@yazardide
|
*SÜREYYA’NIN AĞZINDAN* -Kimse yok mu? İmdat, yardım edin! Gözlerimde siyah bir bez parçası etrafı görmemi, ellerim ve ayaklarımdaki ip de sandalyeden kalkmamı engelliyordu. Etraf çok yoğun bir şekilde tiner kokuyordu. Sanki yeni boyanmış bir yerdeydik. Buraya nasıl geldiğimi, kimin getirdiğini, gözlerimi kimin bağladığını bilmiyorum. Çünkü az önce uyandım. En son hatırladığım şeyse Çelebi, Onur, Gökçe ve ben çok güzel bir yemek yemiştik. Çelebi ve Onur gittikten sonra uyumak için bende odama gitmiştim, yatağıma yattım ve tam uyumak üzereyken bir ses duyduğumu hatırlıyorum. Sesin ne olduğuna bakmak için yataktan kalktığımdaysa birisi arkamdan burnuma bir bez kapattı. Bezi soluduğumdaysa o bezi tutanın kim olduğunu bile göremeden bayılmışım anlaşılan. Eve nasıl girebilmişti bunu yapan? Gökçe? Gökçe neredeydi, iyi miydi? -Gökçe, burada mısın ablacığım? Burada olsa korkusundan kesin cevap verirdi minik tavşanım… Neyse şuan burada olmaması daha iyi zaten… Ben bile şuan nerede olduğumu bilmezken kardeşim evde güvende olsun yeter bana. Sandalyeden kurtulmak için ellerimdeki iple oynamaya başladım. Ben kendi kendime çabalarken bir anda kapı kapanma sesi duydum. Anında buz gibi oldum. -Kimsin sen? Ne istiyorsun benden? Bırak beni gideyim, bak derdin paraysa hallederiz. -Ne yapayım ben senin üç kuruş paranı? Ezik. Bir kadındı. Hatta galiba sesi tanıdık bir kadındı. Para da istemediğine göre zengin ve güçlü bir kadındı. Bir tahminde bulunmaktan zarar gelmezdi, -Nevra Işıklı. Sensin değil mi? -Aferin, öğretmen hanım 100 puan size. -Açsana gözümü, yüz yüze konuşalım. -Çirkin suratına bakınca midem bulandığı için maalesef böyle konuşmak zorundayız ezikcim. Ufak bir kahkaha atmadan edemedim. -Senin ezik dediğin kadına sözde nişanlın aşık ama onu nasıl yapacağız? Bir anda suratımda onun elini hissettim bana tokat mı atmıştı o? -Sen bana vurdun mu? -Vurmadım tatlım, elim çarptı. -Bak olmuyor ama böyle ben de göreyim senin gül cemalini. Aç şu gözümü. Sanırım yanımızda başkaları da vardı çünkü Nevra onlara dönüp gözümü açmalarını söyledi. Bir adam gelip gözümü açtığında önce ışık gözümü aldı ama sonra alıştım. Nevra, ellerini kırmızı kabanının cebine koymuş yüksek topuklu çizmelerinin üzerinde ayakta duruyordu. Sanırım az önce vurduğu için dudağım patlamıştı. Çünkü ağzıma kan tadı gelmişti. -Vay be demek o koskoca Nevra Işıklı sensin. -Evet tatlım, eğer senden nefret etmeseydim sana bir imzalı fotoğrafımı verebilirdim. -Tüh, çok üzüldüm ya! Tamam güldük eğlendik hadi çözün beni. -Daha yeni başlıyoruz ama tatlım. Bak ben hem seni hem kendimi yormamak için seni aradım. Dedim ki Çelebi nişanlı ondan uzak dur sen de bana dedin ki nişanlı bir adamla benim işim yok. Peki, şuanda yaptığın nedir? -Çelebi gerçekten nişanlı olsaydı yanında bir saniye bile durmazdım. Ama bana anlattı. Hepsinin senin kafandan geçen hayaller olduğunu. -Yalan söyledi yani. -Çelebi yalan söylemez. -Sen Çelebi’nin ne iş yaptığını biliyor musun? Ya da anne, babasının adını? En sevdiği rengi, en sevdiği aktiviteyi? Cevap veremedim. Çünkü gerçekten bilmiyordum ben bunları. Peki ben bu adamın nesine aşık olmuştum o zaman? Ben düşünürken o anlatmaya devam etti. -Ben biliyorum ama. Yıllardır hem de. İlk cinayetimizi bile beraber işlemiştik. Daha doğrusu o işlemişti ama bende yanındaydım. Neyimizi dedi o? -Anlamadım, neyimizi? -Cinayet. -Yok, cinayet değil cinnettir o. Cinnet geçirmişsinizdir beraber. Cinayet olsa hapis, polis falan olurdu ya. Ne dediğimi gerçekten bilmiyordum. Beynime elektrik gitmiyordu sanki. -Cinayetlerden de mi haberin yok gerçekten? Ee sen bu adamı ne iş yapıyor sanıyordun ki? -Gemileri vardı, limanda… Marina işletiyordu. Okulu var bir de işte. -Gemiler, cinayet için en uygun yer biliyor musun? Öldürüp ayağına taş bağlayıp derinlere bırakıyorsun uzun zaman bulunmuyorlar. Bulunduklarında da genelde tanınmıyorlar. -Ne diyorsun sen ya? Bu kadar kolay mı her şey? -Zamanında kardeşin Gökçe’yi neden kaçırdılar zannediyorsun? -Çelebi’nin işleri yüzündendi. -Çelebi o adamın oğlunu öldürmüştü ama haklıydı. Tahsilatını almak için. Yani eğer ne senin ne biricik kardeşinin başına bir şey gelmesini istemiyorsan Çelebi’den uzak dur. Bak bende bir kadınım. Anlıyorum seviyorum sanıyorsun ama emin ol Çelebi senin sandığın kadar masum değil. Ben de değilim o yüzden biz birbirimizi hak ediyoruz. Ama sen pamuk gibi bembeyazsın. Uzak dur üzerine kan bulaşır. Yanaklarım neden ıslandı benim? Hayır, şuan ağlamanın sırası değil Süreyya topla kendini. -Ben şimdi Çelebi’den vazgeçsem o benden geçmez ki? Yıllardır aşıkmış bana. -İlk cinayetini daha seninle tanışmadan yani üniversiteye gitmeden işledi. Daha babası yaşıyorken… Yani babası öldükten sonra bulaşmadı bu işlere. Hep siyahtı. Senin yanında siyah olmaması beyaz olduğu anlamına gelmez. Ama benim yanımda her zaman simsiyah. -Anladım. Tamam. Ellerimi çözer misin? Nevra yanındaki adama kafasıyla işaret etti ve adam ellerimi ve ayaklarımı çözdü. Hemen ıslanmış yüzümü sildim. Ne yapmam gerektiğini düşündüm. Kardeşimi düşündüm. Onun başına da daha fazla bela getiremezdim. Sonra aklıma Onur geldi. -Onur peki? O da mı katil? -Hayır, o bırak cinayet işlemeyi, işlenen ortamda bile bulunamaz. -Ama ne yaptığınızı biliyor yani, doğru mu anlıyorum? -Tabi canım, aslan ailesinde civcivin işi ne? Hepsi aslan. Buradan gitmem, uzaklaşmam, bu aslan ailesinden kurtulmam gerekiyordu. -Ben gitsem buralardan, Çelebi beni yine bulmaz mı? -Bulmamasını istersen sana yardım ederim. Ama yok ben ille de Çelebi’yle olacağım dersen o zaman en büyük düşmanın ben olurum. -Bana bu anlattıklarını kanıtlayabilir misin? Yine aynı kafa hareketiyle yardımcısına elinde tuttuğu tableti açtırdı. Bir video oynamaya başladı. Videoda aynı benim gibi bir adam ellerinden sandalyeye bağlıydı. Karşısında da Çelebi onu dövüyordu. Adam ağlayarak kanlı suratıyla ona durması için yalvarıyordu. En son Çelebi adama ücretini ödeyip ödemeyeceğini sordu adam da hiç satış yapamadığını söyleyince Çelebi hiç tereddüt etmeden belinden silahını çekip adama doğrulttu. Adamın ağlaması arttıkça benim yanaklarım daha fazla ıslanıyordu. Sonunda iki saniye içinde Çelebi tetiğe bastı ve silah patlayınca benim elim ağzıma gitti ve ağlamam çoğaldı. Çelebi yardımcısının verdiği bezle ellerini sildi, orayı temizlemelerini emretti. Sonrasında telefonu çaldı. Ben aramışım. Telefonda bana dosyalarla ilgilendiğini söyleyerek dışarı çıkıyordu. Yardımcıları ise yerde kanlar içinde gözü açık yatan cesedi temizlemeye çalışıyorlardı. Ne kadar inanmak istemesem de gerçek bundan ibaretti. Kendi elimle celladıma aşık olmuştum. Ama beni öldürmesine izin vermeyecektim. -Bizi nasıl saklayacaksın? -Ne yapmaya karar verdin? -Kardeşimle beraber Trabzon’a gideceğiz. Orada bir okulda çalışmaya devam edeceğim. -Sizi Trabzon’a kendi özel uçağımla götürürüm. Böylelikle bilet derdiniz olmaz ve sizi bulamaz. Okuldaki müdürle konuşuruz öğretmen kadrosunda adını açıklamaz. Sessiz, sakin, mütevazı bir hayatınız olur. -Müdür böyle bir şeyi kabul eder mi? -Nevra Işıklı’ya kimse karşı koyamaz. Sen sadece yapmak istediğinden emin ol. -Hiçbir cinayete tanık olmak istemiyorum. Allah’ın verdiği canı Allah alır sadece. Şuan tek düşündüğüm hiçbir şey demeden ortadan kaybolursak bu sefer merakından olsa da araştırmak isteyecek. Bence bir not olsun göndermeliyim. -Ne yazacaksın? -Kalem kağıt var mı? Nevra bir şey demeden yardımcısı cebinden çıkardı ve bana uzattı. Birkaç satır yazdım ve verdim Nevra’ya. -Beni eve, kardeşimin yanına götürebilir misiniz? Nevra kağıdı alıp yardımcısına döndü. -Süreyya Hanım’ı evine bırakın kapısına da birkaç tane koruma koyun. Kuş uçsa haberim olsun. Bu arada Süreyya, Kadın kadının kurdu değil yurdudur. Ben sana her zaman yardım edeceğim merak etme. -Teşekkür ederim Nevra ama sende beyaz değilsin ki? -Ama siyah da değilim. Bir elim hep üzerinde merak etme, korkmana gerek yok. Numaramı telefonuna kaydettim. Yarın uçağın saatini yazarım. Ben odadan yardımcı adam ile beraber çıktım. Arabaya bindim. Ön koltuğa oturmuştum. Arkada kısık sesli radyo çalıyordu. Radyoda da Kalben/ Düşünürüm çalıyordu. Kağıda yazdığım not beynimde dönüp dolaşıyordu. “Senin derin karanlığında boğuldum. Yeniden nefes alabilmek için aydınlığa ihtiyacım var. Hoşça kal...” Trabzon’da da çok yaralarımız vardı ama en azından katiller yoktu. İlla ailemizin yanında köyde olmamıza gerek yoktu. Şehir merkezinde hayatımıza devam edebilirdik. Trabzon… Yeni hayatımız… Mutlu olalım…
|
0% |