@yazardide
|
*SÜREYYA'NIN AĞZINDAN* Uyandığım zaman yatağımın yanındaki koltukta oturan çok yakışıklı bir adam vardı sanırım uyuyordu. Kafasını benim yastığıma dayamıştı ve elimi tutuyordu. ELİMİ TUTUYORDU! Burada şuan ne oluyordu. Bu adam ben bayılmadan önce konuştuğum adam değil miydi? Beni buraya o mu getirmişti? TAMAM, AMA NEDEN ELİMİ TUTUYORDU? Benim kıpırdadığımı hissedince yakışıklı adam gözlerini açtığı anda endişeyle bana baktı ve sorular sormaya başladı. -Süreyya, iyi misin? Çok korktum sana bir şey olacak diye. Dur ben doktoru çağırayım. Sen sakin ol tamam mı? Ben sakinim zaten. Bana niye böyle davranıyor bu adam? Kapıyı açtığı gibi içeriye bir doktor girdi ve konuşmaya başladı. Ben ise şaşkınca etrafa bakıyordum. -Süreyya Hanım, ufak bir baygınlık geçirmişsiniz. Ama bayılacak kadar kan kaybetmemişsiniz. Neden bayıldığınızı anlayamadık hamile olduğunuzu sandık o yüzden sizden kan alıp test yaptık. Fakat düşündüğümüz gibi bir şey bulamadık şuan iyi hissediyorsanız serum bitince çıkabilirsiniz. Şaşkınlıktan ağzım çeneme kadar düşmüş doktoru dinliyordum. Yakışıklı adamda ellerini cebine sokmuş pencereden dışarıya bakıyordu. Sinirli miydi o şuan? Neyse ben şuan daha sinirliyim. Doktoru haşlamam lazım. -Siz ne diyorsunuz doktor bey? Siz beni neyle itham ediyorsunuz? Her bayılan hamile mi olmak zorunda? Sizin bu yaptığınız insanı zor duruma sokmaktan başka bir şey değil. Yakışıklı adam yanıma gelmiş sakin olmamı söyleyip omuzlarımdan tutuyordu. Bandajlı ellerimle kolumdaki serumu koparttım. -Hiç sakin olamam beyefendi, şuan ben nasıl bir durumdayım sizin haberiniz var mı? Açtım tamam mı? Sabahtan beri bir şey yememiştim. Tabi insanlar açlıktan bayılmazlar sadece hamile oldukları için bayılırlar değil mi? Bırak Allah aşkına! Ben burada bir saniye bile durmam. Çıkın odadan üzerimi değiştireceğim. Doktor kafasını önüne eğmiş utançla dışarı çıkıyordu. Yakışıklı adam ise hala yanımdaydı. -Siz neyi bekliyorsunuz? -Sakinleşirseniz sizinle konuşmayı… -Peki, sakinim buyurun. -Ben Çelebi, sizi buraya ben getirdim ben götüreceğim. -Beni buraya siz mi getirdiniz? -Evet, bayılınca tedirgin oldum. -Tamam, dışarıya çıkar mısınız üzerimi değiştirip buradan gitmek istiyorum. -Tabi, ben sizi dışarıda bekliyorum. Hızla yataktan kalkıp dolaba yöneldim o sırada da Çelebi odadan çıktı. Üzerimdeki hastane kıyafetlerini çıkartıp kendi kıyafetlerimi giydim ve tam beyaz kapanımı giyeceğim sırada zaten ters giden işler iyice kötü göründü gözüme. Beyaz kabanıma kan lekeleri gelmişti. Kuru temizleme çıkartamazdı ki bunu. Neden her şey ters gitmek zorundaki elimde kabanla yere çöküp kabana sarılıp ağlamaya başladım. Aslında bu kaban kirlendiği için bir ağlama değildi birikmişlerin acısıydı. Babamı, annemi çok özlemiştim. Ama onlarla konuşmuyordum. Daha doğrusu onlar benimle konuşmuyorlardı. Odaya giren Çelebi beni yerde ağlarken görünce müthiş bir telaşa kapılıp önüme çöktü. -Süreyya, neyin var? Biri canını mı sıktı? Söyle alıyım onun canını! İsim ver bana. Bak doktorsa eğer kovdum zaten onu az önce, gerçekten kovdum. Ağlamam kesilmişti. Şaşırmıştım bu ilgiye. -Adamı kovdun mu, nasıl yaptın? Yapmasaydın keşke, geri alsan işe. Daha sonra Tarık Beyin de benim yüzünden kovulduğunu hatırladım ve ağlamaya devam ettim. -HERKES BENİM YÜZÜMDEN KOVULUYOR. Ben bela mıknatısı falan mıyım? Çelebi şaşırmıştı. -Hayır, değilsin tabi ki. İnsanlar yaptıkları şeylerin cezasını çekmeli değil mi? Kendini kötü hissetmene gerek yok. Sen bunun için mi ağlıyordun peki? -Hayır ya, baksana bembeyaz kabanım kan lekesi olmuş. Kuru temizleme çıkarmaz bunu. Daha yeni almıştım bir de. Gülmeye başladı bu sefer. -Kaban mı? İstediğin kaban olsun senin. Canını sıkmaya değer mi güzelim? GÜZELİM Mİİİ! Ay bayılacağım. -Nerden güzelin oluyorum ben senin ya. Katharsis gibi bir duygu boşalması yaşadım sadece. Değer verdiğim her şey elimden kayıp gidiyor ve ben buna çok sıkıldım. Ve çok açım. Açlıktan öleceğim. Daha okula gitmem gerek çocuklar beni bekliyor. Hangi birine yetişeyim? Çelebi yerden kalktı ellerini bana uzattı kalkmam için. Tuttum ve kalktım. Elimdeki kabanı aldı dolaba geri astı. Dolaptaki kutuyu çıkarttı ve bana uzattı. Oradaki kutuyu görmüştüm ama benim değil diye bakmamıştım. Şimdi ise bakmam söyleniyordu. Hediye paketi şeklindeki kutunun kurdelelerini açıp ıslak yanağımı silip kutunun kapağını kaldırdım. İçindekini görünce yüzümde bir gülümseme belirdi. Çünkü benim beyaz kabanımın aynısından vardı. Aynı marka, aynı renk ve kan lekesizi. Çok sevindim. Hemen kutudan çıkartıp üzerime giydim. Bedeni de tamdı. Bana gülerek bakan Çelebi’ye döndüm. -Çok teşekkür ederim ama neden böyle bir şey yaptınız ki? Gerek yoktu. Ben ağlar ağlar susardım. Diğer ay maaşım gelince gider alırdım. -Biliyorum, canım. Bu sadece geçmiş olsun hediyesi. Hem şuanda burada olmamızın sebebi de kardeşim onur olduğu için bir de özür hediyesi. Kabul edersen çok sevinirim. -Kardeşini suçlamıyorum. Hediye için teşekkürler. Artık buradan çıkabilir miyiz? Ben daralmaya başladım çünkü. Bir de doktoru işine geri al lütfen. Ben sadece aç ve şaşkın olduğum için fazla yükseldim. Kimse ekmeğinden olmasın. -Peki Süreyya, sen nasıl istersen. Hadi gel gidelim. Otoparka geldik. Benim arabamın yanına. -Seni senin arabanla getirmiştim de. Benimki yardımcımda. -Anladım, tamam sorun değil ben bırakırım seni. Ellerime baktım. Bandajlılardı ve acıyorlardı. Güldüm. -Ya da sen beni bırak. -Atla bakalım. Nereye gitmek istersin? -Okula gitmek zorundayım. Öğrenciler zor durumda. Ve Tarık Beyin evine gitmem gerek. Aynı zamanda açım. Aa bak aklıma ne geldi eğer müsaitsen hadi bir kafeye gidelim ben de sana bir şeyler ısmarlayayım ödeşelim. -Ben senin yanında her zaman müsaitim desem. Gülümsememi saklamak için kafamı öne eğdim. -Peki hadi gidelim o zaman, şu ileride bir yer vardı. Kemerini tak. Çelebi de güldü, kemerini taktı ve süremeye başladı. Kafeye geldik, güzel bir masaya oturduk. Cam kenarı olduğu için denizi de görebiliyorduk. Ben denize bakıyordum ama Çelebi’nin bana baktığını hissedebiliyordum. Garson geldi ve ne istediğimizi sordu. Çelebi bana bırakmıştı seçimi. -Zeytinli açma sever misin? -Bir tek yeşil zeytin yerim. Siyah hiç sevmem. Ama sen onu ye bende bir kahve içeyim. -Olmaz öyle, ben tek başıma yemek yiyemem. -Peki ben de sade açma yiyeyim o halde. -Harika olur. İki çay, iki açma biri zeytinli. Garson siparişimizi alıp uzaklaştı. -Açmanın yanında kahve yerine çay içilir, kusura bakma. -Sorun değil. Çay da severim. Süreyya sana bir şey sorabilir miyim? -Tabi. -Tarık beyin yanına gideceğim dedin. Neden gideceksin? -O da benim yüzümden kovuldu. Gitmeden önce ölür müyüm falan diyordu. Endişelendim. Gidip iyi mi diye kontrol etmek istedim. -Bence Tarık bey ölmek kelimesini mecazi anlamda kullanmış. Bittim gibi bir anlamda bence. Niye ölsün hem, kim öldürsün? -Mecazi anlam? Edebiyatı seviyorsunuz herhalde? Çelebi gözlerime öyle derin baktı ki resmen gözleriyle “ edebiyatı değil ben seni seviyorum” diyordu. Utandım bakışlarımı yine denize çevirdim. O konuşmaya başladı. -Edebiyatı severim tabi ki bazen söyleyemediklerime tercüman oluyor. Garson gelip siparişimizi bıraktı. -Aslında siz benim patronumsunuz o zaman değil mi? -Yani, evet mantıken. Ama şuan okulda değiliz. Bana “Çelebi Bey” demeni istemiyorum. Zaten istemediğim kadar duyuyorum bu cümleyi. -Peki. Okula gidebilir miyiz artık? Öğrencilerim beni soruyorlardır. -Öğrencilerinizi çok seviyorsunuz hâlbuki daha dün başladınız işe. -Nasıl sevmeyeyim onları? Onlar eğitime açlar. Çok şikayetçilerdi ama yavaş yavaş edebiyatı sevmeye başladılar. Masadan kalkıp kabanımı giyerken hesap ödemek için garsonu çağırdım. Ama bana hesabın ödendiğini söyledi. Çelebi’ye döndüm. -Hani ben ödeyecektim? -Unutmuşum ya tüh, bir dahaki sefere sen ödersin. -Hiç inandırıcı değilsin. Ama inanalım bakalım. Arabaya bindik. Kemerimizi taktık. Okula doğru yola koyulduk. Ellerimdeki bandajları açmaya başladım. -Süreyya ne yapıyorsun? -Bu şekilde ders işleyemem. Hem zaten dikiş yok ki, sadece kesik. Kan da akmıyor artık. Gerek yok yani. -Ne dersem diyeyim bildiğini okuyacaksın zaten. Okula geldik. İkimizde indik. Arabanın önünde buluştuk. Çelebi’nin arabası da okulun bahçesindeydi. Önünde şoförü bekliyordu. Çelebi arabamın anahtarını bana verdi. -Sadece arabanın anahtarı yerine numaramı da versem? Ve belki bir akşam yemeği yesek beraber? ALLAH’IMM BAYILACAĞIM GALİBAA! -Tabi olur neden olmasın? O zaman haberleşiriz. Görüşürüz. Numarayı alıp okula girdim. Arkamı döndüğümde Çelebi’nin de gülümseyerek bana baktığını gördüm. Bu mutluluğum gerçek mi? Çok mutluyum çünkü!
|
0% |