Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@yazardide

Koridorlarda asılı şube yazılarına bakarak sınıfların belli bir düzene göre yerleştirildiğini fark ettim. Dört katlı okulda her kata sadece o bir sınıf verilmişti. Yani ilk katta dokuzuncu sınıflar, ikinci katta onuncu sınıflar, üçte on birler ve son katta on ikiler vardı. Her katta öğrenciler için tuvaletler vardı. Zemin katın sonunda müdür ve müdür yardımcılarının odaları vardı. Nöbetçi öğrencinin yeri de bu iki odanın ortasındaydı. Zemin kattan aşağıya inen bir merdiven daha vardı. İnip gördüm ki aşağının yarısı havuz bir diğer yarısı da voleybol, futbol ya da basketbol oynanan sahaydı. Sanırım hava yağmurlu olunca beden eğitimi derslerini burada yapıyorlardı. Kantin okul bahçesindeydi. Ve yine bahçede sahalar ve oturulması için kamelyalar vardı. Çiçekler ve ağaçlar çok bakımlıydı. Öğle arası olduğu için bahçe kalabalıktı. Kamelyada öğrenciler ders çalışıyordu. Onların kendi halinde konuşmalarına kulak misafiri oldum.

-Abdullah Hoca vefat etti. Ne yapacağız şimdi biz? Zaten dersinden bir şey anlamıyorduk ama en azından ders görüyorduk. Şimdi yeni hoca bulacaklar da o gelecek te ohoo…

-Öyle gerçekten ya. Adam ders diye kendi kendine konuşup gidiyordu. Saçma sapan şeylerden bahsediyordu. Baksana şu soruya ben nasıl bulacağım burada takısız isim tamlamasını? İsim tamlaması ne onu bile bilmiyorum. Benden takısızını istiyor. Of of.

-Ya isim tamlaması şey değil mi, özel isim falan?

Gülmeden edemedim ama bu çocuklara bir yandan da üzülmüştüm. Yanlarına iyice yaklaştım ve onlarla konuştum.

-Gençler selam, konuşmanıza kulak misafiri oldum kusura bakmayın. Benim edebiyatım iyidir isterseniz bir bakayım soruya?

-Ay hanımefendi çok iyi olur. Biz daha dokuzuncu sınıfız, edebiyat hocamız vefat etti. Allah rahmet eylesin de dersinden hiçbir şey anlamıyorduk.

-Tamam, bir bakayım o zaman soruya kalem var mı yanınızda?

Yanlarına oturup soruyu okumaya başladım. İsim tamlamaları konusunda beş şıktan birisi zincirleme isim tamlaması diğerleri belirtili isim tamlamasıydı. Soruda bizden zincirleme olanı bulmamızı istiyordu. Aldım elime kalemi dikkatlice ama hızlı bir şekilde çözdüm soruyu. Kafamı kaldırdığımdaysa iki kızın da şaşkın şaşkın bana baktıklarını gördüm. Gülümsemeden edemedim. İkisi de bana iyice yaklaşıp nasıl yaptığımı anlamaya çalışıyorlardı.

-Abla nasıl yaptın? Otuz saniyede çözdün soruyu.

Onların hiçbir şey bilmediğini unutmadan en baştan anlatmaya başladım.

-Bak şimdi canım benim, bu soru için önce isim tamlamasını bilmen gerek…

Ben anlattıkça onlar defterlerine not alıyorlardı. Anlattığımı anlıyorlardı.

-İşte bu kadar basit. Anladınız değil mi hadi sıradaki soruyu siz çözün.

-Resmen Abdullah hocanın üç hafta anlatmaya çalıştığı şeyi siz beş dakikada anlattınız. Çok teşekkür ederiz.

-Ne demek, eğer başka sorunuz olursa buralarda olacağım. Her zaman sorabilirsiniz.

Onları testlerle baş başa bırakıp öğretmenler odasına gitmek için yol aldım. Öğretmenler odası ikinci katın sonundaydı. İçeride birileri olabilir diye tıklatarak kapıyı açtım. İçeriye girdiğimde koltuğa yayılarak oturmuş bir elinde çay bardağı bir elinde telefonu ile açılan kapıya bakan bir adam vardı. Halini hiç bozmadan benimle konuşmaya başladı.

-Veli görüşmeleri için randevu almanız gerekiyor hanımefendi. Nöbetçi öğrenciye gidin.

-Siz kimsiniz?

- Fizik öğretmeniyim hanımefendi. Dağdan mı geldiniz anlamıyorum ki randevu almanız gerek diyorum benimle konuşmanız için hala suratıma bakıyorsunuz. Neyse anlayabilecek kapasiteniz yok herhalde. Neydi çocuğunuzun adı? Söyleyeyim nasıl olduğunu da gidin artık.

Şaşırmış kalmıştım bu nasıl bir konuşma şekliydi?

-Siz benimle nasıl böyle konuşuyorsunuz? Bunlar nasıl ithamlar! Siz kimsiniz beyefendi. Paşa mısınız, Sultan mı? Değil benimle herhangi birisiyle bile böyle konuşamazsınız. Böyle bir hakkınız yok. İşte her hıyarla turşu kurulmadığı gibi her hıyarla diyalog da kurulmuyor.

Ben karşımdaki adamın konuşmasına müsaade vermeden sözlerimi birbiri ardına sıralarken karşımdaki fizik öğretmeni kızarıp bozarıyor cevap vermek için çıldırıyordu. Bir anlık nefes alma aramda sözü elimden aldı.

-Bana bak güzelsin diye bir şey demiyorum yoksa ben sana yapmasını bilirdim.

Bu ne demekti böyle? Terbiyesiz adam. Tam ben cevap verecekken arkamdan Betül Hanım’ın sesini duydum.

-Tarık Bey siz edebiyat öğretmenimizle nasıl böyle cüretkâr konuşursunuz?

Tarık kişisinin bir anda gözleri yerinden fırladı. Ama yaptığı saygısızlıktan dolayı değil edebiyat öğretmeni olmamdan dolayı.

-Ne edebiyat öğretmeni mi? Yani Süreyya Hanım mı?

-Ta kendisi!

-Adımı nereden biliyorsunuz?

Benim sorumu duymazdan gelip kendileri konuşmaya devam ettiler.

-Betül Hanım vallahi bilmiyordum. Çok özür diliyorum.

-Beyefendi özür dilemeniz gereken kişi benim, Betül Hanım değil.

Ben söze girmeye çalışsam da ikisi de beni takmıyordu.

-Kusura bakmayın, Tarık Bey. Bu durum karşısında okulla ilişiğinizi kesmek zorundayım.

-Yahu yapmayın etmeyin. Ne yaparım ben?

-Üzgünüm daha sizleri daha önce bilgilendirmiştik.

Bu saçmalığa daha fazla katlanamazdım.

-Birisi bana burada ne yaşandığını anlatabilir mi? Beyefendi beni, yani daha önce hiç tanışmadığı birisini tanımadığı için mi kovuluyor?

-Bir hata yaptı bedelini ödemeli.

-Evet bir hata var ama o ben tanımaması değil, benimle konuştuğu seviyesiz üslup.

-Süreyya Hanım ben bilsem siz olduğunuzu hiç öyle konuşur muyum? Hay dilim tutulaydı da konuşmayaydım.

-Tamam abartmayın sizde.

-Yine de ne olursa olsun okulumuzdaki öğretmenlerin bu şekilde öğrencilerimize fayda sağlayabileceğini düşünmüyorum. Tazminatınız verilecek Tarık Bey merak etmeyin. Şimdi lütfen burayı terk edin.

Ben şok olmuş halde çantamı bırakmak için masaya yaklaştım. Arkamdan Tarık Bey’in Betül Hanım’a fısıldamalarını duyuyordum.

-Betül Hanım, öldürürler mi beni? Ölür müyüm ben? Çok özür diliyorum ne yapmam lazım?

-Bilmiyorum, Tarık Bey. Çelebi Bey’in insafına kalmış nu durum. Ki biliyorsunuz Süreyya Hanım’la olan olayları.

Duymamış gibi yaptım ama bu olay çok canımı sıkmaya başlamıştı. Tarık odadan perişan halde çıktı. Betül ise hiçbir şey olmamış gibi pür neşe benimle konuşuyordu.

-Süreyya Hanım böyle bir olay bir daha asla yaşanmayacak. Birazdan ders başlayacak isterseniz sınıfınıza gidin. 11/ C’de olacaksınız.

-Hatırlıyorum Betül Hanım. Fakat bu olay son derece canımı sıktı. Tarık Bey ölüm falan diyordu. Eğer böyle bir durum varsa ben burada çalışamam.

Betül Hanım son derece paniklemişti.

-Aman Süreyya Hanım, olur mu öyle şey? Ölüm falan. Ha ha ha. Tarık Bey gayet iyi.

-O halde bana ev adresini verin arada gidip gözlerimle göreceğim. İyi mi değil mi?

-Tabi tabi veririm. Ama siz sınıfınıza gidin de öğrenciler beklemesin.

-Adresi mesaj olarak bekliyorum Betül Hanım. Hoşça kalın.

Ben odadan çıkıp sınıfıma doğru yol aldım. Sınıf bir kat yukarıdaydı.

Süreyya odadan çıkar çıkmaz Betül telefona sarılıp birisini aradı.

-Alo, Necati? Tarık’ı sakın öldürmeyin. Süreyya Hanım işkillendi. Arada evine gidip bakacakmış.

Necati, telefonu kapatıp patronunun yanına gitti.

-Abi, yenge işkillenmiş durumdan. Betül aradı öldürmeyin diyor adamı. Ne yapalım?

-Hem Süreyya’mla böyle konuşacak hem de yaşayacak öyle mi? Ah Süreyya. Onun sayesinde birkaç hafta daha nefes alacak şerefsiz.

Heyecanla 11/C sınıfının kapısını açtım. Sohbet edenler test çözenler ve müzik dinleyenler vardı. Kapı açılınca hepsi birden kapıya baktı. Beni görünce şaşırdılar çünkü dersin boş olduğunu zannediyorlardı. En önde oturan Selin ayağa kalktı.

-Aa, siz?

-Evet, canım. Arkadaşlar yerlerinize geçin lütfen. Dersimize başlayalım.

-İyi de siz kimsiniz?

-Ben de onu anlatacağım. Ben yeni edebiyat öğretmeninizim. Süreyya Tuncer. Bu yıl derslerimizi beraber yapacağız.

-Hocam, o kadar iyi oldu ki geldiğiniz. Hemen derse başlayabilir miyiz? Zaten çok gerideyiz. Hepimiz adımızı söylesek de hepimizi bir günde ezberleyemezsiniz.

-Peki, bana uyar. Siz nasıl isterseniz… O zaman önce ne bildiğinizi öğrenelim. Bana edebiyatın ne olduğunu kim söylemek ister?

-Hocam, edebiyat saçma şeyler ezberlemek zorunda olduğumuz bir derstir.

Bu cümleye sınıf kocaman güldü. Ben de güldüm tabi. Sonra sınıf susunca ben konuşmaya başladım.

-Adın neydi?

-Hakan, hocam

-Hakan’cığım, Konuştuğumuz dilin kıymetini ancak üzerine düşünürseniz anlayabilirsiniz. Ezberlemek zorunda olduğunuz şeyleri aslında öğrenmediğiniz için ezberliyorsunuz. Tahmin edeyim sınavdan çıkar çıkmaz hepsini unutuyorsunuz. Ama bu yıl hiçbir şeyi ezberlemeyeceğiz, her şeyin mantığını anlayıp öğreneceğiz. Öğrenince anlayacaksınız ki edebiyat aslında çok eğlenceliymiş. Bir şeyler bulmaya çalıştığınız bir bulmacaymış…

Biraz öğüt biraz ders konuşa konuşa bir dersi bitirmek üzereydik.

-O halde edebiyat neymiş Hakan?

-Olay, duygu ve düşünceleri, hayalleri dil aracılığıyla estetik bir şekilde ifade etme sanatıdır.

-Harikasın. Hadi bakalım, ders bitmiştir. İyi dersler size.

Dersten çıkıp hemen telefonla Betül Hanım’a mesaj atarken birisiyle çarpıştım. Geri çekilip bakınca bunun bir öğrenci olduğunu çok sonra anladım.

-Dikkat etsene hoca!

-Anlayamadım?

-Dikkat et diyorum hoca! Nesini anlamadın?

-Öğretmeninle nasıl konuştuğunun farkında mısın, onu anlamadım!

-Nasıl konuşmuşum? Sanki küfür ettik!

-Bu sana ilk ikazım ikincide velini okula çağırırım haberin olsun.

-Sal beni hoca, Sal!

Yanımdan geçip gitti. Arkamdan da Selin sesleniyordu.

-Hocam, hocam!

-Efendim Selin’ciğim?

-Hocam, iyi ki geldiniz, hoş geldiniz demek için gelmiştim.

-Sağ ol Selin’ciğim. Bu giden arkadaşının adı ne biliyor musun?

-hocam onu herkes tanır. Çelebi Aydınoğlu’nun kardeşi Onur Aydınoğlu o.

-Aydınoğlu? Bu okulun adı?

-Evet, okulun sahibinin kardeşi o.

-Anladım canım, hadi sen git sınıfına. Görüşürüz sonra.

Attığım mesaja cevap olarak adres gelmişti. Onunla beraber ders programım da gelmişti. Okuldan sonra Tarık Bey’in evine gidecektim ama şimdi 10/A’ya gitme zamanıydı.

 

Loading...
0%