@yazarcerenoktay
|
30.09.2024, 15:05 💖 Okumaya başladığınız tarihi ve saati buraya yazın lütfen. Algın, yol boyunca sessiz kalmış ve hiçbir şey söylememişti. Yetkin'in ise gözü yoldaydı ve yemek yerken konuşacakları için kızın üzerine gitmek istememişti. Bu güzeller güzelini hangi hakla böylesine yıpratıyordu? Eğer ki kendisi ona sahip olsaydı el üstünde tutar, gözünden bir damla yaş akmasına izin vermezdi. Gerçi sahiplik kelimesi de hoş değildi. Ona sahip olmak yerine elinden geldiğince yardım edip bu adamdan koruyabilmek, çok daha iyi olurdu. Bunu da başarabilmek için elinden geleni yapacaktı. En sonunda yemek yiyecekleri lokantaya vardıklarında Yetkin, aracı park etti ve emniyet kemerini çıkarıp Algın'dan önce araçtan indi. Şehir dışına çıkmışlardı ve bu değişikliğin Algın'a iyi geleceğini düşünüyordu. Tahminince o da kendisi gibi denizi seviyordu. Bu yüzden geldikleri yer hoşuna gidecekti. Genç kız elini kapıyı açmak için uzattığı sırada Yetkin, çoktan kapıyı açmıştı. Yetkin'in ondan önce davranıp kapıyı açmasına şaşırmıştı. Şaşkın gözlerle genç adama baktı ama hiçbir şey söylemedi. Şu anda kendisini konuşamayacak kadar bitkin ve üzgün hissediyordu. Araçtan indikten sonra sessizliğini sürdürmeye devam etti. Yetkin'in aracını kilitleyip soluğu yanında almasının ardından birlikte yürümeye başladılar. Birlikte gittikleri yer, deniz kıyısında olan bir lokantaydı. İçeri girdiklerinde onları karşılayan garsonlardan birisi "Hoş geldiniz Yetkin Bey." dedi. Yetkin, canı sıkkın olduğunda bir fırsatını bulup buraya gelirdi ve burada çalışan herkes bu yüzden onu tanırdı. Garsona bakıp "Hoş bulduk." dedikten sonra Algın ile birlikte boştaki masalardan birine oturmak için yürümeye devam etti. Denizin kenarında yer alan masalardan birine oturmak için durduğunda, Algın'ın kendisine baktığını fark etti. Genç kızın oturması için sandalyeyi geriye çektikten sonra, Algın'ın oturmasını izledi. Genç kız, bu tarz hareketlere alışık olmadığından şaşırmıştı. Tebessüm edip Yetkin'e bakmaya devam ettikten sonra en sonunda oturdu. Ne de kibar bir adamdı böyle. Onun bu halleri genç kızı şaşkınlığa sokup duruyordu. Algın'ın oturmasının ardından Yetkin de kendisinin oturacağı sandalyeye doğru ilerledi. Algın, düşüncesinde yanılmamıştı. Yetkin, pek çok erkeğe göre kibardı. Bu kibarlığı çoğu kadının aklını başından alırdı. Zaten kadınlara karşı neden katı olacaktı ki? Onlar ne olursa olsun Allah'ın emanetiydi ve Âdem Peygamber, nasıl Havva'sına iyi davrandıysa o da kadınlara böyle davranması gerektiğini düşünüyordu. Garsonlardan biri gelip de "Hoş geldiniz." dedikten sonra elindeki menüleri önlerine bıraktı. Onlar menüyü incelemeye devam ederken içeri giren başka bir müşteriye doğru ilerledi. Algın, menüyü incelemeye devam ederken kendi kendine öfkeyle konuşmaya başlamıştı. Yetkin, genç kızın konuşmasını duyunca bakışlarını menüden çekip ona döndürdü. Çok öfkeli görünüyordu. "Ben ona kalas demiyorum ama boşuna. Sadece kalas olsa yine iyi. Düşüncesiz, acımasız, şiddet yanlısı bir şerefsiz o. Bazen şeytan diyor ki, al silahı sık kafasına. Bunu yapamam ki ben. Nasıl sıkayım kafasına? Onun gibi vicdansız değilim. Bu yüzden de gittim, savcılığa suç duyurusunda bulundum. Elindeki satın alma gücünü kullanarak yetersiz delil bahanesiyle davayı kapattırdı." Elindeki menüye bakıyordu ama yazanları doğru dürüst gördüğü söylenemezdi. Kafası hala bugünkü yaşadıklarındaydı. Neden böyle biriydi Emrah? Neden ona gerçek kişiliğini göstermemişti? Anlamıyordu. Hiçbir zaman da anlamayacaktı. "Sakin ol Algın." dedi Yetkin ortamdaki gerilimi yok edebilmek adına. "Bugün tüm gün bize ait. Sen anlat. Ben seni dinleyeceğim hem de midemizi dolduracağız." Algın, derin bir nefes aldıktan sonra tüm dikkatini menüye verme kararı aldı. Yetkin'in söylediklerine karşılık bir şey demedi. Tam bir et hastası olduğundan ve bugünün acısını yiyerek çıkartmak istediğinden -hem patronu ödeme yapacakken neden sipariş verme konusunda çekinsindi ki. "Patron, senin için bu isteğimin hiç sorun olmayacağına eminim. Masayı donatsınlar diyorum. Pideler, ızgaralar, hamburgerler, ayranlar gelsin. Canım ne istiyorsa hepsini yiyerek içimdeki öfkeyi atmak istiyorum. Ayrıca ben tam bir et hastasıyım." dedi. Bütün bunları öyle rahat bir şekilde söylemişti ki, gören de Yetkin'i kırk yıllık arkadaşı sanırdı. Algın'ın söylediği çok garip gelmişti. "Siz kadınlar böyle zamanlarda tatlı şeyler falan yemez misiniz? Sen neden tam tersini yapıyorsun?" diye sorduğunda genç kızdan gelecek yanıtı büyük bir merakla bekliyordu. Algın'ın bu isteğini gerçekten çok tuhaf bulmuştu. Hani bana bolca tatlı şeyler al da bir kendime geleyim dese anlardı da et ürünlerinden bolca istemesi gerçekten inanılmazdı. Algın, dirseklerini masanın üzerine koydu ve ellerini çenesinin altında birleştirdi. "Sizce ben o kadınlara benziyor muyum? Hal, hareket ve davranışlarımla farklı olduğunu hala anlayamadınız mı?" diye sordu. "Ayrıca bu isteğimi yapmak zorunda da değilsiniz. İstemiyorsanız istemiyorum demeniz yeterliydi. Laf kalabalığı yapmanıza hiç gerek yoktu." Dirseklerini masadan çekip kollarını göğsünde kavuşturdu ve başını denize doğru çevirdi. Bu hal ve hareketleri Yetkin'e çocukça gelmişti. Genç adam hiçbir şey dememişti ki. Sadece merak ettiği bir şeyi sormuştu. "Beni tamamen yanlış anladın." derken kendini savunmaya geçti. Algın'a doğru hafifçe eğildi ve "Ben sadece merak ettiğim bir şeyi sormuştum. Ayrıca beni cimrilikle suçlamasan iyi edersin." dedi. "Ben senin bildiğin o cimri adamlardan değilim!" Söylediği sözler, Algın'ın dikkatini çektiği için genç kız somurtmayı bırakıp Yetkin'e baktı. "Bu söylediğiniz konusunda gerçekten samimi misiniz yoksa bana yalan mı söylüyorsunuz?" Yetkin, bu konuda yalan söylemiyordu. O kadar güzel bir adamdı ki, kalbinin güzelliği zaten yüzüne yansımıştı. O kadar zenginliğin içinde yaşamasına rağmen bir kere olsun cimrilik yaptığı görülmemişti. Fakir ve ihtiyaç sahibi insanların ihtiyaçlarını karşılamak için elinden geleni yapardı. En çok da üzüldüğü insanlar Şehit yakınlarıydı. İmkânı olduğu her zaman onları ziyarete gider, dertlerine ortak olur, her ne ihtiyaçları varsa onları giderirdi. O kadar zenginlik içinde yüzerken fakir insanlar için harcadığı paranın hesabını yapmamıştı hiçbir zaman. Ölene kadar da yapmayacaktı. Bu yüzden de Algın'a "Böyle konularda asla yalan söylemem." dedi. "Benim nasıl bir insan olduğumu zamanla anlayacaksın. Hatta sonrasında olacak bir şeyi de söyleyeyim sana. Hakkımda öğrendiğin şeyler o kadar çok şaşırmana sebep olacak ki dünyada bu kadar iyi kalpli bir insan kaldı mı diyebilirsin bile." "Pekâlâ." dedi Algın ve "Garson!" diye bağırdı. Az önce menüleri veren garson tekrardan yanlarına geldiğinde "Siparişinizi alabilir miyim?" diye sordu. "Masayı tamamen et ürünleriniz ile donatmanızı istiyoruz." dedi Algın. "Balık çeşitleri, kızartmalar, kavurmalar ne varsa işte hepsini getirin. Masada bolca et ürünü görmek istiyorum. Çok açım. Çabuk olun lütfen." Genç kızın bu heyecanlı halleri Yetkin'in fazlasıyla hoşuna gidiyordu. Kahverengi saçlarından bazıları esen rüzgârdan dolayı gözlerinin önüne geliyordu ve genç kız, saçını toplamak yerine kulağının arkasına yerleştiriyordu. Oysa bu bir işe yaramamıştı. Birkaç saat öncesinde kendisine endişeli gözlerle bakan genç kız, şimdiyse şen şakraktı. Bugün yaşamış olduğu şeyleri yaşamamış gibi görünüyordu. Oysa kalbinde, yüreğinin en derinlerinde acı hala mevcuttu ve kabuk bağlayan yarası tekrar kanamaya başlamıştı. Siparişleri hazırlandıkça servis yapılmaya başlanmıştı ve Algın, önüne konan tabağa hiç çekinme gereksinimi duymadan etleri yerleştiriyordu. Almış olduğu pidelerden birinin arasına bir parça eti koyup üzerine de acı sosu döktükten sonra, iştahla büyükçe bir ısırık aldı. Ağzı dolu dolu "Aman Allah'ım! Bu çok lezzetli," dedi."Hadi bakıp durmasana. Sen de ye." Yetkin'in bakışları bir an için Algın'a takılı kaldı. Genç kız, kendisine bu kadar uzun süre bakmasına anlam veremediği için "Ne oldu? Bir sorun mu var?" diye sordu. Yetkin, gülmeden yapamadı. Başını salladıktan sonra "Hiç." dedi. "Bir sorun yok." En sonunda Algın'a eşlik edip de o da karnını doyurmaya başladığında "Şimdi bana neler olduğunu, neden sana böyle davrandığını anlatacak mısın?" diye sordu. Neler olduğunu, o adamın neden böylesine psikopatça davrandığını çok merak ediyordu. Sebep her ne olursa olsun, hiçbir erkeğin kadınlara şiddet uygulama, küfür etme, onurlarını zedeleyecek sözler söyleme ve psikolojik baskı uygulama hakkı yoktu. Kendisi son derece modern bir beyefendi olduğundan, bu zamana kadar hiçbir kadına kötü davranmamıştı. Bundan sonra da davranacağını sanmıyordu. Zaten kadınları neden ezecekti ki? Onları dokuz ay boyunca karınlarında taşıyan, bin bir türlü acıyla dünyaya getiren bu kadınları tüm erkeklerin öpüp de başlarının tacı yapmaları gerekiyordu. Aynı şekilde geleceğin anne adaylarını da. Evli olsun olmasın her kız, elbet bir gün anne olacaktı. Algın, elindeki çatalı tabağının kenarına bıraktıktan sonra "Aslında tam olarak anlatmaya nereden başlayacağımı bilmiyorum." dedi. Yıpranmıştı. Hem de çok yıpranmıştı. Emrah'ın kendisine yaşattıklarını anlatırken yüreği bir kez daha acıyla sarsılacaktı. Buna emindi. O anılar hep canını yakıyordu. Sessiz kalsa da dile getirse de. Eline almış olduğu bardaktan birkaç yudum su içti ve bardağı yeniden masaya bıraktı. Bakışlarını denize doğru çevirdikten sonra "Her şey onun beni uzaktan izlemesiyle başladı." diyerek neler olduğunu anlatmaya başladı. "Üniversitede ilk senemdi. Okula geleli bir buçuk ay olmuştu ve en yakın arkadaşım Ece ile birlikte dersimiz bitmiş, eve gitmek üzere sınıftan çıkmıştık. Kampüse geldiğimizde biraz soluklanmak istediğimi dile getirmiştim ve çimenlerin üzerine oturmuştuk birlikte. Çantamı açıp içinden pet şişemi alacağım sırada bakışım bize baktığını düşündüğüm bir genç adama takılmıştı. Kahverengi saçlı, kahverengi gözlü biriydi. İrice bir vücudu vardı ve uzun boyluydu. Çok yakışıklı görünüyordu. Yine de yakışıklı olması, bakışlarını üzerimde hissetmem beni huzursuz etmediği anlamına gelmemekteydi.” Durdu ve düşündü. Kaşları çatılmış, bakışları geçmişe gitmesinin üzerinde yarattığı etkiyle donuklaşmıştı. “O bana bakmaya devam ettikçe, içimde garip, tarif edemediğim bir his oluşmuştu. Buna sebep olan neydi bilemiyordum o anda. Kaşlarımı çatıp bakışlarımı ondan çektiğimde, su şişemi almıştım. İnsanlara uzunca süre bakmayı sevmediğim için, bakışlarımı kaçırmak daha doğru gelmişti.” “Sonra ne oldu?” “Arkadaşım Ece, söz konusu ben olduğumda çok dikkatli bir insandı. Bakışlarımın genç adam üzerinde kilitlendiğini fark etmiş ve 'Biri bize mi bakıyor yoksa bana mı öyle geldi?' diye sormuştu. Pet şişeyi dudaklarımdan çekip kapağını kapatırken 'Bilmem. Öyle mi?' diye sormuştum." Bakışları yeniden Yetkin ile buluştuğunda, genç adamın kendisini pür dikkat dinlediğini gördü. Ağzına atmış olduğu lokmayı çiğniyordu ve bardağa konulmuş ayrandan bir yudum almıştı o sırada. Bakışlarını genç adamdan çektikten sonra, hayatını mahveden adamın verdiği gerginliği üzerinden atabilmek için yeniden su içti. Çatalını batırmış olduğu biberi ısırdı. Sırtını neden olduğunu anlamadığı bir ürperti kapladı o anda. Titredi. Yetkin'in bakışları hala üzerindeydi. Bunu fark edince "Ne oldu? Üşüdün mü?" diye sordu. Algın'ın titremesini üşüme ihtimaline yorması çok normaldi. Genç kız, burnundan derin bir nefes alıp geri verirken başını iki yana salladı. "Sanırım geçmişe dönmemin bir etkisi." dedi. "Beni rahatsız etmiş olmalı." Elleri çatalı daha sıkı kavrarken bakışlarını yeniden masaya yöneltti. Dalgın dalgın anlatmaya devam etti Emrah ile olan hikâyesini. Her söylediği cümlede canından can kopuyordu. Zar zor şans verdiği bu adamın yalanlarının ortaya çıkmasının üzerinde yarattığı hisleri belirtmesi çok zor olmuştu. Bütün bunlara rağmen affetmişti onu. Ta ki son yedikleri yemekte onu terk edene kadar. Almış olduğu yüzüğü fırlatmış ve arkasına dahi bakmadan restaurantı terk etmişti. Gözleri yorgun yorgun bakarken "Kendinizi benim yerime koydunuz değil mi?" diye sordu. "Geleceğim denilip gelinmiyor. Başka kızlarla sohbet ediliyor. Üstelik onu başka bir kız ile aynı yatakta basıyorum. Bunun beni ne kadar yıprattığını anladınız mı? Hissedebildiniz mi biraz olsun kalbinizde yaşamış olduğum kırıklığı? Hiç sanmıyorum. Yaşamayan bilemez." Algın, oysaki Yetkin'in başına geleni bilmiyordu. Sevgilisine evlilik teklifi edeceği gün sevgilisi onu restoranda bırakarak dışarı çıkmıştı ve bıraktığı kâğıttan sonra onu bir daha görmemişti. Evet. Aldatılmamıştı belki ama terk edilmişti. Dudaklarında buruk bir gülümseme belirip gözleri uzaklara daldığında "Çok ön yargılı olduğunu biliyor musun? Benimle ilgili hiçbir şey bilmiyorsun. Nasıl bir hayat yaşadığımı, canımın yanıp yanmadığını bilmiyorsun. Ben sevgilime evlilik teklifi edeceğim gün, bu teklifi yapamadan terk edildim. Bunun nasıl bir acı verdiğini biliyor musun? Senin canın onun yüzünden nasıl yandıysa benim canım da Alev yüzünden yandı." dedi. Kalp kırıklığı yüzüne yansımıştı. Kendini savunmasız, güçsüz biri gibi hissediyordu. İkisi de Yetkin'in sözleri üzerine bir şey konuşmadan sessizce durdular ve sadece yemek yemekle yetindiler. Akılları geçmişte yaşadıklarındaydı. Algın, içinden Emrah'a sövüp sayıyordu. Yetkin ise kendini yorgun hissettiğini düşünüyordu. Neden gerçekten seven insanlar hep terk edilirdi ya da acı çekerdi? Bu dünyanın acı çekmeleri için yaptığı kasıtlı bir şey olsa gerekti. Başka bir açıklama bulamıyordu çünkü. İkisi de iyice doyduklarını hissettiğinde, hava kararmak üzereydi. Güneş gökyüzünde turuncu bir ışık meydana getirerek batıyor, yerini yavaş yavaş karanlığa bırakıyordu. "Kalkalım mı?" dediğinde Yetkin, Algın başını yavaşça salladı. "Kalkalım ama kalan yiyecekleri lütfen paket yaptıralım. Sokaktaki hayvanların bu yiyeceklere ihtiyacı var." dedi. Yetkin, gelen garsona siparişlerinin ücretini ödedikten sonra masada kalan yiyeceklerin paket yapılmasını söyledi. Yiyecekler paket yapıldıktan sonra, poşetleri aldılar ve ağır adımlarla dışarı çıktılar. Normalde bugünün ikisine de iyi gelmesi gerekirken ikisi de fazlasıyla bitap düşmüştü. Yetkin, poşetleri bagaja koyarken Algın çoktan araca binmişti. Genç adam poşetleri bagaja koyduktan sonra sürücü koltuğuna doğru ilerledi ve kapısını açıp kendini aracın içine attı. Koltuğa oturduğunda kalbi hızla atmaya başlamıştı. Bunun nedeniyse yanında oturduğu kızın durgun durgun bakan gözleri ve masum görünüşüydü. Keşke o şerefsiz ile tanışacağına kendisiyle tanışsaydı. Yetkin, hiç değilse onun canını hiç yakmaz hatta delicesine severdi. ♥♥♥ Aracı hareket ettirdikten sonra bakışlarını Algın'a döndürmeden "Bugün otelde kalmamız gerekiyor." dedi. "Kendimi çok yorgun hissediyorum. Ayrıca senin de dinlenmeye ihtiyacın var." Algın, otel mevzusunun nereden çıktığını anlamamıştı doğrusu. Yetkin, kendisine sormadan bu kararı tek başına nasıl alıyordu? "Dur bir dakika. Sen bana sormadan otelde kalma kararını nasıl alıyorsun? Buraya birlikte geldik hatırlarsan." Yetkin, yine aralarında bir tartışma çıkacağının düşüncesinin korkunç olduğunu düşündü. Bir kere olsun ya, bir kere aralarında herhangi bir sorun olmadan mükemmelce anlaşamayacaklar mıydı? Hiç sanmıyordu. Kesin aralarında burç uyumu farkı vardı. Bu da sürekli çatışmalarına sebep oluyordu. "Senin burcun ne?" diye sorduğunda, düşüncesini sesli bir şekilde dile getirmesine kendisi de şaşırdı. Algın, ondan beklenmedik bir soru gelmesinin şaşkınlığı ile "Kova. Burçlara merakın mı var?" diye sordu. Yetkin'in yüzünde onu çok ama çok seksi kılacak bir gülümseme belirmişti. Algın, onun daha öncesinde bu kadar seksi olduğunu fark etmiş miydi? Düşündü ama yanıtını bulamadı. "Evet. Var. Burçların iki insanın anlaşması konusunda en etkili şey olduğuna inanırım. Mesela kova kadını daha doğrusu kova burçları özgürlükçüdür. Kısıtlanmayı hiç sevmezler. Diledikleri zaman diledikleri şeyleri yapabilmek onları çok mutlu eder. İnsanların onlara emir vermesinden hoşlanmazlar. En basit örneği saat sekizde evde ol. Biri sana böyle bir şey söylese hoşuna gitmeyecektir, değil mi?" Algın, başını iki yana salladı. "Hayır." dedi. "Özgürlüğümün kısıtlanmasına ve bana ne yapıp ne yapmayacağımın söylenmesine hiç tahammülüm yoktur." "Tam da tahmin ettiğim gibi." Yetkin, Algın'dan beklediği yanıtı almıştı. Sesini daha da yumuşatarak "Merak etme. Ben sana çok baskı uygulamam. Çoğunlukla seni özgür bırakırım." diyerek konuşmasına devam etti. Algın, şaşırmıştı. Bu adamın derdi neydi? Ayrıca neden böyle demişti? Ne düşündüğünü ve içinde bulunduğu ruh halini bir türlü anlayamıyordu Bir an için oldukça kaba biriyken saniyeler sonra oldukça düşünceli biri olarak konuşmasını, davranışlarını sürdürüyordu. "Pardon da seni özgür bırakırım derken ne demek istediniz? Benim özgürlüğüme siz mi karar vereceksiniz?" Yetkin'in yüzündeki gülümseme anında düz bir çizgiye dönüştü. Dudakları donuklaştı ve kaşları çatıldı. "Ben az önce sesli mi düşündüm? Eyvahlar olsun." dedi Algın'ın duymamasını sağlamak için elinden geldiğince sessiz bir şekilde konuşmaya çalıştı. Algın'ın eline onu kızdırmak için bir fırsat geçmişti ve bunu vakit kaybetmeden değerlendirmeliydi. Yetkin'in üzerine gitmek için ağzını açtı ama çalan telefon araya girip konuşmasına engel oldu. "Arayan kim ki bu saatte?" derken elini çantasının fermuarına doğru götürdü. Fermuarı açtıktan sonra cep telefonunu aradı içinde ve en sonunda bulabildi. Telefonu eline almasının ardından arayan kişiye baktı. Arayan ev sahibiydi. "Eyvah!" dedi Algın. "Eyvanlar olsun! Bu hatayı nasıl yaparım? Ev kirasını ödemeyi unuttum. Onun için arıyor." Büyük bir telaşa kapılmıştı ve aracın durduğunu dahi fark etmemişti. Yetkin, göz ucuyla Algın'a baktı. Genç kızın telaşlı yüzünü gördüğünde "Bir sorun mu var?" diye sordu. Fazlasıyla ilgili görünüyordu. Algın, telefonu yanıtlamak istiyordu ama ev sahibinin bitmek bilmeyen çenesinin canını sıkacağına adı gibi emindi. Özellikle ev kirası geciktiğinde ya da Algın ödeme yapamadığı zamanlarda kapıya dayanır, Algın'ın saatlerce dil dökmesinden sonra giderdi. Yetkin, yeniden "Bir sorun mu var?" diye sorduğunda genç kızdan yanıt alamadı. Telefonun ekranına çevirdiğinde bakışlarını ev sahibi yazını gördü. "Eğer ki konuşamayacağın biriyse ben konuşabilirim. Malum, insanlar ile konuşma konusunda, özellikle de iknada son derece başarılıyımdır." Algın, dudaklarını büzdükten sonra Yetkin'e döndü. "Gerçekten bunu yapar mısınız?" diye sordu. "Bana bu iyiliği yapar mısınız?" Yetkin, Algın'ın sorusu üzerine şaşırmıştı. "Elbette yaparım. Neden yapmayayım ki?" Genç kızın sıkıntıyla yutkunmasının ardından uzattığı telefonu elinden alırken parmakları birbirine temas etti. Algın, o anda telefonu elinden bıraktı ve telefon yere düştü. Arabanın içi karanlık olduğundan nereye düştüğünü tam olarak görememişti. Yetkin ile birlikte aynı anda telefonu almak için eğildikleri sırada ikisinin de kafasını birbirine çarptı. "Ah." dedi Algın ve doğrulmaya çalıştı. İkisi de kafalarını birbirinden uzaklaştırırlarken, gözleri bir anda birbirine kenetlendi. Birbirlerine oldukça derin bir şekilde bakıyorlardı ve aynı anda içlerinden bu anın bozulmamasını dilediler. Yetkin, ona bu kadar yakın olmanın heyecanını yaşıyordu. Kalbi küt küt attı. Yavaşça Algın'ın dudağını öpebilmek için uzandığında genç kız kendini geri çekti. Bu şeyin olmasına izin veremezdi. Daha onu doğru dürüst tanımıyordu bile. Ona karşı arada garip ve tam olarak ne olduğunu bilmediği hisler duyması demek, kendisini öpmesine izin vereceği anlamına gelmiyordu. Yetkin, Algın'ın kendisinden uzaklaşmasıyla az önceki davranışından dolayı kendine kızdı. Bunu nasıl yapabilmişti? Algın'ın özel alanını ihlal etmekten başka bir şey değildi bu. Algın, telefonu nihayet bulup eline aldığında, çoktan aramanın sonlandığını gördü. Ekranı açtıktan sonra arama bölümüne girdi ve son arayan numarayı çevirdi. Yaptığı aramanın yanıt bulmasını beklerken Yetkin'e bakıyordu. Telefon çalmaya başladığında Yetkin, derin bir nefes aldı. Ev sahibinin aramayı yanıtlamasını bekledi ama arama yanıt bulmadı. Arama sonlanınca Algın tekrardan ev sahibini aradı ama arama yine yanıt bulmadı. Bunun üzerine telefonu çantasına koydu. "Çok yoruldum ve susadım. Havanın sıcağı da üstüme geldikçe nefes alamadığımı hissediyorum." dedi. Elini yüzüne doğru sallayarak kendini serinletmeye çalıştı. Yetkin, araç ilerlemeye devam ederlerken camları açtı. İçeri giren serinlik epey rahatlatıcı oluyordu. Yaklaşık bir saat sonrasında otele vardıklarında Algın, gerildiğini hissetti. Şimdi Yetkin ile aynı otelde mi kalacaktı? Araçtan inip Yetkin ile birlikte otele doğru ilerlemeye başladığında "Ben seninle aynı odada kalmam." dedi huysuz huysuz. "Eğer ki aklında böyle bir şey varsa hemen def etsen iyi olur." Yetkin, olduğu yerde durdu ve Algın'a doğru hızla döndü. Bu da nereden çıkmıştı? Algın'ın aklında böyle bir şey mi vardı yoksa? İşte şimdi keyiflenmeye başlamıştı. Genç kızın ellerini aniden tutup gözlerine bakarken "Benim sana zarar vereceğimi sakın ola ki düşünme. Bu dünyada gerekirse her insana zarar veririm ama sana zarar vermem. Ayrıca aynı odada kalmak da yok. Senin odan ayrı benim odam ayrı olacak. Ha, sen bunu istiyorsan orasını bilemem. Hani benimle aynı odada kalmak, bana sarılıp uyumak." dedi. Çapkınca güldü ve Algın'a göz kırptı. Algın, dişlerini sıkıca birbirine bastırırken ellerini Yetkin'in ellerinden çekip kurtardı. "Sen aklını mı yitirdin be adam!" diye bağırdı. "Seninle uyuyacağıma ölürüm daha iyi." Yetkin, Algın'dan aldığı yanıt üzerine daha da keyiflendiğini hissetti. Bu kızı kızdırmak ve sinirli hallerini görmek her zaman çok hoşuna gidiyordu. Algın, ondan önce yürüyüp otelin içine girdiğinde resepsiyona doğru ilerlemeye başladı. Yetkin de peşinden geliyordu. Pek keyifli görünüyordu. Gözleri ışıl ışıl parlıyordu. Algın, Yetkin'in varmasını beklemeden resepsiyondaki kıza oda istediğini söyleyeceği sırada genç adamın yükselen sesini duydu. "Bekle." dedi. "Ben hallederim." Algın, emrivaki yapılmasından hoşlanmazdı. Neyi bekleyecekti? O gelmeden halledemez miydi? Tabii ki de halledebilirdi. Çantasından kimliğini çıkarıp "Bir oda lütfen." dedi. Resepsiyon görevlisi ekrana baktıktan sonra "Kaç gün kalacaksınız?" diye sordu. Yetkin, o sırada resepsiyona varmıştı. Lafı Algın'ın ağzından alıp "Sadece bu gece." dedi. Algın, Yetkin'e ters bir bakış attıktan sonra "Sen her şeye atlamak zorunda mısın? Benim halledebileceğim bir şeye karışma ne olursun." dedi. Resepsiyondaki kız, Algın'ın söyledikleri üzerine ikisine şaşkın şaşkın bakmaya devam etti. Yetkin'i tanıyordu ama Algın'ı ilk defa görmüştü. Algın, Yetkin'in güzelim mavi gözlerine bakmaya devam ederken hal ve hareketlerinin sabrını taşırdığını düşündü. Eli ile genç adamın göğsünü bir kez daha dürttükten sonra "Artık çeneni kapa ve benim lafıma atlama." dedi. "Ben güçlü ve bağımsız bir kadınım. Kendi işimi kendim halledebilirim." "Atlarsam ne olur? Ne yaparsın?" diye sorarken genç kızdan gelecek bir yanıt olduğunu sanmıyordu. Ceketinden çıkarmış olduğu cüzdanından kartını çıkarmaya çalışırken "Ne yaparım biliyor musun?" diyen Algın'ın sesini duydu. "Bu otelde kalmamak ve senin yüzünü görmemek adına yürüyerek şuradaki kapıdan çıkar, görmüş olduğum ilk taksiye atlar ve soluğu otogarda alırım. Almış olduğum otobüs biletiyle de evime gider, birkaç gün işe gelmem. Ne de olsa beni bunun için kovacak değilsiniz. Sonuçta sorumlusu sizsiniz." İşe gelmemek? Sorumlusu olmak? Yetkin, ne yapmıştı ki neyin sorumlusu olacaktı? "Abartma istersen." dedi kartı en sonunda eline aldığında. "Bunu yapamazsın." Yetkin'in Algın'ı tanımadığı o kadar ortadaydı ki. "Yaparım!" dedi ve arkasına döndü. Yetkin'in öfkeli sesi kulaklarını doldurduğunda, omuzları daha da dikleşti. "Yapamazsın! İzin vermem." "Yaparım. Hem de öyle bir yaparım ki. Bak gidiyorum şimdi. O kapıdan nasıl çıkıyorum gör." Resepsiyon görevlisi tartışmalarını kesebilmek adına araya "Beraber mi kalacaksınız?" diyerek girdi. Bunun üzerine aynı anda "Şimdi bunun sırası değil." diyerek kızı terslediler. Kız, aldığı yanıtın üzerine susup onları izlemenin daha doğru olduğuna karar verdi. O sırada otele gelen bir başka müşteri olunca ister istemez bakışlarını onlardan çekip müşteri ile ilgilenmeye başladı. Algın, Yetkin'i yapayalnız bırakarak otelden çıkmak üzere yürümeye başladı. Burada kalıp bu adamla uğraşacağına dediği gibi yapıp evinde olmak daha mantıklı geliyordu. Bitti gitti işte. Mirzanlı Holding'e girdiğime de zaten pişman oldum. Ayrıca orada bulunan Emrah karaktersizi ile karşılaşmaktansa evimde yatar ve açar dizilerimi izler, aldığım kedilerle de mutlu mesut yaşarım. Hiçbirinize kalmadım. Benden uzak kalın, yeter. Ne de kolaydı bu şekilde düşünmek. Ödenecek kira, yiyecek, içecek, elektrik, su, doğalgaz masrafları, kedilerinin yemekle aşı masrafları ve daha pek çok şey vardı karşılaması gereken. Neden bunların hiçbiri aklına gelmemişti? İnsan öfkeli olunca bazı şeyleri unutuyordu. Algın'da da tam olarak böyle olmuştu. Öfkesi mantığının önüne geçmişti. Yetkin, Algın'ın mekândan çıkmak üzere harekete geçmesi üzerine kartını ve cüzdanını sıkıca tutarak peşinden yürümeye başladı. Onu kolundan tutup hızla kendine doğru çevirdi. "Gitmene izin vermediğimi biliyorsun değil mi? Ben izin vermedikçe gidebileceğini mi sanıyorsun?" Mesai saatleri içinde değillerdi. Üstelik Algın, Yetkin tarafından herhangi bir konuda görevlendirilmemişti. Bunun bilincinde olduğu için "İzin almak mı?” diye sordu. “Farkındaysanız mesai saatleri içerisinde değiliz. Bu yüzden istediğim yere giderim. Sizden izin alacak değilim. Çok rica ediyorum, beni rahat bırakıp benden uzak durun.” Yetkin, Algın’ın sözü üzerine ciddiyetini daha da arttırdı. “Ricanı da isteğini de kabul etmiyorum. Akşamın bu saatinde tek başına eve gitmek için yola çıkmana izin veremem,” dedi. Derin bir soluk aldıktan sonra konuşmasını sürdürdü. “Bu geceyi geçirmek için ikimize kalacak oda tutuyorum. Hava aydınlandıktan sonra yola çıkıyoruz. Seni evine bırakıyorum. Ardından evime gidip üzerimi değiştiriyorum. Daha sonra seni evinden alıyorum, işe gidiyoruz. Anlattıklarından sonra seni asla yalnız bırakamam. Sana zarar gelmesine izin veremem." Algın, şöyle bir durdu ve düşündü. "Sen ciddi misin?" diye sordu elleriyle bel çukurlarını tutarken. Sesine kuşkucu bir ton verdikten sonra konuşmaya devam etti. "Beni koruma vaadiyle kandırıp yarı yolda bırakmayacağını nereden bileyim? Siz erkekler hep öyle yapmaz mısınız?" Yetkin, anlamıyordu. "Neden bana karşı bu kadar soğuksun ve benden neden nefret ediyorsun?" Algın, gözlerini kapattı ve birkaç saniye öylece durdu. Gözlerini yeniden açtığında içindeki öfkeyi bastırmaya çalışıyordu. "Sence?" diye sordu. Yetkin, sorduğu sorunun yanıtını çok iyi biliyordu. "Çünkü hiçbir erkeğe karşı güvenin yok ve benim de seni üzmemden korkuyorsun. Her konuda. Arkadaşlıkta, işte, birlikte vakit geçirip bir şeyler paylaşmada. Akla ne gelirse her şeyde işte." "Doğru." dedi Algın başını yukarı aşağı sallarken. "Ama atladığın bir şey var. Ben ne olursa olsun hiçbir erkeğe güvenmeyeceğim. Onlar benim için ebedi düşman. Daha önce yıktığım duvarlarımı tamir ettim. Bir daha da yıkılmasına izin vermeyeceğim. Dik duracağım. Kendimi hiçbirinize ezdirmeyeceğim. Şimdi beni gerçekten rahat bırakmanı istiyorum. Kafamı dinlemeye ihtiyacım var. Ha unutmadan, benden uzak durursan bu senin yararına olur."
|
0% |