Yeni Üyelik
14.
Bölüm

14. Bölüm

@yazardide

*SÜREYYA’NIN AĞZINDAN*

Beş saat sonra uçağımız inmişti. İşte yıllar önce kaçıp gittiğim şehirdeydim tekrar. Trabzon’daydım. Havaalanından çıkar çıkmaz suratıma çarpan rüzgârda Karadeniz’in kokusunu aldım. Gökçe yanımda durmuş elimi tutmuş bana umut veren gözlerle bakıyordu. Konuşmuyordu ama gözleriyle “Yapabiliriz abla, ben hep senin yanındayım.” Diyordu sanki. Biz birbirimize bakarken Nevra yanımıza geldi.

-Çocuklar bavulları arabaya koymuşlar, binebiliriz.

Şimdi nereye gidecektik, ne yapacaktık gerçekten bilmiyorduk. Kendimizi Nevra’nın rüzgârına bırakmıştık. O da sağ olsun bizi yalnız bırakmıyordu. Arabaya bindik. Sabah olmak üzereydi. Nevra’ya sordum.

-Ne yapacağız şimdi?

Derin bir nefes aldı. Yolculuk yormuştu sanırım onu.

-Şimdi Süreyya’cım, önce sizi evinize yerleştireceğiz sonra da sabah okula kaydını yapmaya gideceğiz.

-Hangi okul?

-Şehir merkezinde bir okul olsa seni eliyle koymuş gibi bulur, o yüzden biraz ücra bir yerdeki okul olacak. Trabzon’un içinde Altın Yayla diye bir köy varmış. Orada da bir lise... Kaydını oraya alayım diyorum, Gökçe’de oraya gider.

Anında Gökçe ile birbirimize baktık. Gökçe korkmuştu. Çünkü Altın Yayla bizim köyümüzdü. Oraya tekrar gitmemiz ölmemiz demekti. Hemen karşı çıktım.

-Olmaz, olmaz. Altın Yayla olmaz.

-Niye canım? Gayet küçük, bilinmeyen bir köymüş orası.

-Olmaz dedim Nevra! Biz o köye gidemeyiz.

-Hangi köye gidelim?

-Pınar Su diye bir köy daha var. Oraya gidelim.

-Ne farkı var?

-O köyde bizi öldürmeye yemin etmiş ailelerimiz yok.

Nevra durdu bir anda. Ne dediğimi anlamaya çalışıyordu.

-Ne diyorsun sen ya?

-Duydun işte. Biz ailelerimizden kaçtık da gittik Muğla’ya.

-Ee, niye Trabzon’a geri geldik madem?

Haklıydı aslında ama iş işten geçmişti.

-Haklısın ama başka nereye gidebilirim ki?

-Türkiye’nin 81 ili var. Trabzon ve Muğla çıkınca 79 il kalıyor. Sen gittin bu 79 il yerine Trabzon’u seçtin. Aferin sana.

Hafifçe gerçekten alkışladı beni.

-Ya farklı yer olmasın bildiğimiz yer olsun dedim de…

-Hemen başka yere uçalım o zaman. İstanbul nasıl?

-Olmaz çok kalabalık ve karışık bir şehir.

-Yozgat?

Bu sefer Gökçe girdi araya.

-Abla Yozgat’ı haritada göster desen gösteremem.

-Antalya?

-Nem çok var orda da.

-Üstüne ketçap, mayonez de ister misiniz?

-Ya Nevra, biz niye kaçtık ki? Salak gibi afedersin. Biz bence geri dönelim.

Nevra karşı çıkmaya hazırlandı. Hemen susturup savunmamı yaptım.

-Bak bi dinle. Benim öğretmenlik yapmam için en iyi yer Muğla’ydı. Hem o okuldaki öğrencilerim beni dualarla çağırmışlar. Yani özel olarak beni değil ama iyi bir edebiyat öğretmenine muhtaçlar. Ben böyle giderek, kaçarak onları da yüzüstü bırakıyorum bir yerde. Ben en iyisi o okula geri döneyim. Artık Çelebi’nin gerçek yüzünü biliyorum. Ona karşı mide bulantısından başka bir şey hissetmiyorum. En iyisi geri dönüp hiçbir şey olmamış gibi davranmak ve ondan sudan sebeplerle ayrılmam. Hem böylece o da benden nefret eder ve bizi öldürmesine gerek kalmaz.

Nevra durdu, düşündü. Şoförüne seslendi.

-Sağda bir yerde kafe, restoran falan görürsen dur.

Şoför beş dakika sonra arabayı sağa çekti. O beş dakika boyunca Nevra hiç konuşmadan sadece düşündü. Gökçe ise bana gözleriyle yine güven veriyordu. Arabadan indik. Gözleme yapan bir teyzenin çay bahçesiydi burası. Bizi görünce oturduğu yerden selam verdi.

-Oo, hoşceldinuz uşaklar. Ha ne edeyum size? Pattesli var, beynirli var, otlu var… seçun bakayum.

-Eline sağlık teyzecim bize üç tane patatesli yapar mısın?

-Tabi, ederum. Siz oturun benim torun getirur size.

Biz ağaçların altında gölge bir masaya oturduk. Nevra sosyetikti ama pimpirikli değildi. Gökçe ona bulaşmak istedi.

-Sen oturabilecek misin ya böyle yerlere? Üstün falan kirlenmesin?

Nevra hiç beklemeden cevap verdi.

-Kirlenirse atar yenisini alırım bunlar dert değil. De burası hijyenik midir ondan emin olamadım, gözlemeyi yerde açıyor sonuçta.

-Yerde açsa da toprağın üstünde açmıyor ya masa var önünde görmüyor musun?

Onu rahatlatmaya çalıştım bende.

-Merak etme, hiçbir şey olmaz.

Onu tekrar eski konuya çektim.

-Ee, ne diyorsun geri Muğla’ya dönme işine?

-Aslında haklısın. Çelebi’nin senden nefret etmesini sağlayabiliriz. Ama buraya boşuna mı geldik yani? Sahi biz buraya niye geldik.

-Yani yeni başlangıçlar diye geldik de. Böyle çok dikkat çekeriz ya. Bak daha uçaktan indiğimizden beri telefona bakmadım açıp baksam eminim bir sürü mesaj gelmiştir ondan. Ulaşılamayan hep cezbedilen olur ama ne elinin altındaysa onu aramazsın bile.

-Çelebi beni o yüzden aramıyor demek ki. Aç bakayım telefonunu mesaj atmış mı görelim?

Telefonumu çantamdan çıkardım. Uçak modunu kapattım. Bir anda bildirimler yağmaya başladı. Saat 10 olmuştu. Normalde okul olduğu için erken uyanıyordum ve bunu Çelebi’de biliyordu. Mesajlar şöyleydi.

“Günaydın, Süreyya’m”, “Hala uyanmadın mı öğretmen hanım?”, “geç kalırsanız patron kızabilir:)”, “Süreyya??”, “Sen hiç bu kadar uyumazsın ki?”, “Evine geliyorum.”

Mesajları Nevra’da okudu. Hemen yeni bir plan oluşturmalıydık.

-Adamların notu vermesin Nevra.

-Vermek için benden haber bekliyorlar zaten. O zaman arabanın satışını da durduruyorum.

-Evet, evet. Evi de ellemesinler.

-Tamam ben arayayım, siz bekleyin.

Nevra masadan kalkıp biraz uzaklaşarak telefonla konuşmaya başladı.

-Abla, bu sefer doğru olanı yapıyoruz. Ömrümüzün sonuna kadar kaçamayız ki. İyisi mi bu işi uzamadan çözmek... Hem bir de burası bize iyi gelmeyecekti. Sen de biliyorsun.

-Haklısın Gökçe’cim. Kaçmayacağız, savaşacağız. Ve söz veriyorum bize hiçbir zarar gelmeyecek.

-Sen bizi hep korursun zaten abla.

Nevra masaya geri geldi, gözlemelerimiz de gelmişti.

-Hadi hemen havaalanına geri gidelim de Çelebi şüphelenmesin.

-Abla dur valla ben çok acıktım şu gözlemeleri yemezsem bayılırım valla.

-Al ablacım, arabada yersin.

Arabaya binerken hepimiz şaşkındık, çok hızlı karar vermiş, çok hızlı hareket etmiştik.

-Neyse ya günübirlik Trabzon turu yaptık gibi düşünelim.

-Aynen ya.

-Çelebi’ye ne diyeceğiz. Eve gidip evde olmadığımızı görmüştür.

-Kıskandırmak için bir erkeğe ihtiyacımız var.

Beynim kısa, anlık bir şok yaşadı. Nereden aklıma geldi bilmiyorum. Ama birbirine bağlandı ipin uçları. O videodaki adam. Yani Çelebi’nin cinayet işlediği videoda öldürülen adam Tarık hocaydı. Tarık hoca hani şu okuldaki ilk günümde benimle saygısızca konuşan hoca… Kısa bir aydınlanma yaşadığımı anlayan Nevra korkmuştu.

-Ne oldu, neyin var? İyi misin?

-O videodaki adam, onun kim olduğunu biliyorum. O adam benim yüzümden öldürüldü. Bu kadar kolay olmamalı ya.

-Senin bilmediğin, senin için kaç adamı öldürdü acaba?

Toparlanmam gerekiyordu. Kardeşim için, kendim için toparlanmam gerekiyordu.

-Tamam, sakin olalım. Bir erkek… Eski sevgili kozu kullansak? Ama ya onu da öldürürse başka birisinin canına daha kast edemem. Bir başkası daha benim yüzümden ölemez.

-Ortada var olmayan bir erkek olursa kimi öldürecek?

-Varmış gibi mi yapalım diyorsun?

-Aynen öyle diyorum.

Gökçe bir yandan gözleme yiyor bir yandan da bizi dinliyordu. Evet, mutlu olacaktık ve hayatta kalacaktık. Muğla’da yaşayacaktık.

Daha birkaç saat önce çıktığımız havaalanına tekrar girdik. Valizlerimizi teslim ettik ve yine Nevra’nın özel uçağıyla beş saatlik Muğla yolculuğuna çıktık.

Geri döndüğümde Çelebi karşısında aynı saf Süreyya’yı bulamayacaktı.

Artık her şey için çok geç, her şey için çok erkendi…

******************

******************

Sevgili okurlarım ve arkadaşlarım,

Okulum başladığı için artık kitaba haftada bir bölüm gelecek.

Cuma ya da cumartesi günlerinden birisine artık yeni bölüm günümüz diyeceğiz.

Yorum ve eleştirilerinizi bekliyorum,

İyi okumalar :))))

Loading...
0%