@yazardide
|
*SÜREYYA'NIN AĞZINDAN* -Hadi be Gökçe! Geç kalacağız. Kaplumbağalar bile senden daha hızlı hayvanlardır ya. -Abla tamam. Geldim geldim, sakin ol. -Bak valla gideceğim tek başıma, sen otobüsle gelmek zorunda kalacaksın. Pazartesi günü okula gitmek için hazırlanmış kapının önünde çıkmaya hazır bir şekilde Gökçe’yi bekliyordum. Çünkü kendisi o kadar ağırkanlıydı ki anlatamam. En sonunda elinde çantası üzerinde okul formalarıyla odasından çıkıp yanıma geldi. -Geldim işte ablacığım. Ne otobüsü öyle, duymayayım bir daha otobüs falan. -Yürü hadi yürü minik kaplumbağa geç kalacağız. Bin bir güçlükle de olsa evden çıkabildik. Dışarıda hafif bir yağmur yağıyordu. Çok ıslanmadan hemen arabaya bindik. Okula doğru sürmeye başladım. -Yağmurlu havaları hiç sevmiyorum abla. Böyle günlerde uyanasım bile gelmiyor. -Aslında haklısın böyle havalarda tam kahve ve kitap keyfi yapacaksın ama bazı sorumluluklarımız var. Hem mesela bazı sıradan şeyleri eğlenceli hale getirirsen bundan keyif alabilirsin. -Yağmurdan nasıl zevk alabilirim ki abla? Sadece ıslanırsın. -Yağmurun altında dans edebilirsin. Yürüyebilirsin. Yerdeki su birikintilerine zıplayarak eğlenebilirsin. Daha bir sürü şey var. -Evet, bunların hepsinde ıslanırsın. Zaten geçen gün hastalıktan kıl payı kurtuldum. Şimdi bir de ıslanıp hasta olamam. -Hayat sana “al bu eğlence” demeyecek. Senin toprağı kazıyıp eğlenceyi bulman gerek. Yoksa çok sıkılırsın. Neyse bak geldik. İşte yeni okulumuz. İkimizde arabadan indik. -Abla, burası kolejmiş. Beni devlet okuluna yazdırsaydın keşke. Buranın parasını nasıl ödeyeceğiz? -Ne alaka para mevzusu şuan? Sen okulunu oku, başarılı ol gerisini de düşünme. Ablan her şeyi halleder. Hadi gel müdür yardımcısının yanına gidelim de geldiğini söyleyelim. Okula girdik. Gökçe her yere pürdikkat bakıyordu. Betül Hanım’ın odasına kapıyı tıklatarak girdik. -Aa, Süreyya hocam buyurun lütfen. -Merhaba Betül hocam, Kardeşim Gökçe’nin kaydı oluşturuldu mu acaba? -Tabi ki. 11/C şubesinde okuyacak. Başarılı bir eğitim öğretim yılı diliyorum Gökçe’ciğim. Haydi sen sınıfına git. Arkadaşlarınla tanış. -Peki hocam. Gökçe gözleriyle bana görüşürüz dedikten sonra odadan çıktı. Bizde Betül Hanım’la bir kahve içip öğrencilerin durumu hakkında konuşmaya daldık. *GÖKÇE’NİN AĞZINDAN* Müdür yardımcısının odasından çıktıktan sonra 11/C şubesini aramaya koyuldum. Sanırım 3. Kattaydı. Hemen çıktım. 11/A, 11/B. Heh işte oradaydı. İki yıl boyunca okuyacağım sınıf, 11/C. Kapıdan içeri tam girecekken çıkan başka birisi beni görmedi ve bana çarptı. -Yavaş be kızım! -Asıl sana yavaş. Biraz daha dikkatli olabilirdin. Böylelikle ikimizde zarar görmezdik. -Edebiyat yapmayı bırak. Önüne baksaydın çarpışmazdık. -Hem suçlusun hem güçlüsün. Nesin sen padişah falan mı? Sana mı tapılıyor bu okulda, sen misin buranın başı? -Ha yok o ben değilim. O Onur Aydınoğlu. Ben Hakan, Hakan Çınarlı. Ama sen istersen bana hayatımın aşkı diyebilirsin. Çocuk bana kızmayı bırakıp yürüme veresine geçmişti. Neyse ki yanımıza gelen bir kız beni kurtardı. -Hakan, ayıp abi kız daha yeni gelmiş. Bir rahat bırak. Hadi gel sınıfa girelim. Bak benim yanım boş bir tek. Senin için sorun olmazsa beraber oturabiliriz. -Yok, sorun değil de en önde mi oturuyorsun gerçekten? -Evet, neden ki? -Bütün eğitim hayatımı göz önüne alarak ilk kez en öne oturacağım da… -Merak etme en önde oturanlar görünmez gibidir. Hocalar soru soracağı zaman hep arkalara bakarlar. Ama zaten sorarlarsa da cevaplarız. Selin ben bu arada. Uzattığı elini sıktım ve sıraya oturduk. -Memnun oldum, Gökçe ben de. Benim daha ders programım yok da şimdi hangi derse gireceğiz? -Cuma günü son iki dersimiz edebiyattı ve hocamız ki çok iyi bir hoca görsen çok seversin. Dersi inanılmaz keyifli işliyor. Neyse ne anlatıyordum. Heh buldum. İşte derste bir kitabın adını bilemediğimiz için onu okumamızı istemişti. Büyük ihtimalle onun özetini falan isteyecek. Şimdiki iki derste edebiyat sonra iki saat biyoloji var sonra resim iki saat tarih, tarihin ilk saati öğle arasına denk gelecek ondan sonra da en son resim atölyesine ineceğiz. -Yani şimdi ilk ders edebiyat mı? -Evet, sevmez misin edebiyat? -Sevmem değil de… -Ama bak hocamız yeni geldi ve o kadar tatlı birisi ki. Eski hocamız çok kötüydü hiçbir şey anlamazdık. Ama Süreyya hoca sayesinde şimdiden netlerimiz artmaya başladı. Bak gelir birazdan görürsün sende. Bu arada öğlen beraber yemek yiyelim. -Tamam, olur yeriz. Biz konuşurken içeriye birisi girdi. O kadar yakışıklıydı ki bir kaç saniye gözlerimi ondan ayıramadım. Kimseyi takmayan bir havası vardı. Ama aynı zamanda ilgili gibiydi de. İnsanı kendine çeken derin bakışları vardı. Ama fark ettim ki bu bakışlar bana değil sıra arkadaşım Selin’eydi. Selin’i dürttüm. -Selin bu çocuk kim? -Onur o. Ona çok takılma sen, bulaşmamaya çalış. -Hakan’ın bahsettiği Onur Aydınoğlu mu? Soyadı ve okul adı bir tesadüf mü? -Hayır, tabi ki... Abisi okulun sahibidir. O yüzden okulda istediğini yapıyor. -Anladım. Zil çaldı herkes yerine oturdu ve kendi aralarında hoca gelene kadar okudukları kitap hakkında konuşmaya başladılar. Bu nasıl bir okuldu böyle. Ne uzuneşek oynayan erkekler ne de kavga edip makyaj yapan kızlar vardı. Daha kimsenin ağzından küfür bile duymamıştım. Şaşırtıcıydı. Ben şaşırırken içeriye ablam yani edebiyat hocamız girdi. *SÜREYYA’NIN AĞZINDAN* 11/C sınıfıyla dersimiz vardı. Hemen sınıfa girdim. Sınıfta ilk kez bir uğultu vardı ama kavga etmiyorlardı. Okudukları kitabı birbirlerine anlatıyorlardı. Gözlerim arkaya baktı. Onur’u gördüm ama Gökçe’yi göremedim genelde en arkaya otururdu. Daha sonra Selin’e baktığımda yanında Gökçe’nin oturduğunu gördüm. Gülmeden edemedim. O da neden güldüğümü anlamış olacak ki hemen kaşlarını çattı. Ona fazla bulaşmadan derse başladım. -Evet arkadaşlar, okuduk mu Kürk Mantolu Madonna’yı? Sınıf hep bir ağızla cevap verdi. -EVET! -Kimdi peki yazarı? -SABAHATTİN ALİ! -Harikasınız. Kitabın ana karakterlerini de söyleyin bakalım. -MARİA PUDER VE RAİF EDENDİ! -Artık bu kitaptan soru kaçırmazsınız. Hadi dersimize dönelim. Ders bitiminde sınıftan çıktım. Telefonum ısrarla çalıyordu. Bilinmeyen numara olduğu için açmak istememiştim ama sonunda açtım. -Efendim. Karşıdan bir kadın sesi geliyordu. -Süreyya Tuncer sen misin? -Benim, ben kiminle görüşüyorum? -Demek seni sonunda buldu ha? Ecelinle görüşüyorsun hayatım, ecelinle… -Anlamadım? -Bugün saat beşte merkezdeki parka gel. -Neden gelecekmişim? -Merak etme hemen öldürecek halim yok, azıcık tehdit azıcık şantaj azıcık da korku Çelebi’den uzak durmana yetecektir. -Çelebi mi? -Çelebi ya! Benim iki senelik nişanlım. -NİŞANLIN MI? -Nişanlım tabi ki! Kafam çok karışmıştı ama sanırım anlamıştım. -Tamam, buluşmamıza gerek yok. Ben onun nişanlı olduğunu bilmiyordum. Onunla bir daha asla görüşmem. -Bunu bu kadar kolay yapan ilk kadınsın. -Ben, nişanlı bir adamın yanında duracak gurursuz bir kadın değilim. Yine de haber verdiğiniz için teşekkür ediyorum ve istemeden de olsa sizi üzdüğüm için özür diliyorum hoşçakalın. Kadının konuşmasına fırsat vermeden kapattım telefonu. Doğru mu duymuştum?. Çelebi için nişanlı mı demişti. Bir anlık gözüm karardı. Telefonum elimden düştü. Dengemi kaybedip koridorun duvarına doğru düştüm. Arkamdan bana seslenildiğini duyuyordum ama kafamı çevirmeye mecalim yoktu. En son yanımda Onur’u gördüm galiba. -Hocam iyi misiniz? -Onur? -Evet, hocam benim. İyi misiniz? -İyiyim. Sadece beklemediğim yerden vuruldum. Güvendiğim dağlar kayak merkeziymiş haberim yokmuş. -Hocam sizin için ne yapabilirim? -Telefonumu verir misin yerden? Onur ikiletmeden hemen yerden telefonumu verdi. Hemen numaralardan Çelebi’yi engelledim. Onur’a dönüp teşekkür ettim ve yanından ayrıldım. ONUR’UN AĞZINDAN Ders bitince sınıftan çıktım. Zaten edebiyattan başka derse girmiyordum. Bahçede oturmak iyi bir fikir gibi gelmişti. Ellerim cebimde yürürken ilerde Süreyya hocanın telefonunu düşürdüğünü gördüm. Ardımdan kendisi de duvara doğru düşünce endişelendim ve ona seslendim. Duymuyordu, yanına koştum. Sersemlemiş bir hali vardı. Nesi olduğunu sorduğumdaysa güvendiğim dağlar kayak merkezi olmuş gibi bir şeyler geveledi. İlk anlayamadım. Sonra benden yerdeki telefonunu istedi verdim. Hemen abimin numarasına gitti ve engelledi. Sanırım gördüğümü görmemişti. Sonra da bana teşekkür etti ve duvardan destek alarak gitti. Arkamdan birisi bağırıyordu. -Abla? Bu yeni gelen kızdı -Abla mı? -Ablamın nesi var iyi mi? Ne olmuş? -Merak etme bir şeyi yok tansiyonu düşmüş biraz. Kendine geldi bile zaten. Kardeşim yanıma endişelenip gelmesin bir şeyim yok dedi bana. -Gerçekten mi? İyi tamam madem... Teşekkür ederim. Yanımdaki yeni kız sınıfa geri gidince hemen abimi aradım. O da hemen açtı telefonumu -Alo Onur, iyi misin? -Ben iyiyim abi de Süreyya hoca hiç iyi değil. -Ne oldu Süreyya’ya? Birisi mi geldi okula? -Hayır, abi kimse gelmedi. Ne olduğunu bilmiyorum ama dedi ki güvendiği dağlara kar yağmış. -Süreyya böyle bir şeyi asla seninle konuşmaz ki. -Kendi kendine konuşurken duydum zaten ben. Bir de senin numaranı engelledi haberin olsun. -Nasıl yani? Ne olmuş olabilir ki? Tamam halledeceğim ben. Çelebi telefonu kapatıp hemen Süreyya’yı aradı ama arama düşmedi. Süreyya gerçekten engellemişti Çelebi’yi.
|
0% |