
Göz kapaklarım birden açıldı ve yattığım yerden o kadar hızlı kalktım ki ani hareketimle beraber odada bulunan herkes ayaklanıp delice bir şey yapmamı beklercesine kendilerini buna hazırladılar. Ellerim zihnimden bağımsız her an savuracağı büyüyle üzerime gelmeye kalkanı geri püskürtecekmiş gibi bükülürken, “Kiara?” diye seslendi Leo, sesindeki gerginliği kaçırmadım. Gözlerim ona değmedi ama odanın içerisinde fıldır fıldır dolandı. Kimseye bakmadım, kimse umurumda değildi. Görmem gereken tek bir kişi vardı.
“Aklın başında mı?”
“O nerede?” diye tısladım sonunda Leo'ya bakarken. Adrian'ı görememek içimdeki gücün fokurdamaya başlamasına neden oldu. Bir anda, benim bile yadırgayacağım kadar hızla öfke beynimi ele geçirdi. Gücün damarlarıma aktığını hissettim, gözlerim sanki alev gibi yanıyordu. Etrafımı çember şeklinde kuşatmış küçük kalabalık istemsizce bir adım geri çekildiğinde üzerlerine doğru sert bir adım atıp yineledim.
“Adrian nerede?”
Esta, Tyler, Leo, Saque ve korkusunu saklama gereği duymayan Hudson'ın garip bakışlarına maruz kalırken Leo, “Siktir, Ad, işemenin şimdi sırası mıydı? Cadı bizi şöminede odun gibi yakacak. Çık artık şu bok çukurundan!” diye bağırdı.
Bir kapının açıldığını duydum ve çok geçmeden salonun girişinde Adrian belirdiğinde ellerim savaş modundan çıkarak serbest kaldı. Koşar adım ona doğru ilerledim, o da bana doğru geldi. “Adrian,” diye sayıklayıp sanki yüzyıllardır ondan aydı kalmışım gibi ona sıkıca sarıldım. Bedenime dolanan kolları beni kaburgalarının arasında saklamak istercesine sıktı. Elbisenin açık kalmış olan fermuarı yüzünden çıplak sırtıma değen sıcak ellerinden akan sahiplenici tutuşunun verdiği his tepemden başlayıp ayak parmak uçlarıma doğru yayılarak beni hızla mayıştırdı. O kara güç ve uçsuz öfke, bir ahtapotun kollarını geri çekmesi gibi kayarak zihnimden uzaklaştı. Geriye endişe, korku ve ne olduğunu anlayamamanın verdiği o tuhaf duygu yumağı kaldı.
Bu sırada Tyler'ın sesini kısık tutarak yanında duran Esta'ya, “Sanki yüzyıllardır ayrı kalmış gibi davranmaları normal mi?” diye sorduğunu işittim.
“Sanırım normal,” dedi Esta, sesi şüpheliydi. “Yani... sanırım... Siktir! İkisinin arasında olan şey cidden de gerçek baksana!”
Bu sessiz konuşmaya Leo da dâhil oldu. Onları duyabiliyordum, çünkü düşündükleri kadar sessiz değillerdi ve Adrian'ın dahi konuşulanları duyduğuna emindim.
“Komiksin Esta! İkisinin arasında olan şeyin gerçekliğini şimdi mi anladın? Cadı seni duvara fırlattığında kafanı çarpmış olmalısın, yoksa bunu o an anlaman gerekirdi. Şahsen ben kukla gibi görünmez bir iple boğazımdan havaya asılmışken bunu çok iyi anladım!”
Onları birkaç saniye için daha görmezden gelmeyi seçerek, “İyi misin?” diye sordum, işte benim sesim gerçekten kısıktı ve bunu sadece Adrian duyabilmişti.
“İyiyim,” dedi benim aksime normal tonda konuşarak. “Sorun yok, ikimiz de iyiyiz,” diye devam ettiğinde toparlanmam gerektiğini hatırlayarak ondan uzaklaşmak istedim, ancak geri çekilmeme müsaade etmedi. Sıcak elleri okşar gibi sırtımda kaydığında içime titrek bir soluk çektim, bunu fark etti. Dudakları sadece benim ayırt edebileceğim minik bir kıvrıma ev sahipliği yaparken usta parmakları fermuarımı buldu ve hızla yukarıya çekti. Onu açtığı anı hatırlamamaya çalışırken boğazımı temizleyerek, “Bize ne oldu?” diye sordum.
Bir şeyin yere düştüğünü duyunca ancak Adrian'la olan ten temasımı kesebilmeyi başarıp ondan biraz da olsa uzaklaşabildim. Kafamı çevirip sesin geldiği yöne döndüğümde ayaklarımızın önünde kendisini yere atmış olan Hudson’a garip garip baktım. “Affedin efendim. Sizi durdurmak için üzerinize biraz uyku tozu atmak zorunda kaldım. Bağışlayın, niyetim asla zarar vermek değildi,” dedi ağlak bir sesle. Şaşkın bakışlarım Adrian'a döndüğünde derin bir soluk aldı ve ardından da “Ayağa kalk,” diye buyurdu. Hudson ağrıyan kemiklerinin verdiği acıyı dudaklarını birbirine bastırarak saklayıp çabucak doğruldu. Deve hörcügü gibi sırtında taşıdığı kamburu onu o kadar kısa gösteriyordu ki ayağa kalkması pek de bir değişiklik oluşturmamıştı.
“Şu buruşuk suratlının kıçımızı kurtarmış olduğuna hâlâ inanamıyorum,” dedi Leo kafasını iki yana sallayarak. O anları hatırlıyordum ama net değildi, önümde bir sis perdesi varmış gibiydi. Leo odanın içerisinde ilerleyip kapıyı açtı, bunu yaparken kapının ardında durmaya özen göstererek kendisini dışarıdaki günışığından korudu ve elini havada sallayarak Hudson'ı çağırdı. Sanki elinde bir kemik vardı ve köpeğini çağırır gibi davranıyordu.
“Hadi artık kış kış. Çürümüş bağırsak gibi kokuyorsun ve zavallı burnumun sana bu kadar katlanmış olması yeterli.”
Hudson asla itiraz etmeden pelerininin eteklerini tutarak iki büklüm kalmış bedenini dışarıya taşıma başladı. Her ne kadar kapı dışarı edilmesi sinirlerimi bozmuş olsa da müdahale etmedim, çünkü konuşacağımız konular önemliydi ve ona acıyor olsam bile güvendiğim söylenemezdi. Ancak yine de kendime engel olamayıp, “Teşekkür ederim Hudson,” diye mırıldandım. Bir an için kafasını kaldırarak bana baktı ve çirkin yüzünde garip, sanırım sonunda birazcık bile olsa değer gördüğü için mutlu bir gülümseme belirdi. Sonra Leo hızlı olmasını belirtircesine boğazını temizledi ve Hudson neredeyse yere kapaklanacakmış gibi seri adımlarla evi terk etti.
Leo kapıyı gürültüyle üzerine vurduktan sonra mavi gözlerini bana dikmesi yetmezmiş gibi işaret parmağını da beni sinek misali ezmek istercesine üzerime doğrulttu. “Sen,” dedi, tanrım, resmen tıslamıştı. “Beni öldürecektin!”
“İsteyerek yapmadığımı biliyorsun,” dedim çaresizce.
“Bana öyle bir bakışın vardı ki sana yemin ederim ölümden ilk kez korktum.”
Tyler sırıttı. “Altına işemiş misin diye bakmalıydım!”
“Ah, dostum, sanırım işedim ama bunu kaçırdın.”
“Kesin zevzekliği,” dedi Esta huysuzca. Uyku saatini geçirdiği için çocuklarını azarlayan anneler gibiydi. İç çektim, annemi özlemiştim. “O neydi öyle Adrian? Artık açıklama yapsan iyi olur. Resmen bize saldırdınız. BİZE!”
Son kelimeye yaptığı vurguyla ürperdim ve hiç istemesem de Adrian'dan uzaklaşabildim. Sanırım aramızda daima mesafe olmalıydı. Yoksa artık sadece biz tehlikede değildik, etrafımızdakiler de tehlikedeydi.
“Bilinçli değildi,” dedi Adrian sanki önemsiz bir ayrıntıymış gibi omuz silktiği esnada. Ardından birkaç adımla şöminenin oraya varıp rafta dizili duran içki şişelerine doğru uzandı. Ben de dâhil odada bulunan herkesin yüzü gerildi. Onun bulanık kafayla olması hiç iyi sonuçlar doğurmuyordu, artık bundan emindik. Ancak neyse ki bizim uyarmamıza gerek kalmadan Adrian şişelerden birine dokunmak üzereyken elini hızla geri çekip birkaç küfür mırıldanarak şöminenin önündeki sandalyelerden birine bedenini yığar gibi bıraktı.
Esta az önceki anın yaydığı gerginliği silmek istercesine boğazını temizledi. “Tek açıklaman bu mu?”
“Evet,” dedi kimseyle göz göze gelmeden. “Tek açıklamam bu.”
“İyi bir sopayı hak ediyorsun!”
“Katılıyorum,” dedi Tyler da. Leo ise sırıttı.
“Ah, izlemek eğlenceli olurdu.”
Saque sonunda boğazını temizleyerek oradaki varlığını hatırlattığında ona özür dilercesine baktım ve sadece dudaklarımı oynatarak hoş geldin dedim. Anlayışla kafasını salladıktan sonra, “Adrian, bunun bu kadar ileri boyutta olduğunu söylemen gerekirdi,” dedi yumuşacık bir sesle. Sanki asla öfkelenemeyecek, öfkelense bile sesi hep böyle yumuşacık çıkacakmış gibi hissettiriyordu.
“Sana anlattılar mı?” diye sordum, gözlerim diğerlerinin üzerinde gezindi ve devamını gerginlikle getirdim. “Her şeyi?”
“O, dost,” dedi Tyler, kafamı salladım. Bu basit cevabın altında Saque’nun her şeyi bildiği yatıyordu.
Adrian birden, “Ne bekliyorsunuz ki? Sikik altın ay zımbırtısı iyice yaklaştı, yakında tamamen aklımı kaybedersem şaşırmayın,” dedi biraz öfkeyle. Bununla savaşamıyor olmak sinirlerini bozuyor olmalıydı. Onu anlayabiliyordum, çünkü aynı durum benim de sinirlerimi bozuyordu.
“Pekâlâ millet,” dedi Leo ellerini birkaç kez birbirine çarpıp herkesin dikkatini üzerine çekerken. “Kalkın, buradan gidiyoruz ve bu ikisi de düzüşüyor-"
“Leo!” diye tısladım, geri adım atmadı.
“Beni öldürecektin!”
“Eğer biraz daha konuşmaya devam edersen tekrarlamak zorunda kalacağım!”
“Hadi ama! Bu kadar utanma, alt tarafı onunla yatacaksın-"
“LEO!”
“Hepimizin iyiliği için,” dedi bu kez beni bastırmak istercesine biraz sesini yükselterek. İşte buna diyecek hiçbir şeyim yoktu ve bunu o da biliyordu. “En çok da ikinizin iyiliği için tamam mı? Bu boktan şey sizi daha vahşi kılacak. Tıpkı bize saldırdığınız gibi kendinize saldıracaksınız.”
Saque iç geçirdi. “O, doğru söylüyor.”
“Bu şey bozulamaz mı?” diye sordum sinirlerimin gerilmiş olduğunu gizlemeden.
“Kadim büyüler bozulmaz,” dedi Esta ezberden bir kesit okur gibi. Adrian homurdandı.
“Kadim büyü değil, lanet!”
Hann'ın bana söylediği cümle dudaklarımdan taştı. “Kadim büyüler bozulabilir. Ben bunun örneği değil miyim? Bence mutlaka bir yol vardır.”
“Varsa bile vaktimiz kısıtlı, hatta çok az kaldı,” dedi Tyler. Bu kez Leo homurdandı.
“Yatın gitsin işte.”
Ona ölümcül bakışlarımdan birini atıp, “Peki bastıramaz mıyız? Ne bileyim, geciktiremez miyiz? Hiç mi durdurma şansımız yok?” diye umutla sordum.
“Aslında tedavisi olmayan hastalıkları hiç değilse bastıran ve aza indirgeyen birini duymuştum,” dedi Saque. Bir çare bulduğu için daha coşkulu olmasını umsam da o, daha çok gergin görünüyordu.
“Nasıl yani?” diye sorarken içimin umutla dolmasına izin verdim ve aynı zamanda Saque'nun tavrının altında yatanı çözmek istercesine kaşlarımı çattım.
“Bazı zihinsel hastalıklar olabiliyor; mesela engel olunamaz el titremesi gibi ya da anlamsız nöbet geçirmek gibi durumlarda tuhaf bir ritüelle bunun aza indirgenmesi diyebiliriz.”
Sıradaki soru Esta'dan geldi. “Bunu kim yapıyor?”
“Ah, şey, bir şaman. Kurtların bölgesinde, onlardan biri, Geinna kabilesinden,” dediğinde sesi resmen içine kaçmış gibiydi. Onun bir kurt tarafından saldırıya uğradığını hatırladığımda ancak neden bu kadar gergin ve huzursuz olduğunu kavrayabildim. Onlardan bahsetmek bile gözünün önüne acı hatıralarını getiriyor olmalıydı. Gidip ona sarılma isteğiyle doldum. Tüm korkusuna rağmen sırf bize çare olabileceğini umduğu için konuyu kurtlara getirmişti.
“Bence deneyebiliriz,” dedim diğerlerine bakarak. Hiç değilse bir seçeneğimiz artık vardı.
“Pek yararı olacağını sanmıyorum. Sizinki bir hastalık değil,” dedi Tyler. Esta kafasını sallayarak ona katıldı. Hemen ardından Leo da kafasını salladı.
“Yine de deneyebiliriz, ne kaybedeceğiz ki?” diye bastırdım. “Belki bir şey yapamasa bile başka bir çare biliyordur? Bakın, bu şeyi durdurmak istiyorum tamam mı? Beni resmen ele geçiriyor. Bence Adrian'ı ya da başkasını ele geçirmesi pek önemli değil ama benim için kara büyüden bahsediliyor, unutmayın. Ya bir dahaki atakta farkında olmadan kendimi kara büyüye teslim edersem ne olacak?”
Aslında kara büyü hakkında çok da bilgim yoktu, bence her şey normaldi, kendimde bir anormallik göremiyordum; cadı olmam dışında. İçimden buna güldüm, artık cadılığı normal karşılamaya başlamıştım ve bir zamanlardaki hâlimi düşündükçe bu durum komik görünüyordu. Gerçekten kara büyü var mıydı bilmiyordum, varsa beni ele geçirir miydi ya da ne zaman ve nasıl geçirirdi hiçbir fikrim yoktu. Sırf onları ikna edebilmek için ortaya bir şeyler atmıştım ve kara büyüyü duydukları anda yüz şekilleri değişmişti.
“Makul bir seçenek, bence de bakabiliriz,” dedi Tyler ensesini kaşırken.
“Bence de,” dedi Esta yarım ağız mırıldanarak.
“Benim oyum hâlâ aynı kutuya,” dedi Leo omuz silktiği esnada. Sanki ne demek istediğini anlamamışız gibi açıklık getirmeyi de ihmâl etmedi. “Yatın olsun bitsin.”
Onu hiç duymamış gibi davranmayı seçerek, “Çoğunluk denememiz gerektiğini düşünüyor. Gidip o şamandan yardım alabiliriz-” dediğimde Adrian tuhaf bir ses çıkardı, sanırım gülmeye benzer bir şeydi. “Bize yardım etmez,” dedi daha sonra. O kadar kendinden emindi ki kaşlarım sorguyla havalanmıştı.
“Neden etmesin?”
Oturduğu ahşap sandalyenin koçağında ritim tutturduğu parmaklarından gözlerini ayırarak bana diktiğinde o cam mavisi gözlerinde saklanan vahşi zevki gördüm. “Çünkü o kabile liderinin oğullarından birini öldürdüm,” dedi, hatırladığım anıyla yutkunmak zorunda kaldım. Adrian'ın kurdu yakalayışı, gökyüzüne kaldırışı ve önüme düşen kopmuş kafası gözlerimin önünden akıp geçti. Adrian sanki benim hatırladıklarımı izlermiş gibi hafifçe güldü, tanrım, kesinlikle kan dondurucu bir gülüştü.
“O... o kurt... Geinna kabilesinin liderinin oğlu muydu?”
Kafasını salladı. “Peki neden hâlâ intikam almadılar? Kurtlar intikamcı olmaz mı?”
“Onları uyarmıştım,” dedi Esta araya girerek. “Aissa sizi buraya tıktığında eve yaklaşmışlardı ve Adrian gidip kabile liderini uyarmamı istemişti. Eğer bir taşkınlık daha olursa sonuçlarını üstlenmeyeceğimizi söylemiştim. Ama o aptalı öldürdüğünden haberim yoktu.”
Çıkmaza girmişim gibi sıkıntıyla kafamı ovalayarak odanın içerisinde dolandım. Bu esnada herkes kırmızı alarm tuşlarını kapatarak bir köşeye geçip oturdu ama ben yine bunu düşünemeyecek kadar beynimin içerisinde kaybolmuştum. “Eğer öyleyse belki de yine bir şansımız olur,” dedim çaresizce.
“İntikam almak kurtların doğasında var. Taşkınlığı kendileri yaptıkları için bize saldırmamış olmaları yuvalarına gittiğimizde bizi hoş karşılayacakları anlamına gelmiyor,” dedi Esta. Tüm umutlarımı baltalamak istercesine konuşmamış olsa bile artık içimde umut adına hiçbir şey kalmamıştı. Sonra iç çekerek bakışlarını benden kaçırdı.
“Leo'nun dediğini yapın, en doğrusu bu. Başka seçenek yok. Hiçbir zaman yoktu.”
Bu kez Esta'ya destek çıkan kişi Tyler oldu. “Bu durumda çıkış yolu arayarak boşuna zaman kaybetmek yerine kara büyü olayının doğruluğunu araştırabiliriz ya da Hann'ın nerede olduğunu.”
“Eh, sonunda lafıma geldiğiniz için tebrikler,” dedi Leo. Gözlerim onu bulduğunda bu kez ona ters ters bakacak gücüm bile kalmamıştı, tüm tadım kaçmıştı ve bu yüzümden açıkça okunuyordu.
“Hadi ama asma suratını bence birbirinizin çıkarlarını gözetirseniz fazlasıyla zevkli olacağından eminim.”
Yanaklarımın karıncalandığını hissettiğimde Adrian'a asla bakmıyordum, kafam ondan başka her yerdeydi ve işin kötüsü onun doğrudan bana baktığından emindim. Cam mavisi gözlerinin değdiği her noktama iğne batıyormuş gibi hissediyordum. Konudan biraz olsun uzaklaşabilmek adına, “Saat kaç?” diye mırıldandım. Pekâlâ, herkes ne yapmaya çalıştığımı anlamıştı.
“Öğlen olmak üzere,” dedi Saque nahif sesiyle ve bir abla şefkatiyle. Kafamı sallayıp gözlerimi öylesine odanın içerisinde gezdirdiğimde ancak orada hâlâ sere serpe yatan Danika'nın bedeni gözüme ilişti ve bu aptallığıma karşılık elimi alnıma geçirip inler gibi konuştum. “Tanrım, o nasıl?”
“Gayet iyi, Hudson iyi iş çıkartmış, yakında uyanır.”
“Bu kadar uzun süre uyuması normal yani, öyle mi?”
“Ah, şey, geldiğimde uyanmak üzereydi ve hem biraz daha dinlenmeye ihtiyacı vardı hem de burada işler yolunda değildi. Uyanmasını uzatmanın doğru olacağını düşündüm.” Kısa bir duraksama yaşadı. “Aslına bakarsan artık uyanmasında sakınca yok. Eğer istersen-"
“Uyandır,” dedim birden kabaca. “Lütfen. Onunla konuşmalıyım.”
Saque sadece kafasını salladı ve hâlâ bana bakmaya devam ederken Danika uykudan uyanır gibi kıpırdanmaya başladı. Sadece birkaç ufak kıpırdanışın ardından birden gözlerini açtığında hızla ona doğru adımladım ama ben yetişemeden ayağa fırladı ve çığlık çığlığa bağırdı.
“Kiara! Tanrım, Kiara! Siz de kimsiniz? Benim burada ne işim var? Burası neresi? Kiara! Kiara!”
Onu sakinleştirmeyi umarak ellerimi havaya kaldırıp, “Danika buradayım, hey, bana bak,” dedim hızlı hızlı. Odağını kaybetmiş gözleri sağa sola deli gibi bakınmayı bırakarak sonunda beni buldu. “Kiara?” diye sayıkladı emin olmak istercesine. “Benim,” dedim. Bu kez sesine yerleşen tazecik bir umutla, “Kiara?” dedi. Ona doğru adım atıp, “Buradayım,” dedim. Danika'nın yüzü birden aşağıya doğru süzüldü ve gözleri yaşlarla dolarken hızla bana doğru atılıp boynuma sarıldı. Anın şokuyla ellerim havada öylece kalakaldım. Onu ilk kez ağlarken görüyordum ve ilk kez aramızda böylesine sıkı bir kucaklaşma gerçekleşiyordu. Bana hayatındaki en değerli şeymişim gibi yapışmıştı.
“Tanrım, Kiara, seni öyle çok aradım ki,” diye sayıklarken burnunu çekti. Sonunda ellerimi sırtına yerleştirip zayıfladığı için rahatlıkla hissedilen kemiklerinin üzerinde avucumu kaydırdım. Sırtını sıvazlarken, “Buradayım,” dedim yeniden. “Artık buradayım, beni buldun.”
Hiç ummadığım bir anda geri çekilip ellerini omuzlarıma koydu ve beni tepeden tırnağa inceledi. “İyi görünüyorsun. Gerçekten... seni bulabileceğimi hiç düşünmemiştim-" derken duraksadı, gözleri bacaklarımdaydı. “Tanrım, sen ayaktasın! Ayakta duruyorsun! Bu nasıl olabilir?” dedi yaşadığı coşkuyla farkında olmadan bağırarak.
Saque bir bardak su uzattığı sırada “Bu iyi gelebilir,” dedi. Danika suyu almak için önce uzandı ama Saque'nun yarısı pelerininin altında gizli olan yüzüne baktığında irkilerek elini geri çekti. Onun yerine suyu ben aldım ve Saque'ya özür dilercesine baktım.
“İç lütfen, biraz sakinleş."
Danika bardağı kapıp açlıkla tüm suyu bitirdi. Öyle çabuk içmişti ki hâli beni düşündürmüştü. “Bir bardak daha ister misin?” diye sordum vereceği cevaba dikkat kesilerek. Önce bana baktı, sonraysa ardımdaki kalabalığın üzerinde gözlerini gezdirdi. Onlardan çekindiğini belli edercesine yeniden dibime sokulurken kafasını salladı.
“En son ne zaman yemek yedin Danika?”
“Hatırlamıyorum,” diye mırıldandı.
Leo birden konuya dâhil olarak, “Aç mısın?” diye sorduğunda ses tonu garipti. Danika arkamda kalan adamı görebilmek için başını sağa doğru uzatarak baktı ve sadece kafasını salladı. Bunun üzerine Leo iç geçirdi.
“Açlık nedir iyi bilirim.”
“Ben onun için bir şeyler hazırlarım,” dedi Saque merhametle Danika'ya bakarken. Danika hâlâ ondan çekiniyor gibiydi, bu yüzden sessiz kalmayı tercih etti. Açıkçası o her zaman dobraydı ve laflarını asla esirgemezdi, ancak şu anda her şeyden ve herkesten ürken, zayıf bir karakteri varmış gibi duruyordu. Bunu yaşadığı şoka bağlıyorum, hâlâ kendine gelememişe benziyordu.
Saque mutfağa doğru gidip gözden kaybolduğunda ben de Danika'yı kolundan tutarak kalktığı divan benzeri yatağa oturttum ve hemen yanına oturdum. Üzerindeki birçok yeri yırtık ve söküklerle dolu olan tişörte bakarken, “Neler oldu Danika?” diye sordum.
“Ben... bilmiyorum,” diyerek kafasını iki yana salladı. Dudakları her an hıçkıra hıçkıra ağlayacakmış gibi aşağıya doğru eğriydi. “Kiara... büyükannem öldü.”
Bayan Leanna'nın öldüğünü duymak elbette beni üzmemişti, şaşırmamıştım da, çünkü kadın oldukça yaşlıydı ve yolun sonuna gelmişti. Ancak bunun Danika'yı derinden sarstığını anlamam zor değildi.
“Nasıl oldu?”
“Evimize hırsız girmiş,” dedi belirsiz bir noktaya gözlerini dikerken. O anları yeniden yaşıyormuş gibiydi. “Ben dışarıdaydım. Eve döndüğümde kapı ardına kadar açıktı. Bir şeyin ters gittiğini hemen anlayıp içeriye koştum. Büyükannem salonda yerdeydi, biraz ötesinde de hırsızlardan biri yatıyordu. Onu haklamıştı ama sanırım sayıları birden fazla olduğu için diğerlerini haklayamamıştı. Tanrım, o çok yaşlıydı, kendini savunamazdı,” diyerek burnunu çekti. “Vazoyla kafasına vurmuşlar. Öldü, Kiara, beni yapyalnız bıraktı.”
Onu yatıştırmak istercesine kolumu omzuna doladım ve omzunu hafif bastırarak okşadım. Bu sırada gerçekleşen duygusal an asla umurunda değilmiş gibi, “Bu tarafa nasıl geldin?” diye sordu Esta. Ona ters ters baksam da faydasızdı, Esta daima şu anda olduğu gibi dik olacaktı.
Danika, Esta'yı biraz inceledi, sanırım sivriliğini o da hissetmişti ki olduğu yerde omuzlarını dikleştirmişti. “Onlar... arkadaşların mı?” diye sorduğunda gözleri diğerlerinin üzerinde de dolandı.
“Evet, arkadaşlarım,” derken kendimi garip hissettim. Bir zamanlar tek görüştüğüm kişi Danika'ydı ve başka bir arkadaşım olabileceğini hayal dahi etmemiştim. Şimdiyse işler oldukça değişmişti ve bundan memnundum. Evet, gerçekten memnundum.
“Senin adına sevindim,” diye mırıldanıp bana buruk bir tebessüm bahşetti.
“Sen de benim arkadaşımsın,” dedim ve altını çizer gibi ekledim. “Hâlâ.”
Bunu duyduğuna sevinmişçesine iç çekti. “Benden nefret ettiğini düşünüyordum-"
“Neden?” diye sordu Adrian hiç beklemediğim bir anda, Danika irkildi. “Ne yaptın?”
“Onu buraya büyükannem gönderdi. Hatırlıyor musun, size geldiğimde bir kolye takıyordum ve sen kolyenin parladığını görmüştün,” dedi hızlı hızlı, kafamı salladım. “Hatta kanın kolyeye bulaşmıştı. Eve döndüğümde bunu büyükanneme anlattım, çünkü kolyenin sırrını yalnızca buraya ait olmayanlar anlayabilir deyip duruyordu. Korkmuştum, Kiara, henüz pek bir şey bilmiyordum. Olanları anlattıktan sonra büyükannem sorun olmadığını söyledi, beni yatıştırdı ama gece evden çıktığını duydum. Tanrım, ona yetişemedim, yemin ederim. İzini kaybettim ve sana uğrayabileceğinden şüphelenerek evine geldiğimde onu odanda buldum ama ortalıkta sen yoktun.”
“Ne hikâye ama,” dedi Leo sanki heyecanlı bir film izliyormuş ve buna yorum yapıyormuş gibi coşkuyla. “Sen orada büyükannenle bakışırken Kiara buradaydı.”
“Çıldırmış gibi bağırdım,” dedi Danika sanki hiç bölünmemiş gibi heyecanla anlatmaya devam ederek. “Kimse beni duymadı. Annen, baban ve kardeşin uyumaya devam ettiler. Büyükannem beni oradan bir şekilde çıkartıp eve döndüğümüzde olan biteni anlattı. Sen diğer dünyaya ait soylardan biriymişsin. Seni ait olduğun yere göndermiş, görevi buymuş. Hatta ben de bu dünyaya ait olanlardanmışım ama ondan sonra görevi ben devralacakmışım ve bu yüzden yine aynı yerde kalmaya devam edecekmişim.”
“Peki neden buradasın?” diye sordu Tyler.
“Bilmiyorum,” dedi Danika, gerçekten de kafası karışıkmış gibi görünüyordu. “Yapayalnız kaldım. Sen gittin, sonra büyükannem de gidince ne yapacağımı bilemedim. Korktum,” dediğinde son kelimesini sadece ben duydum. Destek vermek istercesine omzunu sıktım, bana kırık bir tebessümle baktı.
“Umarım o tarafta başka cadı kalmıştır,” dedi Leo birden. Danika'nın gerildiğini netçe hissettim.
“Kalmadı. Büyükannem sonuncunun ben olacağımı söylemişti, diğerleri dönmüş.”
“Harika! Sen de burada olduğuna göre tüm kapılar kapanmıştır. Kiara'yı artık asla geri gönderemeyeceğiz.”
“Geri dönmeyecek zaten,” dedi Adrian aniden öfkeyle. Ben de aynı onun gibi öfkelenirken, “Aynen öyle,” diye söylendim. Leo ikizimin arasında gözlerini gezdirdikten sonra pes edercesine omuzlarını indirip homurdandı.
“Tamam, bir şey söylemedim sayın. Yeniden sağa sola fırlatılmaya niyetim yok.”
Etrafa çökmeye başlayan uğursuz sessizliği bozan Saque oldu. Elinde ahşap bir tepsiyle mutfaktan çıktı ve onu bana uzatıp kimseyi rahatsız etmek istemezcesine odanın en uzak köşesine çekildi. Tepsideki sandviçlere ve kurutulmuş et dilimlerine iştahla bakan Danika'nın açlığını bir an önce dindirmek istercesine ben de tepsiyi ona doğru uzattım. İçinden bir sandviç kapıp tüm görgü kurallarını hiçe sayarak yemeye başladı. Başka zaman olsa buna gülebilirdim ama şu an da tek yaptığım sertçe yutkunmak oldu. Hâli berbat görünüyordu ve belki de günlerdir aç kalmıştı.
Kimseden tek bir çıt dahi çıkmazken, “Burada neler yaşadığını anlatmak ister misin?” diye sordum sesimi yumuşak tutmaya özen göstererek.
Danika sandviçten koca bir ısırık aldıktan sonra et dilimlerinden birini de ağzına tıkıp öyle cevap verdi. “Uyandığımda bir cadının evindeydim. Kalabalık ailelerdendi ama benimle ilgilendiler.”
“Onlara nasıl bu tarafa geldiğini anlattın mı? Ya da Kiara'yı aradığını?”
Tyler'ın sorusu yine tüm kafaların Danika'ya dönmesine neden oldu. Danika ise ağzındaki lokmayı sertçe yutup iri iri açtığı gözlerini bana dikti. “Söylemedim.”
“Neden? Onlardan şüphe mi duydun?”
“Hayır, öyle değil. Bu yaptığımın yanlış olduğunu biliyordum,” diye mırıldandı. “Ben daima o tarafta kalmalıydım ama garip bir boşluktaydım ve birden kendimi burada buldum, artık iş işten geçmişti-"
Esta, “Seni suçlayacaklarını düşündün,” dedi cümlelerin altında saklı kalan gerçeğe ışık tutarak. “Eh, sanırım göründüğün kadar aptal değilsin.”
Gözlerimi devirip sadece Danika'nın duyabileceği şekilde, “Ona aldırma,” dedim. Zaten pek de umursamadı.
“Tabii ki beni suçlarlardı, cadıların belirli kuralları vardır, ben birini bozdum. Büyükannem yaşıyor olsaydı kesinlikle beni cezalandırmıştı,” derken başına gelecekleri düşünerek tepeden tırnağa ürperdi.
“Önemli değil, ne de olsa kimse bilmiyor,” dedim telkin edercesine. Fakat Leo bilgeliğini konuşturmayı ihmal etmedi.
“Bahse girerim ki üçlülerin bundan haberi vardır. Tüm kadim cadılar bu değişikliği anında fark etmiştir ve belki de onun peşine düşmüşlerdir.”
“Sen gerçekten de duvara yapıştırılmayı hak ediyorsun,” dedim ters ters. “Onu korkutmayı bırak.”
“Amacım onu korkutmak değil, olabilecekleri size söylüyorum. Tedbirli olmak her zaman iyidir.”
“Şimdilik her şeyi kendine sakla Leo, lütfen.”
Ne hâliniz varsa görün dercesine omuz silkip kafasını başka yöne çevirdi. Bunun üzerine ben de yeniden Danika'ya odaklanabildim. “Boş ver, yemeğini ye,” diye mırıldanıp sandviçlerden birini daha ona uzattım. Tereddütle aldı.
“Gerçekten peşimde olabilirler mi?”
Bu kez Esta atıldı. “Bir de cadı ordusuyla uğraşmadığımız kalmıştı.”
“Tanrı aşkına sizin derdiniz ne?” diye bağırdım. “Onun üzerine gitmeyi bırakın, hâlini görmüyor musunuz?”
Esta ona savaş açmışım gibi olduğu yerde dikleşti. “Farkında mısın bilmiyorum ama peşinde yeterince bela var. Melekleri halledemedin, daha kendi problemlerini bile halledemedin, şimdi de cadıları karşına almaya niyetlisin.”
“Zaten benim karşımdalardı,” dedim hırçın bir tavırla. “Kimse beni istemiyor, kimse ben yaşayayım istemiyor. Herkes bana düşman Esta, bu yüzden olaya dâhil olan hiçbiri beni korkutmuyor, çünkü zaten hepsi başından beri karşımdaydı.”
“Neden seni istemiyorlar?” diye sordu Danika merakla ve hemen ardından asıl bombayı ortaya bıraktı. “Melezsin diye mi?”
Adrian herkesten önce davranarak, “Bunu nereden biliyorsun?” diye sordu.
“Büyükannem Kiara'nın yıllardır aranılan kayıp soy olduğundan bahsetmişti,” dedikten sonra omuz silkti. “Daha doğrusu anlatması için onu zorlamıştım. Kiara'yı bu taraftan oraya bir bebekken göndermişler, saklanması için. Ben seni farkında olmadan bulmuşum.” Bana özür dilercesine baktı. “Başın beladaysa bu benim yüzümden, üzgünüm, Kiara, hiçbir şey bilmiyordum, büyükannem bana hiçbir şey anlatmamıştı.”
Ona önemli olmadığını söyleyemedim, çünkü önemliydi. Buraya geldiğimden beridir bela başımdan eksilmemişti ve zor günler geçirmiştim. İyi yanları yok muydu, elbette vardı. Arkadaşlar edinmiştim, yeniden yürümeye başlamıştım, büyü yapabiliyordum ve Adrian vardı. Bendeki yeri tam olarak neydi bilmesem de o vardı işte.
Benim sessiz kalışımın aksine diğerlerinin birden dili çözüldü. Leo, “Kiara'yı o tarafa kim göndermiş?” diye sordu. Esta, “Başka ne biliyorsun?” dedi. Tyler, “Büyükannen bu konuyla ilgili başka bir şey söyledi mi? Nasıl o tarafa gönderilmiş, bunu yeniden yapabilir miyiz?” dedi hızlı hızlı. Adrian ise, “Melez olduğu doğru mu?” diye sordu, sadece ve sadece bundan emin olması gerekirmiş gibi.
Danika sorulara sondan başlayarak cevap verdi. “Evet, melez. Büyükannem onun bir cadı ve melek melezi olduğunu söylemişti,” dedi Adrian'a bakarak. Sonra Tyler'a döndü. “Bu taraftaki cadılar arasında yeni melezin doğduğu yayılınca sanırım annesi onu gözden uzaklaştırmak ve güvende tutmak için diğer tarafa göndermiş. Nasıl yapıldığı hakkında hiçbir fikrim yok.” Sıradaki cevap Esta'ya geldi. “Aslına bakarsan tüm bildiklerim bunlar. Kiara benim tek arkadaşımdı ve büyükannem onu benden alınca bana birtakım açıklamalar yapmak zorunda kaldı. O ana kadar özümde bir cadı olduğumu bilmiyordum, çoğu şeyi Kiara'nın gitmesinden sonra öğrendim.” Ve son olarak da Leo'ya döndü. “Sanırım senin soruna zaten cevap verdim.”
“Evet, cadı, cevap verdin ama anlattıklarından sonra aklımda başka sorular belirdi. Mesela senin soyun Kiara'yı hedef hâline getirmişken sen hâlâ onunla arkadaş olduğuna iddia ediyorsun?”
“Ne? Ne demek şimdi bu?”
“Ne anladıysan o. Düşman olmadığından nasıl emin olacağız?”
“Hey, sen de kimsin be?” dedi Danika, eskiden tanıdığım o kadın gibi hiddetle. “Onu senden önce de tanıyordum. Kiara benim arkadaşım tamam mı? Ona asla zarar vermem.”
“Öyle mi dersin? Neden cadının yanında kalmadın da onun peşine düştün? Ayrıca burada olduğunu nasıl öğrendin?”
“Büyüyle-"
“Büyü yapamazsın. Onunla aynı kanı taşımıyorsun, kanını kullanarak onu bulamazsın. Yanında ona ait eşya taşıyorsan başka?”
Danika sadece birkaç lokmanın kaldığı sandviçi tepsiye geri bırakırken, “Sen cadı değilsin, olsan anlardım, tüm bunları nasıl biliyorsun?” diye sordu.
“Cadı mı?” dedi Leo tiksinir gibi ürpererek. “Neyse ki o kadar iğrenç bir varlık değilim.”
“Nesin?”
“Vampir.”
Danika hafifçe güldü. “Lanetlenmişlerden olduğunu anlamalıydım. Baksana, bu kadar şüpheyle yaşamak nasıl bir şey? Gerçi haklısın, siz, sizi koruduğunu düşündüğünüz melekler tarafından lanetlenmiştiniz, değil mi?”
Leo birden ayağa fırlayacakmış gibi ellerini sertçe oturduğu koltuğun koçaklarına bastırdı, parmak uçlarının beyazlaştığını yakaladım. “Yerinde olsaydım sözlerimi dikkatli seçerdim, çünkü sivri dişlerimin tadına bakmak istemezsin,” diyerek onu uyardığında ben bile gerilmiştim. “Zaten kalbin bu kadar hızlı atıyorken yeterince dikkatimi çekiyorsun. Şimdi, cevap ver cadı. Kiara'yı nasıl buldun?”
Danika derin bir soluk aldı. Yeniden ona sataşacağını hissettiğimde buna engel olmak istercesine elimi elinin üzerine koydum ve bunu yapmaması gerektiğini belli eden ifademle ona baktım. Neyse ki fazla uzatmayarak, “Kolye bana yol gösterdi,” diye mırıldanıp giydiği yırtık pırtık tişörtün içerisinde kalan kolyeyi gün yüzüne çıkardı, irkildim. Bayan Leanna'nın beni bu diyara gönderirken kullandığı kolyeydi.
“Bakın cadılar yanlarında kalmamın doğru olacağını söylediler ama bir şekilde gitmem gerektiğine onları ikna ettim. Peşimden gelmediler, eminim. Hatta yanlarından ayrıldığım anda öleceğimi, tek başıma buraya ayak uyduramayacağımı söyleyip durdular. Onları umursamadım, çünkü Kiara'nın burada bir yerde olduğunu biliyordum. Onu bulmak için uzunca bir yol izledim. Gerçekten zordu ve çok yıprandım. Evet, aynı kanı paylaşmıyoruz ama kanı bu kolyeye bulaşmıştı ve bu sayede izini sürebildim. Bir izi olduğu için de hâlâ yaşadığından emindim. Tanıdığım bir tek o kaldı ve onu bulmak zorundaydım tamam mı? O benim arkadaşım.”
“Tamam,” dedim ellerimi havaya kaldırıp herkesin sakin olmasını istercesine. “Tamam artık kimse bu konuyu uzatmıyor. İzin verin de biraz dinlensin. Lütfen.”
Saque tatlı sesiyle, “Ben de bir şey sorabilir miyim lütfen?” dedi, sanki onu kırmak mümkünmüş gibi. İç çektim, Danika ise onu derince incelerken yavaşça kafasını salladı.
“Melek melezi olduğundan emin misin?”
“Evet, büyükannem öyle söyledi. Sanırım bir... bir...” Durdu ve bir müddet düşündükten sonra cevap verdi. “Bir asil melek meleziymiş. O da ne demekse?”
Adrian'a döndüm, yerinde kazık yutmuş gibi duruyordu. Resmen taşa dönmüştü ve kaçtığı, sorgulamaktan korktuğu gerçek doğruca yüzüne çarparken, “Hangi asil meleğin? Adını da biliyor musun?” diye sordu.
“Bilmiyorum. Büyükannemin tek söylediği Kiara'nın büyük bir günah olduğuydu.”
Saque, “Kim olduğunu zaten biliyorsun Adrian,” dediğinde içime sert bir soluk çektim. “Kiara senin eşinse eğer elimizde tek seçenek var demektir. Senin-”
“Tamam!” dedi Adrian birden kadının lafını bıçak gibi bölerek. “Bunu sonra konuşalım Saque. Bana biraz zaman ver.”
İtiraz etmek istesem de sesimi çıkartmamayı başardım. Adrian sanırım ailesindeki çalkantılı durumun verdiği stresle doluydu. Hazmedemiyordu ve emindim ki ne kadar süre geçerse geçsin hazmedemeyecekti.
“Yüce melekler bunu cezasız bırakmayacaklar,” dedi Saque kafasını hafifçe iki yana sallarken. “Eğer gerçek buysa herkes kandırılmış demektir. Bunun cezası çok büyük olacak Adrian. Üzgünüm ama bunun farkında olmalısın.”
“Neden? Onun ne suçu var?” diye sordum hızla.
“Onun olmayabilir ama ailesinin var. Ailesi tamamen seçilmiş asil meleklerden oluşuyor Kiara. Bazı yıkılmaz kurallar vardır ve senin ortaya çıkışın demek birilerinin o kuralları yıkmış olması demek.”
“Sharon,” dedi Leo birden aydınlanma yaşamışçasına yüksek sesle. “Öyleyse Sharon bunu başından beri biliyor olmalı. Adrian ona karşı hiçbir şey hissetmiyorsa o da Adrian'a karşı hissetmiyor demektir. Tüm bu düzmecenin içerisinde başı çektiğine yemin edebilirim.”
Saque uzaklara dalmış gibi konuştu. “O, güç için her şeyi yapabilir.” Bunu onaylamıyormuşçasına kafasını hafifçe iki yana sallayarak Adrian'a baktı ve onun düşünceler âleminde boğuştuğunu anında fark etti. İç çekip konuyu şimdilik ertelemeyi seçtiğini belli edercesine yeniden Danika'ya odaklandı. “Kıyafetlerin parçalanmış, vücudunda birçok yara ve kesik vardı. Buraya gelirken bir şeylerle karşılaştın mı? Yolun kesildi mi hiç?” diye sordu temkinli bir ifadeyle. Sesindeki yumuşaklık asla sorgular gibi değildi, daha çok ne olduğunu bilmek istercesine soruyordu.
Danika duyduklarından sonra kafasının daha çok karıştığını belli eden ifadesiyle ağır ağır kafasını salladı. “Bir sürüyle karşılaştım. Açıkçası orada öleceğimi düşünüyordum ama kolye sayesinde kurtuldum. Hepsini geri püskürtmeyi başardı. Birkaç kişiye görünmeden geçmeyi başardım. Tanrım, tepemden uçan bir şey de gördüm, büyük kanatları vardı. Ayrıca ayağım kaydı ve buranın ardındaki tepeden aşağıya yuvarlardım.”
“Kaç gündür buradasın?” diye sordum merakla. “Kaç gününü yolda geçirdin?”
“Bilmiyorum Kiara, uzun zaman olmuş gibi. Cadıların yanında iki haftadan fazla kaldım. Bana büyüde ustalaşmayı öğrettiler ve bu dünyaya alıştırmaya çalıştırdılar. Kendime güvenmeye başladığım ilk anda yola koyuldum ama tanrım, bu kadar zor olacağını nereden bilebilirdim? Sanırım bir haftadan fazladır da yoldayım.”
“Yanında kaldığın cadıların bir topluluk adı var mıydı?”
“Hayır yoktu, ailelerinden uzakta yaşamayı tercih edenlerdendiler. Tehlike gördükleri anda savaşmak yerine yer değiştiriyorlardı.”
Anladığımı belirtircesine kafamı sallayıp ellerimle yüzümü sıvazladım. Ona sormak istediğim başka sorular da vardı ama nedense asıl merak ettiklerimi bu zamana kadar geçiştirmeyi seçmiştim. Açıkçası vereceği cevaplardan korkuyordum, ancak artık meraktan ölmek üzereydim.
“Danika, baksana, sana son bir şey daha soracağım ve sonra seni rahat bırakacağım. Şey... onlar...”
“Ailen mi?” diye sordu benim kıvranışımı sonlandırmak istercesine, kafamı salladım. Ardından da soluğumu tutarak dudaklarından dökülecek kelimeleri bekledim.
“Sabah olduğunda ve annen seni odanda göremediğinde öyle bir çığlık atmış ki tüm komşular bundan bahsediyordu. Polis hiçbir delil bulamadığı için dosyayı kapatmayı seçti. Herkes senin birden ortadan kayboluşunu kendi rızanla çekip gitmene yordu. Hiçbir kamera kaydı olmasa bile ya da tek başına arkanda hiçbir iz bırakmadan gidemeyecek olsan bile herkes buna inanmayı seçti. Ancak annen ve baban buna asla inanmadı. Tüm şartlarını zorlayarak senden bir iz aradılar, günlerce. Annen delirmiş gibiydi Kiara. Hatta aranızın sürekli bozuk olduğu kardeşin bile. Onlara kayıtsız kalamadım ve büyükannemden durumu düzeltmesi için ricada bulundum. Onları farklı bir yere taşınmaya ikna etti ve artık acı çekmemeleri için seni hafızalarından tamamen sildi, hiç var olmamışsın gibi. Lütfen bana kızma, iyi olmaları için bunu büyükannemden istedim. Çünkü bana senin bir daha asla geri dönmeyeceğini söyledi ve ben de onların sürekli bir arayışta ya da bekleyişte kalmalarını istemedim.”
Uzun cümlelerine noktayı koyduğunda göğsümdeki sıkışıklığı azaltmak istercesine derin bir soluk alıp, “Anladım,” diye mırıldandım. Duvarların üzerime üzerime geldiğini hissederek ayaklanınca Danika da hızla ayaklandı.
“Özür dilerim Kiara, onların iyiliği için-"
“Anladım,” dedim yeniden. Dudaklarıma kırık bir tebessüm yerleşti. “Sen yemeğini ye.”
Başka bir şey söylemesine izin vermeden topuklarımın üzerinde dönerek odanın içerisinde ilerledim ve nereye gitsem göğsümdeki sıkışıklığın geçmediğini fark edince kendimi evden dışarıya attım. Oradaki herkes biraz yalnız kalmanın bana iyi geleceğini bilirmiş gibi beni kendi hâlime bıraktı. Dışarıya çıkıp kapıyı ardımdan kapattığımda verandada yatmakta olan Coops kafasını kaldırarak bana baktı.
“Selam Coops,” diye mırıldandım keyifsizce. Uyuşuk adımlarla merdivenlerin ilk basamağına ulaşıp oraya oturdum. Coops ne olduğunu sorar gibi bir ses çıkartarak ayaklanıp yanıma geldi ve yanımda oturdu. Kafamı ona yaslarken, “Birini özlemenin ne demek olduğunu bilir misin?” diye mırıldandım, gözlerim anında doldu. Köpek tüm vahşiliğine rağmen birkaç mırıltı çıkartarak ıslak burnuyla yanağımı dürttü.
Derin bir soluk aldım. “Ailemi özledim,” dediğim anda yanaklarımdan birkaç damla süzüldü. Coops sanki donakalmış gibi sesini bile çıkartmadan öylece bekledi.
“Çok özledim ve biliyor musun artık ne kadar çok özlesem de bir önemi yok. Onları bir daha asla göremeyeceğim. Kendi istekleriyle olmasa bile benden vazgeçtiler. Artık bitti. Benim o dünyadaki hayatımı tamamen sildiler Coops. Benden hiçbir iz bırakmadılar.” Sertçe burnumu çektim. “Beni öldürdüler.”
×××
Dolabın kapaklarını yavaşça üzerine örttüm. Esta bedenime uygun olacak birkaç parça giysi ayarlamıştı ve hiç değilse üzerime artık yapışmış olan ve herkesin cadı kıyafeti olarak nitelendirdiği elbiseden iyiydi. Duş alacak fırsatı bulamamıştım, ev hâlâ çok kalabalıktı. Bu yüzden sadece üzerimi değişmekle yetinecektim.
Adrian'ın yatağında mışıl mışıl uyumakta olan Danika'ya kısa bir bakış atıp elbiseyi eteklerinden tutarak üzerimden soydum. Saat gece yarısını geçmiş olduğu için sessiz davranıyordum ve sadece mumlardan birini yakmıştım. Gölgem odanın içerisinde dans ederken Esta'nın giydiklerine benzeyen derimsi pantolonu bacaklarıma geçirdim, kesinlikle üzerime tam olmuştu. Ardından da büstiyer tarzındaki üstlüğü giydim. Sonunda göğüslerimi sıkıca saran bir şey giyebilmiş olmanın mutluluğuyla iç geçirmekten kendimi alamadım. Sırtım komple açıktaydı, kıyafetin ensemde bağlanması için ipleri ve belimin üzerinde birleşen birkaç düğmesi dışında sırt kısmında pek kumaşı yoktu. Bunu umursamayarak aynadaki pek net olmayan görüntümde gözlerimi gezdirdim.
Dolgun olduklarını asla iddia etmediğim göğüslerim kıyafetin verdiği destekle havaya kalkmışlardı ve olduklarından daha büyük duruyorlardı. Tepemde gelişigüzel bağladığım saçlarımı çözerek serbest bıraktım. Kötü koku alacakmışım gibi burnumu kırıştırıp beklesem de saçlarım umduğum gibi pis kokmuyordu. Güzel koktuğunu da söyleyemezdim, aslında hiçbir koku yoktu. Büyüleyici kızıl tonu mum ışında bile kendisini belli edecek kadar canlıydı. Bazen saçlarımın bir alev yumağı gibi göründüğünü düşünüyordum. Sanki ben o yanan mumdum ve saçlarım da mumun tepesindeki alev topuydu.
Aynadaki aksim Esta'nın bir benzeri gibi duruyordu, çünkü bana kendi tarzına uygun kıyafetler ayarlamıştı. İç geçirerek yeniden dolaba ilerleyip Adrian'ın hiç üzerinde görmediğim kazaklarından birine uzandım. İstemsizce, tamamen aklımdan bağımsız hareket ederek kazağı burnuma götürüp uzun uzun kokladım. Onun kokusu sinmiş olmasa bile, ona ait olması benim için yeterliydi.
Ne yaptığımı fark ettiğimde hızla doğrulup kazağı omuzlarıma attım ve kafamı iki yana sallayarak etkisinden kurtulmaya çalıştım. Bu artık katlanılmayacak bir boyuta ulaşmıştı. Sürekli yanında olmak ve ona dokunmak istiyordum. Sanki teni tenime değmese hayat yaşanmaz bir hâl alacaktı. Bu kadar problemin içerisinde bu durum aklımı bulandırıyordu ve en kötüsü de arkadaşlarıma saldıracak kadar gözümü kör etmişti. Hâlâ o şoku atamamıştım. Böyle bir şeyin tekrarlanmasını asla istemiyordum ya da böyle vahşice Adrian'la birlikte olmak da istemiyordum. Aslında ben aptal bir büyü yüzünden onunla birlikte olmak istemiyordum. Tanrı aşkına sekste zorunluluk olmamalıydı. Garip garip dürtüler, bastırılamaz arzular işe karışmamalıydı, her şeyi akışında yaşamalıydık.
İşte bu yüzden bir karar vermiştim. Ne kadar sonucu beni şimdiden geriyor olsa da bunun peşinden gidecektim. Başıma ne geleceği umurumda değildi, zaten artık her an benim için tehlike vardı. Gidecektim, kurtların klanına karışacak, beni parçalamamaları için içimden dua ede ede o şamanı bulacaktım. Belki sonucunda elimde hiçbir şey olmayacaktı, bu seçeneğin olabileceğini biliyordum ama deneyecektim, denemek ve bu aptal dürtülerle savaşabileceğimi göstermek istiyordum.
Dolabın kapağını farkında olmadan biraz gürültüyle kapattığımda Danika huzursuzca kıpırdandı. Kendime sessiz olmam gerektiğini hatırlatırken birden durdum, neden zahmete giriyordum ki? Burada cadı bendim, bir şeyler yapabilirdim. Ellerimi birbirine bastırıp tüm gücümü parmaklarımın arasında top hâline getirirmiş gibi ellerimi hafifçe oynattım. Avuçlarımın yandığını hissettiğimdeyse parmaklarımın açılmasına izin verdim. Orada beysbol topu büyüklüğünde sürekli hareket eden sis bulutu oluşmuştu. Onun etrafa yayılmasına ve uyuyan herkesi etkisi altına alıp hiçbir şeyi duymayacak hâle getirmesine izin verdim. Sis bulutu aşağıya doğru akarak zemine yayıldı ve uyuyan herkese ulaşmak için odanın dört bir yanına dağılarak kayboldu. Bir parçası da Danika'nın üzerine doğru yayılmış, burun deliklerinden içine çektiği havaya karışarak onu etkisi altına almıştı.
Bunu yaptığımda kendimi daha güçlü hissetmedim, daha korku dolu hissettim, çünkü artık yalnızdım. Uyandıklarında yokluğumu fark edene kadar çok uzaklara ulaşmış olacaktım, belki de o şamanı bile bulmuş olabilirdim. Kendimi böyle kandırmaya çalıştığımı elbette biliyordum ama başka seçeneğim yoktu, bununla bir şekilde savaşmalıydım. Daha evden bile ayrılmamışken Adrian'dan uzaklaşmak istemeyen yanım huzursuzlanmaya başlamıştı ve gitmemem için pençelerini içime geçiriyordu. Onunla nasıl savaşacağımı bile bilmiyordum.
Deri, uzun botlarımı da ayaklarıma geçirip gürültü çıkartmayı umursamadan hızlı adımlarla odadan çıkıp salona geçtim. Esta ve Saque’nun evin diğer odasında kaldıklarını biliyordum, bu yüzden onları görememek beni şaşırtmadı. Tyler'ı divanda abuk subuk bir şekilde uyurken yakaladım, muhtemelen öylece uykuya yenik düşmüştü. Leo ve Adrian ise şöminenin önündeki koltuklarda karşılıklı otururlarken uyuyakalmış olmalıydılar. Farkında olmadan Adrian'a doğru yönelttiğim adımlarım dibinde son bulduğunda sol omzuna doğru düşmüş başını düzeltmemek için kendimi zor tuttum. Gri-beyaz saçları yüzüne yayılmıştı ve onları yüzünden çekmemek için de kendimi zor dizginledim. Elim sürekli havaya kalksa da onu indirmeyi başararak ondan uzaklaştım. Kapıya doğru attığım her adımda ona düşkün olan yanım çığlık atmaya başladı. İçimde deliren ve her yere saldıran bir kadın vardı. İşin kötüsü beynimi ele geçirebileceğini biliyordum ve en çok da bundan korkuyordum.
Kapının sürgüsünü çekerek gecenin karanlığına çıktığımda Coops'u yine verandada uyurken buldum, o bile büyümden etkilenmişe benziyordu. Kafasını patilerinin üzerine yatırmıştı ve hırıltılar çıkarta çıkarta uyuyordu. Merdivenleri inip evden biraz uzaklaştığımda tepemdeki aya bakıp iç geçirdim. Günler sonra onu netçe görebilmek iyi hissettirmişti. Derken beyazımsı yarım ayın sivri ucuna bulaşmış olan altın rengi dikkatimi çekti, irkildim. İşte başlıyordu. İşte altın ay çıkmaya başlamıştı, ne olduğunu tam olarak bilmesem de bunun gerçekleştiğinden emindim. Bana kalan aklımı kaybetmemek adına savaşmaktı.
İlerlemek için bir adım attım ve içimdeki o kadın resmen çıldırdı. Öyle kuvvetli çığlık attı ki ellerimle kulaklarımı kapatmak zorunda kaldım. Gözlerim karardı, bir an için önümü dahi göremedim. Hiçbir şey duyamadım, hiçbir şey düşünemedim. Tanrım, gidemeyecektim, bir adım bile atamayacaktım.
Pes edercesine dizlerimin üzerine yığıldığımda birden o kadın sustu ve içimi kanatan pençeleri geri çekildi. Ne olduğunu çözememenin verdiği karmaşa ve yenilgiyi kabul etmenin verdiği ağırlıkla öylece kalırken evin kapısının açıldığını duydum, bedenim ayazda kalmış gibi titredi. Kulaklarıma bastırdığım ellerimi dudaklarımın üzerine kaydırıp boğazımda biriken hıçkırıkları durdurmaya çalıştım. Deli gibi ağlamak istiyordum ve gözyaşları çoktan gözlerimdeki yerlerini almıştı.
Bir el yavaşça saçlarıma dokununca irkildim. Hızlı ve şiddetli nefes alıp verdiğim için yanıma yaklaşırken onu duymamıştım. Saçlarımdaki elini kaydırarak parmakları çenemi kavradığında kafamı kendisine doğru çevirmesine izin verdim. Ay ışığının altında tepemde asla yıkılmayacak koca bir dağ gibi dikilen kişi Adrian'dan başkası değildi.
“Rheana,” diye fısıldadığında sanki bunu duymaya dayanamıyormuş gibi gözlerimi yumup, “Neden diğerleri gibi uyumuyorsun?” diye sordum yorgun bir tavırla ve biraz da isyan edercesine.
“Uyuyordum ama bir şey beni uyandırdı. Anlayamadım, sadece seni bulmak zorunda hissettim.”
Gözyaşlarım akmamış olsa bile ıslanan burnumu sertçe çektim. “Anladım,” diye mırıldanırken şekerini düşürmüş kız çocuğu gibi dudaklarımı eğdiğimin farkındaydım.
“Nereye gidiyordun?”
“Gidemedim,” dedim biraz öfkeyle çenemdeki elinden kurtulup ondan başka bir yere bakarken. “Hiçbir yere gidemedim. Bu aptal büyü yüzünden... gidemedim.”
Adrian yavaşça eğilerek bir dizini yere bastırıp benimle aynı seviyeye geldiğinde ondan uzaklaşmak için biraz geri çekilmek istedim, ancak bunu anlamış gibi eli hızla kolumu yakaladı ve beni olduğum yerde tuttu.
“Böyle kal.”
“Artık yakın durmamız tehlikeli,” diye hatırlattım. “Herkese zarar veriyoruz.”
“Yine de böyle kal.”
“Bunu aptal bir büyü yüzünden istiyorsun,” diye bağırdım birden. Sanırım bir çeşit sinir patlaması yaşıyordum ve artık önünü almanın imkânı yoktu.
“Hayır, büyü yüzünden değil, kendim istediğim için-”
“Bizim kendi isteğimiz yok anlamıyor musun?” diye haykırdım bu kez. “Biz kurbanız tamam mı? Deney fareleriyiz! Bize biçilen görev hayvan gibi düzüşmek ve çocuk yapmak. Çünkü kusursuz soyu devam ettirmek her şeyden daha önemli!”
“Rheana,” dedi hâlime anlam veremezmiş gibi. “Neden bu kadar öfkelisin?”
“Bundan kurtulmak istiyorum!” dedim sanki tüm suç Adrian'daymış gibi ona bağırarak. “Bu bastırılamaz arzuya artık dayanamıyorum Adrian, bitti, ben bittim.”
Adrian sanki ona sert bir tokat atmışım gibi irkildi. Olduğu yerde dikleşti ve bedenini biraz geriye çekti. “Benden bu kadar iğrendiğini düşünmemiştim,” dediğinde bu kez sert bir tokat yemişe dönen ben oldum.
“Bu da nereden çıktı?”
“Gözlerini kapatıp teslim olamayacak kadar benden iğreniyorsun. Buna mecbur kaldığın için mi bu kadar tepkilisin? Bana? Bana mecbur kaldığın için-"
“Mecbur bırakıldığım için tepkiliyim, seninle ilgisi yok,” dedim çabucak. Bir zamanlar benzer bir konuşmayı yapan bendim, şimdiyse o rol ondaydı. “Senden iğrenmiyorum Adrian. Normal şartlarda olsaydık zaten beni çok kolay tavlayabilirdin.”
“Öyleyse bunu normal şartlardaymışız gibi düşünemez misin?”
“Düşünmek istemiyorum,” diye homurdandım. “Kendi isteğimle bunun olmasını düşlüyorum sadece, hepsi bu. Öfkem sana değil, bize ve bizim gibi olan herkese yapılan bu haksızlığa.”
“Anlıyorum,” dedi sadece. Hâli mümkünmüş gibi biraz daha sinirlerimi bozdu.
“Sen nasıl bu kadar sakin kalabiliyorsun? Nasıl bunu kabullenebiliyorsun aklım almıyor?”
“Çünkü ben bununla doğdum, bununla büyütüldüm. İsyan ettiğim anlar elbette oldu ama başka seçeneğimin olmadığını bildiğim için o isyanı hep bastırdım. Başka seçenek yok, Rheana, kadim büyüler bozulmaz.” Ne söyleyeceğimi anladığı için konuşmama izin vermedi. “Sen istisna değilsin, eğer kara büyü söz konusuysa bu istisna değil hatadır.”
“Bu dayatılmayı kabul etmek istemiyorum Adrian. Bir yol olmalı.”
“Üzgünüm,” dedi kafasını hafifçe iki yana sallayarak. Yanaklarım ıslandı, artık gözyaşlarımı tutacak gücüm kalmamıştı. Elleri hızla yüzümü esir alıp akan her yaşı silerken, “Ağlama,” diye sayıkladı. “Bana kendimi berbat hissettiriyorsun. Sanki her şey benim suçummuş gibi. Yapma, bu his çok ağır.”
Sözleri beni daha çok tetiklediğinde dudaklarımdan kaçan hıçkırığa engel olmadım. Adrian beni hızla göğsüne çekip sarıldı. Islak burnum çıplak tenine gömüldü ve onun güzel kokusuyla ciğerlerimi doldurdum.
“Ağlama,” dedi saçlarıma dudaklarını bastırırken. “Lütfen.”
“Korkuyorum,” dedim hıçkırıklarımın arasından. Sonra kafamı iki yana salladım, alnım göğsüne sürttü. “Bunun böyle olmasını istemiyorum Adrian. Gerçek hislerimle sana gelmek isterdim. Aramızdaki çekimin büyüden kaynaklı değil de hissettiklerimizden kaynaklı olmasını çok isterdim.” Sertçe yutkundum. “Baksana, ne söylesem boş, sonuç değişmeyecek,” dediğim sırada ondan biraz uzaklaşıp gözlerine baktım. “Yapalım gitsin,” dedim birden ve bunu söylediğim anda gözlerimi kapattım, çünkü göreceklerimden korkmuştum.
“Yapalım gitsin Adrian. Daha fazla uzatmak işleri iyice berbatlaştıracak ve ben yeterince korkuyorum. Senden tek istediğim nazik olman, lütfen, bu benim için önemli, çünkü ilk kez olacak-"
Kaskatı kesildiğini hissettim. “İlk kez mi?” diye şokla sorduğunda sadece kafamı sallamakla yetindim ancak bu cevap ona yeterli gelmemiş olacak ki tekrarladı. “İlk kez öyle mi? Yani... daha önce hiç olmadı mı?”
Başarısız deneme girişimim aklıma düştüğünde tüm tüylerim diken diken oldu. Canım yanmıştı ve saatlerce ağlayarak günü tamamlamıştım. Devamı olmamıştı, yeniden deneyecek cesareti kendime bulamadan o kazayı yaşamış ve tekerlekli sandalyeyle bütünleşmiştim.
Yeniden kafamı iki yana salladım. “Olmadı.”
“Bu yüzden mi korkuyorsun yoksa?”
“Bu şey bizi delirtiyor, vahşileşiyoruz,” dedim, Adrian gözlerini uzaklara dikip sessizliğe gömüldü. Zarar vermeyeceğini söyleyemiyordu, çünkü o da kendine güvenemiyordu. İşin kötüsü ben bile kendime güvenemiyordum.
“Eğer öyleyse uzatmak işleri iyice boka sokmaktan başka bir şey olmayacak,” dedi kendi kendine konuşurmuş gibi, irkildim. Birazdan yaşayabileceklerimizi düşünmek bile kalp atışlarımı zirveye çıkartırken Adrian hızla ayaklanıp kalkmam için bana elini uzattı. Ondan destek alarak ayaklandığımda birini arar gibi sağa sola bakındım, elbette kimse yoktu. Sertçe yutkunup, “Herkes uyuyor,” diye mırıldandım.
“Kimse bizi fark etmeyecek,” dedi.
İçime titrek bir soluk çektim. “Adrian-"
“Senin için Rheana, sadece senin için sonucunun değişmeyeceğini bildiğim bir yola çıkacağım,” diyerek tüm laflarımı unutmamı sağladı. Sonunda gözlerimi kaldırıp ona bakabildiğimde cam mavisi harelerinde görmeyi beklediğim o koyu arzuya rastlayamadım.
“Sen ve ben gidip o şamanı bulacağız,” dedi, aldığım nefes boğazıma kıymık gibi battı. “Bunu senin için bir şeyleri daha güzel hâle getirme umuduyla yapacağım.”
“Eğer bir sonuç alamazsak-"
“O zaman nazik olacağım tamam mı? Söz veriyorum, seni incitmemek için ne gerekiyorsa yapacağım.”
Diyebilecek yüzlerce sözüm olmasına rağmen sadece kafamı sallamakla yetindim. Adrain elini elime doğru uzattığında hızla, tereddüt bile etmeden elimi avucuna bıraktım, sıkıca kavradı. Gözlerimin içine uzun uzun baktıktan sonra, “Senin için,” diye mırıldandı ve ileriye doğru adım atmaya başladı.
Arkamızda bıraktığımız uyuyan grup umurumuzda olmadı ya da ne tarafa gideceğimizi o an için düşünmedik. Yolun sonunda çıkış olup olmaması da artık önemsizdi.
Biz ele ele verip bizi mecbur bıraktıkları sisteme savaş açmıştık.
Sonucu olumsuz olacaksa bile hiç değilse çaba göstermiş sayılacaktık ve bu da bizim başarımız olacaktı.
×××
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |