@yazardide
|
*SÜREYYA'NIN AĞZINDAN* Sırıtarak okula girdim. Aşk için erkendi ama içimde bir kelebek vardı. Sanırım azıcık hoşlanıyor olabilirdim. Koridorun sonunda her zamanki gibi Betül Hanım vardı. Telaş ve üzüntüyle konuşmaya başladı. -Ah Süreyya Hanımcığım! Neler oldu daha geldiğiniz ilk günde. Çok mahcubum çok üzgünüm. Çok özür diliyorum efendim. -Yok Betül Hanım, olacağı varmış olmuş. Üzülmeye değmez. Yalnız, Onur ile konuşma imkanım var mı? -Elbette o da sizinle konuşmak istiyordu zaten. Öğretmenler odası boş şuan siz geçin ben Onur’u hemen oraya göndereyim. -Peki teşekkürler. İkinci kata öğretmenler odasına çıktım Betül Hanım’sa Onur’u sınıftan almak için bir kat daha çıktı. Ben öğretmenler odasına girerken Mehtap hoca çıkıyordu. -Hocam günaydın, çok geçmiş olsun. Çok üzüldüm duyunca… İyi misiniz şimdi? -Sağ olun Mehtap hocam. Görünmez kaza diyelim. Geldi geçti. -Gelmeseydiniz keşke bugün okula. -Olmaz, hocam. Çocuklar zaten çok kötü bir durumdalar. Çok kötü hissediyorlar kendilerini. Bir de ben onları yüzüstü bırakamam. -Öyle tabi haklısınız. Ben gideyim. Ders sonrası bir kahve içelim beraber. -Elbette çok sevinirim, iyi dersler size. Mehtap hoca gitti, bende içeriye girdim ve kabanımı çıkardım. Sandalyeye oturup Onur’u beklemeye başladım. Çok geçmedi ki kapı tıklatıldı. İçeriye Onur girdi. Oturduğum sandalyeden kalktım yanına gittim. Onu sırtından destekleyip sandalyeye oturttum. Ben de hemen karşısındaki sandalyeye yerleştim. Ellerini önünde bağlamış ayakkabılarına bakıyordu Onur. Lafa ben başladım. -Nasılsın Onur? -Hoca… ben, ben üzgünüm. Böyle olmasını istemezdim. O an ne olduğunu hatırlamıyorum bile. Ben bilerek neden Selin’e ya da sana zarar vereyim? -Onur seni anlıyorum. Kendinde değildin. Kendine geldiğinde de her şey için çok geçti. Bu olayı kapatıp önümüze bakalım mı ne dersin? -Teşekkür ederim anlayışınız için. Hoca, sen Selin’i gördün mü bugün? -Hayır, Onur daha göremedim. Ne oldu? -O iyi mi, ona bir şey oldu mu diye merak ettim de. Önemli değil yani. -Sana bir şey soracağım Onur, ama beni yanlış anlayıp sinirlenmeyeceksin. Söz ver. -Peki, sor bakalım hoca. Çok seversiniz zaten soru sormayı. -Okuldaki rehberlik servisine derdini anlatmayı denedin mi hiç? Onur güldü sonra aniden ciddileşti. -Hoca, burası neresi? Abimin okulu. Burada attığım her adım abimin kulağına gidiyor. Sence anlattığım şey mi gitmeyecek? Sütten ağzım yandı artık yoğurt falan yemem ben. İstemsizce güldüm. -Atasözlerini kafana göre değiştiremezsin. Onun doğrusu sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer. Şaşırtıcı şekilde Onur’da güldü. -Ne fark eder hoca ya? Destek olmak için ellerini kavradım. Ve konuştum. -Onur, ben seni de abini de tanımıyorum. Buraya daha yeni geldim. Ama benim için önemli olan abin değil sensin. Sen benim öğrencimsin. Bir daha öyle hissedersen yanıma gelebilirsin. Sana yemin ediyorum abine seni tanıdığımı bile söylemem. Ama yeter ki anlat. Sen içine attıkça dışarıya vurduğun daha fazla oluyor. Seni yargılamam. Sadece dinlerim. Kendini yalnız hissetme lütfen. Ben yanındayım. -Eyvallah hoca. Oturduğu sandalyeden kalktı. Kapıya doğru giderken ona seslendim. -Ha bu arada, Selin’e de üzgün olduğunu söylerim. Ama bence sen de gidip konuşmalısın. -Selin benden korkar konuşmaz benimle. -Bence o kadar emin olma. Sırıttı ve odadan çıktı. Bende kitaplarımı alıp 12. Sınıfların katına çıktım. Sınıfta her zamankinden farklı olarak bir uğultu vardı. Hepsi gömülmüşler test kitaplarına. Bir soruyu çözmeye çalışıyorlar ve tartışıyorlardı. Benim girdiğimi görünce sevinçten gülmeye başladılar. -Hocam, tam vaktinde geldiniz. Çok geçmiş olsun öncelikle ama biz bu soruyu çözemedik yardım eder misiniz? Ufak bir kahkaha attım. -Hayatımda bu okul kadar çok çalışan öğrenci görmemiştim. Diğerleri rahatsızlığımı bahane edip dersi kaynatırdı siz hemen ders istiyorsunuz. Aferin size. Hangi soruymuş bakayım o? Dinmiş denizin şarkısı, rüzgar uyumakta, Rıhtım boyu sonsuz bir üzüntüyle karaltı Körfez düşünür, Kanlıca mahzundur uzakta, Mazi gibi sislenmiş Emirgan Çınaraltı. Bu şiir hangi dönem gibi bir soruydu. Şiiri okudum. Gülümsedim. -Bu şiir Faruk Nafiz Çamlıbel’in şiiri. Biz Faruk Nafiz’i beş hececilerden tanırız. Yani Cumhuriyet Dönemi Türk edebiyatı olacak cevap. Yok, tanıyamadım şiiri derseniz de hemen biçime ve anlatıma bakın. Mesela Cumhuriyet döneminde hece ölçüsü savunulmuştur. Dil oldukça sadedir. Anlaşıldı mı? -Anlaşıldı hocam. -Arkadaşlar eğer dersten arta kalan zamanlarınızı boş yere video kaydırmakla uğraşmak yerine şiir ya da roman okumaya harcarsanız bu soruları çerez gibi çözersiniz. -Ne okuyalım hocam ne önerirsiniz? -Hepiniz burada ilk edebi romanı sorsam intibah dersiniz, peki kaçınız okudu? Ya da ilk köy romanı olan Nabizade Nazım’dan Karabibik’i? Orhan Veli’nin bir şiirini hafızadan okuyabilir misiniz? Demem o ki okuyun arkadaşlar. Kimse için değil, kendiniz için okuyun. Sınıf sus pus olmuştu. Bir süre daha bu şekilde soru üzerinden ders işledik. Zil çaldı ders bitti telefonuma mesajlar gelmişti. Derste olduğum için görmemiştim. Mesajı açtım. “-Rezervasyonlarımızı yaptırdım, akşam sekizde seni alırım.” Önce şaşırdım, sonra Çelebi ile yemek yiyeceğimizi hatırladım. Mesaja cevap yazdım. “-Ben de gelebilirim zahmet etme istersen, konum atman yeterli.” Hiç beklemeden karşıdan cevap geldi. “-Rica ediyorum, ne zahmeti. Sen sadece hazırlan ben her şeyi ayarladım.” “-Peki, görüşürüz.” Öğretmenler odasına indim. Mehtap hoca oradaydı. Kendisine kahve alırken bana da koydu. Cam kenarına oturduk. Biraz o anlattı, biraz ben. Daha doğrusu ben genelde dinleyen taraftım. Çünkü ailemi daha tanımadığım insanlara anlatmaktan çekiniyordum. Bir süre sonra ders zili çaldı benim dersim bitmişti o yüzden odada oturuyordum yalnızdım. Birazdan çıkacaktım ki Telefonuma yine mesaj geldi. “-Abla dayanamıyorum artık burada. Çıldırmak üzereyim. Otobüse bindim yanına geliyorum. İnmek üzereyim. Beni otogardan alır mısın?” -mesajı okur okumaz ayağa fırladım hemen Gökçe’yi aradım. Açmadı hızla okuldan çıkıp arabama doğru koştum. Süratle sürüp otogara gittim. Oradaki görevliye Trabzon/Muğla otobüsünü sordum. Gelmek üzere olduğunu söyler söylemez bir otobüs giriş yaptı. Otobüsün bordo mavi renginden Trabzon otobüsü olduğunu anlayıp koştum hemen. İnen insanlara heyecanla tek tek bakıyordum. Ta ki Gökçe inene kadar… Gökçe indi otobüsten geldi dikildi karşıma çok özlemiştim onu -Kardeşim… Sıkı sıkı sarılıp ağlamaya başladık. Bir süre sonra ayrıldık Gökçe valizini muavinden aldı. Arabaya giderken onu azarlamadan edemedim. -Sen niye yapıyorsun böyle şeyler ablacığım? Hadi yapıyorsun bu son dakika mı haber verilir? Annemle babam çok kızacaklar sana. almazlar bile eve benim yanıma geldin diye. -Abla ben temelli geldim zaten. -Ne demek temelli? -Abla dayanamıyordum artık o evde, her gece ağlıyordum. Hiç mutlu değildim. Ders çalışamıyordum, sürekli çalıştırıyorlardı beni. Yemeği yap, yemekten sonra çayı demle, çay demlenirken bulaşıkları yıka. Sabah evi süpür, çamaşırları as… bıktım abla bıktım. O evden kurtulmamın tek şansı çalışıp üniversite kazanmak ama beni ders çalıştırmıyorlar. Sıkı sıkı sarıldım Gökçe’ye. -Tamam ablacım, sen sıkma canını. Halledeceğim ben. Olmadı naklini benim okula alırız orda okursun. Hadi gel eve gidelim, yorgunsundur sen. Eve gelmiştik. İçeriye girip de Gökçe montunu çıkarırken telefonu çaldı. Annemiz arıyordu. Oflayarak açtı ve hoparlöre verdi. -Efendim anne? -Nereyesun gız sen? Okuldan sonra nerelere gittun? Hemen eve geliysun. Bir gece arkadaşımda kalıcım dedun laf etmeduk, ha sen yüz buldun astaruni isteysun. Hemen eve gel, baban bacaklaruni kıracak ha senun. -Anne, ben ablamın yanındayım. Artık burada okuyacağım. Üzgünüm. -Uyy ne dedun, ne dedun? Ablası kılıklı, yediği kaba pisleyen uşak. Sizi doğırdığım güne lanet olsin. Bir daha da bu eve gelmiysin anladun mi beni? Benum artuk sizin gibi kızlarum yoktur. Tam cevap verecektik ki telefon suratımıza kapandı. İkimizde birbirimizin suratına baktık. Gökçe çok üzgündü ben de alışmıştım artık. -Abla, ne yaptık biz Allah aşkına ya? Adam mı öldürdük? Sadece okumak istedim ya. Bu kadar abartılmamalı. Yeter artık. -Böyleler işte,Gökçe. Boşver, üzülme daha fazla. Bana yıllar önce yaptıklarını unutmadım ben daha. Neyse hadi gel bak senin odan var burada biliyor musun? İçime doğmuş yıllar önce yapmıştım. Gelirsin belki diye. Bu güne kısmetmiş. Sen yerleşedur ben de bir içeriye gideyim. Gökçe’yi odasında bırakıp salona gittim ve telefonumdan Çelebi’yi aradım. Hemen açıldı. -Alo Süreyya, İyi misin bir sorun mu var? -Hayır, hayır iyiyim. Sadece bugünkü planı ertelesek olur mu diye soracaktım? -Yorgunsun değil mi, daha yeni çıktık hastaneden? Düşünemedim kusura bakma. -Yok, yorgun değilim. Kardeşim gelmiş de Trabzon’dan onu yalnız bırakamam şimdi. -Öyle mi? Tabi o zaman. Önemli değil. Elbette erteleyebiliriz. -Teşekkür ederim, görüşürüz o zaman. -Rica ederim, Görüşürüz. İçerden Gökçe geldi. İkimizde koltuğa oturduk ve başladık dertleşmeye.
|
0% |