek. “Hastanelik edecektik. Gelen Bodyguardlar buna engel oldu.” Eğer ki Bodyguardlar Yetkin'e ve arkadaşlarına engel olmasalardı Yetkin, ne yapacağını çok iyi biliyordu. Adamı öyle bir pataklayacaktı ki, gözünü açtığında kendisini hastanede bulacaktı. Kim bilir hastaneden çıkması da ne kadar sürecekti? Ama yapamamıştı işte. Lanet olasıca Bodyguardlar gelmiş ve kavgaya engel olup hepsini dışarı atmıştı. "Gerçekten çok üzüldüm." dediğinde Galip Bey, ses tonunda bir burukluk vardı. O da bu tarz şeyleri sevmezdi. Hiçbir erkeğin kadına şiddet, taciz ve tecavüz gibi şeylerle eziyet, hatta işkence etme hakkı olmadığını savunup dururdu. Yetkin, babasının ses tonundan gerçekten de üzüldüğünü hissediyordu. Birazdan bu konuyu kapatacağını çok iyi biliyordu ve telefonun kapanması için de can atıyor ama bunu bir türlü dile getiremiyordu. En sonunda konu kapanıp da babası “Evlat.” dediğinde tekrardan ona dikkat kesildi. Babası ona kolay kolay evlat ya da oğlum sözlerini sarf etmezdi ve bu sözleri sarf ediyorsa, ucunda kesin Yetkin'in dikkat kesilmesi gereken şeyler var demekti. Bir uyarı, bir tehdit ya da ona benzer herhangi bir şey. “Sana az önce konuştuğumuz konu haricinde söyleyeceğim bir cümlem var. Bundan sonra Pars ile görüşmeyeceksin ve görüşme şansın da olmayacak.” Yetkin, babasının sözleri üzerine donup kalmıştı. Telefonu genç adamın konuşmasına fırsat bırakmadan kapattığında, Yetkin hala şaşkınlık içindeydi. Bundan sonra Pars ile görüşmeyeceksin, demesini anlamıştı da Görüşme şansın olmayacak, derken ne demek istediğini anlamamıştı. Kaşları çatılı bir şekilde babasının ne demek istediğini düşünüyor, bulabilmek için insanüstü bir çaba sarf ediyordu. Babasının söylediklerini düşünmemeye çalışarak aracına doğru ilerledi. Aracının kapısını açıp içine bindiğinde, anahtarı kontağa taktı ve çalıştırdı. Şoförü Yetkin'i mekâna bırakmasının ardından eve gittiğinden aracı Yetkin kullanacaktı. Uzun süredir araç kullanmamış olmanın verdiği stresle aracını hareket ettirdikten sonra evine doğru sürmeye başladı. Bundan sonra tüm dikkatini yola verecekti ve karşısına polis çevirmesi çıkmaması için dua etmekten başka yapabileceği bir şey yoktu. |
0% |