Yeni Üyelik
11.
Bölüm

11. Bölüm

@yazardide

*SÜREYYA'NIN AĞZINDAN*

Mutfakta ikimiz için çay yaparken aklımdan az önce söylediği cümleleri düşünüp sırıtıyordum. Çelebi zorlu bir yaşam geçirmiş. Anladığım kadarıyla tıbbı yarım bırakıp babası öldüğü için kardeşi ve diğer işlerle ilgilenmek zorunda kalmış. Ama bundan da bir gün bile şikayet etmemiş. Üstelik ta üniversite yıllarından beri beni seviyormuş. Okulum bittikten sonra bile peşimi bırakmamış. Peki ben bunca yıl Çelebi’yi nasıl fark etmedim? Su ısıtıcısının suyun kaynadığını belirten “tık” sesiyle kendime geldim. Kaynamış suyu bardaklardaki sallama çayların üzerine döküp bardakları elime alıp salona gittim. Çelebi beni görünce ayaklandı. Elimden fincanı alıp ben oturunca yanıma oturdu. Bir yudum içti.

-Eline sağlık gerçekten ben hayatımda bu kadar güzel sallama çay içmedim ya.

Gülmeden edemedim yine.

-Sallama Çelebi.

Çelebi şaşırmış bir şekilde bana bakıyordu.

-Nasıl yani izledin mi sen o diziyi?

-Tabi ki izledim. Leyla ile Mecnun bir kültür seviyesidir.

-Ben o dizideki bir repliği sana haykırmak için yıllardır çabalıyorum.

-Bana kendimi kötü hissettireceksin.

-Saçmalama Süreyya, sen iyi ol diye peşindeyim bunca yıl.

-Neyse hangi replikmiş o?

Kahverengi gözlerini benim yeşil gözlerime kilitledi ve repliği söylemeye başladı.

-Leyla, gözlerin o kadar yeşil ki öpsem dudaklarımda bir orman filizlenir.

Bir süre o kahve gözlerde oyalandıktan sonra konuyu toparlama ve anlamaya çalıştım.

-Çelebi, tamam şimdi her şeyi anlatma ve anlama zamanı.

-Nereden başlamamı istersin?

-Anlatmak istediğin yerden…

-Tamam, sana zaten üniversitede aşık olduğumu anlatmıştım. Sana o yıllarda söylemek istedim ama cesaret edemedim.

-İyi ki etmemişsin çünkü ben o zamanlar eğitimime önem verdiğim için herkesi reddediyordum.

-Kaç kişi oldu ki sana ilan-ı aşk eden?

-Aman oldu işte birkaç kişi boşver anlatmaya devam et sen.

-Neyse, sakinim… işte sen dört yılda gittin, benim babam öldü. Hem babamın işlerini yapabilmek için hem kardeşimi ve seni sürekli göz hizasında tutabilmek için ben de okul açtım. Ama sen oraya başvurmadın bile.

-Ne biliyim ya bazı özel okullarda az maaş veriyorlar ya. Öyle bir yer sandım. O ara İstanbul’da az maaşla yaşamak zordu. İlk mezun olduğum zamanlar ekmeğin üzerine yoğurt sürüp yerdim. Vay be yıllar ne çabuk geçiyor… eee?

-Sonra Muğla’ya taşındın, ardından ben de hop Muğla’ya taşındım. Muğla’da ikinci bir okul açtım. Sen yine gelmedin ve o şerefsiz müdürün olduğu okula gittin.

-Şerefsiz müdür mü? Hasan Bey mi?

-Bey hiç yakışmıyor o adama

-O adam da kovulmuş zaten işinden. Ama çok iyi olmuş. Hem görevini yerine getirmiyordu hem de okulda mobbinge uğruyorduk. Bizi sürekli azarlıyordu. Sonrasında da dayanamadım çıktım zaten.

-Biliyorum, neler yaşadığını bile biliyorum. Orada yanında bir kadın hademe vardı.

-Hatice abla! Ay valla unutmuşum kadını… iyi anlaşırdık ne yapıyor acaba şuanda? Da sen Hatice ablayı nereden tanıyorsun?

-Yalan yok, senden haberim olması için işe ben soktum.

-Şaka mı yapıyorsun?

-Yok, yapmıyorum. Senin kimsesinin suratına bakmayacağı basit bir temizlik görevlisine acıyacağını bilecek kadar tanıyorum sadece seni.

-Tamam, çıkma konudan sonra ne oldu?

-Sonra da baktım sen gelmiyorsun, ben sana geldim. Okuldan seni attırdım. Sen de şükür artık kabul ettin ve çalışmaya başladın.

-O kadın?

-Hangi kadın?

-Nişanlın Çelebi!

-Süreyya nişanlım falan değil o kadın benim. Ben onun babasıyla iş yapıyorum o manyakta benimle evlenmek istediğini söylüyor. İşin kötüsü ailesi de bunu istiyor. Yani kendini benimle nişanlı zanneden birisi o

-Adı ne?

-Anmamıza gerek yok ki bir daha sesini bile duymayacağız.

-Adı ne dedim Çelebi?

-Nevra, Nevra Işıklı. Babası da işte Işıklı Holdingin patronu…

-Nasıl kurtulacaksın peki o kadından? Sürekli böyle peşimizde mi olacak?

-Aslında evlenirsem peşimizi bırakır. Evlensene benimle kurtulalım Nevra’dan.

NE!

-Anlamadım?

-Sana böyle basit bir şekilde evlenme teklifi edeceğimi düşünmüyorsun herhalde. Merak etme, o kadını bir daha görmeyeceğiz. Söz veriyorum.

Ben şoktan şoka yuvarlanırken kapı sesiyle kendime geldim. Kapıya koştum ve açtım. Kapıda her zamanki yakışıklılığıyla ve tek bir damla ıslanmamış Onur ve yağmurda banyo etmiş gibi sırılsıklam kediye benzeyen kardeşim Gökçe. Onur, Gökçe’ye montunu vermişti daha fazla üşümesin diye. Gökçe’de o monta sıkı sıkı sarılıyordu. Kapını açıldığını görünce ayakkabılarını ayağından fırlatıp girişteki kaloriferin önüne çöktü. Onur hala kapıda bekliyordu.

-Hoş geldiniz… Onur geçsene içeri, üşümüşsündür abin de içerde zaten.

Onur içeriye salona doğru geçerken Gökçe bana kızmakla meşguldü.

-Abla, dondum ya! Niye geleceğim deyip gelmiyorsun?

-Güzelim, gerçekten özür dilerim. Neler oldu neler bir bilsen.

Gökçe üşümeyi bırakıp bir anda ayağa kalktı.

-Noldu?

-Dedikodu aşığı bu kız ya? Acıktın mı onu söyle bana anlatırım sonra hikayeyi.

-Abla kurt gibi açım valla, seni bile yiyebilirim.

-Tamam minik kurt, sen git üzerini değiştir. Çok oyalanma ama. Seni mutfakta beliyorum.

Gökçe’yi odasına yollayınca ben de salona geçtim. İkisi de ayaktaydı.

-Süreyya biz gidelim artık. Siz de dinlenin biraz.

-Aaa! Olur mu öyle şey? Beraber yemek yiyelim. Hem çocuklar okuldan geldiler acıkmışlardır çoktan.

-Zahmet vermeyelim şimdi, sen de yorgunsun hem…

-Çelebi, ısrar ediyorum. Siz isterseniz burada bekleyin isterseniz mutfakta oturun ama bugün o yemek yenecek.

-Peki tamam. Mutfağa gelelim madem.

Ben önde onlar arkamda mutfağa doğru gittik. İkisi de duvara dayalı masanın kenarındaki sandalyelere oturmuşlardı şaşkın şaşkın bakıyorlardı.

-Ne yiyeceğiz bakalım…

Dolapta kıyma vardı onu çıkarttım köfte yapmak için birkaç baharat soğan suyu ve galeta unu lazımdı. Biraz patatesi tepsi ve bıçakla Onur’a verdim o oturduğu yerden soymaya başladı. Bir yandan pirinç demledim pilav yapabilmek için. Dolaptan da marul maydanoz gibi salata malzemelerini çıkartıp Çelebi’ye doğru uzattım. O da oturduğu yerden doğruyordu malzemeleri. İkisi de o kadar dikkatli yapıyorlardı ki onlara belli etmeden gülüyordum. Ben köfteleri yaparken Gökçe geldi.

-Kolay gelsin, ben ne yapayım ablacığım?

-Canım, Onur’un soyup doğradığı patatesleri kızartabilir misin?

-Tabi ki yaparım.

-Onur’cum sen de işin bitince şuradaki ve salondaki pencereyi açar mısın?

-Tabi hocam yaparım tabi de… Bu patatesler oluyor mu? İlk defa yapıyordum da

Benden önce Gökçe cevap verdi.

-Prens hazretleri ilk defa mı patates soyuyorlar? Patates ya en kötü nasıl soyabilirsin ki?

Gökçe, Onur’un soyduğu patatese baktı. Daha doğrusu yok ettiği patatese. Çünkü kabuklarını soyarken kendisinden çokça şey götürmüştü.

-Olmuş mu Gökçe?

-Aslında… Şöyle yapalım ben soyayım, sen doğra. Hem soyarken de gör öğrenmiş olursun.

İkili müthiş bir takım çalışması yaparken Çelebi pür dikkat rokaları doğruyordu. Sessizce yanına yaklaştım. Çocuklar o kadar meşgullerdi ki bizi uyamazlardı.

-Salata yaparken bu kadar ciddi olmana gerek yok.

-Farkında değilmişim ya kusura bakma. Hepsinin aynı boyda olmasına çabalıyorum da?

-Biri küçük biri büyük olunca yenmiyor mu? Bırak istediği boyda kalsın yorma kendini o kadar.

Çelebinin yanından ayrılıp pencerenin önündeki radyonun yanına gittim ve çalıştırdım. Şansımıza güzel neşeli bir şarkı çıkmıştı. Büyük bir grup çalışmasıyla bir buçuk saatte yemeğimiz hazırdı. Gökçe ve Onur bir yandan sofrayı da kurmuşlardı. Her şeyi sofraya koyup afiyetle yedik. Ardından bu sefer demleme çay eşliğinde Çelebi’nin ne ara Necati’yi arayıp da aldırdığını bilmediğim baklavayı da yedik.

Kahkahalar havada uçuşuyordu. Çok mutluyduk hepimiz. Öyle ki Onur bile gülümsüyordu. İlerleyen saatlerde Gökçe’nin uykusu ağır basmış koltuğun köşesinde uyuyakalmıştı. Onu gören Çelebi ve Onur ayaklandı ve Artık gitme vakti gelmişti. İkisini de uğurladıktan sonra salona geri gelip Gökçe’nin üzerine odamdan getirdiğim yorganı serdim. Şimdi uyandırıp odasına götürmeye gerek yoktu bugün zaten çok yorulmuştu. Onu orada bırakıp ben de odama geçtim sırtüstü yatağa yatıp bugün olanları düşündüm.

Her şey hayal, bitmesini hiç istemeyeceğim bir rüya gibiydi…

 

 

Loading...
0%