Yeni Üyelik
47.
Bölüm

23. Bölüm

@yazarcerenoktay

30.09.2024, 15:20 💖
Yeni kitabıma hepiniz hoş geldiniz,
ve keyifli okumalar!

Okumaya başladığınız tarihi ve saati buraya yazın lütfen.

Yetkin ve Algın en sonunda bağış gecesinin yapılacağı yere varmışlardı. Valenin kapıyı açmasının ardından ilk olarak Algın indi araçtan sonra da Yetkin. İkisi de göz kamaştırıyordu.

Genç adamın uzunca bir zaman sonra ilk defa bir genç kız ile karşılarına çıkması, basın mensuplarında büyük bir şaşkınlığa sebep olmuştu. Evet, gazetelerde ve sosyal medya üzerinde çıkan haberler hakkında bilgi sahibiydiler ama genç kızın ilk defa karşılarına çıkıyor olması, aralarındaki ilişkinin ciddi olduğunun göstergesiydi.

Yetkin, kendisine bakmaya devam eden basın mensuplarına aldırış etmeden Algın’ın elinden tuttuğu gibi yürümeye başladı. Kendisine sorulan her soruda sessiz kalmayı sürdürüyordu.

“Ne kadar süredir birliktesiniz?”

“İlişkiniz ciddi mi?”

“Kaçırma girişimi ile ilgili ne söyleyeceksiniz? O gün tam olarak neler oldu?”

“Sizin de rehin alındığınız doğru mu?”

Sorular yanıtsız kaldı. Ne Yetkin ne de Algın, hiçbir soruya yanıt vermedi

Yetkin, Algın’ın elini daha da sıkı bir şekilde tutup yürümeye devam ederken kendini huzursuz hissetti. Algın, bu ilgiye, alakaya alışık olmadığı için suratını asmıştı. Alışacaktı zaman geçtikçe.

En sonunda içeri girdiklerinde bir yıldız gibi parlamaya başlamışlardı. Bütün gözler onlara dönmüştü ve fısıldanmaların, dedikoduların ardı arkası kesilmiyordu.

Yetkin, Algın’ın elini bırakmadan yürümeye devam etti. İnsanların söylediği hiçbir şey umurunda değildi. Onlar konuşurlardı sadece. Neyin ne olduğunu bilmeden, canlarının yanıp yanmadığına aldırış etmeden. Bir söz vardı bu insanlara karşı kullanılan. Durumu ne de güzel özetliyordu. Ağızları torba değildi ki büzesin. Kimsenin konuşmasına engel olamazdınız. Fikirlerini değiştirmek ise en zor olanlardan biriydi.

Algın, insanların dedikodu yapmasından nefret ederdi. Ne vardı sanki çenelerini kapayıp da sessiz kalsalardı? Çok mu zordu? Kim ne yaşadıysa ne olup ne bittiyse hiçbirini alakadar etmezdi. Sanki kendileri çok mükemmel, dört dörtlük bir insanlar mıydı? Gören de onların bu hallerini hiçbir sorunları yok zannederdi.

“Sen bana sabır ver Yarabbim.” dediğinde bunu duyan Yetkin “Aldırış etme.” dedi. “Bunların hepsi böyle. İnsanların hayatına burunlarını sokmayı, dedikodu yapıp asılsız olan şeyleri yaymayı çok severler. Hiç düşünmezler.”

Sözlerinde çok haklıydı genç adam. Algın, başını iki yana sallarken “Susa susa nereye kadar gidecek bu?” diye sordu. “Ben sussam o sussa yalanlar, dedikodular sürüp devam edecek. Peki, böyle olursa önüne nasıl geçilecek? Söyler misin?”

Önüne hiçbir zaman geçilemeyecekti. Belki bazı insanlar kendilere çeki düzen verse de bu durum devam edecekti.

Galip Bey’in yanına vardıklarında bağışını yapacakları insanlar ile ilgili konuştuklarını duydu genç kız. Ne kadar bağış yapılacağından söz ediyorlardı.

Galip Bey, onları gördüğünde “Hoş geldiniz çocuklar.” dedi. “Biz de sizi bekliyorduk.”

Yanında olan adamların bakışları ikisine çevrildiğinde, şaşkın oldukları yüzlerinden okunuyordu. Yetkin’i uzun zamandır bir bayan ile görmemişlerdi. Elini tuttuğuna göre ona fazlasıyla değer veriyor olmalıydı.

Genç kızı baştan aşağı süzdüklerinde fazlasıyla güzel ve dikkat çekici olduğunu görmüşlerdi. Yüz ifadesinden onların dünyasına alışık olmadığı apaçık belli olsa da Yetkin sayesinde kısa sürede adapte olacağını düşünüyorlardı. En çok dikkatleri çeken ise parmağındaki yüzüktü. Genç adam, belli ki ona evlilik teklifi etmişti. Bundan hiçbirinin haberi yoktu.

“Aşk olsun Galip Bey. Oğlun evlilik teklifi etmiş bu güzel hanımefendiye ama bizim bundan haberimiz yok. Ne zaman söylemeyi düşünüyordunuz?”

Algın, sessiz kalmak için kendisini fazlasıyla zorluyordu. İnsanların özel hayatlarına burunlarını sokmasından nefret ederdi. Bilmese ne olurdu sanki? Bilince bir ödül mü vereceklerdi? Dahası onlara bir faydası mı olacaktı?

“Öğrenseniz ne yapacaktınız? Bizim ilişkimize, hayatımıza bir faydanız mı olacaktı? Yoksa insanların arasına çıktığınızda Galip Mirzanlı’nın oğlu nişanlanmış diyerek dedikodu mu başlatacaktınız? İnsanların özel hayatına burunlarınızı sokmaktan yorulmadınız mı hiç? Kaç tane insan sizlerin bu düşüncesiz ve bencilce olan davranışlarından dolayı zarar görüyor farkında mısınız? Bilmeyin. Merak da etmeyin. İnsanları, bizleri biraz rahat bırakın da kimse hayatımıza karışmadan rahatça yaşantımızı sürdürebilelim.”

Sosyetede insanlar kendilerine laf sokan, bu şekilde konuşan insanları hep aşağılarlardı. Hele ki bu düşünceleri sarf eden kişi alt tabakadan geliyorsa durum daha da değişirdi. Algın’ın söyledikleri sonuna kadar doğru olmasına rağmen bu onları alakadar etmiyordu. Onlar yine esas mevzuyu dikkate almak yerine konuyu başka bir yere, genç kızın yetiştirilme tarzına çevirmişlerdi.

Onlara neydi ki Algın’ın yetiştirilme tarzından. Kendileri sanki dört dörtlük insanlar mıydı da onu aşağılama, küçük görme hakkına sahip oluyorlardı? Bu yaptıkları şeyin kendilerini insanlardan üstün görmekten farkı neydi? Aslında ortada fark falan yoktu. Her insan dünyaya eşit olarak gelirdi. Zengin olsun ya da fakir olsun fark etmez. Allah, bir şeyleri yaratıyorsa ve bazı insanlara diğerlerinden fazla veriyorsa, o insanı denetlemek istiyordu. Elindeki varlık onu azgınlığa, yanlış yola mı sürükleyecekti yoksa tam tersi olup da o kişi doğru yolu bulacak, yapması gerektiği gibi yapıp da insanlarla paylaşıp onları küçük görmeyecek miydi? Herkes sınanıyordu. En büyük sınav da zenginlerindi. Ama bunu çoğu anlamıyordu.

Galip Bey, Algın’ın sözleri üzerine donup kaldığını hissetti. Bu kız ne saçmalıyordu? Nasıl oluyor da kendisinden üst tabakada olan insanlara bu şekilde konuşabiliyordu? Kendini ne zannediyordu? Yetkin, oğlu parmağına bir yüzük taktı diye onun için çok mu değerli olmuştu? Fakirlikten zenginliğe adım attığında insanlara karşı istediği gibi esip gürlemeye devam mı edebileceğini düşünmüştü? Yaptığı hoş değildi. Bir an önce özür dilemeliydi.

“Sen ne yaptığını zannediyorsun? Çabuk özür dile.”

Algın, başını iki yana salladı Yetkin’in tuttuğu elini bırakırken. “Özür dilemeyeceğim. Ben yanlış olan bir şey yapmadım.”

Onları orada bırakıp çıkış tarafına doğru hızlı adımlarla yürümeye devam ettiğinde Yetkin de peşinden gitmeye başlamıştı. Algın’ı kolundan tutup “Bir yere gidilmesi gerekiyorsa beraber gideceğiz dediğini duydu. Tam o sırada ateşlenen silah sesleri kulaklarını doldurdu. Herkes korkup paniklemeye başlamıştı.

Yaralanan basın görevlileri ve güvenlik güçlerini aşıp içeri giren silahlı kişiler, çevrelerine pür dikkat bakmaya başlamışlardı. Daha sonrasında insanlara gelişigüzel ateş açmaya başladıklarında, ortaya çıkan görüntü çok kötüydü. Yaralanan, ölen insanlar, baygınlık ve kalp krizi geçirenler, kaçmaya çalışırken birbirini ezenler ve daha fazlası.

Adamların açtığı ateşten dolayı ortaya çıkan kurşunlardan biri Algın’ın bacağına bir diğeri de Yetkin’in bacağına isabet etmişti. İkisi de kıpırdayamıyordu ve canları çok yanıyordu.

Yetkin ile Algın’ın yaralanmasıyla silahlı olan adamlardan birkaçı onlara doğru yürümeye başlamıştı. Hepsinin yüzünde maske vardı ve kimse onların kim olduğunu göremiyordu.

Soluğu ikisinin yanında alıp yere diz çöktüklerinde, içlerinden birisi cebinden çıkardığı ilaçlı pamuğu arkadaşına uzattı. İlaçlı pamuğu alıp kendisinden uzaklaşmaya çalışan ve korkuyla bakan genç kıza doğru hamlede bulunduğunda tek istediği onu bayıltmaktı.

Algın, yaralı olduğu için zar zor hareket ediyordu ve her hareket edişinde canı daha fazla yanmaktaydı. Adama korkusuz gözlerle bakmaya çalışsa da yaşadığı acıdan dolayı bu mümkün değildi. Üstelik kan kaybetmeye devam ediyordu.

Algın’ı tutmaya devam eden arkadaşına doğru ilerleyen adam, elindeki ilaçlı bezi kullanarak onu zor da olsa bayıltabilmişti. Genç kızın gözlerinin kapanmasının ardından ortalığı karanlık sararken, göz gözü görmez olmuştu.

 

♥♥♥

 

“Korkmuyor musun?”

Adam, yanındaki genç kıza dikti gözlerini. “Neden korkayım ki?” diye sordu. “Bu işe isteyerek ve her türlü zorluğu kabul ederek girdim.”

Bakışlarını genç kızdan çekip Yetkin’e çevirdiğinde, onun da genç kız gibi baygın bir şekilde yatmaya devam ettiğini gördü. Zor olmuştu onu bayıltmak. Genç kıza nazaran daha sert çıkmış, bayıltmalarını engellemek için elinden gelen her şeyi yapmıştı. Yaralı olmasına aldırış etmeden ayağa kalkmıştı ve koşmaya çalışmıştı. Canının acısına aldırış etmemişti.

Sürücü koltuğunda oturan ve aracı sürmeye devam eden maskeli adam “Sen ona aldırış etme. Kendisi biliyorsun ki bu işe girmemek adına çok dil döktü ama ne oldu? Şimdi bizimle.” dediğinde sesi sertti. Onun tir tir titrediğini görüyordu. Eğer ki titremeye devam ederse suratına okkalı bir tokat yapıştıracaktı.

“Ya ne yapayım? Geldim gelmesine ama ortalığın kan gölüne döneceğinden bir haberdim. İnsanların canını almak nedir? Hani onları sadece yaralayacaktık?”

Adam en sonunda duyduklarına dayanamamış ve yanındaki korkak arkadaşının ensesine tokadı yapıştırmıştı. “Kes lan. Bazen planlar bozulabilir. Her şey senin istediğin gibi mi gidecek sandın? Bu işe bütün bunları kabul ederek girdik. Bir daha çeneni açıp tek kelime edersen, o ölülerin arasına sen de karışırsın.”

İşte bu tehdit kötü olmuştu. Ağzındaki görünmez fermuarı çekip çenesini kapalı tutacağını söyleyen adam, bakışlarını pencereden dışarı çevirdi. Neden onlar gibi cesaretli olamıyordu? Korkak bir insan olmaktan her zaman nefret etmişti.

 

♥♥♥

 

Galip Bey ve diğer yara almayan insanlar, korkudan tir tir titremeye devam ediyordu. Olay yerine çok sayıda Polis gelmiş ve neler olduğuyla ilgili inceleme yapmaya başlamışlardı. Bu nasıl vicdansızlıktı? Şehit Yakınları için yapılacak bağış gecesini basıp insanların canına kast etmek, onları öldürmek ve yaralamak kalplerin kaskatı kesildiğini belli etmiyor muydu? Fazla söze gerek yoktu. O insanlarda gram vicdan olsaydı, bu kadar ölüm ve yaralanmaya sebep olmazlardı.

Yaralılar gelen ambulanslar ile hastanelere götürülürken sağ kalan insanlar da polislere ifade vermeye devam ediyordu. Ölü sayısı çok fazlaydı.

Esra Komiser ile Tuna Amir, en sonunda olay yerine geldiğinde, ifade vermeye devam eden Galip Mirzanlı’yı görmüşlerdi. Ona doğru ilerlemeye devam ederken, ellerinden geldiğince delillere zarar vermemeye çalışıyorlardı.

Olay yeri inceleme ekibi onlardan önce gelmişti. Daha öncesinde planlanan görev dağılımı çerçevesinde hareket etmeye başlamışlardı. İlk öncelikleri olay yerini güvenli hale getirmekti. Sarı şeridi çekip insanları olay yerinden uzak tutmaya çalışmış, sonrasında da dağılıma göre görevlerine başlamışlardı.

Olay yeri ile ilgili pek çok fotoğraf çekimi yapılmış, olayın nasıl gerçekleştiğine dair incelemeler sağlanmaya devam etmişti. Güvenlik kameralarına zarar verilip verilmediği kontrol edildiğinde, kameralara herhangi bir zarar verilmediği ortaya çıkmıştı. Bu yüzden kameradaki kayıtlar da incelenerek olayın nasıl gerçekleştiği hakkında daha fazla bilgi edinebileceklerdi.

Esra Komiser, Galip Bey’in kendilerini fark etmesi ile “Çok geçmiş olsun Galip Bey.” dedi. Bakışlarında ciddiyet hâkimdi. “Tam olarak neler oldu? Olanlar hakkında bilgi verir misiniz?”

Galip Bey, hala yaşananların şokundaydı. Adamların gelip o kadar kan akıtmasını, ölümlere sebep olmasını geçmiş, oğlu ve nişanlısı için endişe etmeye başlamıştı. Neredelerdi? Nereye götürülmüşlerdi? Adamların onlar dışında kimseyi kaçırmadığını düşünüyordu.

“Yetkin ile Algın, yanımdaydı. Ufak bir tartışma yaşandı. Sonrasında yanımdan ayrıldılar. Çıkışa doğru gidiyorlardı. O sırada silah seslerini duydum. Panikledim. Neler olup bittiğini anlamamıştım. Silah seslerinin ardından yüzünde maske olan adamlar içeri girdiler. Ellerindeki silahları kullanarak ateş açıyorlardı. Ne kadar mermi kullandıklarını, kime nasıl zarar verdiklerini umursamıyor gibiydiler. İnsanlar paniklemişti. Aynı şekilde ben de. Oğlum ve nişanlısını o panik içinde göremez olmuştum.”

Tuna Amir, Esra Komiser’den önce davranıp Galip Bey’in bahsettiği tartışma konusunun üzerine gitme kararı almıştı. “Hangi konu hakkında tartışma yaşandı? Sözlü mü yoksa şiddete dönüşen bir tartışma mıydı bahsettiğiniz?”

Galip Bey, Tuna Amir’in sorduğu soru karşısında şaşırdığını fark etti. Bütün bu olanlar içinde buna mı takılı kalmıştı? Pek çok ölü vardı. Yaralı da. Bu olayın üzerine gitmektense neden bu konuyu sorguluyorlardı?

“Bir önemi var mı? Ortada bizim tartışmamızdan daha önemli şeyler var. Ölüler ve yaralılar. Burada yaşananlar. Bunların üzerine gitmektense neden tartışmamız ile ilgili soru soruyorsunuz?”

Tuna Amir, elbette bunları soracaktı. Olay yerinde her ne gerçekleştiyse bilmeleri gerekiyordu. En ufak bir tartışma, belki de o adamların buraya gelmesine ve ortalığı kan gölüne çevirmelerine sebep olmuştu. Bunlar Galip Bey aksini düşünse de önemli şeylerdi.

“Bilmemiz gerekiyor. Bize vakit kaybettirmek yerine tartışma sebebini anlatır mısınız? Şu an için ifade alıp sorgulama yapması gereken bizleriz. Siz değil.”

Galip Bey, karşılaştığı muamele sonrasında şaşırmıştı. Bir yandan da onları haklı görüyordu. Her şeyi sorgulayıp bilgi almak, en doğal haklarıydı.

“Pekâlâ. Tartışmanın çıkmasının sebebi yaralanan ve hastaneye kaldırılan arkadaşımın Algın ile Yetkin’in nişanlanması ile ilgili sarf ettiği sözlerdi. Algın, onun sarf ettiği sözler karşısında öfkelenmiş ve tepki göstermişti.”

Tuna Amir, bakışları daha da ciddileşirken göz ucuyla Esra Komiser’e baktı. Onun kafasındaki düşünceleri az çok tahmin edebiliyordu. Genç kız, ondan ziyade daha şüpheciydi ve detaylara daha fazla önem veriyordu. Bu beklenen bir şeydi. Kadınlar detaylara önem verirdi. Her bir ayrıntıyı bilmek isterlerdi.

“Ne demişti de tartışma olmuştu? Algın Hanım, neye bu kadar sinirlenmişti? Hiçbir ayrıntıyı atlamadan detayları ile anlatın lütfen.”

Galip Bey, Esra Komiser’in sözleri üzerine öksürdü. Midesi gördüklerinin etkisinden dolayı hala bulanıyordu ve kusmamak için kendini zor tutuyordu. “Aşk olsun Galip Bey. Oğlun evlilik teklifi etmiş bu güzel hanımefendiye ama bizim bundan haberimiz yok. Ne zaman söylemeyi düşünüyordunuz? diye sormuştu. Bu çok masumane bir soruyken Algın Hanım, konuyu başka yerlere çekmişti. Sarf ettiği cümlelerde küstahlık, kendini beğenmişlik hâkimdi. Ne oğlumun ne de onun bu şekilde bir küstahlık yapacağı aklıma gelmemişti.”

Bakışlarını onlardan çekip kanla kaplı duran zemine çevirdi. Ortamda yok olmayan kan lekesi, moralini daha da bozuyor ve kendisini fazlasıyla kötü hissetmesine sebep oluyordu.

Sonrasında olanları anlatmaya devam etti. Esra Komiser ile Tuna Amir, ifadesini not almayı bitirdikten sonra diğer insanların yanına ifade almak adına ilerlediler. Sağ kalan, yaralandıktan sonra hastaneye kaldıran insanların tümünün ifadesi alınacaktı. Ne kadar çok ayrıntıyı öğrenirlerse, bu olayın sebebini anlamaları açısından o kadar çok etkili olacaktı.

Galip Bey’in sonrasında Algın ile Yetkin’in kaçırıldığını söylemesiyle, olay farklı bir yöne dönmüştü. Şimdi akıllarında iki şey vardı: Bu bir kaçırma girişimi miydi yoksa düzenlenen bir saldırı mıydı? Her bir delil, alınan her bir ifade bunu ortaya çıkaracaktı. Çok dikkatli olmalılardı.

 

♥♥♥

 

Varmış oldukları yer, şehre çok uzaktı. Ormanlık bir alana girmişlerdi ve karşılarına çıkan dağ evini görmeleri ile aracı yavaşlatmışlardı. Algın ile Yetkin, hala baygındı. Kendilerine gelmemişlerdi.

Onların baygın olması, adamların işine geliyordu. Yolu görmemişlerdi ve nerede olduklarını bilemeyeceklerdi. Bu ıssız olan ve sadece tek bir evin bulunduğu yerden kurtulmaları da kolay değildi. Akşam olduğunda çevrede yabani hayvanlar cirit atıyor, avlayacakları canlıları arıyorlardı. Bu onların kaçma girişiminde bulunurlarsa eğer zorlanmalarına ve korkmalarına sebep olacaktı.

Aracı en sonunda durdurduklarında karşılarındaki evin penceresine çevirdiler bakışlarını. Pencerenin önünde duran sülieti görebiliyorlardı. Belli ki onlardan önce gelmişti.

Önce Algın’ı araçtan çıkardılar. Genç kız, bilinci hala yerinde olmadığı için taşındığının farkına varmamıştı. Son derece dikkatli bir şekilde adım atıp kızı eve doğru taşımaya devam başladılar. Evin içinde olan ve onları bekleyen kişi, kapıyı açtığında içeri girdiler. Genç kızın bedenini kanepenin üzerine bıraktılar.

Karşılarındaki kişi, ciddi gözlerle onları izliyordu ve Algın’ın hemen ardından getirilen genç adama çevirdi bakışlarını. Ciddi gözleri saniyesinde alev alırken, sakin olmaya çalıştı. Sabredecekti. Her şeyin vakti zamanı vardı.

 

♥♥♥

 

Esra Komiser ile Tuna Amir, olay yerinden çıkılmasının ardından toplantı yapmaya başladılar. Ellerinde ne deliller vardı, olay hakkında neler biliniyordu bunların konuşulması son derece önemliydi.

Müdürlerinin de toplantıya dâhil olması üzerine kendilerine ve ekip arkadaşlarına sorulan sorulara yanıt vermeye başlamışlardı. Saldırıyı yapanların kimliği belli miydi? Amaçları neydi? Neden bu saldırıyı yapmışlardı? Konuşulacak o kadar çok vardı ki.

“Evet. Algın Türk ile Yetkin Mirzanlı olay yerinde kaçırılmış. Adamların kimlik teşhisi henüz yapılamadı ama çevredeki güvenlik kameraları incelenmeye devam ediyor. Nereye gittiklerini bulmak için çalışmaya devam ediyoruz.”

Esra Komiser, Müdürü’nün araştırmayı daha da dikkatli sürdürmelerini istemesi üzerine ayağa kalktı. “İzniniz olursa ben incelemeye, görgü tanıklarının ifadesini almaya devam edeyim Müdürüm.” dedi.

Karakoldan dışarı çıktıktan sonra, ilk işi hastaneye gidip diğer görgü tanıklarından bilgi almak olacaktı. Eğer ki gözlerine çarpmayan ve fark etmedikleri bir şey varsa çok iyi olacaktı.

Olay yeri inceleme hala tamamlanmamıştı. Sürmeye devam ediyordu. Adamların ateşledikleri silahlardan geriye kalan mermi kovanları, deri parçacıkları ve daha pek çok şey onları bulabilmek adına çok önem taşıyordu.

Galip Mirzanlı, oğlu kaçırıldı kaçıralı evde durmuyor, onu sürekli aramaya devam ediyordu. Emniyet güçleri haricinde kendi adamlarını da onun bulunması için görevlendirilmişti. Algın’a ne olduğu zerre kadar umurunda değildi. Tek istediği oğlunun kurtulmasıydı.

 

♥♥♥

 

Yetkin, yapılan tedavilerin ardından zar zor kendine gelmişti. Gözlerini açmaya başladığında çevresini bulanık görüyordu. Neredeydi? Karşısında durmaya devam eden adam kimdi? Yüzü çok tanıdık geliyordu ama gözlerinin önündeki bulanıklık kaybolmadığı için yüzünü net bir şekilde göremiyordu.

Genç adam başındaki ve bacağındaki ağrıdan dolayı acıyla titredi. “Neredeyim ben?” diye sorduğunda çevresindeki görüntü yavaş yavaş netleşmeye başlamıştı.

Karşısındaki kişinin üzerindeki siyah gömleği, siyah pantolonu gözüne ilk çarpan oldu. Bakışları yüzüne doğru kaydığında, suratını acıdan dolayı buruşturmuştu. Ruh hali birdenbire değişip yerini büyük bir şok aldığında “Sen…” dedi ve sustu.

“Ne o? Beni gördüğüne şaşırmış gibisin.”

Yetkin, gerçekten onu görmeyi hiç beklemiyordu. Bu zamana kadar ne söylerse söylesin bütün sözleri havaya karışmış, gerçeği asla ispatlayamamıştı. Şimdi ise karşısında, dipdiri bir şekilde duruyor ve suratına alayla bakıyordu.

“Bu bir şaka değil mi? Seni buraya bizimle dalga geçmen ve beni delirtmen için getirmiş olmalılar.”

Yatmaya devam ettiği koltuğun üzerinde canı ne kadar yansa da doğrulmaya çalıştı. Bu pisliğe haddini bildirmeliydi. Nasıl ki Algın’ın canını yaktıysa Yetkin de onun canını yakmalıydı.

En sonunda doğrulduğunda ayağa kalkmaya çalıştı. Bacağını daha ilk hareket ettirişinde dudaklarından acı dolu bir inleme döküldü. Canından can kopuyordu sanki. Kendini çok ama çok kötü hissediyordu. Yarası henüz iyileşmediği için ve taze olduğundan acı duyması çok normaldi.

Karşısındaki adamın yüzündeki sırıtış daha da artmaya başlamıştı. Yetkin’in acı çekişinden çok keyif alıyordu. Onu daha öncesinde hiç bu kadar savunmasız ve çaresiz görmemişti. Keşke bunu daha önce akıl etseydi. Bu zamana kadar bırakmakla büyük bir yanlış yapmıştı.

Yetkin, acısına rağmen en sonunda ayağa kalktığında, dizlerinin titrediğini hissetti. Ellerini uzatıp karşısındaki adamın gömleğinin yakasını tuttuğunda “Seni mahvedeceğim!” dedi. “Bu zamana kadar yapamamış olabilirim ama bundan sonra kaçışın yok!”

Yetkin’in yakasına yapıştığı adam, hiç korkmamıştı. Boş tehditlere karnı toktu. Bugüne kadar hiçbir şey yapamamışken şimdi mi yapacaktı?

“Benim kimseden korkum yok. Merak etme. Ayrıca o savurduğun tehditlerin hiçbir işe yaramayacak. Sen kim, beni mahvetmek kim?”

Yetkin, adamın gözlerine daha da öfkeli bakarken dişlerini gıcırdattı. “Beni çok iyi tanıyorsun.” dedi. “Asla pes etmem. Bu zamana kadar gözüm üzerindeydi. Şimdi ise buna hiç gerek kalmadan karşımdasın. Beni kaçırman, buraya hapsetmen cezasız kalmayacak. Hapishanede her gün ziyaretine geleceğim.”

İkisi arasındaki tartışma devam ederken Algın da kendine gelmişti Yetkin’in hemen karşısındaki kanepede yatmaktaydı. Bacağındaki ağrıyı hissettiğinde doğrulmaya çalıştı. Bu ise o kadar kolay değildi. Ameliyattan yeni çıkan bir insandan farkı yoktu.

Loading...
0%