Yeni Üyelik
10.
Bölüm

3. Bölüm

@yazarcerenoktay

30.09.2024, 15:50 💖
Yeni bölüme hepiniz hoş geldiniz,
ve keyifli okumalar!

Okumaya başladığınız tarihi ve saati buraya yazın lütfen.

Galip Bey, oğlunun odasına girdiğinde hala uyumaya devam ettiğini görmüş ve "Kalk hadi. Saat kaç haberin var mı? İşe geç kalacaksın!" demişti. Sesi konuşuyor gibi çıkmamıştı. Daha çok bir aslan kükremesini andırıyordu. Bu durum hala uyumaya devam eden Yetkin'in sıçramasına sebep olmuştu.

Gözlerini aralarken kendisine bakan adamdan bir haberdi. Az önce duyduğu öfkeli ses ile neye uğradığını şaşırdığını hissetti. Sıçramasının ardından homurdandı. Odasındaki perdenin açılması üzerine içeri giren güneş ışığı yüzünden, tek gözünü aralamak zorunda kaldı. "Ne oluyor ya?" diye sorarken sesinden uyku akıyordu.

Babası yeniden "Kalk hadi. İşe geç kalacaksın." dediğinde "Allah aşkına baba ne işi? Saçmalama. Bugün kendime dinlenmek için vakit ayırdım." diyerek söylendi. Babası sabahın köründe hiç üşenmemiş, odasına girmiş ve onu işe gitmesi için mi uyandırmıştı? Yok, yok. Bunun altında kesin başka bir şey vardı ama ne? Yetkin bunu ancak yatağından kalkarsa öğrenebilirdi. Ama hiç kalkası gelmiyordu.

Kafasını yastığından kaldırmadan babasına bakmaya devam etti. Ne düşünmüştü de odasına gelmişti? Neden kalkıp işe gitmesi için zorluyordu? Aklında pek çok düşünce belirmişti ama hangisinin doğru çıkacağını bilmiyordu.

"Bugünden itibaren insan kaynaklarının başına geçiyorsun ve mülakatlara da sen gireceksin. Artık Holding'i sana devretmeme az kalmışken tüm birimleri iyice öğrenmen senin yararına olacak."

İşte şimdi iki gözü birden açılmıştı. Jet hızıyla doğrulup babasına baktığında "Şaka yapıyor olmalısın." dedi. "O kadar eğitimi boşuna almadım ya baba. Yurt dışında ne kadar zaman okuduğumu biliyorsun. Her birimde elbette başarılı olurum. Bir şeyleri kanıtlamama gerek yok."

Galip Bey, Yetkin gibi düşünmüyordu. "Kanıtlamana gerek var evlat." dedi. "Eğer ki sen Holding içinde başarını kanıtlayamazsan, ben asla emekli olamam ve Holding'i sana devredemem."

Yetkin, alt dudağını ısırdı. Ofladıktan sonra ne bitmez bir çilem varmış ya. Tam diyorum rahata erdim, Alev'i yavaş yavaş unutuyorum, şimdi de Holding'in beni bunalıma sokacak sorunlarıyla uğraşmak çıktı başıma, diye düşündü.

Bakışları hala babasının üzerindeydi ve ona öfkeyle bakmayı bir türlü bırakamıyordu. Neden hayatını çekilmez kılıyordu ki? Oğlundan ne istiyordu? Bunca zamana kadar aldığı intikamlar, ona karşı duyduğu nefreti yetmemiş miydi? Görünüşe göre yetmemişti. Hala Yetkin'e acımasızca davranmaya devam ediyordu.

"En geç bir saate hazır olmanı istiyorum. Bir saati geçmeyecek evden çıkman. Bilirsin, söz konusu zaman olduğunda oldukça katı oluyorum. Şoföre haber verdim. Seni bekliyor."

Tam ağzını açıp babasına söylenecekti ki, babasının kapıya doğru yöneldiğini ve odadan dışarı çıktığını gördü. Yaptığı itirazlar hiçbir işe yaramamıştı. Bu durumdan nefret ediyordu.

Uykusunu daha ağır bir şekilde hissede hissede ayağa kalktı. Odasındaki banyoya doğru seri adımlarla ilerledi ve üzerindekileri çıkarıp kendini duşa kabinin içine attı. Su vücuduna vurdukça uykusunun açılmasını ve zinde olmayı umuyordu.

 

♥♥♥

 

Duştan çıktıktan sonra iç çamaşırlarını giyip takım elbise dolabına doğru yürümeye başladı. Daha birkaç adım atmıştı ki aklına ansızın kavga ettiği kız gelince "Senin ne işin var zihnimde? Uzak dursana benden." diye söylendi. Söylenmişti söylenmesine ama bu durum içten içe hoşuna gidiyordu. Kızın güzelliği aklına geldikçe dudaklarında keyifli bir gülümseme beliriyor, bütün üzüntüleri ve sıkıntıları anında yok oluyordu.

Genç kızın güzel yüzünü aklından bir türlü çıkarmayı başaramadığı için zor da olsa giyeceği takım elbiseyi seçmeyi başarmıştı. Gömleğini, kravatını ve kemerini de aldıktan sonra giyinmeye başladı. Biraz daha hızlı hareket etmeliydi. Daha saçını şekle sokacak, incelemek için eve getirdiği dosyaları alacaktı.

Hareketlerini biraz daha hızlandırıp en sonunda hazır olduğunda, masasının üzerine bıraktığı dosyaları eline alıp yürümeye başladı.

İnsanlara mutlu gibi görünse de aslında çok mutsuzdu. Neden pek çok insan gibi daha rahat bir hayat süremiyordu ki? Üstelik karşılaştığı Holding içi problemlerin çoğundan nefret ediyordu. İnsanlar ile uğraşmak zor bir işti. Bir şekilde bunu halletse de sahip olduğu hayatın getirisi her daim mutsuzluk oluyordu.

Saatini kontrol ettiğinde, çıkmak için iki dakikasının kaldığını gördü. Kendini dışarı attığında, günün çok çabuk geçmesi için dua etmeye başlamıştı. Bu ise zor olacakmış gibi hissediyordu.

 

♥♥♥

 

Algın, mülakatı yapılacağı için erkenden kalkmış ve hemen üzerini giyinip saçına bir fön çekmişti.

Hazırlamış olduğu özgeçmiş dosyasını ve çantasını alıp evden çıktıktan sonra, bir sokak ötede yer alan taksi durağına doğru yürümeye başladı. Nihayet durağa varıp boştaki taksilerden birine bindiğinde, heyecanının midesine vurduğunu hissetti. Bu durumu hiç sevmiyordu.

Dikiz aynasından kendisine bakan taksiciyi fark ettiğinde "Mirzanlı Holding'e lütfen." dedi. Taksici bunun üzerine aracı sürmeye başladı.

 

♥♥♥

Yetkin, Holding'e vardığında hemen odasına gitmek yerine babasının yanına uğrama kararı almıştı. Koridor boyunca dümdüz yürüyüp sağa döndükten sonra karşısına çıkan odanın kapısını açtı. Babası ondan önce Holding'e gelmiş ve çoktan önüne gelen evrakları incelemeye başlamıştı bile.

Kapının vurulmadan açılması üzerine gelenin kim olduğunu görmek isteyen Galip Bey, bakışlarını evraklardan kaldırdı. Yetkin'i görmesiyle keyfi yerine gelmişti. "İşte budur evlat." dedi oğluna bakmayı sürdürürken. "Gerçek anlamda ilk iş günün ve sen çoktan buradasın. Üstelik mesainin başlamasına daha on dakika var."

Yetkin, babasına donuk gözleriyle bakıyordu. Babası iş konusunda çok titiz bir insan olduğu için zamanı kontrollü kullanmaya dikkat ederdi. Neredeyse tüm hayatı işi üzerine kurulu olduğundan olsa gerek, bu onda alışılagelmiş bir şey olup çıkmıştı. Şimdi de aynısını Yetkin'den bekliyordu. Oğlunun da kendisi gibi olup çıkmasını.

Yetkin, koltuklardan birine oturduğunda babasına donuk gözleriyle bakmaya devam etti. Bu donuk hali sesini de esir almıştı. "İstemeye istemeye olsa da geldim işte. Allah aşkına bu mülakat denen saçmalığa girmeyeceğim değil mi? İnsanları işe alması gereken ben değilim. Bunun için yeterince elemanımız var." Söylediği doğruydu. Bunun için yeterince eleman varken neden kendisi bununla, bu saçmalıkla vakit kaybedecekti ki?

Galip Bey, oğlunun ses tonuna ve söylediklerine aldırış etmeden oturduğu sandalyede bacak bacak üstüne attı. Kararından ne olursa olsun dönmeyecekti. "İlk mülakatın saat dokuz ile on arasında olacak. Sanırım hazırsın. Zaten neden hazır olmayasın ki? Senin de dediğin gibi yurt dışında o kadar eğitimi boşuna almadın." dedi.

O kadar eğitimi boşuna almadım ama böylesine saçma bir şey için de aldığımı sanmıyorum. Sen ne yaptığını sanıyorsun peki baba? Beni istediğin gibi yönetemezsin. Hele de Holding'de. Ben kendi kararlarımı alabilecek yaştayım ve kukla gibi yönetmene, her istediğini yaptırmana izin vermeyeceğim.

Yetkin'in babasına tam olarak söylemek istedikleri buydu ama söyleyememişti. Babasının bitmek bilmeyen çenesi ile uğraşmak hem zihnen hem de bedenen yorulmasına sebep oluyordu.

"Peki. Peki." dedi sırf konu kapanması için. Saatine baktıktan sonra "Ben gitsem iyi olur." diyerek ayağa kalktı. Babasına son kez baktığında "Keyifli çalışmalar." dediği duydu. Sesinde alay tınısı mı sezmişti yoksa ona mı öyle gelmişti? Babası sırf ondan intikam almaya devam edebilmek adına bunu yapıyor olamazdı. Bu kadar da ileri gidemezdi.

Galip Bey, Yetkin'in düşündüğü gibi onu işte tutmaktan keyif alıyordu. Zaten neden keyif almayacaktı ki? Ondan hem intikamını alıyordu hem de yarın öbür gün emekli olduğunda Holding'i o yönetecekti ve şimdiden bir şeyler öğrenmesi yararına olurdu.

Yetkin, sabırlı olmaya çalışarak arkasına döndü ve odadan bir an evvel çıkmak için yürümeye başladı. Dışarı çıkıp kapıyı arkasından kapattığında Yetkin'i gören Selma, ayağındaki topuklu ayakkabının çıkardığı ses eşliğinde ona doğru yürüdü. Amacı, onunla biraz olsun konuşabilmek ve hayran olduğu ses tonunu duyabilmekti.

"Yetkin Bey..." dediğinde beklemediği bir tavır ile karşılaşmıştı. "Her ne varsa sonra Selma." derken genç adamın sesi öfkeli olduğu için çok sert çıkmıştı. "Şu anda çok sinirliyim. Seni kırmak istemiyorum."

Selma, Yetkin'in bu tavrı karşısında donup kalmıştı. Arkasından bakmaya devam ederken "Allah Allah." dedi meraklı bir sesle. "Bu adamın nesi var ki? Onu ilk defa bu kadar sinirli ve gergin görüyorum."

 

♥♥♥

 

Algın, nihayet Holding'e vardığında yanaklarının alev alev yandığını hissetti. Çok ama çok heyecanlıydı. Taksiciye ücreti ödeyip araçtan indikten sonra Holding binasına dikkatli gözlerle baktı. İçindeki sevinç büyümüş, büyümüş, kocaman bir güneş gibi parıl parıl parlamaya başlamıştı. Buraya gelip mülakata girmek, çok zordu. Kim bilir onun gibi bekleyen kaç kişi vardı… Algın ise bunu başarmıştı. Daha ne isteyebilirdi ki bu hayattan?

"Vay be. Kırk yıl düşünsem beni mülakata çağıracakları aklıma gelmezdi."

Sözlerinde çok haklıydı. Mirzanlı Holding'de çalışmanın hayalini kurmuştu ama mülakata çağırma ihtimalinin çok düşük olduğunu düşünüyordu. Şimdi ise burada olmak iyiydi, güzeldi ve hayalinin gerçek olmasına dakikalar vardı.

Elindeki CV dosyasını sıkıca tutarak sağlam adımlarla Holding binasına doğru ilerledi. Binaya attığı her adımla kalbi küt küt atıyordu ve içindeki heyecanın bayılmasına sebep olmasından korkuyordu. Acaba mülakatına kim girecekti? Görüşme sağlayacağı kişi çok sert biri mi olacaktı? Neler soracaktı? Algın'a karşı nasıl bir beklenti içindeydiler?

Genç kız, kafasındaki binlerce soru eşliğinde Holding'in içine adım attığında çevresine göz attı. Bina çok ama çok görkemli görünüyordu. Duvarlardaki resimler, parlayan parkeler, her şey ama her şey gözlerini kamaştırıyordu.

"Yardımcı olabilir miyim?"

Ortamın mükemmelliğine kendisini o kadar çok kaptırmıştı ki, Danışma Bölümü'nden kendisine seslenen kızı duymamıştı bile.

"Hanımefendi, size nasıl yardımcı olabilirim?"

Algın, en sonunda kendisine seslenen genç kızı duyduğunda ondan yana dönmüştü. Gülümsemesi yüzüne iyice yayılırken "Dalmışım. Kusura bakmayın. Ben mülakat için gelmiştim. Saat 9 ile 10 arasında mülakatımın olduğunu söylemişlerdi." dedi. Danışmadaki kız Algın'ın bahsettiği konu üzerine "İsminizi öğrenebilir miyim?" diye sordu.

"Algın Türk."

"Hemen kontrol ediyorum."

Genç kız, mülakata gireceklerin isminin yazılı olduğu kâğıdı alıp kontrol ettikten sonra Algın'a baktı tekrardan. "Evet. Dokuz ile on arasında mülakatınız görünüyor. Sizi biraz bekleteceğiz. Mülakatınız yapılacağı zaman haberdar edeceğim. Beklerken dergilerimizden dilediğinizi okuyabilirsiniz." dedi.

Mirzanlı Holding, insanları bekletirken canlarının sıkılmasını hiç sevmezdi. Onları oyalayacak olan dergiler koyardı ve dergileri eline alıp inceleyen kişi, vaktin nasıl geçtiğini anlamazdı bile.

Algın, genç kıza teşekkür ettikten sonra misafirler için ayrılmış kısma doğru ilerledi. Oturduktan sonra eline ilgisini çeken dergilerden birini aldı. Almış olduğu dergiyi incelerken vaktin nasıl geçtiğini diğer insanlarda olduğu gibi o da hiç anlamamıştı.

Kendisine seslenen Danışma Bölümü'ndeki kızı duyduğunda, dergiyi sehpaya bıraktı ve ayağa kalktı. Danışma bölümündeki kız konuşmasına "Dümdüz gidip sola dönün. İlk kapıda mülakatınızı yapmak üzere sizi bekliyor Yetkin Bey." diyerek devam etti.

Danışmanın önünden ayrılırken içindeki heyecanı ve sevinci bastırmaya çalıştı. Attığı her adımda heyecanı azalmak yerine daha da artıyordu ve bu genç kızın biraz olsun paniklemesine sebep olmuştu. Koridorun sonuna gelip de sola dönünce, cam bölmeli bir oda ile karşılaştı. Oda, diğer odalardan farklı değildi.

Algın, odaya girdiğinde mülakatını yapacak kişinin yüzünü henüz görmemişti. Sandalyesinde sırtı dönük bir şekilde oturuyordu. Acaba nasıl biriydi? Genç olmasını umdu Algın. Genç olan insanlar ile daha iyi anlaşır, genelde orta yaş ve üzerindeki insanlar ile sürekli kavga ederdi.

Yetkin'in cep telefonundan gözlerini ayırmasına sebep olan Algın'ın içeri girdiğini duymasıydı. Sandalyesini ondan yana döndürdüğünde onu görmek, donup kalmasına sebep olmuştu ve gözleri irice açılmıştı. Bu şaka mıydı? Onun burada ne işi vardı?

İkisi de birbirini görmenin verdiği şok ile aynı anda "Senin burada ne işin var?" dedi. Kalpleri hızla atmaya başlamış, vücutlarını heyecanın sarmasıyla ne yapacaklarını bilemez hale gelmişlerdi. Bu bir tesadüf müydü yoksa kaderin ta kendisi miydi?

Yetkin, Algın'a bakmaya devam etti. Onun burada olmasına bir anlam veremiyordu ve mülakatını yapacağı kişinin dosyasını incelemediği için kendine kızdı. Tam ağzını açıp konuşacaktı ki karşısındaki genç kızın konuşması üzerine susmak zorunda kaldı. Bu kız, her defasında sözünü kesip de canını sıkmak zorunda mıydı?

"Esas senin burada ne işin var? Bana mülakatımın bu odada yapılacağı söylenmişti. Yoksa sende mi mülakata çağırılanlardansın?"

Algın'ın sorduğu soru çok saçma olmuştu. Yetkin'in hemen önünde dosya duruyordu ve üzerindeki takım elbisenin çok pahalı olduğu apaçık belliydi. Genç kızın düşünmeden konuşması karşısında en sonunda dayanamamış ve kahkahayı basmıştı. Bakışları sonrasında alev alırken "Senin haberin yok sanırım." dedi. "Ben mülakata çağırılmadım. Senin mülakatını bizzat ben yapacağım."

Bu Algın'ın beklemediği bir şeydi. "Ne! Şaka yapıyor olmalısın!" derken duydukları karşısında kendini çok berbat hissetmişti. Karşısındaki adamın kendinden emin konuşması ve yükselmeye devam eden ses tonu yüzünden elindeki CV'yi atıp bir an önce buradan çıkmak istiyordu. Lakin bunu yapamazdı. Her insan gibi onun da para kazanmaya ihtiyacı vardı. Bu işi elinin tersiyle, sırf gerizekalının biri karşısına çıktı diye tepemezdi.

"Hayır. Şaka yapmıyorum. Burası bir iş yeri. Sence benim şakalara ayıracak vaktim var mı? Koskoca Holding'den sorumluyum üstelik. Tabii babamdan sonra."

Algın, Yetkin ile arasında geçen tartışmanın hala etkisindeydi. Onun mülakatına giriyor olması sinirlerini daha da germişti. "Öyle mi? Babanızdan sonra Holdingden sorumlusunuz demek. Babanızı alabiliyor muyum buraya? Sizinle konuşmaya hiç niyetim yok çünkü. Bu işe de ihtiyacım var." derken hiç düşünmeden konuştuğu çok belliydi. Üstelik gözlerindeki ifade kendisine bakmaya devam eden genç adamı daha da sinirlendirmişti. Tiksinti ve meydan okumayı barındıran bu bakışa çok sert bir karşılık alabilirdi.

Yetkin, genç kızın söylediğini her zaman yaptığı gibi duymazdan gelecek ve dizginlerin elinde olduğunu belli edecek konuşmasını yaparak Algın'ı kızdıracaktı.

Bütün heybetiyle yerinden kalktıktan sonra "Sen hangi cüretle bana bunu söylüyorsun? Ayrıca kelimelerine dikkat et. Karşında işe alınırsan patronun olacak adam var. Herhangi bir çalışan ya da sokaktaki bir insan değil." diyerek genç kızın üzerine yürümeye başladı.

Algın, ikinci kez karşısında duran genç adamın göğsünü eliyle dürttü. Gözlerini gözlerinden kaçırmıyor, korkusuz bir şekilde bakmayı sürdürüyordu. "Dikkatli olmazsam ne olur? Beni Holding'den dışarı mı attırırsınız?"

Yetkin'in gözleri Algın'ın söylediği sözler üzerine daha da karanlığa bürünmüştü. Issız bir ormanı andırıyordu ve aklına gelen düşünce ile epey keyiflenmişti. Bunu ise genç kıza belli etmiyordu. "Hayır." dedikten sonra hala göğsünde duran eli çekip "Aklımda senin için daha güzel planlar var." diyerek konuşmasını sürdürdü. "Mülakat falan yapmıyorum. Seni direkt işe alıyorum. Bunu neden yaptığımı yarın öğreneceksin. Şimdi eve gidebilirsin. Yarın sabah saat sekizde burada ol. Bir saniye bile geç kalayım deme."

Adama bak ya! Bir de bana emir veriyor. Kendini ne zannediyor bu gereksiz? Bu Holdingdeki herkesin patronu olabilir, hatta şu andan itibaren benim de patronum olabilir ama bana böyle davranmasına hayatta izin veremem.

"Şimdi çıkabilirsin."

"Emredersiniz!" dedi Algın ve elindeki CV dosyasını öfkeyle masanın üzerine bıraktı. Arkasına bakmadan hışımla odadan dışarı çıktığında, Yetkin de onu takip etmiş ve soluğu odanın dışında almıştı. Algın dönüp gitmeden önce son kez Yetkin'e bakmış ve avazı çıktığı kadar bağırmıştı.

"Madem aklına güzel bir plan gelmiş, ben de o planları yerle bir etmesini bilirim."

 

♥♥♥

 

Algın, kendi kendine böylesine özgüvenli konuşuyordu ama söz konusu Yetkin olduğunda, o güven yerle bir olurdu. Kimse onun hiddeti, öfkesi karşısında yıkılmadan duramazdı ki. Bir anda ne olduğunu anlamadan kendilerini tir tir titrerken bulurlardı.

"Bu bende işe yaramaz. Sen bütün elemanlarını korkutabilirsin ama, ben senin karşında tir tir titremeyeceğim!"

Algın’daki bu özgüveni gören herhangi biri de onun çok korkusuz, kimseyi takmayan biri olduğunu sanırdı. İnsanlara pek aldırış etmez, genelde kafasının dikine gidip istediği gibi yaşardı. Kuralları vardı. Bir yaşam standardı ve onun dışına çıkmamak için elinden geleni yapardı.

Yetkin'in karşısında böyle davrandığında nasıl bir tepki ile karşılaşacaktı peki? Bu çok belliydi aslında. Yetkin'in bakışları şahin gibi keskinleşecek, görünmez olan pençeleri leoparınki gibi yırtıcı hale gelecek, sesi insanın içini titreten aslan gibi gürleyip ortalığı yakıp savuracaktı.

"Mülakat yapmıyormuş da beni direkt işe alıyormuş. Farkında değil belki ama böyle yaparak beni daha da sinirlendiriyor. Gıcık, uyuz şey!"

Öfkeyle söylenmeye devam ede ede Atatürk Caddesi'ni geçmiş ve Adalar'ın girişine gelmişti. Adalar, Eskişehir'in en çok sevilen ve Porsuk Çayı'nın sol tarafında kalmasıyla yürüyüş için ideal olan bir sokağıydı.

Sokağın sağ tarafında evler yan yana sıralanırdı. İlk ara sokağı geçip de biraz daha yürüdüğünüzde ikinci ara sokağı görürdünüz. Bu sokağın hemen girişinde yer alan iki binanın altında kafeler yer almaktaydı.

Algın, bu kafelerden birine daha önce bir kez uğramıştı. O uğrayışının üzerinden ise epey zaman geçmişti. Anılar film şeridi gibi beyninde dolaşırken, kafeye gittiği biricik arkadaşı Ece'yi özlediğini fark etti.

Ece, Algın'ın iki sene önce geçirmiş olduğu trafik kazası sonucunda ölen arkadaşıydı. Arkadaşlıkları çocukluklarına kadar uzanıyordu ve bu yüzden Algın, onu kolay kolay unutamıyordu. Zaten gerçek dostluklar kolay kolay unutulmazdı ki. Ne kadar isterse istesin, ondan kazık yemiş de olsa dostluk kırıntısı kalbinde sonsuza kadar kalırdı.

Aklından Ece'yi atıp adımlarını yere daha sağlam basa basa yürümeye devam etti. Üçüncü ara sokağın girişine geldiğinde, başını sol tarafa çevirdi. Porsuk Çayı'na doğru. Karşısında çayın karşı tarafına geçilmesini sağlayan köprü durmaktaydı. Köprüye doğru yürüdü. Köprünün üzerinde durup kollarını korkuluğa yasladıktan sonra içindeki balıkları seyretmeye başladı.

Yarın acaba patron bozuntusu ondan ne isteyecekti? Kesin canını sıkacak, sinirlenmesini sağlayacak şeyleri talep edecekti.

Ah! Nefret ettiği insan müsveddesi. Ondan kurtulmak istiyordu ama nasıl kurtulacaktı? Düşünüyor, düşünüyor ama bir türlü yolunu bulamıyordu.

Acaba onu öldürse miydi? Yok artık. Öldürmek de nerden çıkmıştı? Katil olmak son isteyeceği şeydi. Üstelik olmadık zamanlarda ortaya çıkan iç sesi, şimdi hiç yardımcı olmuyordu.

Olmadık zamanlarda ortaya çıkan iç ses, şimdi niye susuyorsun? Açsana o bitmek bilmeyen çeneni. Bana bir fikir lazım. Bu adamdan kurtulmamı sağlayacak bir fikir. Ama sen inat ettin değil mi? Konuşmayacaksın. Konuşmazsan konuşma be. Bir de seninle uğraşacak değilim.

Öfkeli bir şekilde iç sesine söylenmeyi en sonunda bırakarak köprünün karşı tarafına geçti ve Doktorlar Caddesi'ne doğru yürümeye başladı. Hazır yarın ilk iş günüydü madem, şık olsa iyi ederdi. Birbirinden güzel kıyafetleri, takıları almanın tam zamanıydı.

 

♥♥♥

 

"Hayvan oğlu hayvan. O gol kaçar mı be? Millet gol atabilmek adına koşturup duruyor, sen kaleyi şaşırıp da topu diğer takımın oyuncusunun götünde patlatıyorsun. Bir de sizin gibi futbolculara bir ton para ödüyorlar. Yazık lan. O parayı fakir fukaraya verseler sizden daha iyi oynar!"

Yine bir maç, yine bir Algın klasiği. Genç kız, ne zaman televizyonda tuttuğu takımın futbol maçını izlemeye başlasa bir erkek gibi saydırır durur, ağzından küfürü hiç eksik etmezdi.

Televizyonun hemen üst tarafında asılı duran saate baktığında gece yarısı olmasına az bir zaman kaldığını gördü. Sabah erken kalkması gerekiyordu. Ne de olsa ilk iş günüydü.

Sanki futbolcular duyacakmış gibi "Bitsen de ben de artık yatıp zıbarsam diyorum. Zaten hepiniz bok gibi oynuyorsunuz. Sinirim daha da bozuldu. Kafam sabahtan beri kaynamış bir şekilde gezerken şimdi de sizin bu salakca oynamalarınız, sinirlerimi daha da oynattı." dedi. Öfkeden kuduruyordu.

Hakem, maçın bittiğini bildiren düdüğü çaldığında fazlasıyla rahatladığını fark eden genç kız "Oh be. Dünya varmış." dedi. Eline almış olduğu kumandayla televizyonu kapattı ve odasına doğru ilerledi. Kendisini yatağa attığında, yastığın ve yorganın üzerindeki serinlik iyi gelmişti.

Yeniden aklına gereksiz adam ile karşılaşacağı geldiğinde, yatağın üzerine yumruğunu geçirdi. "Ulan kendini beğenmiş egoist pislik, ben seni benzetmesini ve rezil etmesini bilirim. Demek benimle uğraşıyorsun, ben de seninle uğraşacağım."

Gözlerini kapattı sakinleşebilmek adına ve derin derin nefes aldı. Adam, aslında çok ama çok yakışıklıydı. Mavi gözleri, simsiyah saçları ve etkileyici olan dudakları ile mükemmel görünüyordu. Bu yine de Algın için yeterli değildi. Hem, zaten yeni bir ilişkiden çıkmıştı. İlişkisi başından sonuna kadar sorunluydu. Yeniden bir erkekten hoşlanarak başına iş almak istemiyordu.

"Evet. Evet. En iyisi bu. Onu hiç düşünme. Yarını da düşünme. Neler olacağını hiç mi hiç düşünme. Kapa gözlerini. Uyumaya bak."

Böyle diyordu ama uyumak da kolay değildi ki. Eğer ki Yetkin denen gereksiz kendisi ile uğraşırsa -uğraşacağına yüzde yüz emindi -aklına gelen şeyi yapacaktı. Böylece belki kendisi ile uğraşmaz, işine bakardı.

Derin bir nefes aldı ve yatakta döndü. Sırt üstü uzandığında, aklına adamı ilk gördüğü an geldi.

O gün çok sert bir tepki mi göstermişti? Yok canım. Tepkisi tam da yerindeydi. Bir baş belasından kurtulmak için girmiş olduğu duruşmadan çıktıktan sonra adamın kendisine karşı tavrı, üstelik konuşmasıyla ilgili yaptığı yorum son derece sinir bozucuydu.

Ne demişti? En azından benim çenem, senin çenen gibi çalışmıyor. Bu nedir yahu? Dedikoducu mahalle kadınları gibisin. Bu çeneyle eğer ki sevgilin ya da eşin varsa, ömrünü çürütürsün, ömrünü! Evet. Tam olarak böyle söylemişti. Peki, böyle demişti ama bunu söylerken karşısındaki kızın düşüncelerini, hislerini önemsemiş miydi? Tabii ki de hayır. Erkekleri tanıdığı kadarı ile yüzde doksan dokuz oranında hıyar olduklarından hiç düşünceli davranmazlar ve karşısındaki insanın düşünceleri, hislerini önemsemezlerdi.

Algın, Emrah adı verilen yaratık yüzünden erkeklerden nefret eder hale gelmişti. Yetkin de böyle davrandığında içinde biriken öfkesi ve davanın kapanmasıyla iyice gerilmiş, adama patlamıştı.

Bu adamın kendisi ile konuşurken yüz ifadesi son derece sertti. O gün belli ki o da bir duruşmaya gelmişti ve gelmiş olduğu duruşmada gerilmişti.

İkinci karşılaşmaları ise gitmiş olduğu kafede olmuştu. Kendisine bir süre bakmış ve sonra bakışlarını çekmişti.

"Aman Allah'ım. Neleri düşünüyorum ben. Adamı kafamdan atmaya çalışırken aklıma gelen bu anılar, bu konuşmalar hiç olmadı. Algın, kendine çeki düzen ver. Bir daha o adamı düşünmek yok. Bu akıldan çıkmayan anılar saçmalığına son vereceksin. Nokta."

Bu defa gerçekten uyuma kararı almıştı. Uyumadığı takdirde işe geç kalabilir ve gereksiz adamın fırçasını yiyebilirdi.

Loading...
0%