@yazarimsibirileri
|
Ellerim ve ayaklarım sımsıkı bağlı bir şekilde ucu görünmeyen okyanusa bırakılmış gibi hissediyordum. Çırpındıkça daha çok batıyordum ve ciğerlerime depoladığım hava tükenmek üzereydi. Sanki gerçekten de nefessiz kalmışım gibi boğazımı sertçe ovaladım, oradaki yumru yerinden milim salınmadı. Sol dirseğimi masaya dayayıp alnımı avucuma gömerek gözlerimi yumdum. Müzik her zamankinden daha gürültülüymüş gibi hissediyordum ve bu his başımın çatlayacak derecede ağrımasına neden oluyordu. Artık saklanmayı bırakmıştım, odamdan çıkmış, kulüpteki kalabalığa karışmıştım. Cesur ve ikizlerin kendilerine aitmiş gibi sürekli oturduğu o locadaydım ve yalnızdım. Üzerimde garip bakışlar dolanıyormuş hissine sık sık kapılsam da kimse umurumda değildi. Parmaklarım kenarda duran bardağa dolandığında onun boş olduğunu ancak içmek için dudaklarıma götürdüğümde anlayabildim. Bardağı bırakıp alnımı daha sert bir tavırla avucuma gömerken önümde duran telefonumun ekranına dokundum. Saat dokuzu geçeli çok olmuştu. Dün gelen daveti kaçırmıştım, ki zaten gitmeyi düşünmüyordum da. Ama Cesur dünden beri ortalıkta yoktu ve telefonlarıma cevap bile vermiyordu. Ondan haber alamamak ve açıklamasız bırakılmak canımı sıkıyordu. Saati bir kez daha kontrol ettiğim sırada masaya gürültüyle bırakılan içki bardakları gözüme takıldı. Daha sonra bakışlarım bardakları tutan ojeli ellerden tırmanarak kadının koyu yeşil gece elbisesinde dolandı ve ardından da yüzünü buldu. Dolgun dudakları, minik ve sivri burnu, mavi gözlerine ilgiyi toplayan makyajı ve sarı saçlarıyla tepemde dikilen kadın, hakkını vermem gerekirse oldukça güzeldi. Ona benden ne istediğini belirtircesine baktığımda, “Sanırım terk edildin,” dedi içkilerden birini bana doğru ittiği esnada. Dudaklarındaki minik kıvrım hâlimden yola çıkarak edindiği sonuçtan memnun olduğunu gözüme sokar gibiydi. Düşman sezmişçesine toparlanarak dikleştiğim sırada onu daha dikkatli inceledim ve göz alıcı güzelliğinin doğuştan gelmediğini fark ettim. Gözleri lensti ve saçları da boyaydı, ayrıca yüzünde, göğüslerinde tıbbi rötuşlar vardı. Bir kadının kendini istediği şekle sokması pek de umurumda olan durumlardan değildi ama bu kadının özellikle birine benzemek için bunu yaptığını hissetmiştim ve henüz onu hiç tanımadan bu his içime dolmuştu. “Ne terk edilmesinden bahsediyorsun?” diye sordum gözlerimi kısarak. Gülümsedi. “Neyden bahsettiğimi biliyorsun.” “Hayır, bilmiyorum,” diye terslediğimde o da gözlerini kısarak beni inceledi. Yüzümün her santimini, özellikle gözlerimi ve saçlarımı... “Doğal olman seni ancak birkaç hafta fazladan idare etmeye yetmiş,” dedi daha sonra. “Sen de istediği kişi değilsin. Ama ne var biliyor musun?” diye sorduğu sırada beni bilerek bekletmek için ağır ağır içkisinden yudumladı. Geriye yaslanarak onu izlemek dışında hiçbir şey yapmadım. Sonunda yeniden konuşmaya başladığında benden beklediği ölçüde tepki alamamış olmak onu rahatsız etmeye başlamışa benziyordu. “Seni gördüğüm ilk anda uzun soluklu olmayacağını anlamıştım. Cesur'un önünden kimler geçti,” derken kendinden güçlü rakip görmediği açıkça ortadaydı. “Senin hiç şansın yoktu. İşte! Buraya kadarmış.” “Hakkımda ne biliyorsun?” diye sordum, bunu beklemiyormuş gibi bana tepeden bakan ifadesi sarsıntıya uğradı. Onunla kapışmamı istediği apaçık ortadaydı ve bunu ona vermeyerek canını sıkıyordum. “Görünüşün yüzünden Cesur'un seni seçeceğini düşünen zavallılardan birisin,” dediğinde aniden ortaya çıkan gülüşümü bastırmak zorunda kaldım. “Herkes ayrıcalığın olduğundan söz ediyordu ama şu hâline bak. Kendinle asla ilgilenmiyorsun,” derken giydiğim kot pantolona ve siyah gömleğe iğrenerek baktı. “Bu hâldeyken kaç gün daha sana sabretmesini bekleyebilirdin ki? Bitirdi, değil mi? Sana kapıyı gösterdi.” Kaşlarım hayretle havalanırken kollarımı göğsümde bağladım. “Ayrıcalığım olduğundan haberim yoktu. Beni neden ayrı tutmuş olsun ki?” “Bilmiyorum,” dedi bundan hoşlanmamış gibi eliyle rastgele bir şeyi gösterir gibi beni göstererek. “Doğalsın, belki de tek nedeni budur.” “Cesur’un tarzını iyi bilirmiş gibisin?” “Elbette. O, sarışın ve mavi gözlü kadınlardan hoşlanır-" “Neden özellikle sarışın ve mavi gözlü olduğunu da biliyor musun?” diyerek lafını böldüm. “Çünkü kaybettiği sevgilisi öyleydi,” dedi hafif kıskançlıkla. “Ne yani, öldü mü?” Omuz silkti. “Tabii ki!” “Baksana, senin adın ne?” “Ceren?” Ellerimi masaya bastırarak ayağa kalktım. Telefonumu pantolonumun arka cebine atıp getirdiği bardaklardan birine uzanırken, “Teselli içkin için teşekkür ederim Ceren,” dedim, memnun olmak yerine dudakları gerildi. “Terk edildiğini biliyorum. Üzülmemiş numarası çekmene gerek yok!” Gülümseyerek, “Hiçbir şey bildiğin yok,” deyip iki adım atarak aramızdaki mesafeyi kapattım. Onu bir kez daha tepeden tırnağa inceledikten sonra, “Tek derdi görünüşünü değiştirerek bir adamın istediği şekle bürünmek olan zavallılardan olmayı isterdim,” dedim, yaptığım vurgu kaşlarını çatmasına neden oldu. “Belki o kadar aptalken hayat daha kolay olurdu,” diyerek pimini çektiğim bombayı kucağına bıraktım ve yanından hızla ayrıldım. Kadının yüzü kadrajımdan çıktığı anda yüzümdeki gülümseme de yokluğa karıştı. Bu olay artık iyice beni rahatsız etmeye başlamıştı. Masadan aldığım içkiden koca bir yudum içtikten sonra Eva'yı bulabilmek umuduyla etrafta bakındım, görünürde yoktu. Tanıdık yüz olarak sadece Özgür bar kısmındaydı. Eva'yı arka tarafta bulabileceğimi umarak oraya yöneldim. Artık bu konuyu enine boyuna öğrenmemin vakti gelmişti. Yok saymayı, ya da görmezden gelmeyi bırakıyordum, buraya kadardı. Adını bile ilk kez duyduğum biri olan Barut dahi bu imada bulunmuştu ve zaten dünden beri aklım karman çormandı. Üstüne Ceren'in hadsiz kıskançlığı tuz biber olmuştu. Cesur’u bekleyebileceğimi düşünmüştüm ama onun pek ortaya çıkacağı yok gibiydi. Bu yüzden aklımdaki tüm soruları Eva'ya sorabileceğimi düşünüyordum. Elimden bırakmadığım içki bardağıyla arka kısımda yer alan koridorda ilerliyordum. Eva büroda olabilirdi, odanın açık kapısından yansıyan ışığı görüyordum. Hızlı adımlarım odanın önünde son bulduğunda seslenmek için aralanan dudaklarım gördüğüm manzara karşısında öylece kalakaldı. Eva ve Akın öpüşüyorlardı. Eva çalışma masasında oturuyordu ve Akın onun iki bacağının arasındaydı. Eva'nın bakır tonlarındaki saçlarını tek eliyle kavramış, başını geriye itmişti. Dövmeli parmakları kadının gür saçlarına saplanmış gibiydi. Eva'nın sırtı bana dönük olduğu için yüzünü göremiyordum ama Akın'ın yüzü bana doğruydu ve gözleri kapalıydı. Duruşlarından çıkardığım Akın'ın talepkâr, Eva'nın ise çekingen olduğuydu. Sanki bu öpüşme aniden gerçekleşmişti ve Eva hazırlıksız yakalanmıştı. Elleri Akın'ın iri pazılarındaydı ve sanki her an onu geri itecekmiş gibi duruyordu. Ancak Akın onu belinden kavrayarak birden kendisine çektiğinde Eva da ona tutunmuş ve tüm tereddütlerini bırakmışçasına bu kez ellerini adamın boynuna dolamıştı. Böyle bir anın katili olmayı asla istemezdim. Sorularım biraz daha bekleyebilirdi, sabredebilirdim. Hiç sesimi çıkarmadan gerisin geri kapının önünden çekilmek için kıpırdanacağım sırada oradaki varlığımı hissetmiş gibi Akın birden gözlerini açtı. Sadece dikkatli bakıldığında renginin ela olduğu anlaşılan gözlerindeki haz yerini sert bir bakışa bıraktığında yutkundum. Hâlâ Eva'yı öpmeye devam ediyordu ve gözlerinden savrulan okları da üzerimden çekmiyordu. Benimle problemi olmadığını savunsa da aramızdaki gerilim ortadaydı ve fazlasıyla rahatsız olduğum bir diğer konulardan biri de buydu. Böyle bir manzarayla karşılaşmayı ummadığım için şaşkın bir ifadenin yerleştiği suratımı hızla düzelterek Akın'a dik bir bakış attım ve kapının önünden çekildim. Sırf Eva'yı utandırmak istemediğim için oradaki varlığımı açık etmemiştim. Akın ile arasındaki ilişkinin yeni yeni tomurcuklandığını anlamak zor değildi. Birbirlerine olan ilgilerinin herkes farkında olabilirdi ama ilişkiye başlamak üzere olduklarını sanırım henüz kimse bilmiyordu. Gerisin geri oradan uzaklaşmayı planladığım sırada Akın'ın bana olan soğuk davranışları iyice sinirimi bozduğunda gözlerim hırsla kısıldı ve elimdeki bardağın yere düşmesine izin verdim. Huzur kaçıran sadece Akın olmamalıydı, biraz da ben onun huzurunu bozmalıydım ki ödeşmiş sayılmalıydık. Yere düştüğü anda bin parçaya ayrılarak sağa sola dağılan cam parçalarının çıkardığı tiz sesin Eva'yı yerinde hoplattığını çıkardığı endişeli seslerden anlamam zor olmamıştı. Akın ise beklediğim gibi homurdanmıştı. Eva ne olduğuna bakmak için koşar adım koridora çıktığında ona endişeyle bakarak yakındım. “Özür dilerim, biraz fazla kaçırdım. Ayağım takılınca elimden düşmesine engel olamadım.” Hızlanan soluklarını düzene koymaya çalışırken, “Ah, önemli değil, temizletirim,” dedi. Koridordaki kızıl ışığın altında bile yanaklarının pembeleştiğini seçebiliyordum. Sanki lise çağında ilk kez sevgilisiyle öpüşen genç kızlar gibiydi. Elini ayağını koyacak yer bulamıyordu ve müziğin sesi buraya kadar geliyor olmasa kalp atışlarını dahi duyabileceğime emindim. “Ne şanslı,” dedim içimden. “Hoşlandığı adamdan aldığı öpücükle başı dönmüş.” Sonra birden kendimi onun yerinde düşünmeye başladım. Hoşlandığım birinden alacağım ilk öpücük acaba bende de böyle bir etki bırakır mıydı? Kimseye kapılarını açmayı kabul etmeyen kalbim gümbür gümbür atar mıydı? Ya da o anın getirdiği garip, tatlı histen dolayı yanaklarım kızarır mıydı? Kafamı hafifçe iki yana sallayarak kendime cevap verdim, çünkü hayatıma baktığımda böyle hislerin tadına bakabileceğimi düşünmüyordum. Benim savaşım yaşamakla ilgiliydi. Bu savaşın içerisindeyken hayatımın aşkını bulmaya vaktim yoktu, ki bulmak da istemezdim. Birine bağlanmak benim gibi peşinden tehlikenin eksik olmadığı biri için yükten başka bir şey olmazdı. “Hey,” diye seslendi Eva, irkildim. “Beni duyuyor musun?” “Ne demiştin?” “İyi misin? Cam parçaları sana gelmedi değil mi?” Benim aksime gerçek bir endişeyle bana odaklı olan zümrüt yeşili gözlerine uzun uzun baktım ve sonunda kafamı yavaşça iki yana salladım. “İyiyim,” dedim rengini kaybettiğim sesimle. Hafifçe gülümsemeye çalışıp, “Gidip yatsam iyi olacak,” diye mırıldandım. Daha sonraysa asıl önemli olan şeyi ancak hatırlamışım gibi kaşlarımı kaldırarak devam ettim. “Bar kısmında senden bahsediyorlardı. Eğer yanlış duymadıysam galiba bir aksilik çıkmış olabilir. Ne olduğunu tam anlayamadım ama seni görünce söylemek istedim.” Eva kafasını önce büroya çevirdi, ardından bana baktı ve bunu birkaç kez tekrarladıktan sonra, “Öyleyse baksam iyi olur,” dedi. Böyle diyeceğini tahmin etmiştim, çünkü az önce yaşanan andan dolayı utangaç olduğu yüzünün her karesinden belliydi ve bir süre Akın'dan kaçacak gibiydi. Kafamı salladım ve yanımdan geçip giden kadının koridorda kaybolmasını sessizce izledim. Onu kullandığım, yalan söylediğim için vicdanım hiç rahat değildi, ancak bunu bastırmayı seçtim ve sert adımlarla bürodan içeriye girip kapıyı da ardımdan kapattım. Akın çalışma masasındaki koltuğa oturmuş, yaktığı sigarasını içiyordu ve beni bekliyormuş gibiydi. Sırtımı kapının sert yüzeyine yasladığım sırada, “Ne istiyorsun?” diye sordu. “Neden benden hoşlanmıyorsun?” dedim aniden. Gözlerini kıstı, doğrudan bu soruyu beklemediğini anlamıştım. Sigarayı tuttuğu eliyle beni işaret eder gibi havada yuvarlak çizdi. “Seninle kişisel bir sorunum yok.” “Başından beri var,” diye direttim. “Bana güvenmeyebilirsin, bunu anlarım, hatta sana hak bile veririm-” “Ve seni burada istemeyebilirim de,” diyerek sözümü kesti. “Buna da hak vermelisin, çünkü benim için yakında başımı ağrıtmaya başlayacak problemsin.” Yüzümün düşmesine izin vermedim. “Neden böyle düşünüyorsun? Sanki bilmediğim bir şeyi biliyormuş gibi-" “Abimin sana olan ilgisinin farkında olmadığını söyleyemezsin,” dedi gerdiği oku üzerime saplar gibi birden. “Seni bu konuda en başında uyarmıştım. Aynı şeyleri tekrar tekrar konuşmaya niyetim yok. Dünden sonra bile hâlâ buradaysan sözlerim senin için önemsiz demektir.” “Barut'un aniden ortaya çıkışı beni de şaşkına çevirdi. Ayrıca bu konuda beni nasıl suçlu görebilirsin anlayamıyorum? Barut'u tanımıyorum bile! Neden öyle bir şey yaptığına dair hiçbir fikrim yok.” Başına ağrılar saplanıyormuş gibi sol elinin baş ve işaret parmaklarıyla gözlerini ovaladıktan sonra, “Bak, sana son kez anlatacağım,” dedi hoşnutsuzluğunu saklamadan. “Abim sana benzeyen bir kadını kaybetti. Onu hiçbir zaman unutamadı ve başkasını da sevemedi. Seni neden yanında tutuyor sanıyorsun? Sevdiğinden mi?” diyerek buzdan bir gülüşle dudaklarını kıvırdı. “Yapma Nehir, seni sevmediğini biliyorsun. O, kimseyi sevemez. Yavuz bu saatten sonra nasıl kimseyi sevemeyecekse abim de sevemeyecek. Sadece vakit geçiriyor. Sana daha ne kadar açık olabilirim? Seninle sadece vakit geçiriyor.” Son cümleye yaptığı vurguyla suratıma sert bir yumruk atmış gibi irkildim. “O kadın,” dedim, durdum, derin bir nefes aldım, göğsümdeki sıkışıklık geçmedi. “Yaşıyor mu?” Omuz silkti. “Yaşamıyor.” Bu kez benim dudaklarımda buz gibi bir kıvrım belirdi. “Yalan söylüyorsun,” dediğimde yüz ifadesinde hiçbir sarsılma olmadı ama nedense yalan söylediğini düşünmeye devam ediyordum. “Barut'un mesajını okudum. Onu sonunda bulduğun konuşuluyor, yazıyordu. O, ölmedi. Yalan söylüyorsun.” “Öldü mü ölmedi mi bilinmiyor,” diye düzeltirken sert surat ifadesi yerini koruyordu. “O kadar uzun zamandır ondan haber yok ki artık hiçbir umut kalmadı. Abim izini kaybettiği günden beridir onu arıyor, yıllardır bulamadı. Bizim gibiler için birini bulmanın çok da zor olmadığını anladığını umuyorum. Hâlâ bulunmamışsa ölmüştür ama abim bunu asla kabullenmiyor.” Sanki sıradan bir sohbetteymişiz gibi sigarasından bir nefes çekti ve dumanını havaya bırakırken konuşmaya devam etti. “Sana takıntı durumu ciddi gelmiyor olabilir ama ciddi durumda. Buraya uyuşturucu sokan kimse yaşamaya devam etmedi. Sen neden ediyorsun? Suçsuz olduğun için değil, Nehir. Ona benzediğin için. Ona benzediğin için yaşıyorsun, ona benzediğin için sorunlarınla ilgileniyor, ona benzediğin için ne yaparsan yap sana dokunmayacak.” Duyduklarımla soğuk duş etkisi yaşarken, “Bu mu seni rahatsız eden?” diye mırıldandım, sanki konuşmakta güçlük çekermiş gibi. “Ona benzediğim için tüm hatalarımı görmezden gelecek olması mı?” “Onu aldatman o kadar kolay ki-" “Yapmam,” dedim birden. Sonra irkildim. Ne zamandan beri böyle düşünmeye başlamıştım? Daha düne kadar onu düşman olarak görürken hangi ara konumu değişmişti? “Yaparsın. Neden yapmayasın? Seni sadece gözünü gönlünü hoş etmek için yanında tuttuğunu biliyorsun. Seni sevmediğini ve asla sevmeyeceğini de biliyorsun. Hiçbir kadın başkasının yerine koyulmayı sindiremez. Bugün değilse yarın, yarın değilse-" “Asla,” dedim devam etmesine müsaade etmeyerek. “Asla bunu yapmayacağım. Yediği kabı pisleten biri değilim. Bir anlaşmamız var ve o bittiğinde her şey bitecek.” “Bitmesine izin vermez-" “Sen ne sanıyorsun? Bana iyi davrandığı için ona âşık olduğumu falan mı?” diye birden parladığımda Akın sigaradan kalan izmariti kül tablasına bastırıyordu. “Şüphelerim yok değil.” Yumruklarımı sıktım. “Saçmalama. O ve ben sadece bir anlaşmaya tabiyiz, hepsi bu. Uyarılarınızı dikkate alıyorum, bana karşı olan davranışlarının farkındayım. Ona âşık olacak kadar da aptal değilim tamam mı?” “Göreceğiz,” dedi, buna inanmadığı apaçık ortadaydı. “Barut-" “Barut'un ne yazdığına takılma,” dedi yine uyarır gibi. “Sen abimin aradığı kadın değilsin, bunu zaten biliyor. Maksadı her zamanki gibi sinir bozmak.” “Emin misin? Ya gerçekten o olduğumu düşünüyorsa?” Akın gülümsedi. Yanaklarında oluşan çukurlar ona sevimli bir hava kattı, ancak gerek gözlerindeki buzdan bakış, gerekse sözleri bu sevimliliği gölgede bırakır cinstendi. “Düşünmez. Seni soyuna sopuna kadar araştırmıştır, bizim gibi. Biz nasıl sen olmadığından eminsek o da emin.” Yutkundum. “O zaman sorun yok.” “Sorun daima var,” dedi. “Burada kalmaya devam ettiğin sürece sürekli sorun çıkacak. Dün Barut’tu, yarın başkası.” Kaşlarım çatıldı. “Sonuçta ortada sadece benzerlik söz konusu, değil mi? Bana yakında benden sıkılacağını, kapının önüne koyacağını ima edip duruyorsun ama varlığımdan o kadar rahatsızsın ki,” derken çözmek istercesine ona daha dikkatli baktım. “Beni sevmeyeceğinden çok eminsin ama yine de beni istemiyorsun-" “Sonunda senin canın yanacak-" “Açıkçası bunun pek de umurunda olduğunu düşünmüyorum,” dedim sertçe. “Bence uzaklaşmamı istiyorsun, çünkü Cesur'un gerçekten beni sevebileceğinden korkuyorsun.” Ellerini masaya koyup bastırdı ve oturduğu yerden doğrularak ayağa kalktı. Bana daha belirgin bir öfkeyle bakarken, “Seni asla sevmeyecek,” dedi kendinden emin bir şekilde. Masanın arkasından çıkıp üzerime doğru gelmeye başladı. “Ben seni başında da uyardım, şimdi de uyarıyorum; boşuna o hayallere kapılma. Gün gelecek senden sıkılacak, sana baktığında onu görmemeye başlayacak ve o zaman geldiğinde üzülen tarafta sen olacaksın. Yerinde olsam kendimi kaptırmadan bu işe son verirdim. Ha, intikam mı? Zaten Tolga’yı öldürdün, bence o defteri de kapattın.” Önümde durdu ve bir süre dik bakışlarını yüzümde gezdirdi. Ardından kapının koluna uzanmadan önce, “Artık yoluna bakma zamanı Nehir,” dedi ve kapıya yaslı olan bedenimi kapıyı açarak kenara itip dışarı çıktı. “Hayır, henüz değil. Yolumu kapatan iki isim daha var,” dedim beni duymayacağını bile bile. “Bu işe bir kez bulaştım ve artık onlar son nefesini vermeden de bitirmeyeceğim.” ××× Saat gecenin kaçıydı bilmiyordum, belki şafak sökmek üzereydi. Yatağımdaydım ama yatmıyor, oturuyordum. Gözlerim kapının üzerindeydi ve sessizliği dinliyordum. Işığı kapatmıştım, sadece gece lambalarından biri açıktı. Gözlerim uyku isteğiyle yanıyordu ama kafamın içerisindeki curcuna yüzünden hâlâ ayaktaydım. Kulaklarımı tüm sesleri ayrıt etmeye programladığım için koridordaki ayak seslerini yakalamakta zorlanmadım. Kulüpteki eğlencenin bitmiş olması bana daha iyi duyma olanağı sağlamıştı. Ayak sesleri ağır ağır yaklaştı ve tam da kapımın önünde durdu. Omuzlarımı dikleştirerek kapıya baktım, sanki onu görebilecekmişim gibi. Uzunca bir süre orada bekledi, hatta bir an kulpu çevireceğini bile düşündüm ama bunu yapmadı. Ayak sesleri kapımın önünden çekildi, başka bir kapı açıldı ve kapandı. Fırlar gibi ayağa kalktığımda önünü ardını düşünmüyordum. Onunla konuşmam gerekiyordu ve bunu ertelemeyecektim. Sertçe kapının kulpuna asılarak odamdan çıktım ve kızıl ışıkla aydınlatılmış koridorda, hemen karşımda kalan kapının kulpunu çevirdim, kilitli değildi. Naziklik göstermeden içeriye daldığımda aydınlatmaların sadece birkaçı açıktı, ne tam aydınlıktı ne de tam karanlıktı, bu yüzden gözlerimi kısarak bakmak zorunda kalmıştım. Odaya girdiğimde Cesur'un arkası dönüktü. Ceketini çıkarıp yatağa atmıştı ve sonraki hamlesi üzerindeki gömleği çıkarmaktı, ancak baskına uğramış gibi çevik bir hareketle bana doğru döndü. Sert yüzü önce mümkünmüş gibi biraz daha sertleşti ve daha sonra gelenin ben olduğumu fark edince aynı hızla gevşedi. Koyu kahve gözleri yüzümün her karesini taradı ve bunu sil baştan birkaç kez tekrarladı. Sonunda konuşabildiğinde, “Neden bu saatte ayaktasın?” diye sorarken düğmelerini yarısına kadar indirdiği gömleğiyle karşımda duruyordu. “Konuşmamız gerekiyor.” “Sabahı bekleyemeyecek kadar önemli olan şey ne?” Gözlerim biraz daha kısıldı. “Benimle dalga mı geçiyorsun? Dünden beridir sana ulaşamıyorum, farkında mısın?” Bakışları ağırlaştı. Yeniden arkasını dönüp kalan düğmelerini açmaya koyulmadan önce, “Gidip uyu,” dedi sadece. Hırsla dişlerimi sıkarak kapıyı sertçe üzerine vurdum, gitmediğimin pekâlâ farkındaydı ve bundan hoşlanmamış gibi kafasını geriye atarak derin bir soluk aldı. “Konuşmak için uygun bir an değil,” dedi daha sonra. Ona doğru birkaç adım atıp, “Sen... kaçıyor musun?” diye sordum biraz şaşkınlıkla. “Hayır, bunu kafamın yerinde olduğu bir an konuşalım.” “İçtin mi?” “Evet.” “Neden?” Güldüğünü duydum, soğuk bir gülüştü. “Bir nedeni mi olması lazım?” “Barut seni bu kadar mı rahatsız ediyor?” diye birden sorduğumda omuzlarının gerildiğini fark ettim. Düğmelerini çözmeyi bitirdiği gömleğinin içerisinden hızla sıyrıldı ve onu da yatağın üzerine attı. Hâlâ sırtı bana dönük duruyordu ama bu hâldeyken bile tüm vücudunun gergin olduğunu anlamam zor değildi. Kolundaki saati çıkartmak için hareketlenirken, “Tehlikeli sularda kanat çırpıyorsun fırtına kuşu,” dedi karanlık bir sesle. Beni uyarır gibiydi. “Ne düşünmemi bekliyorsun ki? Birinden bir davet geliyor ve sen ortalıktan kayboluyorsun. Telefonlarımı bile açmıyorsun. O davet ikimizin adına gelmişti, açıklamamı istiyorum,” diye direttim. Saati de bileğinden sökerek yatağın üzerine fırlattıktan sonra nihayet yeniden bana doğru döndü. Gergin kaslarla bezeli vücuduna bakmamaya özen gösteriyordum, gözlerim gözlerindeydi ve çene çizgisinden aşağıya düşürmemek için kendimi sürekli uyarıyordum. “O davetin senin için bir önemi yok. Benim düşmanım beni ilgilendiriyor, bu konuyu daha fazla uzatma.” Ses tonu tehlikeli ve sınır çizer cinstendi. Buraya ilk kez gelen o ürkek kadın olsaydım ondan korkabilir ve odama çekilebilirdim ama artık o kadın değildim. Üstelik kabuğumu kıran da bizzat oydu. Bir adım daha atarak aramızdaki mesafeyi neredeyse sıfıra indirdiğimde çenesinin kasılmasından dişlerini sıktığını anladım. Karşısında asla gardımı indirmeden dikilirken, “Sana her gün kendi hakkımda bilgiler veriyorum,” diye hatırlattım. Birkaç günlük sekteye uğramış olsa da sonuç olarak benden her gün bir şey duymayı bekliyordu. “Seni asla ilgilendirmeyen, benimle ilgili olan şeylerden sana bahsediyorum. Ben bunu yaparken sen nasıl beni dışarıda tutmaya çalışabilirsin?” “Bu aynı şey değil-" Elimi göğsüne geçirerek ona vuracakmışım gibi hızla kaldırıp son anda durdurmayı başardım. Çıplak tenine değmek üzere olan parmaklarımı geri çekerken, “Aynı şey,” diyerek sesimi yükselttim. Uykusuzluğun ve yorgunluğun sindiği gözlerine doluşan öfkeyi soludum. Ona diklenmemi daima hoş karşılıyordu ama şu andaysa sinirlerini geriyor gibiydim. “Onunla buluştun, değil mi?” diye sordum bir an sonra. “O davete gittin, Barut'la konuştun. Bundan dolayı-" “Git ve yat,” dedi kelimelerimi bıçak gibi bölerek vurguyla. Ardından odanın içerisindeki banyoya doğru yöneldi. Kırar gibi kapıyı açıp içeri girdikten sonra da yine kırar gibi kapattı. O an gitmem gerektiğini biliyordum, odama dönmeli ve uyuyamayacak olsam da yatağa girmeliydim ama bunu yapmadım. Israrla dışarıda tutulmanın verdiği öfkem daha baskın gelince ben de banyoya yöneldim. Hışımla kapıyı açtığımda sanki bunu beklermiş gibi soluğunu sertçe dışarıya saldı. Ellerini lavabo tezgâhına bastırmıştı ve aynaya saplı olan ters bakışları oradan benim üzerimdeydi. “Ortada büyük bir sorun olduğunu düşünmeye başlamak üzereyim,” dedim ben de aynadaki yansımasından ona bakarak. “Sorun yok. Bunu bu kadar kafana takmayı bırak. Seni ilgilendirmiyor diyorsam ilgilendirmiyor.” Onu yumruklama isteği içime dolduğunda dişlerim sertçe birbirine kenetlendi. Tırnaklarım avuçlarıma batarken, “İyi,” dedim öfkeyle. “Benim hayatım da seni ilgilendirmiyor. Bir daha bana soru sorma!” Geldiğim gibi çıkıp gitmek için arkamı döndüğüm anda beni kolumdan yakalayıp uzaklaşmama izin vermedi. Kendine doğru çekmesiyle göğsüm göğsüne çarparken diğer eliyle banyonun kapısını kırmak ister gibi üzerine vurdu. Çıkan sesin tüm odayı titrettiğine yemin edebilirdim. Sert bakışları sert bakışlarımla adeta savaş hâlindeydi. Bir şeyin onu rahatsız ettiğini, huzurunu bozduğunu fark etmek zor değildi ve bu durum beni geriyordu. “Öylece bana arkanı dönüp gidebileceğini mi sanıyorsun?” diye tısladı, yutkunmak zorunda kaldım. Yemin edebilirdim ki bunu sadece bu an için söylememişti. “Eğer istersem giderim.” Bedenimi kapının önünden çekip lavabo tezgâhına yasladığında bana kaçacak hiçbir alan bırakmamıştı. Kalçam tezgâha değiyordu ve göğsü hâlâ göğsümün üzerinde kaya gibi baskısını koruyordu. Kendime biraz olsun alan açmak adına ellerimi göğsüne dayamış olsam da faydasızdı. Alev gibi yanan teni parmaklarımın altında o kadar sertti ki onu yerinden oynatmak bir kayayı oynatmakla eşdeğerdi. “Kelimelerini dikkatli seç,” dedi damarlarımdaki kanı bile üşütecek şekilde. “Şu dudaklarından,” derken bakışları bir anlığına dudaklarıma değdiğinde nefesimi tutmak zorunda kaldım. “Şu dudaklarından o kelimeyi duymaya tahammülüm yok.” Anlamazdan geldim. “Hangi kelimeyi? Gitmeyi mi?” Hafifçe güldü ama bu öyle farklı bir gülüştü ki tüm cesaretimi bir balona tıkıp o balonun ipini kesecek türdendi. “Tehlikeli sularda uçman güzel ama benim tehlikeli sularımda uçarken dikkatli ol. Güzel kanatlarını inciten olmak istemiyorum.” “Şimdide beni tehdit mi ediyorsun?” diye sordum. “Uyarıyorum,” dedi. “Bir anlaşmamız var,” diye hatırlattım. “Ve bir gün bitecek.” Ve ben de gideceğim. Yoğun bakışlarına buz parçaları doluşmaya başladı. “Bittiğinde ne yapacağını söyle bana,” dedi. Sanki hadi, cesaretin varsa söyle, der gibiydi. Derin bir soluk aldım, göğsüm göğsünü dürttü. Gözlerine kendimden emin bir bakışla bakmaya özen göstererek, “Gidece-" diye başlamıştım ki iri elini hızla dudaklarımın üzerine örtüp kelimeyi ağzıma tıktı. Tırnaklarımı tenine geçirdim, ufak uyarımı umursamadan terlediği için nemlenmiş olan alnını alnıma bastırdı. “Şu anda,” dedi durdu ve sertçe yutkundu. Bana hâlâ öfkeyle bakan gözlerini yumup, “Seni öperek susturmayı ne kadar istediğimi tahmin edemezsin,” dedi. Bunu hiç ama hiç duymayı beklemediğim için gözlerim irileşti. Kalbim birden o kadar şiddetini arttırdı ki kulaklarımın uğuldadığını hissettim. Cesur kafasını hafifçe iki yana salladı, alnı alnıma sürttü. Ardından kafasının içindeki sesle olan savaşını kaybetmiş gibi yavaşça eğilerek dudaklarını elinin üzerine bastırdı, irkildim. Sanki eli hâlâ aramızda durmuyormuş gibi kan basıncım yükseldi. Göğsüm şiddetle inip kalkıyordu ama aynı zamanda çok ağır nefes alıyordum ve bu nasıl mümkün olabiliyordu düşünemeyecek durumdaydım. Yavaşça geri çekildiğinde ve kirpikleri titreyerek birbirinden ayrılıp koyu bir sis bulutunun kuşattığı gözlerini ortaya serdiğinde elimde olmadan gürültüyle yutkundum. “Kal,” dedi bir an sonra. “Daima kal.” Hâlâ dudaklarımın üzerinde duran elinin bileğine ellerimi yerleştirip baskı uyguladım, güçlük çıkarmadan elini uzaklaştırmama izin verdi. Şok yüzümde asılıydı ve onu nasıl sileceğimi bilmiyordum. Sanki kendi kendime bu duruma bir neden arar gibi, “O kadar çok mu içtin?” diye mırıldandım. Onu dikkatle izlemiyor olsam bir anlığına kıvrılıp eski hâline dönen dudaklarını asla yakalayamazdım. “Sert içtim,” dedi daha sonra. Ciğerlerime derin bir nefes çekerek kendimi rahatlatmaya çalıştım ama soluklarım asla düzene girecekmiş gibi durmuyordu. “Kafan yerinde değil?” dedim beni onaylamasını umarcasına. Cesur derin bir soluk alarak sonunda benden uzaklaştı ve beni onaylamadı. Bunun yerine, “Duyacakların hoşuna gitmeyecek,” dedi. Kalbim bu kez endişeyle çarpmaya başladı. “Daha önce de hoşuma gitmeyen birçok şey duydum.” Cesur koca bedenini banyodan çıkardığında peşinden bakmakla yetindim. Kalçamı iyice lavabo tezgâhına yaslayıp, ellerimi de açarak üzerine yerleştirdim. Bacaklarımda garip bir uyuşma ve karıncalanma vardı. Az önceki anın etkisi hâlâ üzerimdeydi, kolay kolay ondan sıyrılacağımı da sanmıyordum. Gözlerimi kapattığım anda oradaki karanlık perdeye Cesur'un hafifçe eğilmesi ve dudaklarını elinin üzerine bastırması canlanıyordu. Yanlış olduğunu bile bile acaba diye düşünmekten kendimi alamıyordum. Acaba arada eli olmasaydı nasıl hissederdim? Kafamı şiddetle iki yana salladığım sırada Cesur banyoya geri dönüp tam karşımda kalan duvara sırtını dayadı. Elinde tuttuğu sigara paketini açtığında içerisinde tek dalın kaldığını görünce sessizce küfredip paketi bana doğru uzattı. Kafamı iki yana sallayarak reddettim. Aslında bir tane içebilirdim ama Cesur’un buna benden daha çok ihtiyacı varmış gibi hissediyordum. Sigarayı dudaklarının arasında kıstırarak paketten çıkartıp paketi kolumun üzerinden tezgâha savurdu. Ardından da etrafta esinti olmamasına rağmen eliyle siper ederek çakmağı tutuşturdu. Her hareketini dikkatle izlediğimi fark ettiğimde boğazımı temizleyerek gözlerimi duş kabinin üzerine mıhladım. Ona bakmak bile çıplak elle ateş dokunmak gibi hissettirmeye başlamıştı. İçine çektiği dumanın havaya karışmasına izin verirken, “Değer verdiğim birini kaybettim,” diye söze girdiğinde az önce ondan kaçırdığım bakışlarım yeniden ona döndü. Taze bir şok dalgasının daha damarlarıma yayıldığını hissettim. Ben konuyu bile açmadan onun bundan bahsedeceğini asla düşünmemiştim. “İzini kaybettim,” diye düzeltti. Ardından sigaradan öyle derin bir soluk çekti ki benim ciğerlerim bile sıkıştı. “Yıllar geçti,” derken kafasını da arkasındaki duvara yasladı. Ortaya çıkan ademelması sertçe yutkunduğunu belli edercesine aşağı yukarı hareket etti. “Onunla yetimhanede tanışmıştım.” Tenime yüzlerce iğne batmış gibi rahatsızlıkla kıpırdandım. “Nasıl biriydi?” diye sorarken suratımı ifadesiz tutmak çok zordu. Bildiğimi ona söylemeli miydim yoksa akışına mı bırakmalıydım emin olamıyordum. “Senin gibi,” dedi hiç ummadığım bir anda. Zaten bunu biliyor olsam da açıkça söylemesi karşısında şaşkınlıkla ona baktım. “Nasıl benim gibi?” “Saçları altın sarısıydı,” derken sanki onun hayali gözlerinin önünde belirmiş gibi gözlerini yumdu, bundan rahatsızlık hissettiğim için kendime kızdım. “Hele güneşe çıktığında ışıl ışıl parlardı. Bir de bir gülüşü vardı ki... dünya dururdu. Gülsün diye elimden geleni yapardım.” Onunla geçirdiği anıları hatırlamışçasına burukça gülümsedi ve sonra o gülümseme dudaklarında asılıyken gözlerini açıp bana baktı. Yüzümde ne gördü bilmiyordum ama o gülümseme anında yok olmuş, yerini boşluğa bırakmıştı. Devam etmeden önce sigarayı yeniden dudaklarına yanaştırdı. “Gözleri tıpkı senin gözlerin gibiydi.” Yutkundum. “Mavi mi?” Kafasını salladı. “Mavi.” “Hepsi bu kadar mı?” diye sordum boğazımı temizleyerek. “Onun gibi yetimhanede büyüdün,” dedi, sonra yine sigaradan yudumladı. “Onunla aynı yaştasın.” “Adı ne?” dedim yanağımın içini kemirdiğim sırada. Ancak bir anda aklıma gelen şeyle cevabını beklemeden oklarımı ona savurmaya devam ettim. “Bu yüzden mi anlamsızca yaşımı sorup duruyordun? Kaldığım yetimhaneyi? Adımı? Beni ona benzetiyorsun? Dahası o olmamı istiyorsun.” “O, olmadığını biliyorum.” “Bundan emin değilim. Aslına bakarsan artık hiçbir şeyden emin değilim. Söylesene, beni bu yüzden mi yanında kalmaya ikna ettin? Gerçekten bu yüzden mi? İntikamı aklıma soktun, yardım edeceğini söyledin, hepsi bu yüzden miydi?” Dudaklarına doğru götürdüğü sigara yarı yolda kaldığında, “Bu yüzden değildi,” dedi yavaşça. “Seni ilk gördüğümde karşımda baygın yatıyordun,” dedi, o anı hatırladım. Lavaboda yakalanıp kendimi büroda uyanık bulduğum anı. Orada çalışma masasına oturmuş pürdikkat beni izlediği anlar hâlâ gözlerimin önündeydi. “Sadece o gün seni affetmişsem bu bana onu hatırlattığın içindi. Sadece o gün.” Akın tam tersini savunuyordu. “Emin olamıyorum. Ona takıntın varmış gibi, her kadında onu arıyormuşsun gibi-" “Ona takıntım yok,” dedi sertçe. “Ne düşünüyorsun, çocukluk aşkımı unutamadığımı mı? Aramızda aşk yoktu, çocuktuk o zamanlar ne aşkı? Verilmiş sözler var ve onları yerine getiremediğim için rahatsızım. Hâlâ peşindeysem de bu yüzden.” “Gerçekten mi?” diye sordum. Bu soru öyle saf, öyle umutla dudaklarımdan döküldü ki bakışlarına yayılan minik yumuşamayı yakaladım. “Gerçekten.” Ne kadar inandırıcı konuşsa da ona asla inanmayan bir yanım vardı. Akın'ın uyarılarını kulak ardı edemezdim, sonuçta kardeşini benden daha iyi biliyordu. Düşünceler âleminin çıkmaz sokaklarında dolanırken, “Benimle işin bittiğinde... ya da hevesin geçtiğinde mi demeliyim? Beni kapı dışarı edecekmişsin?” dedim birden ve bunu söylediğim an pişmanlıkla doldum. “Kim söyledi?” dedi buza dönen bir sesle. Sonra durdu ve asıl mevzuyu hızla kavradı. “Tüm bunları zaten biliyordun,” dedi olduğu yerde dikleşirken. “Biliyordum. Beni uyardı-" “Kim?” “Ceren adında bir kadın,” diye mırıldandım. Özgür ve Akın'ın adını veremezdim. Eğer bunu yaparsam ortalık karışırdı ve ben daha fazla sorun istemiyordum. Kaşları daha derinden çatıldığında bahsettiğim kadını çıkartamadığını anlayarak iç geçirdim. “Sanırım eski sevgililerinden biri? Sarışın ve mavi gözlüydü. Bana bir zaman sonra kapıya konulacağımdan bahsetti. Sıkılınca köşeye atacağın oyuncak gibi. Ya da bana baktığında onu görmemeye başladığın anda arkanı dönüp gidecekmişsin,” dedim Akın'dan duyduklarımı sanki Ceren söylemiş gibi kelimelerimin arasına sokuşturarak. Cesur kafasını iki yana sallayarak gülerken ucunda uzun bir kül biriken sigarasından yeni yudumunu aldı. “Benim hiç sevgilim olmadı,” dediğinde bunu ondan daha önce de duymuş olmanın verdiği güvenle ona hemen inandım. “O zaman... öylesine takıldıklarından biridir belki,” derken omuz silktim. “Öylesine takıldığım biri de olmadı.” İşte bu kez ona garip garip bakmaktan kendimi alamadım. “Ama Ceren-" “Hakkımda ortalıkla bir sürü laf dolanıyor,” diyerek sözümü kestiğinde merakla devam etmesini bekledim. “Âşık olduğum kadını kaybetmişim; kimisi öldü biliyor, kimisi hâlâ bulamadım sanıyor. Sağda solda sarışın mavi gözlü bir kız çocuğu arattığımı duyanlar bunu kendilerine göre şekillendirmiş. Onlarla öylesine takılmam için gözlerimin içine bakan kadınlardan birine denk gelmişsin fırtına kuşu, söylediklerinin hiçbir önemi yok.” Son cümlesini duyana kadar belki söylenenlerin hiçbir önemi olmayabilirdi ama o son cümlesinin içerisinde sıkıştırdığı bana sesleniş tarzı duraksamama neden olmuştu. Belki hepsi yalan olabilirdi ama bir tek aradığı o kadına olan takıntısının gerçekliğine inanabilirdim, çünkü bana adımla seslenmekten kaçınması artık gözümde daha net anlam kazanmıştı. Ne kadar inkâr ederse etsin beni ona benzetiyordu ve adımı sevmemesinin tek nedeni de onun adını taşımıyor olmamdı. Bu yüzden bana fırtına kuşu diye seslenmeyi tercih ediyordu ve daima öyle sesleneceğinden neredeyse emindim. “Ortalıkta dolanan bilgi kirliliğine Barut da dâhil oldu,” derken dişlerini sıktı. “Senin aradığım kişi olduğunu ima ediyor.” “Ama değilim. Seninle ortak geçmişimiz olsaydı bunu bilirdim.” Dişlerini daha kuvvetli sıktığını çene kaslarının oynamasından anladım. O, olmamam canını sıkıyordu. “Bunu zaten biliyor. Ama ortalığı karıştırmayı hep sevmiştir. Sana o kadar odaklanmışım ki herkesin seni o sanmaya başladığını kaçırmışım.” Yutkundum. “Bu... bu başım belada mı demek?” “Başından beri başın beladaydı. Şimdiye kadar sana bir şey olmadıysa bundan sonra da olmayacak.” Stresle kıvranmaya başlayan midemi görmezden gelerek sigarayı istediğimi belirtircesine elimi ona doğru uzattım. Sadece birkaç nefeslik içimi kalmış olan sigarayı avcuma bıraktı. “Göz önünde olmamam gerek, biliyorsun,” diye mırıldanırken sigarayı dudaklarıma götürüp ciğerlerime zehirli dumanını doldurdum. Beni cevapsız bırakan adama gözlerimi çevirdiğimde onun doğrudan dudaklarıma bakıyor oluşu karşısında nefesim kesildi. Sertçe yutkundum, bakışları biraz daha yoğunlaştı. Artık içimde tutamadığım dumanın yavaşça havaya karışmasına izin verirken, “Bana öyle bakma,” diye söylendim. “Nasıl?” “O kadar dikkatli.” “Elimde değil.” “Ben, o değilim,” dedim sonra. Gözleri hızla gözlerime tırmandı ve o karartıyla bakıştım. “Biliyorum,” dedi. “Adın Nehir.” Nedensizce bunu söylediğinde ürpermekten kendimi alamadım. Farklı bir ses tonu ve farklı bir vurgu kullanmıştı. Bu anı daha önce de yaşadığımı hatırlarken omuzlarımı dikleştirip, “Adım Nehir,” dedim. Ama şöyle bir sorun vardı; gerçek adım Nehir değildi. İri bedenini duvardan aldığı destekle iterek doğruldu. Yine vücuduna bakmamak için her şeyi yaptım. “Yirmi sekiz yaşındasın.” Yanılmadığımı, onun gerçekten de o kadında çakılı kaldığını görmek midemin düğümlemesine neden oldu. Soluklarım ağırlaşırken cevap verdim. “Yirmi sekiz yaşındayım.” Aramızdaki mesafeyi bir adımda kapattı, yine tam dibimde, birkaç milim uzağımdaydı. “Beyazıt Yetimhanesi'nde büyüdün.” Kafamı sallayıp, “Beyazıt'ta büyüdüm,” derken ağzımda çamur tadı vardı. Açtığım arayı koca bir adımla kapatıp tam önümde durdu ve tekrarladı. “Adın Nehir.” Derin bir soluk alarak yüzünü daha rahat görebilmek adına kafamı hafifçe geriye attım. Bir müddet çehresinin her santimini inceledim, hızlanan soluklarını dinledim ve onu anlamaya çalıştım. Sonunda yeniden konuşabildiğimde, “Sen hastasın,” diyebildim. “Belki,” dedi. “Tedavi olman gerekiyor.” “Pek işe yaramadı,” dediğinde bunu bile denemiş olması karşısında şokla doldum, bunu fark etti. “Öyleyse kendine sürekli benim ben olduğumu hatırlat. Çünkü ben kendime sürekli senin beni başkası gibi gördüğünü hatırlatacağım.” “Senin sen olduğunun farkındayım.” “Bundan emin değilim,” dedim buz gibi bir alayla. “Ayrıca bana bu kadar dikkatli bakma.” Sonra bir şeyi hatırlamışım gibi ellerimi göğsüne yerleştirdim, hâlâ parmaklarımın arasında duran sigarayı ona değdirmemeye özen göstererek bunu yaptım. Duman usul usul ikimizin arasında süzülürken avuçlarıma değen sıcaklığı göz ardı etmeye çalışarak, “Ayrıca bana bu kadar yakın da durma,” dedim ve onu geri ittim, sorun çıkarmadan çekildi. Ancak rahat nefes alabildiğimi fark ettiğimde zihnimin içerisindeki yansımam çattığı kaşlarını üzerime dikti ve bana kuşkuyla baktı. Onu umursamamaya çalıştım. “Bizim sadece ortak hedeflerimiz var. Bana söz verdin, eğer beni o kadına benzettiğin için yaptıysan bile umurumda değil, söz verdin, yardım edeceksin,” dedim hızlı hızlı. Aslında şöyle bir sorun vardı ki umurumda olmadığı konusunda artık şüpheliydim. “Onun dışında aramızda hiçbir şey olmayacak tamam mı? Sınırları koruyacağını umuyorum.” Sanki inadına yapar gibi tüm vücudumu tepeden tırnağa süzdü, garip bir his kanıma karıştı. Ardından anlayamadığım bir parıltının sindiği bakışlarını yeniden gözlerime çıkarttığında dudağının kenarı hafifçe kıvrıldı. “Ya sınırlarını koruyamayan sen olursan?” Ona hayretle bakıp, “Asla,” dedim sanki yarınlarımızda neler yazılı olduğunu bilirmiş gibi netçe. “Ne kadar inkâr etsen de ona takılı kaldın. Bunu bile bile sınırlarımı bozacak kadar aptal değilim,” dedikten sonra hızlı hızlı kafamı sallayıp tekrarladım. “Evet. Değilim. Asla.” Beni sorgular gibi bakmaya başladı ve o anda ben de kendimi sorgulamaya başladım. Ancak bir sonuca bile varamadan bunu kesmek zorunda kaldım, çünkü düşüncesi bile korkunçtu. Artık gitmem gerektiğini fark ederek, “Sana iyi geceler,” diye geveledim ve hızla kapıya doğru yöneldim. Duyacağım hiçbir sözün beni durdurmayacağını içimden tekrar eserken Cesur bana sadece seslenerek bunu başardı. “Fırtına kuşu,” dedi. Adımlarım bıçak gibi kesildiğinde kapının eşiğindeydim. Ellerim yumruk şeklini aldı ve omuzlarım savaşa hazırlanır gibi dikleşti. Beynimi adeta kemiren o soru, o sorunun cevabına olan ihtiyaç bir anda beni ele geçirdi, engel olamadım. “Onun adı ne?” Saniyeler saatlere dönüşmüş gibi ağırlaşırken Cesur'un güldüğünü duydum. Bir problemle karşı karşıya kalındığında öylesine ortaya serine gülüşler gibiydi. Neşesiz, cansızdı. “Boş ver,” dediğinde yutkundum. “Önemi yok. Bilmemen senin için daha iyi.” Sadece kafamı salladım ve hızla oradan çıkıp gittim. Merak ediyordum, hatta meraktan deliriyordum ama haklıydı. Bilmesem daha iyiydi, çünkü o, şu anda kafamın içerisinde belirsizdi. Ancak ismini öğrenirsem bir şekil kazanacaktı ve istemsizce onu daha çok kafaya takmaya başlayacaktım. Ben onu kafaya takmak istemiyordum. Ben... Ben başkasına takık bir adama takılmak da istemiyordum. Bunun böyle kalması için ne gerekiyorsa yapacaktım. ××× 👀👀
|
0% |