Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm

@yazarhanifedemir

Henüz düzenlemedim, bekleyenler için paylaşıyorum. Yarın düzenler tekrar atarım.


Tanrı'nın varlığını hayatım boyunca sorguladığım günler şimdi bir ip olmuş boğazımı sıkıyordu. En kötüsü de iyi insan, kötü insan saçmalığı etten bir varlık olmuş hayatımı taciz ederken ne yapabilirim ya da nasıl kaçabilirim bilmiyordum. Bir gün içinde alt üst olan dünyam çoktan bavulunu toplamış bana el sallıyordu da nasıl başa çıkacağı mı anlatmıyordu.


Bir labirentte sıkışmışım da elimde ne bir harita ne de yol gösteren vardı.


Belki de bu yüzden saatlerdir kalbim ağzımda atarken tek yaptığım gri renkteki kaskete bakmak oldu.


Bunların hepsinin bir kâbus olduğuna hâlâ inanan bir yanım tereddüt etmeden hemşireye şapkayı sorduğunda, kadının tek söylediği takım elbiseli bir adamın bıraktığıydı. Tabii bir de bana "Karar verdiğimde takmam gerektiğini" söylemiş olması. Yani olumsuz bir cevap vermem ile ilgili bir seçenek sunmamıştı.


Hayatım boyunca gözlerinin içine bakarak kafalarının içindekilerini okuyabildiğim binlerce suçlunun sonunda ödül olarak dünyayı kurtarma şerefini veriyorlardı.


"Aman ne güzel bir ödül"


Binlerce küfürü sıralarken kimeydi emin değilim. Belki de bahtsız kaderim.


Bıkkınlıkla yatağımdan doğrulup pencereye yürüdüm.


Hava yine yağmurlu, insanlar yine ellerinde şemsiye ıslanmaktan korkuyordu. Yağmur damlalarından bile korkan bu insanlara dünyanın sonunun geldiğini söylemek ne kadar doğru bir hareket olurdu? Zaten muhtemelen deli gömleği giydirip bir yere tıkarlardı beni.


İnsan en çok duymaktan korktuğu şeyi delilik olarak görürdü.


"Hıh!" Dudaklarımdan alaylı bir sesin çıkmasına izin verdikten sonra elime şapkayı aldım.


Sadece fantastik filmlerde gördüğüm şey şimdi benim başıma gelirken, pek de mutlu değildim. Belki de bu yüzden fantastik ya da bilimkurgu dizilerini hiç sevmezdim. Çünkü insan bu tür filmleri izleyince ister istemez başrol karakteri ile empati kuruyordu ve ben dünyayı kurtarmak zorunda olan bir karakter ile empati kurmak istemezdim. Film zevkime bile yön veren bu umursamazlık seviyemin geldiği durum ironik değil de, neydi?


Sanki öğretmenim cevabını bilmediğim basit bir problem sormuş da, sınıfta herkes parmak kaldırırken ben göz göze gelmemeye çalıştığım an da beni seçmiş gibi hissediyordum.


Başıma şapkayı takmadan önce çaresizliğime küfredip gözlerimi kapadım. Birkaç saniye bekleyip açtığımda dünyanın sonunda değil, kendi evimdeydim.


"Karar vermen biraz daha uzun sürer sanıyordum" irkilip arkamı döndüğümde aynı adam tekli koltuğumda oturmuş kitap okuyordu.


"Dostoyevski mi o?" Kitaba parmağımı uzatıp sorarken çok tuhaf bir görüntü olduğu aşikardi.


"Ah! Evet. Ne diyebilirim ki, bu adam yazdıklarıyla beni her zaman etkilemiştir. Sence de çok fazla içsel kavgaları olan bir adam değil mi?"


"Bu çok tuhaf" diyerek ellerimi salladım.


"Seninle oturup kitap yorumlamayacağım"


"Ah! pardon. Kusura bakma rafta görünce kendimi çok fazla kaptırmışım. Ee nerede kalmıştık" diyerek ayaklanan adam bir taraftan kitabın arasına ayracı koymuştu. Okumaya devam edeceğini falan mı sanıyordu? Göz devirip kitabı elinden alıp ayracı çıkardım. Rafa geri koyarken "Okuyacaktım" dediğinde sinirle ona döndüm.


"Şu kahrolası Dünya'yı kurtardıktan sonra okursun!"


"Bu kadar kolay olacağını sanmıyorum ama bunu düşüneceğim"


Diyerek cebinden siyah bir kasket çıkarıp "gözlerini kapatma" dedi.


Başımdakini kendi başına takıp benim başıma siyah olanı taktı.


"Teşekkürler ama hiç zevkime hitap etmiyor" Elimi başıma götürürken durdurdu.


"Süs değil bunlar evlat!"


"Nasıl yani?"


"Bu şapkalar zihinsel yolculuklar için. Yani, nerede ve nasıl olmak istersen, bu şapkalar bunu sağlıyor."


"Bu yüzden mi gözlerimi kapatmamamı istedin?"


"Evet, aksi takdirde gözlerini açtığında kendini hastanedeki yatağında bulurdun."


"Anladığım kadarıyla bedenim şu an hastanede uyuyor"


"Aynen öyle"


"Peki, şimdi ne yapıyoruz?"


***


"Anlamadım, bir kan emici vampirden mi yardım isteyeceğim?" Diye sordum tek kaşım hava da.


"Evet" dedi karşımdaki adam sakince.


"Artık kesinlikle uykuda olduğuma inanmaya başladım. Vampir fantastik bir karakter değil mi? Gerçek dünya da vampirlerin ne işi var ulan!"


"Bence onu ilk vampiri ortaya atan yazara sormalısın. Zira belki de vampirleri yazmak için büyük bir hayal gücüne ihtiyacı yoktu." gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırırken durumun absürtlüğüne inanmakta güçlük çekiyordum.


"Yani, kendi bir vampir miydi?"


"1700'lü yıllardan beri vampirler bir gerçek. Sen sadece onları bir film karakteri olarak tanıdın"


"Her neyse, peki sen nesin?"


"Daha önce de söyledim. Ben bir danışmanım"


"Yine de türün ne, bilmek isterdim" dedim tereddütle.


"Hım, Eğer daha önce yuvan neresi diye sorarsan, Cennetti."


"Bir meleksin"


"Öyle de denebilir"


"Kafam çorba oldu" dedim yüzümü buruşturarak.


"Kendine biraz zaman ver. Önceliğimiz bu vampiri safımıza çekmek"


"Neden sen sormuyorsun?"


"Çünkü, bizim türümüzden pek hoşlandığı söylenemez" dediğinde düşünceliydi. İçimden bir ses yem olduğumu söylese de, itiraz etme şansımın olduğunu sanmıyordum.


"İnsanlardan hoşlanıyor mu demek bu?"


"Oh! Kesinlikle" derken alaylı bir tebessümle baktı.


Pislik herif!


"Onun akşam yemeği olmaya niyetim yok! Git ve kendin sor."


"Düşündüğün gibi bir şey olmayacak, inan bana" derken samimi görünse de umursamadım.


"Hayır!"


Dediğimde başıma siyah şapkayı çoktan geçirmiş, kendi mi büyük bir yapının önünde bulmuştum. Filmlerde şato gibi yapılar olurdu ama bu daha çok labirente benzer, büyük surları olan taşlarla örülmüş bir yapıydı.


Çevresi yeşil sarmaşıklar ile kaplanmış beyaz nergisler uçuşuyordu.


"Yanlış bir yere geldik sanırım" diye mırıldandım hayranlıkla.


Zira bu görüntü resimden hiç anlamayan beni bile çizmeye özendirmişti. Önümde sarı renkli tavşanlar cirit atıyordu desem abartmış olmazdım.


"Yazarlar her zaman gerçeği yansıtmaz" diyerek önden yürürken ben de onu takip ediyordum. Üzerinde büyük kırmızı elmaların olduğu bir ağacın altından geçerken ağzımın suyu akmış, onlara uzanmak isteyen parmaklarım karıncalanmıştı.


"Bunlardan yiyebiliyor muyuz?"


"Hiç tavsiye etmem. Zira Amor paylaşımcı bir vampir değildir. Sen ilk dilimi almadan parmaklarını koparır" derken gayet sakin bir tonda konuşmuş benim ise korkudan kalbim olduğundan daha hızlı atmaya başlamıştı.


Açılan devasa kapıyla önümüze bir kız çıktı. Siyah bir simokin giymiş bu kızın başında da fötr şeklinde sarı bir şapka vardı. Saçları sarı çizmeleri ise beyazdı.


"Bay Amor sizi bekliyor" dediğinde şaşkınlıkla Pablo'ya döndüm.


"Kokunu almıştır. Ben seni aşağıdaki salonda bekleyeceğim."


"Sen gelmiyor musun?"


"Hayır, seni bekliyor" dedi sadece ve kayboldu. Ben ise merdivenleri çıkan kızı takip ettim.


Resmen beni kan emici bir canavarın eline bırakıp kaçmıştı. Kalbimin hızı yeniden artarken kusmak üzere olduğumu hissettim. Resmen akşam yemeği olmaya gelmiştim.


Birkaç kat çıktığımız da şaşırdım. Çünkü dışardan en fazla iki kat görünen bir yapıydı. Ama içi daha büyüktü.


Siyah renkli iki kapılı bir kapının önüne geldiğimizde kız iterek, geçmeme izin verdi. Salonun ortasında bir şelale vardı ve ben gözlerimi alamıyordum. Ta ki daha etkileyici bir yüz ile karşılaşana kadar. Hemen arkasında ki taht da oturan beden ile göz göze geldiğimde adeta zaman durmuştu.


Başındaki siyah şapkası, beline kadar gelen sarı saçlarını ön plana çıkarmıştı. Gri renk gözleri etkileyici olduğu kadar hissizdi. Üzerindeki siyah renk simokinine dizine kadar gelen beyaz çizmeler eşlik ediyordu. Ve evet, bir kadın kadar etkileyici yüz hatları vardı.


Pürüzsüz teni ay kadar parlaktı.


İlk defa böyle bir erkek ile karşılaştığımdan mi bilinmez, biblo diye tasvir edebileceğim kadar ender ve kırılgan görünüyordu.


"Hoş geldiniz bay sıcak kan"


Biraz yorum ve beğeni gelirse, yazmaya da hevesim olur. Bol bol yeni bölüm atarım. Aksi takdirde diğer kitaplarım gibi olacak 🥺


Loading...
0%