@yazardide
|
*Süreyya’nın ağzından* Öğretmenler odasından çantamı ve kabanımı aldığım gibi okuldan çıkmıştım. Arabama binmek üzereyken Gökçe seslendi. -Abla, nereye gidiyorsun? Ben ne olacağım? Tansiyonun düşmüş galiba iyi misin? Gökçe’nin ağladığımı görmesini istemiyordum o yüzden ona bakmadan çantamdan güneş gözlüklerimi çıkartıp taktım. Sonra da ona cevap verdim. -Ablacığım, canım benim. İyiyim ben. Eczaneye ilaç almaya kadar gideceğim. Dersim yok zaten. Senin ders çıkış saatine yetişirim merak etme, ablasının minik kelebeği… Gökçe’nin cevap vermesine fırsat vermeden el sallayarak bindim arabaya. Üzgündüm. Çok kırgındım Çelebi’ye ama bunu Gökçe’nin bilmesine şimdilik gerek yoktu. Çünkü benim kardeşim kendisinden çok karşısındaki insanı düşünür. Gider o kadının, yani Çelebi’nin nişanlısının kapısına dayanır. Çelebi’yi laflarıyla döver. Saçını savurur herkesi olduğu yere gömer. Bunun olmasını istemiyorum. Adam nişanlıysa bitmiştir bu mesele. İkinci bir kadın olamam asla. Bunu teklif edenin de alnını karışlarım. Ama şimdilik kendime üzülmek için zaman vermiştim. Eve gidip biraz ağlamak istiyordum. Yolda kırmızı ışıkta beklerken radyoyu açtım. Şansıma da ağlamaya arabada başlamam için Murat Dalkılıç’tan Neyleyim İstanbul’u çalmaya başladı. Ne İstanbul’daydık ne de sarhoş olacak kadar anılarımız vardı. Ama gönül ne zaman olduğunu anlayamadığım bir şekilde bağlanmıştı Çelebi’ye. Şimdi de o düğümleri çözmek yerine kesiyordum. Bir yandan şarkıya eşlik ediyor bir yandan da arabayı sürüyordum, tabi arada gözyaşlarımı da silmeyi ihmal etmiyordum. Dayanamadım şarkının sözlerine daha fazla arabayı sağa çektim. İndim. Şanslıymışım ki bir parkın önünde durmuşum ve parkta oynayan tek bir çocuk, etrafta gezinen tek bir insan bile yoktu. Hafif yağmur da çiselemeye başlamıştı. Daha fazla ıslanmadan çocukların salıncaklarına oturdum. Kafamı da demirlerine yasladım. Yağmur buraya da geliyordu ama bunu umursamıyordum artık. Zihnim olanları düşünüp dursa da dilimde sürekli aynı şey tekrarlanıyordu. -Ben, birkaç parça anıyla sarhoş oldum bugün ve mutluluğum kaldı dağlar ardında, çünkü yoksun yanımda Neyleyim İstanbul’u sonbaharda? Ne kadar orada oturdum bilmiyorum ama farkına vardığımda her yerim sırılsıklamdı. Kalktım salıncaktan. Yüzümü gökyüzüne çevirdim. Yağmur damlalarının suratıma çarpmasına izin verdim. Açıkçası iyi geldi. Hala yaşadığımı hissettirdi, o gidince hayatımın bitmediğini hatırlattı. Artık tamamen ıslaktım. Arabamın yanına gittim binmek için tereddüt ettim çünkü koltuk ıslanacaktı. Arkada uzun yolculuklar için bir pike vardı onu serdim ve arabayı eve doğru sürmeye başladım. Eve yaklaştığımda görmeyi kesinlikle istemeyeceğim birisini gördüm. Çelebi’yi. Apartmanın girişinde durmuş beni bekliyordu. O da sırılsıklamdı. Arabamı görünce bana bakmaya başladı. Arabamı park edip, inmeden gözlüğümü yine gözüme taktım. Onun için ağladığımı düşünsün istemiyordum. Çantamı koluma takıp sanki onu hiç görmemişim gibi apartmana girmeye çalışırken kolumdan tuttu beni. -Süreyya? Elimi sertçe geri çektim. Açtım ağzımı yumdum gözümü, içimden gelen her şeyi söyledim. -Adımı ağzına alma bir daha. Evimin önünden de defol git. Seni bir daha asla görmek istemiyorum. Sana yazıklar olsun. Sana inandığım için bana da yazıklar olsun. Sen kendini ne zannediyorsun ya? Bütün kadınlar senin mi olacak? Nasıl bir kafa yapın var? Bak beni aldatmanı geçiyorum zaten de sen kaç yıllık nişanlını nasıl aldatırsın ya? Sen nasıl bir insansın? Ben sana inandım, sana güvendim ben. Aptal gibi kandırdın beni. Senin suratını bir daha görmek istemiyorum. Okuluna da gelmiyorum. Yarın istifamı veririm. Kardeşimi de alıp defolup gideceğim bu şehirden. Yalancı! Pis yalancı! Çelebi susmuş, üzüntüyle beni dinliyordu. Gözlerini gözlerimden bir saniye bile ayırmadan. Ta ki benim gideceğim bu şehirden cümlemden sonra kaşları çatıldı. İlk defa konuştu. -Hayır, gidemezsin! -Sen kimsin ya? Anam mısın, babam mısın? Hayurdur padişahla mı görüşiyrum? Bağa ne edup edemeyeceğumi söylema ha alurum ayağumın altina! Seninla bu son komişmamizdur. Bitti ha bu iş. Sen de defol git nişanlının yanina! -Hayır, Süreyya! Sana daha yeni kavuştum. Ben yıllarca seni bekledim. Hiçbir yere gidemezsin. -İki belki üç hafta oldi. Ne yıllari? Çelebi güçlükle bir nefesi verdi ve söyleyip isteyip de söyleyemediği her şeyi haykırdı suratıma; -Ben sana yıllardır aşığım. Seni üniversite yıllarından beri tanıyorum. Sana her zaman aşıktım ama sen beni görmedin. Biz aynı üniversitede okuduk. Sen Türk Dili ve Edebiyatı okurken ben de tıp okuyordum. Fakültelerimiz karşılıklıydı. Sen her ders arası arkadaşlarınla kantinde çay içerdin ben de seni izlerdim ama sen beni görmezdin. Sonra sen dört yılda mezun oldun ama benim iki yılım daha vardı. Seni kaybetmek istemiyordum. Tıbbı bıraktım. Senin Trabzon’a dönmek yerine İstanbul’da kaldığını biliyordum. Bir dershanede çalışıyordun. Sonra benim aile sorunları çıktı ve Onur’la bir başımıza kaldık. Babamın işlerini devraldım. Bir yandan Onur’a bir yandan işlere bir yandan da sana yetişmeye çalışıyordum ama sen gezip duruyordun. En son Muğla’ya geldin. Hemen bir okul satın aldım burada. Belki sen gelirsin diye. Sırf senin için. Seni sevdiğim için. Sense bana sormadan bir kadın nişanlısıyım dedi diye ona inanıyorsun. Sen beni neden tek kalemde siliyorsun Süreyya? Beni biraz olsun sevemez misin? Kocaman kalbinde bana birazcık yer yok mu? Doğru mu duymuştum. Bu yıllanmış aşk mevzusunu daha sonra soracaktım. Şuanda önceliğim o kadındı. Ama ondan da önce şunu söylemezsem çatlardım; -Aptal, bir kız için tıp bırakılır mı! Hafifçe sırıtmıştı Çelebi, -Bir kız için değil ama emin ol senin için bırakılırdı… Yumuşamadan hemen sorularıma devam etmek istiyordum; -Sırıtma da anlat o zaman kim o kadın? Yağmur ikimizi de sırılsıklam etmişti. Çelebi sıkılmadan anlatmaya başladı. -Benim sana takıntılı olduğum gibi bana takıntılı olan bir kadın. Aile dostumuzun kızı olduğu için babamla babası, benim babam ölmeden önce büyüyünce evlendiririz demişler. Ama sana yemin ederim o kızla tek bir buluşmam, bir kahve içmişliğim yok. Sana yemin ederim. Benim için sadece sen varsın ve sen olacaksın. Ben tek laf etmeden önünden ayrıldım ve apartman kapısını açıp içeriye girdim. Çelebi kafasını sağ tarafa eğmiş kedi gibi yalvarıyordu gözleriyle. Apartman kapısını kapatmadım. -İçeri geç! Bu sözümü duyan Çelebi hemen fırladı yanıma geldi. Apartman kapısını kapatıp merdivenlerden çıkıp eve ulaştık. Ben hala konuşmuyordum. Evin kapısını açıp içeri girdim terliklerimi giyip kapıda bekleyen Çelebi’ye baktım. Önüne belki babamlar gelir diye aldığım erkek terliklerini bıraktım ve içeriye geçip önüme bir çamaşır sepeti çektim. Paltomu içine attım. Çelebi’de ben ne yaparsam aynısını yapıyordu. İçeriye odama gittim dolabınım altından yine babama diye aldığım daha hiç giyilmemiş eşofman takımını çıkarttım salona gittim, Çelebi’ye uzattım. -Al bunları. Üzerini banyoda değiştirebilirsin. Soldan ilk kapı… Bir de hasta olma başıma… Çelebi sesini çıkartmadan gitti, o gidince ben de odama geçtim ve kendi eşofmanlarımı giydim. Makyajım akmıştı onu düzelttim, saçlarım karışmıştı onları tarayıp topladım. Salona geri gittiğimde Çelebi eşofmanları ve terliğiyle koltuğun köşesine oturmuş her zamanki takım elbiseli halinden çok garip görünüyordu. Gülümsedim ama alınmasın diye üstelemedim. Gittim mutfağa iki sallama çay yapıp geri salona geldim. Yanındaki koltuğa oturdum. -Biraz konuşalım o zaman. -Seninle bir ömür konuşurum ben… Tam o sırada telefonum çaldı. Arayan Gökçe’ydi. Onun dersi bitmişti. Aklımdan çıkmıştı tamamen. -Alo, abla? Neredesin ya kaldım burada yağmur altında. -Gökçe’ciğim, canım hemen geliyorum ablacım. Sen bir yerin altına gir orda bekle beni. Tam kapatacakken Çelebi el kol hareketi yaptı. Durup ona döndüm. -Ne yapıyorsun be? -Ya Süreyya, okulda Onur var ya. Bizim Necati Gökçe’yi de alsın. Bırakıverir buraya. Bizde öyle eve geçeriz. -Tamam mantıklı. Alo Gökçe orda mısın? -Buradayım abla. Yağmurun altında. -Bak güzelim, Çelebi abin Gökçe’yi Onur’la beraber Necati getirsin diyor, ne dersin. -Abla Çelebi abi bizim evde ne alaka ya? Ay abla ama neyse inan hiç fark etmez. Yeter ki eve gelebileyim. -Tamam canım, haberdar et bir şey olursa. Ben Gökçe’yle konuşurken Çelebi çoktan Necati’yi aramış, halletmişti. -Yarım saate burada olurlar. -Hala konuşmak için vaktimiz var bence… |
0% |