Yeni Üyelik
8.
Bölüm

4. Bölüm

@yazarcerenoktay

30.09.2024, 15:00 💖
Yeni bölüme hepiniz hoş geldiniz,
ve keyifli okumalar!

Okumaya başladığınız tarihi ve saati buraya yazın lütfen.

Çalan alarm sesi mi yoksa telefondan gelen aramanın sesi miydi bu? Algın, gözlerini birkaç kez kırpıştırdıktan sonra açtı ve yastığının altına koymuş olduğu telefona elini uzattı.

"Sabah sabah bu nedir ya!" diye söylenirken telefonu eline almış ve ekranına yarım açıkgözle bakmaya başlamıştı. Çalan alarmın sesiydi ve saat eğer şimdi kalkmazsa geç kalacağına dair uyarı veriyordu.

Hemen üzerindeki yorganı kenara atıp ayağa kalktı ve bir koşu banyoya gitti. Beş dakikalık bir duş aldıktan sonra saçını kuruttu, fönledi. Üzerini değiştirip kirli kıyafetlerini de kirli çamaşır sepetine atmasının ardından makyajını yaptı.

Şimdi hazırdı. Çantasına cüzdanını ve anahtarını koyduktan sonra, son kez aynaya baktı. Evden çıkmasının zamanı gelmişti.

Elinde tutmuş olduğu telefonundan ilk iş günü olduğunu ve istediği yerde çalışmaya başladığını arkadaşlarına bildirmek adına bir selfie çekti. Çekmiş olduğu fotoğrafın paylaşımı yaparken altına da "Bugün ilk iş günüm. Her şey yolunda gitsin. Dualarınızı esirgemeyin. Mirzanlı Holding, benim için çok önemli." yazdı.

Fotoğrafı paylaştıktan sonra telefonunu çantasına koydu. Kedilerinin yemeğinin olup olmadığını kontrol etti. Biraz süt ve su koyduktan sonra bir kaba evden çıktı.

Evinin az ilerisinde yer alan taksi durağına vardığında duraktaki taksilerden birine bindi. Taksiciye "Mirzanlı Holding'e lütfen." dedi. Araç hareket ettiğinde meraklı meraklı düşünüyordu. Acaba günü nasıl geçecekti? Yetkin denen gereksiz canını nelerle sıkacaktı?

 

♥♥♥

 

 

 

Yetkin, Algın'dan sadece beş dakika sonra Holding'e varmıştı. Odasına doğru ilerlemeye devam ederken Sekreteri Selma yolunu kesti ve "Algın adında bir kız geldi. Sizi bekliyor odanızda. Yeni işe almışsınız." dedi.

Yeni mi işe almıştı? Kimdi ki bu kız? Birkaç saniye düşünmesinin ardından aklına dün mülakatına girdiği ve mülakat yapmadığı kız geldi. Gülmesine engel olamamıştı. Kızın kendisine karşı olan isyankâr tavrı, onu epey çekici kılıyordu. Zaten ondan öncesinde de güzelliği karşısında nutku tutulmuştu ya.

Bugün yapacağı şeylerden sonra kim bilir daha ne kadar öfkelenecekti? Kesin sinirden kuduracak, o ise kızın bu halinin keyfini sürecekti.

Selma'ya "Tamam." dedikten sonra odasına doğru yürümeye devam etti. Kapıyı açıp içeri girdiği sırada gördüğü manzara karşısında hem sinirlenmiş hem de şaşırmıştı. Hiç vakit kaybetmeden "Senin burada daha doğrusu benim sandalyemde ne işin var?" diye sordu. Sesi sertti.

Algın, sandalyeden kalkmadı. Yetkin'e kısmış olduğu gözleriyle baktı. Kendinden emin ses tonuyla "Sizi bekliyordum. Baktım daha gelmediniz, bunun üzerine boş kalmasın. Oturayım dedim." dedi. Şimdiden başlamıştı Yetkin'i sinirlendirmek için elinden geleni yapmaya. Başarılı da olmuştu.

Yetkin, sert adımlarla yürüdü ve Algın'ı kolundan tuttuğu gibi ayağa kaldırdı. "Sen şaka mısın!" diye bağırdı sonrasındaysa. "Ne olursa olsun, burada oturma iznin yok!"

"Hadi ya." dedi Algın alayla. Yetkin’in öfkelenmeye devam ettiğini gördükçe bundan fazlasıyla keyif almaya başladı. Ses tonunda olduğu gibi gözleri de alayla bakıyordu Yetkin'e. "Buna siz mi karar veriyorsunuz?"

Yetkin, Algın'ı kenara ittikten sonra "Evet." dedi. "Ben karar veriyorum. Bir sorunun mu var?"

Boşalan sandalyeye ağır hareketlerle oturdu. Hala ayakta dikilen ve kendisine bakmaya devam eden genç kıza aldırış etmeden, eline almış olduğu dosyaya göz atmaya başladı.

Yetkin'in bu rahat ve ilgisiz hareketleri sinirlenmeye başlamasına sebep olmuştu Algın'ın. "Ben ne yapacağım? Boş boş duracak değilim herhalde." dedikten sonra dişlerini sıktı.

Genç adam, Algın'a bakma tenezzülü dahi göstermedi. "Şimdilik susup oturur musun? Şu anda bir dosya inceliyorum."

"Şuna bak ya. Bir de bana emir veriyor. Kendini ne sanıyorsa. Uyuz şey."

Yetkin, Algın'ın söylediğini duymasıyla bakışlarını dosyadan çekip ona çevirdi. "Bir şey mi dedin az önce?" diye sordu.

Algın, gözlerini devirdikten sonra kollarını göğsünde kavuşturdu. "Yok canım, ne diyeceğim. Sizin karşınızda bir şey demek mümkün mü?"

Yetkin, kızın sözleri karşısında fazlasıyla keyifleniyordu. O hırçın halini hiçbir zaman kaybetmiyordu ve onu en çok çekici kılan da buydu kendisine karşı. Daha da sinirlenmesini sağlamak için tek kaşını kaldırdı. "Değil mi?" diye sordu. "Dün, car car konuşuyordun oysa."

Algın, Yetkin'in sürekli bunu tekrarlamasından nefret ediyordu. Ne vardı çenesiyle alıp veremediği? Tamam. Çok konuşuyor olabilirdi. Hatta ve hatta bu kadar çok konuşması can da sıkıyor olabilirdi. Buna rağmen bu şekilde bir cümle kullanmak hoş değildi. Hele ki bir bayana karşı.

"Diyene bak. Sizin benden eksik kalır yanınız var sanki. Sizin de çeneniz zaman geçtikte benimkine benziyor. Üstelik bir bayan ile nasıl konuşulması gerektiğini bilmiyorsunuz. Sizin yaptığınız ancak ve ancak işinize gelince sesinizi yükseltip egonuzu tatmin etmek."

Yetkin'in gözleri irice açılmıştı. Az önce Algın, ona egosunu mu tatmin etmeye çalıştığını söylemişti? Bu cümlenin en son söyleneceği kişi Yetkin'di. Genç adamın doğru duymuş olma olasılığı ne kadardı? Elindeki dosyayı sertçe masaya bırakarak "Bana mı dedin?" diye sordu.

Algın, burnundan sıkıntılı bir nefes aldı. Almış olduğu nefesi verdikten sonra "Evet. Sana dedim. Benimle uğraşmaya devam ettiğin sürece de susmayacağım," dedi.

 

♥♥♥

 

Bu hayatta herkesin bir hikâyesi vardır. Bazı hikâyeler insanın yüreğine oturur bazıları ise onları güldürür ve düşündürür. Algın ve Yetkin''in hikâyesiyse yeni başlayacağı için, insanların zihninde nasıl bir yer edineceği belli değildi.

Belki insanları ağlatacak belki de güldürecekti. Sonucu ne olursa olsun, insan kaderindeki insanı bir kez buldu mu asla kaybetmemeliydi.

"Demek susmayacaksın ha?"

Yetkin, ayağa kalktı ve masanın çevresinden dolanıp Algın'ı kolundan tuttu. Hızla hareket ediyor ve genç kızı peşinden sürüklüyordu. O kadar öfkelenmişti ki, nefreti genç kıza duyduğu sevginin biraz olsun önüne geçmişti.

Birlikte odanın dışına çıktıklarında, herkesin gözü ikisine dönmüştü. Yetkin'in sert yüz ifadesi ve Algın'ın kolunu kurtarma çabası, en çok dikkat çeken şeydi.

Algın, canı yandığı için kolunu kurtarmaya çalıştı ve başarılı olamayınca "Canımı yakıyorsun. Bırak kolumu!" diye bağırdı.

Yetkin, Algın'ın söylediğini duymuştu. Öfkesi daha da artarken "Bırakacağım. Her şeyin bir sırası var. Şimdi sus ve yürümeye devam et." dedi. Genç kızı daha da sert bir şekilde çekiştirmeye başladı. Bu yaptığı davranış kadınları kırmamak için elinden geleni yapan Yetkin'e göre değildi. Bu o değildi. Neden kendi gibi davranmıyordu?

Yetkin'in bu emredici halleri, genç kızı çok bunaltıyordu. En çok bunalmasına sebep olan yanıysa hala kurtulamadığı ve kendisini takip ettiğini düşündüğü Emrah'ı hatırlatmasıydı. Oysa Yetkin'in uzaktan yakından alakası yoktu o gereksizle. Sadece öfkesiyle hareket etmesi genç kıza bunu düşündürmüştü.

"O zaman parmaklarını gevşet. Sana canım yanıyor diyorum!"

Algın, kolunu yeniden çekiştirdi ama bu defa da kurtarmayı başaramadı. O sırada üzerindeki kıyafetleri ile oldukça çekici görünen adamı alıcı gözüyle inceleme fırsatı bulmuştu. Gözleri gökyüzünün en mavi tonunda görünüyordu ve insanın o gözlere baktıkça bakası geliyordu. Bu gözlere öfke yakışmıyordu. Tam tersine aşk ile bakmalıydı.

"Mavi gözler..." diye fısıldadığında genç kız, Yetkin adım atmayı bıraktı ve ona döndü. "Bir şey mi dedin?" diye sordu.

Algın, gözlerini birkaç kez kırpıştırdıktan sonra başını iki yana salladı. "Hayır." dedi. "Kolumu artık bırakacak mısın? Zorba olmana hiç gerek yok."

Zorba kelimesini duymasının ardından Algın'ın kolunu bırakan genç adam, kendini savunmak ve üzerindeki bu kötü imajı kaldırmak için "Ben zorba değilim." dedi. "Az önce canını yakmış olabilirim ama inan ki bunun bir sebebi vardı."

Hemen sollarında bulunan kapıyı açtıktan sonra içeri girdi. Hala koridorda duran ve hiçbir şey yapmayıp öylece bakıp duran Algın'a "İçeri gel." dedi.

Genç kız kıpırdamayı en sonunda akıl edip yürüdü ve soluğu Yetkin'in girmiş olduğu odada aldı. Buraya neden gelmişlerdi? Anlamıyordu.

Yetkin, kapıyı kapattıktan sonra ışıkları açtı. Bu odada büyük ihtimalle toplantı yapıyorlardı. Yan yana dizilmiş sandalyeler ve büyükçe bir masa, genç kızın hemen dikkatini çekmişti.

"Beni buraya neden getirdiğinizi anlayamadım." dedi Algın şaşkın şaşkın.

Yetkin, kurumaya yüz tutan dudaklarını diliyle ıslattıktan sonra odanın içine dalgın dalgın bakmaya başladı. "Biliyor musun?" diye sordu hemen ardından Algın'a bakıp. "Bu oda benim için hep uğursuz olmuştur. Ben burada doğdum. Annem, babamı ziyaret için geldiğinde sancısı tutmuş. Suyu gelmeye başlamış. Hastaneye götürmek için zamanları yokmuş. Bunun üzerine revirdeki hemşire gelmiş ve doğumuna yardımcı olmuş."

Algın, şaşırmıştı. Yetkin, ona bunu neden anlatıyordu? Anlam verememişti.

Yetkin, konuşmasına ara vermesinin ardından odanın içinde yürümeye başladı. Kalbi acıyla sızlıyordu. O gün doğumdan sonra olanlar... Hiçbir şeyi hatırlamasa da babasının anlattığı kadarıyla kalbinin fazlasıyla acıması için yeterliydi.

"Bana bunu neden anlatıyorsun?" diye sordu Algın. Yetkin'e anlamayan gözlerle bakmaya devam ediyordu. Annesi yoksa onu doğururken mi ölmüştü? Yok artık. Tamam, bilim o zamanlar şimdiki gibi değildi ama insanları hayatta tutmayı başarıyorlardı. Öyle olmalıydı. Yetkin'i bu kadar üzen şey, annesinin ölümü olmamalıydı. Eğer ki buysa yaralanmasına, odayı uğursuz görmesine sebep resmen yüreği burkulacaktı. Böyle hikâyeleri kendini bildi bileli sevmezdi. Sebebiyse ailesi ile arasının çok iyi olmamasından kaynaklanıyordu.

"Zor da olsa doğumu yaptırabilmişler." dedi Yetkin ve yutkundu. Zar zor konuşuyordu. Çekmiş olduğu sandalyeye oturduktan sonra, derin bir nefes aldı. "Annem çok kan kaybetmiş. Hemen hastaneye kaldırmışlar. Hastanede yapılan bakım sayesinde hiçbir şey olmadan kurtulmuş ama o günün sonrasında görülmemiş. Hastaneden kaçtı mı kaçırıldı mı kimse bilmiyor. Eğer ki o gün ben doğmasaydım, başka bir gün olsaydı da annem hastaneye yetişebilseydi belki de şimdi yanımda olacaktı. Bu lanet olasıca odadaki sancı benim annesiz büyümeme sebep oldu. Ben onu hiç hatırlamıyorum ve fotoğraflarına bakmaya dahi cesaret edemiyorum. Ondan bahsedilmesi bile canımı çok yakıyor."

Algın'ın korktuğu şey olmamıştı ama bu ondan daha kötüydü. Eğer ki annesi ölmüş olsaydı şimdi Yetkin'in ziyaret edebileceği bir mezar olurdu. Gider, annesi ile dertleşirdi. Ona arkadaşlarından, çevresinden, ilk aşkından, aile içinde olan kavgalardan bahsederdi. Şimdi ise bunların hiçbirini yapamıyordu.

Yetkin, beş yaşına gelene kadar annesi sürekli aranmıştı ama bulunamamıştı. Galip Bey, en sonunda oğlunun daha fazla üzülmemesi için arama faaliyetlerine son vermiş ve hayatlarının normal akışıyla ilerlemesi için çabalamaya devam etmişti.

Hayatları o günden beri hiç normal akışıyla ilerlememişti oysa. Galip Bey, zaman geçtikçe çekilmez, asabi, dediğim dedik bir adam olup çıkmıştı. Elinden geldiğince Yetkin'in hayatını kısıtlamıştı ve bir süre sonra genç adamın her yaptığı gözüne batar hale gelmişti.

Yetkin'e her baktığında eşini hatırlamasıydı buna sebep olan. Gözleri, burnu, saç rengi tıpatıp aynıydı. Resmen annesinin kopyası olup çıkmıştı. Neden kendisine benzememişti ki? Bütün bu lanet olasıca şeylerin olacağını bilseydi, Yetkin'in doğmasına asla müsaade etmezdi.

Algın, her an yanağından süzülecek gibi duran yaşı silebilmek adına elini yüzüne doğru götürdü. Elinin tersiyle gözlerini sildikten sonra "Ben ne diyeceğimi bilemiyorum." dedi.

Yetkin, karşısındaki genç kızı üzdüğünü fark etmesiyle omuz silkti. "Önemli bir şey değil. Aldırma bana. Seni buraya getirdim. Beni anlaman ve bundan sonra söz konusu işin olduğunda çok konuşmaman için," dedi.

"Öncelikle anlattıklarınız ile beni buraya getiriyor olmanız çok alakasız şeyler. İkincisi, burası sizin için uğursuz. Bunu anlıyorum. Lakin benim canımı yakacak kadar, beni kendimi kötü hissettirecek kadar kaba davranış sergiliyor olmanız çok yanlış. Siz hep özel hayatınızı işe karıştırıp böyle sert davranacaksanız elemanlarınıza olmaz ki."

Yetkin, Algın'ın kendisine karşı böyle bir şey söyleyeceğini düşünmemişti. Üstelik konuşmasına devam ediyordu ve yine o durmak bilmeyen mahalle karısı çenesi ortaya çıkmıştı.

"Patron olabilirsiniz, bu Holding'in sahibi olabilirsiniz, hatta bu Holding'deki her insanın sahibi de olabilirsiniz ama bu insanları sürekli ezebileceğiniz anlamına gelmiyor. Ben buna müsaade etmem. Hani bana demiştiniz ya burası bir işyeri diye. O konuda haklısınız. Burada herkes ekmeğinin peşinde. Eğer ki işinize özel hayatınızı karışmaya devam ederseniz hiç de iyi şeyler olmaz. Şimdiden söyleyeyim."

Az önce söylediği bir sözü kendisine karşı mı kullanmıştı? Burasının iş yeri olduğunu söylerken Yetkin, ciddiydi. Genç kızın aklı havada olmasını istemediğinden ve aralarındaki gerilimden dolayı böyle bir cümle kullanmıştı. Kullanmasa mıydı yoksa?

"Algın, ben kadınlara kaba davranmayı sevmeyen, annesizliği en derinde hisseden bir adamım. Annemi kaybettiğimde, onu ömrüm boyunca bir daha göremeyeceğimi anladığımda kendime bir söz verdim. Hiçbir kadına kötü davranmayacak, onları zarar gördüğünü fark ettiğimde koruyacaktım. Bunun için çok çabalıyorum. İnan, elimden gelenin daha fazlasını yapıyorum.”

Genç kızın gözlerindeki ifadeyi görmek için dikkatlice ona bakmayı sürdürdü.

“Sense benim sabrımı o kadar çok zorluyorsun ki, beni kendime verdiğim sözden dışarı çıkartıp bambaşka bir adam haline getiriyorsun. Bunu yapma. Aramızda o gün ne olduysa oldu. Şimdi ise konuyu kapatıp yolumuza bakma zamanı. Ben senin patronunum, sense benim elemanım. İş yerinde patron ile çalışan ilişkisi nasıl olursa bizim ilişkimiz de öyle olsun. Kendimi umarım sana açıkça ifade edebiliyorumdur."

Avuç içlerini birbirine sürttü ve odadan çıkmak üzere yürümeye başladı. Algın, arkasından bakıyor ve hareket etmiyordu. Yetkin, bunu fark ettiğinde ondan yana döndü. "Hadi gidelim. Burada durmaya devam etmeyeceksin herhalde?" dedi. "Yapacak çok işimiz var."

Algın, burnunu kırıştırdı hemen ardından kaşlarını çattı. Burnundan derin bir nefes alıp da içinden söylene söylene Yetkin'in peşinden yürümeye başladı.

Yetkin'in odasına girdiklerinde, genç adam hemen sandalyesine oturdu. Algın, ayakta dikilmeye devam ediyordu. Oturup oturmama konusunda tereddütteydi. Karşısındaki adam oturduğunu gördüğünde bir şey söyleyip canını sıkarsa dilini ısırıp susamayacağını çok iyi biliyordu.

Yetkin, önünde duran dosyayı incelemeye devam ederken en sonunda Algın'ın ayakta dikilmeye devam ettiğini fark etmişti. Bakışlarını dosyadan çekip de ona yönelttiğinde "Otursana. Neden ayakta dikiliyorsun?" diye sordu.

Algın, Yetkin'in sorusu üzerine masasının hemen karşısında yer alan deri koltuklardan birine oturdu. Yetkin, Algın'ın oturmasının ardından yine bakışlarını dosyaya yöneltmiş ve pür dikkat içinde yazanları okumaya kaldığı yerden devam etmişti.

Yetkin, öyle dosyayla ilgilenmeye devam ediyordu da Algın ne yapacaktı? Öyle boş boş çevresine mi bakınacaktı? Eğer ki tüm zamanını böyle geçirecekse ve hiçbir şey yapmadan duracaksa yanında kitap getirip okumayı tercih ederdi.

Yaklaşık yarım saat öylece oturdu ve Yetkin'in kendisine bir şey söylemesini bekledi ama genç adam hiçbir şey söylemedi. Ne yapması gereken bir şeyi söylüyor ne de onunla konuşuyordu. Algın, bu duruma en sonunda dayanamayıp "Ben böyle boş boş oturmaya devam mı edeceğim?" diye sordu.

Yetkin, donuk bakışlarını yüzünden eksik etmeden "Evet." dedi Algın'a bakıp. "Şimdilik hiçbir şey yapmadan oturacaksın. Taa ki benim aklıma sana yaptırabileceğim bir şey gelene kadar."

Yetkin, mülakat günü ilk karşılaşmalarında Algın'a onun için güzel planları olduğunu söylemişti ama aslında aklında hiçbir şey yoktu. Tek istediği yanında kızın olması ve güzelim yüzünü görebilmekti. Alev'den sonra ilk defa bir kıza karşı yüreği küt küt atmaya başlamıştı ve bunu elinden geldiğince bastırmaya çalışıyor, ilgi göstermemeye çalışıyordu.

Gerçi Algın'a ilgi gösterse de kızın bu ilgiyi umursamayacağını çok iyi biliyordu. Onda erkeklere karşı düşmanlık olduğunu daha ilk karşılaşmalarında görmüştü. Belki de yalnız kendisine karşı böyleydi genç kız.

Elinde tutmuş olduğu ve incelemeye devam ettiği dosyadan birkaç saniyeliğine bakışlarını ayırıp genç kıza çaktırmadan bakmaya başladı.

Omuzlarından aşağıya doğru dalga dalga inen kahverengi saçları, mesafeli ve insanın içini ürküten kahverengi gözleri, biçimli minik burnu, bakımlı görünmesini sağlayan makyajı ile çok güzel görünüyordu.

Acaba Alev ile tanışmadan Algın'ı tanısaydı nasıl olurdu hayatı? Genç kız, onu sever miydi? Severdi hiç kuşkusuz ama güvenebilmesi için uzunca, çok uzunca bir zaman geçmesi gerekirdi. Ne de olsa Algın, Emrah adı verilen bir akıl hastası ile çıkmış ve ondan sonra da hiçbir erkeğe şans vermemek üzere kendine söz vermişti.

Bazen bu hayatta kendi kendimize söz verir ve verdiğimiz sözleri tutmaya çalışırız. Bu sözler bizim için çok önem arz eder. En çok da yara almamamıza sebep olan kişi ya da şeylerle ilgili verdiğimiz sözlerse altın değeri kazanır. Eğer ki kendimize verdiğimiz sözü tutmazsak, daha da yara alacağımızdan korkar ve o kişi ya da şeylerden iyice uzak durmaya çalışırız.

Algın da tam olarak bunu yapmaya çalışıyordu. Kendine verdiği sözü tutmaya. Eğer ki hayatına yeniden bir erkek alırsa onun da Emrah gibi olacağına inanıyordu ve bu yüzden de çevresinde ne kadar erkek varsa, hepsi ile arasına görünmez bir duvar örmüştü. Bundan sonra âşık olmak, etkilenmek ya da bağlanmak yoktu. Uzak durmak, yara almamak ve özgürlüğünün kısıtlanmaması vardı onun için. Geçmişinden bugüne kadar yaşadıklarını düşündüğünde, doğru yolda ilerlediği için mutlu oluyordu ve bu yoldan asla dönmeyecekti.

Karşısında oturmaya devam eden genç kız bakışlarını kendisine yönelttiğinde, hemen gözlerini kaçırdı. Az önce Algın'a bakmıyormuş gibi davranmaya çalışıyor ve vücudunu ağır ağır sarmaya devam eden sıcaklıkla mücadele ediyordu.

"Ben kahve yapacağım kendime. Siz de ister misiniz?" diye sorduğunda genç kız, bakışlarını ona çevirmeden "Evet. Şekerli olsun lütfen." dedi. "Hatta dur. Senin yapmana gerek yok. Ben sekreterime söylerim. O getirir."

Algın, Yetkin'in söylediğini duymamış gibi ayağa kalktı ve kapıya doğru yürümeye başladı. "Hayır. Burada oturmaktan o kadar çok bunaldım ki, bir şeyler yapmazsam patlayacağımı hissediyorum. Kahvenizi birazdan getirmiş olurum."

Kapı kolunu tutup kapıyı açtıktan sonra kendini odadan dışarı attı ve derin bir nefes alıp geri verdi. Bu da neydi? Burada boş boş oturmak canını çok sıkıyordu. Üstelik Yetkin, onunla hiç muhabbet etmiyordu. Bu kadar sıkıcı olmak zorunda mıydı? Gerçi bu adamdan ne bekliyorsa? En başından beri uyuz biri olduğunu biliyordu zaten.

Karşısına çıkan çalışanlardan birine mutfağın yerini sorduğunda, yanından geçen adamın parfüm kokusu çok tanıdık gelmişti. Kendisine yanıt veren kızdan gözlerini çekerek hemen kokunun sahibine doğru döndü ve gördüğü kişi sayesinde olduğu yere çakılıp kaldı.

Bu olamazdı. O buraya gelmiş olamazdı. Emrah, davetsiz bir misafir gibi gelmişti ve Algın, kalbinin korkudan yerinden çıkacağını hissediyordu.

Loading...
0%