Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@yazarhanifedemir

Hayatım boyunca hep bir şeyleri değiştirme çabasıyla yasadım. Okuldaki zorbalıklara dur demek için sıfımdaki bazı baba yiğit öğrencileri gruplandırdım.


Öğrencilere haksız not veren öğretmenleri milli eğitime faks çekerek bildirdim.


Mahellemde ki kendini delikanlı sanan başı boş köpekleri şikayet ettim.


Hiçbir haksızlığa boyun eğmeden okudum ve alıp verdiğim nefesleri hak ettim.


Şimdi hiç bilmediğim insanlarını ve hiç alışık olmadığım havasını suyunu tenefüs etmeye hatta onlar ile yaşamaya gidiyordum.


Beni nasıl karşılayacaklarını merak ediyor, içimde küçük bir endişenin tohumu her geçen saatte biraz daha büyüyordu.


Her şey belirsiz olsa da kesin bildiğim ve emin olduğum bir şey vardı; kendim.


Kendimden emindim ki asla pes etmeyecek elimden geldiğince o insanlara yararlı olmaya çalışacaktım.


Uzayıp giden yola ve ara sıra kaçamak bakışlarımı uyuyan adama çevirirken bunları düşünüyor, yollar daha bir uzun geliyordu.


Kararmak üzere olan havayla çantamdan çıkardığım Reşat Nuri Güntekin'in o muhteşem eseri Çalıkuşu'nu çıkarıp okumaya başladım.


Belki de on kere okumuş ama hâlâ ilk günkünün heyecanı ile okuyordum.


Ne kadar süredir okuduğumu bilmiyordum ki adamın sesiyle irkildim.


"İnsan birini sevmek felaketine uğradımı esir gibi bir şey oluyor."


Bakışlarımı şaşkınca gerilip gözlerini ovalayan adama çevirdim.


Çalıkuşu'ndan bir alıntı yapmıştı ve okuyan bir tip olduğunu düşünmediğim için bu beni şaşırtmıştı.


Sanırım gerçekten insanları görünüşüne göre yargılamamak gerekiyordu.


"Daha önce okudunuz mu?" Diye sordum merakla kitabın kapağını örterek.


"Belki üç defa" dedi gözlerini kısıp düşünerek.


Başım ile onaylayarak geriye yaslandım.


İkimizde bir süre sessizce pencereden dışarıyı izledik.


"Yolculuk nereye hanımefendi?" Diye sordu sonunda.


"Kars Sarıkamış" dediğimde kaşlarını havaya kaldırıp düşünceli bir şekilde yüzüme baktı.


"Sarıkamış da ne işiniz var? Ziyaret ya da seyahat mi?" Diye sordu gözlerini kısıp ben ise bu kadar fazla sorgulamasından rahatsız olsam da kibarlığı elden bırakmamak için cevap verdim.


"Hayır, görev icabı gidiyorum" dediğimde başını belli belirsiz sallayıp pencereye döndü.


Bayağı düşünceli dursa da başka bir şey sormadı.


Bende başımı cama yaslayıp ağırlaşan gözlerimi yumdum.


Artık yorulmuş uyumak istiyordum ama yanımdaki adamdan çekindiğim için bu pek mümkün değildi.


İçimin geçtiği birkaç dakikanın ardından gözlerimi araladım ama karşımdaki boşlukla yaşlandığım yerden doğrulup bakışlarımı odada gezdirdim.


Odada olmadığını görüp küçük bavulumdan bir örtü çıkarıp uzandım.


Burnuma gelen sıcak çay kokusu ile gözlerimi araladığım da yabancıyla göz göze gelmiş irkilerek doğrulmuştum.


Üzerime başımı düzeltip aramızdaki küçük sehpanın üzerindeki kahvaltıya değdi bakışlarım.


"Günaydın" dedi tebessümle çayından bir yudum alarak.


"Günaydın" yeni uyandığım için sesim zorlukla çıkmıştı.


"Elinizi yüzünüzü yıkayında bir an önce başlayın, çayınız daha fazla soğumadan"


Diyerek bardağımı göz ucuyla gösterdiğinde yeni fark ettiğim bir detayla kaşlarımı çattım.


İki kişilik bir kahvaltıydı.


"Aa Ne münasebet! Neden bir yabancı ile kahvaltı edecekmişim"


"Sakin olun. Siz elinizi yüzünüzü yıkayın gelin, ben giderim rahat rahat kahvaltınızı edersiniz." dediğinde ağır hareketlerle doğrulup yürüyerek vagondan çıktım.


Verdiği anlayışlı cevap neden ise içten içe beni rahatsız etmişti.


Haklıyken kaba davrandığımı düşündürmüştü bana.


Bunu nasıl yapmıştı Allah aşkına!


Geri döndüğümde gerçekten yerinde yoktu.


Hatta hiçbir eşyası yerinde durmuyordu.


Bu da bana gittiğini düşündürmüştü ama kibarlık gereği bir veda etmeliydi.


Belki kaba davranışımdan dolayı gerek duymamıştı.


Geçen uzun günün ardından Kars'a gelmiştik.


Trenden indiğimde esen rüzgar ile titredim.


Soğuğu keskin bir bıçak gibi insanın içine işliyordu.


Bakışlarımı çevremde gezdirdim ki kısa boylu hafif tombul takım elbiseli bir adam önümde belirdi.


"Hoş geldiniz kaymakam hanım" dediğinde tebessümle karşılık verdim.


"Hoş buldum, siz.."


"Valim karşılamamı emretti ben İhsan müşerref oldum hanım efendi. Bugünden itibaren bütün resmi işlerinizde eliniz ayağınız olacağım." Diyerek elimdeki küçük bavulu almış başka bir adama el hareketi yaparak çağırdı. Kısa boylu tıknaz üstündeki kıyafetlerden hamal olduğu belli olan bir genç benim büyük bavullarımı çoktan el arabasına doldurmuş bizi görünce yanımıza doğru koşturarak geliyordu.


"Bende müşerref oldum ihsan bey. Beni nasıl tanıdınız?" Diye sordum merakla.


"Sizden önce dosyanız geldi kaymakam hanım. Resminizi gördüm" dedi utana sıkıla.


"Alâ" diyerek gülümseyip sonunda kalabalığı yarıp gelmiş genç çocuğa baktım.


"Hadi Cihan oğlum al şu kaymakam hanımın çantasını da arabaya yerleştir." Dediğinde baş üstüne diyerek meraklı çekingen bakışlarını bana çevirip birkaç saniye üzerimde tutup hızla çektikten sonra kalabalığın arasına tekrar dalıp çıkışa doğru koşturdu.


"Buyrun kaymakam hanım. Sarıkamış'a araba ile deva edeceğiz." diyerek çıkışı gösterdi. ben ise hala meraklı bakışlar ile çocuğun görüş açımdan kaybolup gittiği noktaya bakıyordum ama bozmadan takip ettim.


"Kusruna bakmayın kaymakam hanım, çocuğun heyecanına ve şaşkınlığına verin. İlk defa kadın bir Kaymakam görüyor." Dediğinde kaşlarımı havaya kaldırıp sertçe yutkundum.


İlçeye ayağımı basar basmaz ilk yadırgayan bakışların hedefi olmuştum bile.


Cevap vermeden sessizlikle takip ettim.


Siyah 1964 model Chevrolet Impala park halinde bizi bekliyordu.


Az önceki genç, çoktan bagaja bavulları koymuş olacak arabanın yanında bekliyordu.


"Tamam Cihan teşekkürler. Sen git artık" diyen İhsan ile başını hızlıca sallayıp kayboldu.


Şoför olduğunu tahmin ettiğim adam başını hafifçe eğip kapıyı açtı.


"Özel şoförünüz Kaymakam hanım. Ruhi bey" diyerek tanıttı İhsan.


50 li yaşlarında olan zayıf yüzü kırışıklık dolu adam sessizdi ama gözleri hiç durmadan konuşuyor gibi bakıyordu.


Boğazımı temizleyip açılan kapıdan içeriye kendimi attım.


Şoför yanına da İhsan otururken hareketlenen araba ile bakışlarımı kalabalığa çevirdim ve orada gördüm.


Henüz ismini bile bilmediğim ama aynı vagonu paylaştığım adam kalabalık içinde tek koluna attığı el çantası ile yürüyordu.


Araba dönerken başımı geriye çevirmiş arka camdan ona bakmaya çalışsam da çoktan kalabalık içinde kaybolmuştu.


Demek hâlâ trende idi. Hâlbuki ben bir durak önce indiğinden emindim, zira çantasını da alıp gitmişti.


Son durağımızın bile aynı olduğunu şimdi öğrenmiştim.


Madem aynı yere gelecektik neden söylemedi ya da neden işimi sormadı?


Kafamın içi bir yabancıya ait sorularla boğuşurken sinirlenip dikkatimi ilçeye vermek için bakışlarımı araba camından dışarı çevirdim.


Kurak sarı düzlükler arasında görünen küçük eski binalar görünmeye başlamıştı.


Hepsi nizami bir şekilde yan yana dizilmiş görünüyor, düzlükler sayesinde ufku bile görmek muhteşem bir doğa fotoğrafı gibi gözler önüne seriliyordu.


Tek tük insanlar görünmeye başladığında geldiğimizi anlamıştım.


Çarşı diye tahmin ettiğim yerden geçerken insanlar ve dükkanlar çoktan kalabalıklaşmaya başlamıştı bile.


İlçe den çok bir kasabayı andıran belde manzara yönünden güzel bir coğrafyaydi.


Üzerinde Kaymakamlık yazan binaya gelince sıvası dökülmüş eski bir bina olduğunu gördüğümde biraz hayal kırıklığı yaşasam da işimin bina ile ilgili olmadığını kendime hatırlattım.


Önemli olan görevimi layıkıyla yapmaktı ve bunun için bir çatıya bile ihtiyacım yoktu.


Açılan kapıyla bakışlarımı binadan çekmiş kendimi dışarı atmıştım. Soğuk rüzgar yüzümü yalayıp geçerken titrediğimi hissetmiş kollarımı birbirine bağlamıştım.


"Dışının böyle göründüğüne bakmayın Kaymakam hanım o işi Fırat evladımız halledecek Allah'ın izniyle" diyen adam ile kaşlarımı çattım.


"Fırat?" Sorgulu bakışlarımı adamın üzerine tuttuğumda arkamdaki bir noktaya büyük bir gülümseme ile baktı.


"Ahan da geldi işte." dediğinde başımı arkaya çevirmiş ve görüş açıma giren beden ile yüzüm şaşkınlıkla kasılmıştı.


Onun da zümrüt gözleri bana değdiğinde dudakları yaramazca yukarı kıvrılmış saniyeler içinde bakışlarını çekmişti.


"Nerede kaldın Fırat oğlum ya"


Homurdanan İhsan bey ile bakışlarımı ikisi arasında gezdirmiş. Arabanın başında duran şoför Ruhu'nin bile ifadesiz yüzü Fırat'ı görünce aydınlanmıştı.


Neler olduğunu anlayamayan ben ise öylece hareketsizce olan biteni izliyordum.


"Kusura bakma İhsan abi dün ki treni kaçırdım. Bu sabah zor bela buldum bir tane. Kondüktör Tahsin abi olmasa açıkta kalıyordum valla" diyerek alaylı bakışlarını bana çevirdiğinde gözlerim şaşkınca büyümüştü.


Resmen oyuna gelmiştim.


Bir dakika...


Yoksa en başından beri kim olduğumu biliyor muydu?


Loading...
0%