@yazardide
|
*SÜREYYA'NIN AĞZINDAN* Eve yaklaştığımda sabah henüz yeni aydınlanmaya başlamıştı. Etraf hafif mor ve mavilikle kapalıydı. Sabahın serin ayazı insanın suratına çarpıyordu. Nevra'nın şoförü bizim mahalleye girdiğinde ona durmasını söyledim. Arabadan indim. Suratıma çarpan soğuk, ağladığım için ıslanan yanaklarımı üşüttü. Şoför arabayı mahalleden uzaklaştırmaya başlayınca arkamdan başka bir araba geldi camını açıp hızla bir şeyler söyledi.
-Nevra Hanım uçuşu ayarladı. Bugün akşam 22.30'da Trabzon'a uçacaksınız. Biz de sizleri o zamana kadar koruma altında tutacağız.
Onu anlamıştım, onaylamıştım ama cevap vermemiştim. Ellerim cebimde yürürken burnuma taze ve sıcak simit kokuları geldi. Başımı kaldırıp kokuya doğru çevirdiğimde bu saatte açık olan fırınla karşılaştım. Düşünmeden içeri girdim. İçeride sadece bir amca vardı. Fırından kürekle sıcak simitleri çıkartıyordu. Benim içeri girdiğimi görünce küreği bırakıp kasaya geldi
-Hoşgeldin kızım, sabah sabah siftah yapacağız sayende erkencisin maşallah.
Hafif bir tebessüm etmiştim hiç tanımadığım bu amcanın samimiyetine. Sonrasında aklıma üzerimde para olmadığı geldi. Ellerimle kabanımın ceplerini yokladım. Geçen gün yaptığım market alışverişinin para üstü olan 10 lira vardı cebimde.
-Kolay gelsin abi, kokusuna dayanamayıp geldim. İki simit alacaktım ama sadece 10 liram varmış. Sen bana bir simit verir misin?
Fırıncı amca gülümsedi. Poşetini hazırlamaya koyuldu. Bir yerine iki simit bir de şekerli kurabiye koydu.
-Senin canın sağ olsun kızım, belli ağlamışsın gözlerin kızarmış, sen hala mütevazi olma derdindesin. Bu saate niye yoldasın, niye ağladın bilmem. Bildiğim tek şey senin 10 liran kazanılmış helal paradır. Helal 10 lira, haram 1000 liradan hayırlıdır kızım. Al afiyet olsun.
Dayanamadım gözümden tekrar akmaya başladı yaşlar. Teşekkür edip parayı ödeyip çıktım fırından. Apartmana girip kendi daireme gittim. Anahtar üzerimde yoktu, Gökçe'de büyük ihtimalle uyuyordu. Yedek anahtarı sigorta kutusunun içine koymuştum. Onu alıp eve girdim. İlk işim lavaboya gidip elimi yüzümü yıkamak oldu,sonrasında da saçlarımı tepeden topuz yapıp omuzlarımı rahatlattım. Ardından da mutfağa gidip çay suyu koydum. İçimden hıçkıra hıçkıra ağlamak gelse de korumam gereken bir kardeşim vardı. Masaya kahvaltılık bir şeyler koyup bir saat sonra Gökçe'yi uyandırdım.
-Gökçe'cim hadi kalk ablacım, kahvaltı yapalım konuşmamız gerek.
-Abla, saatin farkında mısın? Ne konuşacağız bu saatte?
-Trabzon’a gidiyoruz.
Bu lafının üzerine Gökçe yatakta adeta zıpladı ama korkudan.
-Abla, ne Trabzon'u ben oradan kaçtım da geldim. Şimdi bizi orada barındırırlar mı zannediyorsun? -Hemen yüzünü yıka, kendine gel. Seni mutfakta bekliyorum.
Evet, Trabzon'a gitmek zorunda değildim belki. Başka Bir şehirde olabilirdi. Ama tekrar sıfırdan başlamak o an için hiç kolay gelmemişti. Trabzon en azından bildiğim bir şehirdi. Yeniden tanımama gerek kalmayacaktı. Mutfağa gittim çayları koydum. O sırada içeriye koşa koşa Gökçe girdi.
-Abla ben gitmem tekrar o köye. Okuyacağım ben ya!
-Köye gidiyoruz demedim zaten Gökçe. Trabzon'a gidiyoruz sadece. Burada artık bir işimiz yok.
-O ne demek abla? Kaydımı buraya aldık benim, sen burada çalışıyorsun. Nasıl olacak o iş? Her şeyi, hiçbir detayı atlamadan her şeyi Gökçe'ye anlattım. Çünkü kardeşim bazı şeyleri anlamayacak kadar küçük, yaşadığım şeylerden dolayı beni suçlayacak kadar büyük değildi. Aksine bir yerde hata yaptıysak birbirimizi tatlı dille uyarır, doğru bir şey yaptığımızda ilk biz tebrik ederdik. O yüzden ne biliyorsam her şeyi anlattım Gökçe'ye ve onun bana söylediği ilk söz şu olmuştu.
-Ben valizimi toplamaya başlıyorum o zaman.
Çayımdan bir yudum aldım, gülümseyerek cevap verdim.
-Bana hak veriyorsun değil mi?
-Abla, cinayet diyorsun farkındasın değil mi? Hani şu ceset, kan, katil falan olayları. Tamam ben polisiye izlemeyi, okumayı severim de yaşamayı sevmem herhalde. Ne işimiz var bizim psikopatların yanında? Gideriz kendimize sıfırdan bir hayat kurarız.
-İşte tamamen sıfırdan olmasın en azından bildiğimiz yer olsun diye Trabzon dedim.
-Biz köye gitmezsek babamlar bizim geldiğimizi nereden anlayacak ki?
-Merak etme biraz orada dururuz sonra başka yere gideriz. Bizim birbirimizden başka kimsemiz yok. İkimiz olalım yeter.
-Öyle ablacım. Ben odama gidiyorum. Bir şey olursa haber ver.
Gökçe odasına gitti. Ben de telefonumu dün gece koyduğum televizyon sehpasının önünden aldım. Nevra mesaj atmıştı.
-Uçak saatinden iki saat önce sizi alacağız. Bu arada Çelebi ararsa açma.
Geri mesaj attım.
-Ya ulaşamayınca kapıya gelirse?
İki dakika içinde mesaj geldi.
-Merak etme babam ona bir sürü iş pasladı. Başını kaşıyacak vakti olmaması lazım. En fazla arayabilir. Ama gelmeye cesaret edemez çünkü sonuçlarına katlanmak zorunda kalır. Ayrıca bende sürekli yanında olacağım için yanınıza gelmesini engellerim.
İçim biraz olsun rahatlamıştı.
-Tamam, notu ne zaman vereceksin peki?
-Uçağa binmeden hemen önce…
Mesajlaşmayı kesmek zorunda kaldım çünkü kapı çaldı. Gökçe korkuyla odasından fırladı.
-Abla, onlar mı geldi acaba?
Bende korkuyordum ama sakin olmak zorundaydım. Kapının göz deliğinden baktığımda tanıdık bir simayla karşılaştım. Onur Aydınoğlu. Hemen Nevra'ya bir mesaj daha attım.
-Onur şuan kapımızın önünde! Ondan bir zarar gelmezse kapıyı açayım mı?
Hemen mesaj geldi yine.
-Ondan bir zarar gelmez ama sen yine de hiçbir şeyden haberin yokmuş gibi yap!
Mesaj okuyup Gökçe'ye döndüm.
-Sen odana git ben çağırana kadar çıkma.
İkilettirmeden gitti hemen odasına. Bende kapıyı açtım.
-Onur, günaydın hoş geldin. Bir sorun mu var?
-Günaydın hocam, kusura bakmayın sabah sabah rahatsız ediyorum ama biraz girebilir miyim acaba?
-Tabi tabi, gel lütfen.
Onur geçti içeriye koltuğa oturdu bende karşısındaki sandalyeye çöktüm. Ben sormadan bir anda anlatmaya başladı.
-Hocam, sizin abimle olan samimiyetiniz bana iyi geliyor.
Şaşırmıştım.
-Onur'cum, ne diyorsun?
-Hocam affedersiniz. Yani demek istiyorum ki. Abim sizinle çok mutlu, e o mutlu olduğunda ben de mutluyum. Basit bir denklem aslında… Lütfen bir süre bu böyle devam etsin.
Üzülmüştüm evet ama gözümün önünde hala o videoda can çekişen adam ve Çelebi'nin ona yaptıkları vardı. Biraz belli etmek istedim olacakları.
-Onur'cum, gerçekten çok mutlu oldum. Ama şöyle ki benim tayinim çıkabilir.
Çok şaşırdı bir anda.
-Nasıl yani hocam? Ne tayini, daha yeni geldiniz?
-Ben de bilmiyorum. Daha net değil zaten ama Kars gibi görünüyor.
-Tayininiz Kars'a mı çıkmış?
-Daha net değil, sadece sana haber vermek istedim elimde olmayan şeyler var.
-Anladım hocam. Bu arada Gökçe yok mu evde?
-Uyuyor hala o.
-Öyle mi? Tamam o halde gideyim ben. Okulda görüşeceğiz zaten.
-Onur'cum aslında ben bugün okula gelmeyeceğim çünkü Gökçe biraz hasta geçen gün yağmurda çok ıslanmış galiba üşütmüş. O yüzden uyuyor zaten şuanda.
-Aa, bir geçmiş olsun deseydim?
-Yok, canım hiç girme odasına. Şimdi sana da bulaşır falan. Gökçe'nin hastalığı hiç çekilmez.
-Tamam, o zaman hocam haftaya görüşürüz.
-İnşallah canım.
Onur’u bir şekilde evden göndermiştim. O gider gitmez Gökçe odasından çıktı.
-Bu insanlar nasıl bu kadar iyi gibi gözüküp aynı zamanda şeytan olabiliyorlar?
Ona cevap vermedim. Kendi odama gittim eşyalarımı topladım. Valizimi kapatırken hatıra dolu odama bakıyordum. Buna gerçekten ihtiyacım vardı galiba. Saat sekiz olmak üzereydi. Nevra yarım saate gelirdi. Gökçe odasından acıktım diye bağırıyordu. Ona güldüm, mutfağa koştum. Buzdolabındaki domates, salatalık ve peynirle ikimize de sandviç yaptım. Koşa koşa geldi mutfağa Gökçe.
-Abla bu ev ne olacak biz yokken?
-Nevra her şeyi halledecekmiş güya. Şuan ona güvenmekten başka şansımız yok ki. Boşver ne olursa olsun.
Yemeğimizi yedikten sonra telefonum çaldı Çelebi arıyordu. Beni hemen bir telaş sardı, elim ayağıma dolaştı. Ne yapacağımı bilemedim. Sadece telefon ekranı sönene kadar izlemek zorunda kaldım. Onun ardından da Nevra aradı. Onu hemen açtım.
-Aşağıdayız, sizi bekliyoruz.
Hemen valizlere yüklenip evden çıkmaya koyulduk. Elim istemsizce beyaz kabanıma gitti ama onu giyemezdim. Çünkü onu Çelebi almıştı. Hemen yanında duran siyah montumu giydim sırt çantamı koluma taktım. Beyaz kabanı koltuğun üzerine gelişigüzel bırakıp son kez eve baktım. Işıkları kapatıp kocaman umutlarımı da eve kilitledim. Gökçe’yle boyumuzdan büyük valizleri asansörsüz apartmanda yavaş yavaş indirmeye koyulduk. Sonunda apartmandan çıktığımızda şoför hemen valizlerimizi aldı bagaja koydu. Kocaman siyah arabaya bindik. Nevra’da arabada oturuyordu.
-Hoş geldiniz. Emin olun doğru kararı verdiniz.
-Notu verdin mi?
-Çocukları tembihledim, merak etme.
-Birde okuldan istifa olayı var.
-Onu da diğer okula başladığında sildireceğim ki belli olmasın.
-Nevra. Her şeyi halledeceğini söyledin bana. Senden son bir şey istiyorum.
-Söyle, halledelim.
Çantamdan anahtarlarımı çıkardım ve ona uzattım.
-Al. Bak bu kırmızı olan arabamın anahtarı, yıldızlı olan da evin… Senden isteğim biz gittiğimizde arabamı satman ve parasını bana göndermen. Ben yapardım ama maalesef çok vaktim yok biliyorsun ki.
-Tamam, araba sorun değil para yarın hesabında olur. Evi ne yapalım?
-Evde de buzdolabını, dolapları boşaltmaya vaktimiz yetmedi. Bir de ev sahibiyle kira sözleşmesini feshetmedik. Onların halledilmesi lazım…
-Tamam, ona da tamam. Çocuklar halleder.
Gökçe daha fazla sessiz kalamadı.
-Sen niye bize yardım ediyorsun? Bizden nefret ediyor olman gerekmez mi?
-Ablan sana her şeyi anlatmış bakıyorum da… Bak güzellik bu zamana kadar Çelebi’nin dibinde dolaşan farelerin hepsi Çelebi’nin ne yaptığını biliyorlardı. Ona rağmen ona yaklaşmaya çalışıyorlardı. Ama siz öyle değilsiniz. Gerçeklerden haberiniz bile yoktu. Ben söylemesem belki hiçbir zamanda olmayacaktı. Benim yeterince düşmanım var, sizinle de düşman olmak istemiyorum. Biliyorum baktığında eski sevgilinin nişanlısı gibi duruyor olabilirim ama size gerçekten değer verdim ve ölmenizi istemiyorum. Oraya gittiğinizde de bir elim hep üzerinizde olacak.
Saçmaydı belki ama ben de Nevra’ya güveniyordum. Hatta onu dostum gibi bile görmeye başlamıştım. Ve haklıydı o anlatmasaydı Çelebi bana asla anlatmazdı.
Ne ara geldik ne ara bindik bilmiyorum ama şuanda Trabzon’a giden uçağın içindeydik. Nevra, Gökçe ve ben. Gidiyorduk işte. Yeni hayatımıza.
|
0% |